1980’li yılların başı, azgelişmiş ülkelerde yükselen devrimci dalganın geri çekilmesiyle birlikte, dünya devrim sürecinin gözle görülür biçimde durağanlaşmasına tanık oldu. Belli bir canlılık düzeyini tutturan az sayıdaki ülke ve bölge söz konusu olduğundaysa görülen, buralardaki etkinliğin çok büyük oranda işçi sınıfının dışındaki marjinal kesimlerin denetimine geçmiş olduğudur.
Yaşanan durgunluk kimi öznel ve nesnel etkenlerin saptanmasını gerektiriyor. Bu, sol içi bir değerlendirme olacaktır. Atılacak ilk adım solun bu günkü görüntüsünü çizmektir. Bu çabaya girildiğinde ilk göze çarpan olgu, bir bütün olarak dünya solunun olağanüstü bir çeşitlilik içinde bulunmasıdır. Çeşitlilik, süreç içerisinde verili bir an için geçerli bir saptamadır. İşin içerisine zaman boyutu girdiğinde, dünya solunu oluşturan parçaların örgütsel, politik ve teorik alanlarda kararlı dengelere oturmadıkları, sürekli kaymalar içerisinde bulundukları görülüyor. Özetle, teorik ve politik kaymalar dünya solundaki olağanüstü bir çeşitliliği belirliyorlar.
Çeşitlilik ve kaymalar nasıl açıklanabilir? İlk akla gelen yanıt, dünya solunu oluşturan tekil parçaların birbirinden farklı, özgün koşullar içerisinde yaşamlarını sürdürmeleri olabilir. Ancak bu tür bir yanıt açıkça yetersizdir. Tekil parçaların özgül koşullardan kaynaklanan çeşitliliği, evrensel kimi noktaların, sorunların unutulmasına neden olmamalıdır. Dünya sosyalist hareketinin iç eşitsizlikleri, metropol ülkelerin iktisadi ilerilikleri-konjonktürel gerilikleri ve teorik mirasın siyasal kısırlık ile birleşmesi, III. Enternasyonal’in içsel sorunları… Bunların hiçbirisinin unutulmaması gerekiyor. Ancak…
Yukarıda sözü edilen çeşitlilik, dünya solunun bugünkü durumunu belirleyen nesnel ve öznel nedenlerin bir çözümlemesini yapmanın gerekli araçları olan belirli tanımlamaların, sınıflandırmaların olanaklılığını ortadan kaldırmıyor. Bu çözümleme açısından en işlevsel olan sınıflandırmanın yeni ve geleneksel sol tanımlamalarıyla yapılabileceğine inanıyoruz. Dünya solunun karmaşık çeşitliliği, yeni-geleneksel ayrımını engellemiyor. Bu ayrım, solu oluşturan tekil parçaların politikadaki tarihsel seçimlerini yansıtıyor: Ekim 17’nin ve onun sonraki nesnel uzanımlarının benimsenip benimsenmediği…
Bu, kesin bir seçimdir. Dolayısıyla, soldaki karışık çeşitlilik geleneksel yeni ayrımını işlevsiz kılmamaktadır. Bu ayrımı göz önünde tutarak, yukarıda sözünü ettiğimiz çeşitlilik ve kaymalara bir kez daha dönelim. Hem geleneksel, hem de yeni sol, çeşitlilik ve kaymalardan paylarını alıyorlar. Geleneksel soldaki parçalar, kuramsal düzeyde şaşırtıcı ölçüde hızlı bir biçimde birbirinin yerini alan “geriye dönük manevralar”dan oluşan esnek bir kayma sürecini yaşamaktadırlar. Bu kayma, politik ve örgütsel düzeyde de kendisini göstermektedir. Görünen şu: geleneksel sol, politik anlamda ve bir oranda kadrolar düzeyinde, tüm sınıflamalarına, gelgitlerine karşın yok olmuyor. Ancak bir türlü çıkış da yapamıyor.
Yeni solda ise işler biraz daha değişik. Yeni solda temel, bir “inkar” olduğu için bir tutarlılıktan söz etmek olanaklı. Yeni solun kuramsal etkinliği, kendi içinde olmasa bile geleneksel sola göre daha canlı olabiliyor. Örgütsel düzeyde ise yeni solun ilginç bir yaşam çevrimi var. Bir eğilim çıkış yapabiliyor, belli dengelere oturuyor, ete kemiğe bürünüyor, sonra o dengeler sarsılıyor ve “eğilim”, yerini bir başkasına bırakıyor…
Özetle dünya solunun çizdiği görüntü şudur: İkisini ayıran sınırın hemen yakınında yer alan kesimlerin bulunduğunu söylemek koşuluyla yeni ve geleneksel sol gibi iki ana kesimin oluşturduğu bir karışık bütün. Geleneksel sol bir türlü “bir şeyleri” aşamıyor. Diğeriyse, politik ve örgütsel alandaki bütün dezavantajlarına karşın, hep belirli dinamiklerce besleniyor, hep belirli bir rant toplamayı becerebiliyor. İlk elde, bu süreçleri belirleyen etkenleri saptamak gerekiyor. Bugün yeni ve geleneksel sol birlikte, dünya solunun toplamını oluşturuyorlar. Bu iki kesimin toplamının, dünya soluna eşit oturan basit bir tanımsal özellik olarak görülmemesi gerekiyor. Yeni ve geleneksel sol ayrımını işlevsel kılan şey, iki kutuplu bir dünya nesnelliğinde ve politik yasaların zorlayıcılığında herkesin, son aşamadaki seçimini, sözünü ettiğimiz nesnelliğin çekim etkisinden kurtulamayarak ve dolayısıyla onu temel eksen olarak ele alıp yapması gerçeğinde aranmalıdır.
Bütün bu söylenenler, 17’den bu yana uzanan bir nesnellik olarak reel sosyalizmin ve elbette onun en önemli parçası olan SSCB’nin gerek geleneksel, gerekse yeni sol üzerinde yönlendirici etkilerde bulunabileceği ve bulunduğu düşüncesini gündeme getiriyor. Bu tür bir yönlendirici üst etki söz konusu olduğundaysa, geleneksel solun sosyalist ülkeler dışındaki parçalarının izledikleri varlık çizgisinin yalnızca onların içlerinde bulunduğu özgün-ulusal koşullarca belirlenmediği sonucunu çıkartmak doğal oluyor. Dolayısıyla, geleneksel solun sorunlarının ele alınışı, hemen hiçbir ülke için yalnızca ulusal düzeyde incelenerek aydınlatılabilecek bir şey değildir. Geleneksel solun kaymalarının açıklanması ulusal düzeydeki koşulların etkisiyle olabildiği gibi, doğrudan dışsal etkenlerden, açıkça başta SSCB olmak üzere reel sosyalizmden kaynaklanan kararsızlaştırıcı, dengesizleştirici etkiler yoluyla da olabilir. Benzer bir etki kısmen de olsa, yeni sol için de geçerlidir. Şimdi bu tezi açabiliriz.
İşte 1917 Ekim öncesinden başlamak gerekiyor. Devrimin öncesinde Rus Bolşeviklerinin dışa dönük etkilerinin, sonrasındakine oranla daha az ve dolaylı olduğuna kuşku yok. Ancak gene de, Ekim öncesi, özellikle kuram ve uygulama düzeylerinde izlediği sıçramalı çizgiyle, yıllarca sonrasının sosyalist eylemine ve düşüncesine büyük bir etkide bulunmuştur. Bunu göz ardı etmek tümüyle olanaksızdır. Dahası, Ekim 17 öncesinin, “Sovyetik” olup olmama sorununu ana karnında saklı tuttuğu bir dönemi oluşturduğu bilinmelidir.
Devrim öncesi ve Bolşevizasyon sürecinin belirgin özelliği, politik iktidara yakınlığın “sol”a, uzaklığın “sağ”a çekici bir etkisi bulunduğunun kuramsal düzeyde sergilenişidir. Nisan 1917 öncesinin politik iktidara yönelik radikal perspektifinin ürünü “Ne Yapmalı”dır. Örgütlü müdahale, iradecilik ve dönüştürmenin önemi vurgulanmıştır. 1905’te ortaya çıkan yetersiz öznellik, iradeciliğin gerilediği, bugünkünden farklı olmakla beraber “sağ”a itici etkileri yadsınamayacak bir aşamacı düşünceye yol açtı. On iki yıl sonra yeniden “sol”a yönelindi.
Bu süreç Rus devrimcileriyle Avrupa solcusu arasındaki çelişkilerin ilk zeminini de oluşturdu. Avrupa’da 1917’yi izleyen yıllarda, ortada mevcut olan sıçramayı kavramak yerine dar anlamda II. Enternasyonal’den örgütsel bir kopuş ile sınırlı bir ayrışma yaşandı. Birinci Büyük Savaş’ın ertesinde, kaynayan toplumsal koşullarda bu dar anlamdaki ayrışma, Ekim’in kendisine kattığı coşkuyla aşırılıklar yarattı. Avrupa’da yükselen devrimci dalga, Rusya’da devrimin hemen ertesindeki idealizasyonla birleşti. Ancak bu bir kez sürdü. Hemen, Sol Komünizm yazıldı, tek ülkede sosyalizmin kuruluşuna yardım gündeme geldi. Bu gündem, Avrupa’daki dalganın 24’lerdeki dramatik geri çekilişi ile birlikte gelen bir tür kişiliksizleşmenin de habercisi oldu. 20’li yıllar, hatta sonrası, dünya solunun tek ülkede sosyalizm hedefine uyarlandığı bir dönemdi. Bu dönemin içindeki alt dönemler, örneğin NEP’ten kollektivizasyona geçiş, dünya solunda sancılı değişikliklerle karşılandı. Avrupa solu, kitle çizgisini korumaya özellikle önem verdi; reel sosyalizmin uluslararası görevler bağlamında önemli gördüğü kitle çizgisini koruma anlayışı Avrupa soluna içselleşti, eksik yaşanan Bolşevizasyon sürecinin tümüyle durmasına yol açtı. Kollektivizasyon ve Stalin dönemi, dünya solunun sınırları son derece katı bir hiyerarşi içerisinde yapılandırılmasına tanık oldu. Bir dönemin biricik savunma yolu olan bu yapılanma, iç dinamikteki bütün sıçrama potansiyellerini de eritti.
1933 yılına değin, Avrupa solunun tek yaşamsal gıdası tek ülkede sosyalizmin korunması çabası oldu. 30’lu yılların başı, tek ülkede sosyalizmin inşası sorununun yerine, Avrupa solunun kendisinin daha doğrudan hissedebileceği bir sorunun, faşizmin yükselişine karşı koyma mücadelesinin geçişine tanık oldu. Sonrası sıcak savaş…
Savaş, tek ülkede sosyalizmin korunması ve desteklenmesi görevinin daha özgün bir biçim aldığı dönemdi. Savaş bitti, sosyalist sistem ortaya çıktı. Yeni dönemin uluslararası görevlerini belirleyen, emperyalizmin soğuk savaşı başlatması oldu. Soğuk savaş, gerçek sosyalizm için, içeride yaraları sarma ve emperyalizme karşı güçlenme yolunda dışarıdan destekler aramanın sürdürüldüğü bir dönem oldu. Bunun azgelişmiş ülkelerde yükselen toplumsal dalgayla çakışması, kapitalist olmayan yol, milliyetçi hareketlere daha dostça bakma saptamalarını da ortaya çıkardı. Soğuk savaş ve ertesinde, Batı kendisini çeşitli açılardan dengelemek yolunda önemli adımlar attı; bu batı ekonomilerinin genişleyen bir uzun dalgaya girişleriyle birlikte, sistemin kendisini kararlaştırmasını sağladı. Bu koşullar altında Sovyetler Birliği açısından, azgelişmiş ülkelerdeki gelişmeler özellikle önemli oldu. Doğal ki, batıdaki kararlılaşma, sol için “sağ”a çekici bir etki yarattı. Bu sağa kayış, 20. Kongre’nin, dengelerini tutturamayan çıkışının bir “koşulsuz” özgürleşme biçiminde algılanmasıyla birlikte Avrupa solunun bir kopuşu -yazık ki ters yönden- başlatması süreci gözlenebildi. Buzlar, bazı ilke ve geleneklerin de çözülmesi göze alınarak eritilmeye başlandı. Beklenenin tam tersi oldu. Daha öncesinin ürkülen ama saygı duyulan “sol”u, bu kez ciddiye alınmaz hale gelmeye başladı. Yani, reel sosyalizm içerisindeki nesnel sağa gidiş, Avrupa solunda öznel bir sağa kayışa uyarlandı.
Brejniyev dönemi, belirli bir akışı tersine çevirdi. Batı ile yollar bir kez daha ayrıldı. Kopuş, batı solu için bir kez daha sağa kayış anlamına geldi: İDD-tarihsel uzlaşma gibi kuramsal açılımlar yaratıldı. Sağa kayış, gerici ürünler vermeye başladı.
Öte yandan Avrupa’nın doğusundaki ülkeler, henüz kuruluş aşamasından başlayarak, gerek Stalin ve gerekse Hruşçov-Brejniyev dönemlerinin sıçramaları ile kendi iç dinamiklerinin çakışmamasının getirdiği kadro ve politika düzeyindeki kesiklikleri yaşadılar. Yakın yıllarda ve bugün, bu ülkelerdeki sorunlar biliniyor…
Gorbaçov dönemi, Brejniyev ve Hruşçov dönemlerinin kapsamlı bir eleştirisinden yola çıkarak yeni bir sıçramayı belirledi, yeni bir süreci başlattı. Bu dönem, her saptama ve hedefinde, dünya solunun etkinlik açısından durgun bir dönem yaşadığı gerçeğini veri almaktadır. Uluslararası görevlerin geleneksel solun sosyalist sistem dışı bölmelerinin karşısına koyduğu “barışın korunmasına destek verme” gibi hedeflerin, önceki dönemlere benzer bir biçimde “kitle çizgisi”ne bağlı bir anlayışın sürdürülmesine yol açması ve fiilen açtığı şaşırtıcı bir şey değildir. Kısacası, reel sosyalist ülkelerdeki gelişmeler, bu gelişmeleri omuzlarında taşıyanların öznel niyetlerinden bağımsız bir biçimde yeni bir “sağa dön” komutu olarak değerlendirilecektir.
Yukarıda aktarılan ve geçmişten bugüne uzanan gelişmelerin ışığında, geleneksel ve yeni solun var olan durumlarının bir değerlendirmesine girilebilir. Geleneksel sol ile ilgili olarak söylenebilecekler şunlar : Geleneksellik, bir bağlılığı gerektiriyor. Belirli ilkelerin, gerçekliklerin neler olduğunun saptanması, belirli dönemlerde daha da çok olmak üzere genelde doğru dengelerin oldukça güç tutturulabildiği bir görevdir. Bu tür bir bağlılık, bir sorumluluktan kaynaklanır ve çok haklıdır. Gene bu tür bir bağlılık, belirli kopmaların gerçekleştirilmesinde bir çekingenliği doğurabilir, bu da çok doğaldır. Geleneksellik açısından bağlılık ve kopuşun uygun bir bileşiminin oluşturulması zordur; ve öznel eksiklikler, çubuğun bağlılık yönünde bükülmesini hızla getirirler. 17’nin ertesinde, uluslararası görevlerin ve başlı başına bir uluslararasılığın, geleneksel sol açısından önem kazandığı gözlemlendi. Bu uluslararasılık, baştan aşağıya uzanan bir disiplin içerisinde, gelenekselliğin bağlılık yanının öne çıkmasını getirdi. Bağlılığın öne çıktığı koşullarda, III. Enternasyonal’in bütünlükten yoksun, politik gereksinmelere göre büyük bir esneklik ve hızlılıkta saptanan yönelimleri, ciddi kadro kesintilerini getirdi, geçmişin değerlendirilmesini önledi ve her tür kopuşu denetim altına aldı. Uluslararası görevler tek ülkede sosyalizmi kurma dönemine benzer bir biçimde faşizme karşı mücadele dönemi boyunca da ağırlıklı bir biçimde gündemde oldu. 33 sonrasında, anti-faşist hareket içerisinde eriyen geleneksel sol kadroların durumu, yalnızca ülkelerin özgün koşullarından kaynaklanmıyordu. Bu yıllarda, ancak özellikle Büyük Savaş’ın bitiminde, iktidarı hedefleyen, gelenekselliğin kopuş yanını öne çıkarmaya çalışan kadroların yaşadıkları deneyim, ülke özgünlüğünün uluslararası görevlerle çakışmaması sonuçlarının bir örneğini oluşturdu. SSCB’nin başını çektiği uluslararasılık, bu ülke dışındaki geleneksel sol bölmeler söz konusu olduğunda, kadro ve kuram düzeyinde kesintiler, kalıcılaşamama ve sürekli olarak bir kitle çizgisi arayışı biçiminde yansımasını buldu.
Geleneksel solun ulusal bölmeleri üzerindeki bu dışsal, dengeden uzaklaştırıcı etkiler, tekil ülkeler düzeyinde ortaya çıkan nesnel ve öznel eksikliklerle birlikte, gelenekselliğin iktidar perspektifine kenetlenme anlamındaki bir kopuşu ve dolayısıyla kuramsal anlamda bir yaratıcılığı başaramamasına neden oldu. Kopuşun zorladığı bir yaratıcılığın ortaya çıkmaması, geleneksel solun, geçmişin kuramsal birikiminin evrensel yönlerini saptayamamasını getirdi. Sonuç, kuramsal alanda bir dağınıklık ve örgüt-kadro anlamında yüzeysel ve bağnaz bir bağlılık oldu. Geleneksel sol, böyle adlandırılabilmesine karşın, kuramsal açıdan homojen olmayan bir topluluk görüntüsünü sürdürdü.
Geleneksel solun dışladıklarını oluşturan yeni sol, bir anlamda, bu birincinin kendisine bırakmış olduğu bir alandan sağladığı rant ile beslenerek yaşamını sürdürmektedir. Geleneksel solun tekil ülkelerin özgül koşullarının yeterli bir çözümlemesini getirmeyişi, yeni solun kapsayıcı bir görüntüde olabilen kuramsal ürünlerinin çekicilik kazanabilmesini sağlamaktadır. Yeni sol, her şeye karşın, iki kutuplu bir dünyada, kendi konumuna uygun bir politik söylem geliştirmeyi başaramamaktadır. Politik alandaki belirsizlik, yeni solun içerisinde bulunduğu kaymaların temel açıklayıcısıdır.
Buraya dek söylenmiş olanlar, geleneksel solun gerçekleştireceği sıçramanın ve dolayısıyla yeni solun yaşam bulduğu alanın daraltılmasının yollarını gösteriyor. SSCB’nin ve onun dışındaki geleneksel sol kesimlerin ortak geçmişleri, uluslararası ve ulusal nesnelliklerin çakışma ve çakışmama dönemlerine tanık olmuştur. Çakışmama dönemlerinde, ulusal düzeyde ortaya çıkan olumlu özgünlüklerin değerlendirilemeyişi ve bir kopuşa dönüştürülemeyişi sıkça görülen bir durum olmuştur. Günümüzde SSCB’nin ve onun dışındaki geleneksel sol bölmelerin içerisinde bulundukları yönelimlerin ve nesnelliklerin arasındaki boşluk genişliyor, çakışmama durumu belirginleşiyor. Bu çakışmamanın belirginleşmesi, geleneksel sol açısından hem uygulama, hem de kuramda gerçekleştirilebilecek bir kopuşun, sıçramanın ön koşullarının hızla olgunlaştığı anlamına geliyor. Boşluğun kuramsal yönünün doldurulması sosyalist ülkelerde gerçekleşemez. Bu tür bir müdahale, oldukça heterojen bir özelliğe sahip olan geleneksel solda, bazı parçaların hiç kaldıramayacağı bir yükün altına girmelerine neden olabilir. Kuramsal sıçrama, geleneği besleyen “güçlü halkalar”da olacaktır. Bu ise siyasal açıdan “zayıf halka”larda gerçekleşebilecek bir güçlülüktür.
Şimdi bir uyarı… Gerçekleşmesinin zorunlu olduğunu belirttiğimiz bu sıçrama sürecinin sancısız olmayacağı kuşkusuzdur. Ulusal düzeyde geleneksel solun gerçekleştirmeye çalıştığı kopuş, uluslararası görevlerle bir uyuşmazlığı yaşayabilir. Politik hedefler, ulusal düzeyde geri hedeflere kenetlenmeyi önermek anlamına gelebilir. Ancak, sözünü ettiğimiz uyuşmazlığın, boşluğun varlığı, bizzat oldukça üretken bir zeminin varlığını müjdelemektedir. Bu üretkenlik içerisinde bağlılık ve kopuş yönleri arasında tutarlı bir denge bulmak güçlü bir olasılıktır.
Daha da somuta yönelmek gerekebilir. Gorbaçov dönemi ne anlama geliyor?
SSCB, bugün uluslararası sosyalist hareketteki otorite ve prestijinin kendi içine dönük bir çalışma içerisinde pekiştirme yolundadır. Kendi iç dinamiğindeki sorunlar, dünya devrimci dalgasının düştüğü bir dönemde, çözülmek için gündeme gelmiştir. İçerdeki sorunlar olgun sosyalizmin sorunlarıdır. Olgun sosyalizmin sorunları ise, artık sosyalizmin popüler bir ifade tarzına gereksinme duyacağı bir aşamadır. 70 yıl geçmiştir. Şimdi “yığınların” ve “halkın” altının çizildiği bir Marksizm söz konusudur. Tam da…
Evet, tam da dünyada sosyalist teorinin Jakoben bir şırıngaya gereksinim duyduğu bir sırada. Bu denge nasıl tutturulacak? Zor olacaktır. Zor olacağını “biz Glasnost’u çok önceden keşfettik” diyen TKP, “SSCB’ndeki gelişmeler FKP’nin demokrasi programının doğruluğunu kanıtlıyor” diyen FKP ve benzerleri gösteriyorlar.
Gorbaçov, geçtiğimiz mayıs ayında, üstüne basa basa “dünya devrimci hareketinde karar alan bir merkezin olmadığını” vurguladı. “Bu mantık, bize de dostlarımıza da zarar vermeye başladı” biçiminde konuştu. Sovyetler Birliği’nin değişik ülkelerde çok karmaşık ilişkileri vardı. Bu ilişkilerde ne kimse adına taahüte girmek, ne de o ülkedeki sosyalistleri kimi politikalara angaje etmek niyetinde değillerdi…
Bu boşluktan, aradan, olması gereken bir açıklıktan sözettik. İşte Mihail Sergeyeviç’in konuşması bu anlamda bir umut ışığıdır. SSCB’nin içerde ve dış politikada yaşadığı süreçlerin her tarafa damga vurmaması gerekiyor. Bugün, dünya sosyalist hareketi “varlık” sorunu ile karşı karşıya gelmek istemiyorsa, bu açıklığı – arayı korumak ve benimsemek zorundadır. Kapitalist ülkelerdeki sosyalistler, Gorbaçov döneminin reel sosyalizm için ölümcül bir gereklilik olduğunu kavrarken Gorbaçov’u, kendi sorun ve perspektiflerinin üzerine bir gölge olarak itelememelidirler. Uluslararası geleneksel sol, yekpare bir organizma olmaktan çok uzaktır. Sorunlar eşzamanlı bir müdahale ile çözülemez. Herkes, mesafeyi ve boşluğu iyi kontrol etmelidir.