Son yıllarda oluşan sınırlar içinde Türkiye’de tarımı çeşitli açılardan incelemek, ardından bazı saptamalarda bulunmak, ister istemez toplumun frenleyici ideolojileriyle, hatta bunların kaynaklarıyla karşılaşmak gibi bir sonuca yol açmaktadır.
Türkiye’nin Tarım Sayıları
İktisadi yapıda tarımın yeri üzerine işaret, belirleme ve akıl yürütmeyi denediğimizde, özellikle üretimin sektörel dağılımında, 1985 yılında (1986 fiyatlarıyla milyar TL.) tarımın toplam üretimin yüzde 14,9’unu gerçekleştirdiği, aynı işlevin sanayide yüzde 48,1 ile gerçekleştiği daha ilk adımda göze çarpıyor. Hizmetler sektörünün ağırlığı yüzde 37 ve ilerleyen zaman içinde bindelikli sayılarla düşürülmesi öngörülüyor. Aynı düşüşün yine bindelikli sayılarla ve tarım için de öngörüldüğünü, sanayide ise yüzde olarak artışlar beklendiğini, konuya girerken hatırlatalım.1
Sıkıcı, izlenmesi zor da olsa, bir kısım rakamları sırasıyla açıklığa kavuşturmak, sonra da bunlar üzerinde tartışma ve akıl yürütmelere girişmek oldukça yararlı bir yoldur. Böyle bir yaklaşımla meseleye girdiğimizde ilk etapta gözümüze çarpan şu olmaktadır: Tarım ve sanayinin (1968 faktör fiyatlarıyla milyon TL) Gayri Safi Yurtiçi Hasıla içindeki yerini on yıllık bir zaman kesiti boyunca gözden geçirmek, tarımdaki negatif eğilimi ortaya çıkarmaktadır. Şöyle ki: 1975 yılında tarım (1968 yılı faktör fiyatlarıyla milyon TL olarak) GSYİH içinde yüzde 24,8’lik bir paya sahipken, bu pay 1985’de yüzde 21,7′ ye düşüyor. Bu, reel bir gerilemedir. Sanayide ise reel bir artış var: 1975’deki yüzde 22,2’lik paydan 1985’deki yüzde 24,5’lik paya… Farklı bir karşılaştırma ile nispeten çarpıcı rakamlar bulmak mümkün oluyor. 1975’den 1985’e kadar olan on yıllık zaman aralığında, ki başlangıç yılı olan 1975’de iç ticaret hadleri açıkça tarım malları lehinde seyretmekteydi.2 GSYİH’deki artış, 1968 faktör fiyatlarıyla ve milyon TL olarak hesaplandığında yaklaşık yüzde 46,4 idi. Aynı dönemde tarımda yüzde 28,6 ve sanayide de yüzde 63,6’lık bir hasıla artışı tespit edilmektedir.3 Burada söz konusu dönemde tarım malları aleyhindeki’ sürekli dengesizliğin sabit fiyatlar aracılığıyla bir ölçüde (aslında önemli ölçüde) bertaraf edildiğini, bunu dikkatlerden kaçırmamak gerektiğini eklemek yararlı olacaktır. Zira sektörlerin cari faktör fiyatlarıyla ve yüzde pay olarak GSYIH içindeki paylan, sabit fiyat söz konusu olmadığından, tarım mallarının aleyhinde seyreden fiyat gelişmelerini de yansıtan bir tabloda yukardakinden daha farklı bir sonuç verecektir. Nitekim DİE’nin 1986 Ağustos tahmininde, tarım sektörünün 1986 yılındaki GSYIH içindeki payı yüzde 17,8 iken sanayinin payı yüzde 33,4 olarak belirleniyor.4 Bu son sayılar, meseleyi daha açık bir hale getiriyor.
Sektörün en önemli girdilerinden, dolayısıyla anlamlı göstergelerden biri olan tarım traktörlerinin “Tarım Alet ve Makineleri İmalat Sanayii Talebi” (miktar) içindeki, bir talep kalemi olarak gelişim seyri de ciddi bir gösterge sayılmak gerekir. Şöyle basit bir tabloda da görülebilir:
Bir de, aynı konunun diğer bir yüzü olan üretime bakılabilir:5
Burada hemen akla gelen ilk nokta, tarım traktörleri talebindeki geriye gidiş ile “gelir düzeyinde düşme”nin aynı anlamı yüklendiğidir. Tarım traktörleri üretimi de düşüş içinde.
Sözünü açtığımız gelişme, Türkiye’deki kırsal yerleşmenin resmi rakamları da fazlasıyla rahatsız edecek boyutlara ulaştığı, kısacası” fevkalade dağınık” olduğu ve “yerleşme yeri sayısının 88,553’ü” bulduğu ifadeleri 6 ile birleşince nasıl bir negatif doğurganlığın gündeme geldiği görülüyor. Yerleşme yerlerinin dağınıklığı, verimsizliğin en önemli nedenlerinden biridir. Bu dağınıklık içinde verimli (isteyen rasyonel de diyebilir) bir üretim zordur. Buradan tarım alet ve makinelerinin talep ve üretim rakamlarındaki düşüş ile birleştirerek (Aslında yükselmiş olsaydı da fark etmeyecekti!) pek umutlu olmayan bir sonuca ulaşanlar var: “Küçük çiftçilerimizin tek başına modem alet ve makinalara sahip olması rantabl değildir.” Sonra: “Bunun için çiftçilerimizin (…) alet ve makinaların ortak kullanmaları sağlanmalıdır. Diğer taraftan, pek çök çeşit ve markadan oluşan bir makinalaşma yerine standartlaştırılmış alet ve ekipmana yönelinmelidir.“7 Küçük ve parçalı bir yapıya sahip tarım işletmelerinde üretimin rasyonalleştirilmesinin zorluğu, iktisadi olduğu oranda rahatsız edici, ideolojik “kaynak” olduğu oranda da rahatlatıcı bir sübaptır. Zaten, parçalanmışlık ve göreli bağımsızlık, toplumun diğer üyeleriyle üretim süreci içinde ortaya çıkan aradaki mesafe, ister istemez (resmi tabirle) “çiftçiye” kendisini bir ideolojik sıva ile topluma yapıştırma ihtiyacını hissettirecektir. Sıva, tarihin ve dinin pişirdiği bir gelenekle biçimlenir.
Traktör sayısına geçebiliriz. 1980 yılı itibariyle ülkede 436.369 adet traktör, 13667 biçerdöver olduğu resmi kayıtlara geçmiş durumda.8 Bu rakamları 1970 rakamları ile karşılaştırırsak aradaki fark iyice belirginleşecektir: 1970’de ülkede 105.365 traktör, 8.568 biçerdöver bulunuyordu.
Türkiye tarımından sayılar vermeye devam ederken, anlamlı bir göstergeye daha değinmeliyiz: Türkiye’de nüfusun, resmi istatistiklere kırsal ve şehirli nüfus olarak geçmesi, yıllar itibariyle bazı gelişmeler kaydetmiş bulunuyor. 1965’te toplam nüfus 31.391.421 iken bunun yaklaşık üçte ikisi köylü nüfustur: 20.585.604. Şehirli nüfus ise 10.805.817 (Tarımsal nüfus ağırlıkta). 1985 yılında artık sayılar ve oranlar yer değiştirmiştir. Türkiye’de 1985 sayım sonuçlarına göre 23.828.000 “köylü” ve 27.593.000 “kentli” yaşıyor. Toplam: 51.421.000.9
Yapının ne denli bir hız içinde değiştiği açık olarak ortaya çıkıyor. Türkiye’nin yapısal olarak o eski ve seviyesiz “feodal – yarı feodal” türü tartışmaları ve MDD tipi “ön koşulları” şiddetle tasfiye ettiğini söyleyebiliriz. Nesnellik, “umudu” köylerden kentlere taşımak durumunda.
Son yıllardaki canlı hayvan sayısı tarımdaki gelir düşüşüne bir başka işaret olarak da yorumlanabilir. Bir vazgeçiş olarak. 1979’da 83.886.000 olan canlı hayvan sayısı, Ortadoğu’daki savaş yıllarının etkisi ile genişleyen bir bölgesel ticaret hacmi nedeniyle (ihraç tahriki) biraz artarak, fakat esas olarak aynı düzeyde seyrederken, 1984 yılında durum ciddi bir olumsuzluğa dönüşüyor: 1984’te toplam canlı hayvan sayısı 68.522.000’dir. 10
Türkiye’de tarım sektöründe önemli sorunlar var. iktidardaki sınıfsal yığışma, tercihleri çoktan sanayiden yana koymuş olmanın hem nedeni, hem ürünü idi. Bu uzun yıllardır böyle. Tarımda kar oranları düşük. Verimsizlik egemen. Sermaye bu alandan kaçar. ( En azından cazip bulmaz; sanayinin kaynak ihtiyacına çözüm mü?) Bütün bunlara bağlı olarak tarımda doğanın verimde ve üretimde çok fazla tesiri var. İş bölümü ve ihtisaslaşma yetersiz. Tarım ürünlerinin fiyatları dalgalı ve istikrarsız; tabii bunun doğal sonucu olarak da planlama çok güç. Resmi bir raporda belirtildiği gibi, “çiftçi” gelirlerinde düzensizlik ve gerileme eğilimi mevcut. Sermaye birikimi yavaş, tasarruf imkanları sınırlı.11 Aynı incelemede şunlar da var: Toprak mülkiyeti dağılımında meydana gelen dengesizlikler, mülk ve işletmelerin küçülme ve parçalanmaları, ortakçılık ve kiracılık düzenindeki sıkıntılar, tarımdaki gerilemeyi perçinliyor. Bunların hepsi birer neden olmaktan çok birer sonuç olmak durumundalar. İncelemenin şu “toplumsal” saptaması da üzerinden geçilir gibi değil: “Tarım kesimindeki nüfus geleneklerine bağlı olup, yenilikleri kendi davranışlarına uygun düştüğü ölçüde süzerek kabullenmektedir.”12 iktidar ile örtüşen bir sosyal tespit açıkça tarımı geri ve gerici olarak tanımlıyor. Bir sübap olarak ihtiyaç duyulmadığı sürece büyük sermayenin tarımdan böyle rahatsızlıklar duyması yalnızca “bize” özgü değildir. Buradan “1980 Genel Tarım Sayımı” sonuçlarına geçebiliriz.
1980 yılındaki genel tarım sayımının sonuçları, biraz önce değindiğimiz tarımsal işletmeler konusunda tartışılabilecek veriler içermektedir. Önemli olanlarını tablolardan yararlanarak ve yine bir tablo olarak şu şekilde verebiliriz:
Bu tabloyu tamamlayıcı nitelikte iki de sayı verebiliriz: Nüfusu 5000’den az olan yerlerde 3.419.037 adet tarımsal işletme varken (ki tarım alanı da 210.058.773 hektardır), nüfusu 5000 ve daha fazla olan yerlerde 225.468 işletme (tarım alanı da 6.612.649 hektar) bulunmaktadır.
Bir başka açıdan bakıp, hayvan varlıklarına göre sıraladığımız zaman hayvan varlığı 5 ila 999 arasında olan “küçük işletmeler” sayısı 3.644.500idi. Bunların 3.005.397 adedinin hayvan varlığı 5-100 arasında iken 50-999 hayvan varlığı olan işletmelerin sayısı 1.377.484. Sonuncuların yaklaşık 171 milyon hektarlık bir tarım alanında faaliyette bulunduklarını ekleyebiliriz. Diğer bir deyişle tarım arazilerinin yarıdan çok fazlası, yaklaşık 228 milyon hektarlık tarım alanının 171 milyonu, orta-büyük işletmelere ait. “Kulaklar” ağırlıkta.12 Fakat ideolojik saplantıların burada küçük veya büyük işletme üyelerine göre bir farklılık taşıdığını söylemek iyimserlik olur. Saplantılar yatay bir çizgi üzerinde genişleme eğilimi gösteriyor. Yani küçük ye orta büyüklükteki işletmelerin, tarımda yaşanan genel bunalım, düşen gelir düzeyi karşısında aynı, diyelim benzer bir “reaksiyon” üreteceğini söyleyebiliriz. Din ve gelenek tonlu her frekansa duyarlı bir “alıcılar ordusu” gündemdedir. Toplam 3.650.910 adet işletmenin 3.419.037 adedi nüfusu 5000’den az olan yerlerde faaliyet gösteriyor ve geleneksel -dinsel ideolojilerin gücü ile nüfus sıklığı (sanayiye, kentlere uzaklık) arasında, elbette bire bir değil, fakat sanıldığından çok daha sıkı bir ilişki var. Ve bu ilişkiler, bağlar, kentlere de (tarımdan sanayie emek göçleri ile beraber) çeşitli biçimler altında taşınmıştır, taşınmaktadır. Kuşkusuz gelecekte, yeni bir toplum inşa edilirken de bütün engelleyici formasyonlarıyla taşınacaktır. İdeoloji kaygandır. Bu geçişlilik, yalnız mekana değil, zamana da içkindir. (Ölmüyor.)
Tarımda istihdam rakamları küçük oranlarda azalışlar içeriyor. 1984 ve 1985 yılları Türkiye’deki sektörel istihdam rakamları (resmi), tarımın durumu hakkında yeterince fikir vermektedir. Ezici ağırlık imalat sanayisinde olmak üzere sanayide ve ayrıca hizmetler sektöründe biraz daha yüksek oranlarda artışlar var, bu artış ilerisi için de öngörülüyor.13 Rakamlarla verilirse 1984 yılında 15.776.100 kişinin 9.420.400’ü tarımda istihdam edilmiş. 1985’de ise 15.955.100 kişinin 9.390.000’i. tarımdan ekmek yemiş. 1986 yılında 16.284.000 kişilik emek deposunun 9.363.900’ü tarımda istihdam edilmek durumundadır. Ki bu da yaklaşık yüzde 58’lik bir orana karşılık gelmektedir. Dikkati çeken bir başka nokta, tarımdaki istihdam düşme hızının, hizmetler ve sanayideki artış oranı kadar olmadığı.14
Tarımın sektör olarak ihracat içindeki yerine geçebiliriz: özetlenmiş bir tablo yardımıyla gelişim rahatça kavranabiliyor:15
Bu rakamlar 1981 ve 1982’de Ortadoğu’da kızışan bir ortamın “kerhen” şişirdiği rakamlar bir yana bırakılacak olursa gerileme eğilimini ortaya çıkarıyor. imalat sanayii ve toplam ihracat rakamları, tarımınkilerle karşılaştırılınca oransal büyük gerileme hemen göze çarpıyor. Burada akıl yürütme yönünü imalat sanayisindeki resmi başarı tezlerinin dışına taşımak durumunda kalıp, bu çerçeve içinde de tarımdaki sıkıntıyı saptamak mümkündür. Kaldı ki ihracatın dolar bazındaki artışı birinci elden “üreticiyi” değil, “ihracatçıyı” hedefliyor. Biraz daha farklı bir deyişle, ihracat artışı ile tarımda yoksullaşma paralelliği “oyunun kuralı” haline gelmiştir. Tarımdaki 1980-1984 arasındaki küçük artışın, kırsal kesimde bir gelir tırpanı etkisi gösterdiği açıktır. Körfez savaşının kararttığı bir ortamın geçici rantı ile ufak bir parlamanın olumlu bir değerlendirmeye yol açması anlamsız; çünkü ısınmış bir ortam, düşen tarımsal maliyetler, yani gelirler ile bu artış tarımın dışındaki bir kesimin başarısı olmak gerekir. (Resmî rakamlara ticaret adıyla geçen…)
İthalata gelince… Burada tarımın payı pek önem taşımıyor fakat yine de 1980’de tarımsal malların ithalatı toplam içinde binde altılık bir oranda iken, 1984’te yüzde 3,8’e çıkmış ki, bunun tarım çevrelerini çok rahatsız eden bir gelişme olduğunu kaydetmeliyiz.16
Merkez Bankası kredileri, milyon TL cinsinden, tarıma 1980’de 70.700 milyon TL olarak akmış. Bu rakam 1981’de 74.715 milyon TL, 1982’de 21.917 milyon TL, 1983’de 47.380 milyon TL ve 1984′ de 32.409 milyon TL olarak gerçekleşmiş. Bu kredilerse ezici olarak tarımsal satış kooperatiflerine akıyor. İstenen de zaten, tarıma, daha çok, banka sisteminin kredi arzıyla yönelmesi. 1980’de Merkez Bankası tarıma 70.7 milyar TL kredi açarken, mevduat bankaları kredileri toplamı 145.780 milyon TL olmuş. 1984’de Merkez Bankası’nın 47.380 milyon TL’lik kredisine karşılık 531.109 milyon TL’lik kredi mevduat bankalarından bu sektöre kaymıştır. Mevduat bankaları da 1984’de toplam 3.1 trilyon TL kredi arz etmişler ve bunun 531 milyar TL’si tarım sektöründe kullanılmış.17 Yine bu toplamın, karşılaştırma yapabilmek için verilirse, (828 milyarı imalat sanayisine olmak üzere) 854 milyar TL’si sanayiye, yaklaşık 530,3 milyarı iç ticarete, yaklaşık 703,4 milyarı da dış ticarete açılmış.18 Kapitalizm başka nedir?
Tarım malları fiyatlarının sanayi malları fiyatlarına olan oranına iç ticaret hadleri diyoruz. Bir başka ifadeyle, bu iki fiyat bloku arasındaki mesafe sosyalist literatürde önemli tartışmaların yapıldığı bir dönemde, fiyat makam adıyla da anılmıştır. Burada da “toptan eşya fiyatları iç ticaret hadleri”, yani daha resmi bir tanımla “toptan eşya fiyatları genel endeksini oluşturan alt gruplardan gıda maddeleri ve yemler endeksinin, Sanayi hammaddeleri ve yalı mamulleri grubu endeksine oranı olan” iç ticaret hadleri vasıtasıyla tarımın bir sektör olarak profilini çıkarmak kolaylaşacaktır.
1975, 1976 ve 1977 yılında tarım malları fiyatlarındaki artış, sanayi malları fiyatlarındaki artışın üzerindedir. 1978’den itibaren bu oran tersine dönüyor ve sanayi malları fiyatlarındaki artış tarım fiyatları artışının üzerine çıkıyor”19 1983, söz konusu mesafenin en fazla açıldığı yıldır. Elimizdeki resmi rakamlardan yararlanarak yaptığımız hesaplamalarda, (1963=100), 1978’den 1985 yılına kadar gıda maddeleri ve yemler toptan eşya fiyatları endeksindeki artış yüzde 1326,7 olurken, sanayi hammaddeleri ve yarı mamulleri toptan eşya fiyatları endeksinde aynı dönemde yüzde 1817,1 oranında bir artış olduğunu saptayabiliyoruz.20
Tarım ve İdeolojiler
Bu makasın toplumsal hayatta, özellikle politikada ne kadar önemli olduğu, geçtiğimiz Eylül ayında yapılan ara seçim sonuçları ve akabindeki tedbirlerle, bir kez daha yaşandı. Tarımdaki yoksullaşmayı propaganda merkezinde değerlendiren, bunu sürekli işleyen bir parti (DYP) açık, bir destek kazandı. Gelirdeki düşüşü geleneksel ideolojilerin bombardıman gücü ile birleştirerek, (ki bunu kullanmasını bilen kadrolara sahip olduğu muhakkak), istediği sonucu aldığı biliniyor. Burada sağın şansı “sola nazaran” çok daha fazladır. Tarımdaki negatif gelişmenin iktidar partisi tarafından yeniden bir değerlendirmeye tabi tutulması gecikmeden gündeme geldi ve seçimlerden uzun bir zaman geçmeden, hükümet, tarım ilaçlarında, traktörde, hayvan ve bitki sağlığı ile ilgili hizmetlerde KDV’yi yüzde 5’e düşürerek ilk kılıcını attı. Bu müdahaleyi ideolojik bir bombardımanla tahkim etmesi muhtemel ve yapıyor da. Tabii bu bir tür savunma, daha doğrusu ayaklarının altındaki topraktan emin olma, onu “sağlama alma” politikasıdır.
Genelleme yaparak söylenirse, sınıflı toplumlarda, tarımın, tarımsal malların ekonomik yapı içinde öneminin azalması demek, iktidardaki sınıfsal yığışmanın 21 iç hegemonik hesaplaşmalarında büyük toprak sahiplerinin aleyhine bir gelişimin söz konusu olması demektir (Ve tarımdan sanayiye kaynak akışı). Şu noktada bizim için önemli olan bu değil, bizim için önemli olan bağlantılarla beraber yaklaşık 25 milyonluk bir kütlenin geçim kaynaklarındaki güvensizliğin, istikrarsızlığın, bu insanların hayat karşısındaki “ideolojik” tutumlarını nasıl belirleyebileceği, hayatları için çözüm yollarını ilk olarak nerede arayacaklarıdır? Tarımda yoksullaşmayı hangi ideolojik tutumlar taçlandırır?
Daha önce verdiğimiz sayılar yardımıyla beliren bir görüntü var. Küçük ve orta işletmelerin sayısı neredeyse toplamın tamamını oluşturuyor. Bu sayıyı, tarımda zaten kalabalık olan aileyi biz 5 ile sınırlayıp, yeniden hesaba katarsak, 18 milyonu aşkın (Bu sayıyı 25 milyona şişirmek gayet normaldir.) bir insan topluluğunun küçük tarım işletmelerinde ekonomik faaliyetlerini sürdürdüğünü saptayabiliriz. Aile kavramının tarımsal kesimde taşıdığı geniş manayı da düşünürsek, elbette bu sayı çok daha yüklü olarak ortaya çıkacaktır. Çoğunluğu aile işletmesi olan yaklaşık 3.6 milyonu aşkın işletmenin 3.4 milyonu nüfusu 5000’den az olan yerlerde yerleşik. (Coğrafi damgaya dikkat!) Bu en azından kültürel gerilik ve geleneksel -dinsel ideolojik güçlerle çok yakın temas anlamına geliyor. Toplumsal-endüstriyel merkezler-den ne kadar uzak kalınmışsa etkiler o kadar yüklüdür. Kendisini birey olarak ve toplumsal ilerlemeyi ideolojik saplantılarıyla, üstelik hareketli -hareketlenen bir sosyal ortamda ileri talepleri de geri talepleriyle engelleyen, yeni karşısında en kuşkucu ve ketum bu kesim, mevcut sistemin çok taraflı ve çok fonksiyonlu bir freni olarak değerlendirilmelidir.
Söylemek durumunda olduğumuz sistematiğin tersine bir işleyişi bulunmadığıdır. Yani- düşen geliri, sarsılan hayat tarzı karşısında kırsal kökenli insanları, kökenleri, inadına sisteme, daha doğrusu sistemin “gerilek varyasyonlarına” bağlamaktadır. Bir sübap. Toplumsal ilerlemenin her aşamasında her tür yenilikçinin önündeki bir engeldir bu. (Eşitsiz gelişme yasasının belki de tuhaf bir tezahürü olarak, böyle bir tevekkülün, bu kesimden çıkan yenilikçilerin, ürünü oldukları realiteyle ters orantılı bir şekilde, sürekli, çok “hareketli” ve “ısrarlı” taleplerle toplumsal hareketlilik içinde yer almaları sonucunu doğurduğu göze çarpıyor.)
Kuşkucu, gelenekseli kendi yenilik korkularıyla tahkim ettiği sınırlar içinde yorumlayıp, öyle kullanarak rahatlayan köylülük ve onun bulaştığı beyinleri bekleyen en büyük tehlike, sosyal uyuşukluktur. Tarımda, ne kadar parçalanmış da olsa küçük özel mülkiyet binlerce, milyonlarca küçük burjuva tavrı demektir. Son dönemde artan İslami geleneksel ideolojilerin, hareketlilik amaçladıkları bir aşamada bu uyuşukluktan fazlasıyla rahatsız olduklarını saptamak mümkün. Kısacası tarımda gelir düşüyor, muhtemel yönelişler, bunların propagandası artıyor ve bu istasyonlar özellikle de alıcı bulabiliyorlar.
Artık toplam mal ve hizmet miktarını tarım belirlemiyor. Bu çok uzun zamandan beridir böyle. iktisadi ağırlık yer değiştirdi. Türkiye’ de iktisadi toplam içinde yatırımların, esas olarak eksikliği en çok hissedilen altyapı yatırımlarının durduğu bir zamanda, yaklaşık 25 milyonluk bir kitle, düşen geliri ve işsizliğine bağlı olarak gidecek yeri olamamak gibi bir çıkmazı yaşıyor. Bir çıkmazda olduğunu, bu çıkmaz sokağa girdiği uca dönülebileceğini düşünüyor. Aradıkları ilerde değil geridedir; kim bilir, iç ticaret hadletinin pozitif, büyümenin yüzde yediye yaklaştığı, enflasyonun tek basamaklı rakamlarda seyrettiği dönemlerin insanlarına fazlasıyla ses vermesi belki de bundandır. Tarımdan sanayiye sermaye akımının çok makul bir nedeni var: Tarımsal malların fiyatları göreli olarak sürekli düşerken beraberinde, verimsizliği ile bağlantılı olarak cazibesini gömüyor. Süreç son dönemde özellikle hızlandı. Bu kesim artık yatırımlara değmez. Ama milyonlarca küçük ve orta üretici, yani elinde sermayesi olmayanlar (3.5 milyon çarpı 5’ten çok daha fazla sayıda insan) bu düşüş karşısında ne yapabilir? Birtakım yanılsamalara, tatlı da olsa esaretin gereği yok. Kırsal kesim, içinden çıkardığı nitelikli yenilikçiler hariç, toplam olarak dinginliği, yani kurtuluşu, eski olanda arayacaktır. ihtiyacını duyduğu ideolojik sıvaları gelenekleşmiş bir din ve aynı anlama gelmek üzere dinleşmiş bir geleneğin kodlarında bulmak durumundadır. Din renkli bir alternatife kulak kabartmışlardır.
Buraya kadar normal. Anormal olan, solun içine yerleşip, dinden alternatif üretme çabasında olanlara yanı başında yer açmak anlayışının yer etmeyi, başarmış olmasıdır. (Örnek: Birikim ve Yeni Gündem) Resmî ve egemen yapının irdelenmesi değil, bu politika adı geçenlerin soldan-tahkimi anlamını taşımaktadır. Köylülük geri olanlar için münbit bir topraktır. Bu her yerde benzer özellikler gösterir. inatla toplumsal hayatın içinde tutunmaya çalışır küçük üretici. Elle tutulur, ciddi bir sermaye sahibi olmasa da, üzerinde faaliyette bulunduğu topraktan ürettiği malların fiyatları düşse de, bu düşen gelir düzeyinde de üretime devam edecektir. Temel girdilerin fiyatlarındaki yükselme sanayileşmenin karşısında bir duvardır. Küçük ve orta köylünün, artan yoksullaşmaya rağmen üretimi bıçak gibi kesmediği doğrudur. Ancak durumunu sorguladıkça çare arayışları ve talepler şekillenmeye başlıyor. Bu bir yönüyle sanayi merkezlerine emek göçü olarak da tezahür eder; orada yüzüne kapalı kapılar tekrar, buralarda da geri ideolojik taleplerini güçlendirecektir. Ancak artık arayış, “kendi aydınlarına” yönelmiştir. Bu aydınlanma çağı öncesi “düşünenlerinde” alternatifler bulmaya çalışacaktır. Talepleri alternatif üretemese de, üretebileceği inancında olanların böyle bir yanılsama ile bu uyuşukluğu hareketlendirmeyi deneyecekleri açıktır. (Bugün bu masum sayfa ve yer açma eyleminin bir gelecek düşmanlığı olduğunu aydınlar arasında dile getirmek gerekiyor.)
Kırsal kesim tepkilerinin, sosyal mücadeleler tarihinde öylesine çarpıcı örnekleri var ki, burada yalnızca birkaçıyla yetinmek bile konunun önemini ortaya sermeye yetecektir. 1930’lu yıllarda tek ülkede sosyalizm denemesi esnasında geçenleri sayılarıyla hikaye eden bir “Nazi”, Artur W. Just, tek sosyalist ülkedeki tarımda kollektifleştirme çabalarının sonuçlarına değiniyor: “Kollektifleştirme çerçevesi içinde hayvanlar da ‘toplumsallaştırıldı’ Bu süreç ise ülkeye, toplam hayvan sayısınm yarısına maloldu.”22 Aynı “Nazi” yazarın saptamalarına göre, 1928 yılında Sovyetler Birliği’ndeki 70.5 milyon baş sığır, bu politikaya tepki olarak 1933 yılında 33.5 milyon başa iniyor. 1928’deki 146.7 milyon baş koyun ve keçi sayısı 1933’de 36.5 milyon baş gibi bir sayıya düşüyor. Bunun ne kadar uyarıcı bir “tepki” olduğunu hatırlatmakla yetinelim.
1950 yıllarından da acı bir örnek: Mart 1951’de Guatemala’da Jacobo Arbenz başkan oldu. Juan Jose Arevalo’nun halefiydi ve onun başlattığı tarım reformlarına olumlu katkılarda bulundu. Bütün enerjisiyle yoksul köylülüğün lehine, çok ülkeli bir şirket olan Unitad Fruit ile çarpışarak reform yasaları çıkardı. Toprakları yoksul köylülere dağıttı. Ancak özellikle CIA’nın etkisi ile bir süre sonra aynı ülkede Castillo Armas iktidarı ele geçirdi. Buraya kadar önemli bir şey yok. önemli olanı şu: Castillo Armas, Unitad Fruit’ten millileştirilen toprakları bu şirkete geri verdi, sendikal hareketi baskıyla paramparça etti; (ve dikkat) okur-yazar olmayanlar için oy hakkı yeniden getirildi, Arbenz’in dağıttığı toprakları alan köylüler buralardan atıldılar.23 Tarih, hiç değilse bize öğretmeli.
Son bir örnek de Federal Almanya’da yayınlanan büyük sermayenin bizatihi kendisi olan bir yayın organının, “Polonya için yaptığı bir saptamadan seçebiliriz. Aynen: “Polonya’da tarımda özel üretim sürüyor ve kilise, halkın kabul ettiği bir ulus temsilcisi olarak kalıyor.”24 Bir şey eklemek gerekiyor mu? Fakat tekrar edelim: Kırsal kesim ideolojik olarak geri hayat perspektiflerinin “deposudur.”
Dipnotlar ve Kaynak
- 5.Beş Yıllık Kalkınma Planı lg87YihProgranus:18
- Türkiye İstatistik Yıllığı 19815: 360
- 1987 Yılı Programı s: 14’den hesaplandı.
- 1987 Yılı Programı s: 11.
- 1986 Yılı Programı 5: 232-233 ile 1987 Yılı Programı s: 230’dan birleştirildi.
- Kırsal Kalkınma 5. Beş Yıllık Kalkınma Planı özel İhtisas Komisyonu Raporu Ankara 19848: 26.
- a.g.y. s: 57.
- a.g.y. s: 57.
- Rakamlarla Türkiye Ekonomisi ITO Yayını 19868:3.
- a.g.y. s: 14.
- Kirsal Kalkınma s: 14-15.
- Türkiye İstatistik Yıllığı 1985 DIE s: 221.
- 1987 Yılı Programı s:293.
- a.g.y. s:293.
- Merkez Bankası Yıllık Raporu 1984 Ankara 1985 s: 1 lSden kisaltildi.
- Mezkez Bankası Yıllık Rapor 1984i: 114.
- a.g.y. s:101.
- a.g.y. s:124.
- Türkiye İstatistik Yıllığı 1981 s: 360.
- Türkiye İstatistik Yıllığı 1981 s: 360 ve Türkiye İstatistik Cep Yıllığı 1986 5: 223’den hesaplandı.
- Poulantzas’ın çok kullandığı “iktidar bloku” tabirini iktidardaki sınıfsal “yığışma” olarak kullanmak, blok deyiminin fazlasıyla tekdüze bir imaj vermesi nedeniyle daha doğru görünüyor.
- Artur W. Just; DIe Sowietv Union Junker und Dünnhaupt Verlag 1940 Berlins: 81.
- Der Spiegel 15.Dcz. 1986Nr.51s:149.
- Frankfurter Allgemeine Zeitung 29 Okt. 1986 s: 1.