Batıda sosyal bilimler tükenişlerini yaşıyorlar. Bunların başında ise iktisat geliyor. Burada ayrım yapmadan, hem burjuva, hem de marksist iktisadı kastediyorum. Burjuva iktisadı bilimsel anlamda Ricardo’da sona erdi ve Marx tarafından aşılarak yerine oturtuldu. Bilimsel anlamda sona eren burjuva iktisadı varlığını başka biçimde sürdürüyor. Batı üniversitelerinde oynanılmasından büyük zevk alınan bir oyuncak olarak. Ancak, bu kadarla kalsa önemli olmayabilirdi, bu akademik oyuncak aynı zamanda güçlü bir ideolojik silah oluyor. Buna tekrar dönmek üzere batı marksizmine geliyorum. Başlangıçtaki tükeniş saptaması, burjuva ve marksist ayırımı yapılmadığı için yadırganabilir. Bu nedenle biraz açmak gerekiyor.
Marksizm, batı sosyal biliminin tüm disiplinlerine çok net bir biçimde damgasını vurmuştur. Bu alanlardan herhangi birinde yazılan hiçbir kitapta -ister saldırı, ister “takdir” biçiminde olsun- Marx’a yer vermemezlik söz konusu olmuyor. Ancak, önemli bir nokta burada ortaya çıkıyor: “burjuva ‘bilim adamları’ Marx’tan ve Marksist bilimden söz etmek zorunda kalınca, ‘iktisatçı’ Marx, ‘filozof’ Marx, ‘tarihçi’ Marx diye ayrımlar yaparlar. Bir anlamda Marx’ın otopsisini yapıp (marksist) bilimin bütünlüğünü gözden uzak tutmaya çalışırlar.”1 Kısırlaştırma böyle başlıyor. Marksizm, “disiplinlere” başka bir deyişle kompartımanlara ayrılıyor, ardından neredeyse iki-üç sayfayla özetlenen “önerme”lere indirgeniyor ve böylelikle kendi tarihsel gelişim sürecinden soyutlanıyor. Kısaca, bütünlüğü ortadan kaldırılıyor. Yukarıdaki alıntı bu anlamda doğru bir saptamayı ifade ediyor, ama yeterli değil, çünkü bu yaklaşım sadece batılı burjuva bilimcileriyle sınırlı değil. Saptamayı, batılı marksistlerin büyük çoğunluğunu içerecek biçimde genişletmek gerekiyor.2 Ve bu nedenle bugün batılı aydınların “marksist”liğine kuşkuyla yaklaşılmalı. Burada yeni bir boyut ortaya çıkıyor: Marksizmin, sözcüğün tam anlamıyla bilim olarak algılanması. Marksizm salt bilim midir? Kesinlikle değil. Marksist teorinin uygulanım alanları, teorinin bütünlüğünü kanıtlar biçimde çok çeşitlidir. Daha doğru bir deyişle toplumsal faaliyetin tüm belirlenimlerini kapsar. Ancak teorini uygulanım genişliği, ne onun bütünlenebileceği ne de her alanda eşit bir teorik yetkinliğe sahip olduğu anlamına gelir. Marksizm felsefi, politik, ideolojik kopuşların yaşandığı bir süreci ifade ediyor. Teorinin kendisi bu süreç içinde belirlenirken, kimi dalgalanmaların etkisine açık olabiliyor. Her alanda eşit bir yetkinliğe sahip olmadığını ileri sürdüğüm teorik yapı, herhangi bir alana ilişkin olarak incelendiğinde (örneğin iktisat), bu sürecin gözden kaçırılmaması gerekiyor. İkincisi, salt bilim olarak görülmemesi gereken marksizm, oluşturduğu yöntem nedeniyle bilimseldir. Bu birincisiyle bağlantılı olarak, marksist yöntemin söz konusu dalgalanmalara tümüyle bağışıklı olması beklenemez. Ancak bu noktada, belli bir ihtiyat payını saklı tutarak, şunu söylemek istiyorum: Marx’ın iktisadı, marksist teorinin diğer uygulanım alanları arasında, söz konusu dalgalanmaların etkisine en az açık alan oluyor.
Başlangıçta belirtilen, marksist iktisadın batıda tükenişine ilişkin olarak özetin özeti şöyle ifade edilebilir. Marx’ın iktisadını -ve aslında bütünüyle marksizmi- “bilimsel” bir gözle değerlendiren batılı Marksistler onda bir takım eksiklikler keşfetmek yoluyla burjuva anlayışla paralelliğe düşüyorlar. “Keşfettikleri eksiklikleri” burjuva iktisadından aldıkları yamalarla örtmek isteyen sentez meraklıları için söylenecek fazla bir şey yok. O.Lange, O.Şik, J.Karnai bu türe en iyi örnekler oluyor. Polonya, Çekoslavakya ve Macaristan’da yol açtıkları olumsuz etkiler çok açık. Geriye kalanlar ise daha zor(!) bir yolu seçiyorlar: Marksizmde bilimselliğin kaynağını oluşturan marksist yöntemi revize etmek. Bu kez, burjuva iktisadından ödünç alınan, tahlil araçları değil, burjuva iktisadi felsefesinin kendisi oluyor. Üniversitelerde akademik bir oyuncak olan burjuva iktisadının ideolojik bir silah haline dönüşmesi böyle başlıyor. İlerlemeden önce, batıda marksist iktisadın kısırlaşmasında önemli bulduğum iki nedene daha değinmek istiyorum.
Ekim devrimiyle birlikte marksist iktisadın konusunda ağırlık merkezi değişiyor. Sovyet iktisatçıları sosyalizmin kuruluşuna, iktisadi faaliyetin planlanmasına ilişkin sorunlara ağırlık veriyorlar. Kapitalist üretim ilişkilerinin incelenmesi, yerini göreli olarak sosyalist üretim ilişkilerine bırakıyor. 19.yüzyıl marksizminin değinmediği birçok alanda önemli katkılar yapılıyor, bakir kalmış konular pratiğin dayatmasıyla teorisize edilmeye başlanıyor. Eklemek gerek, “yeni alandaki” bu derinleşme, kapitalizmin tahlilinde de derinleşmeye yol açıyor. Batılı marksistlerin ise, Ekim’e ve teorik katkılarına iktisatta da uzak kalması doğal görülmeli. Kimi zaman bu uzaklık muhalifliğe de dönüşüyor. Kısaca birinci neden, batının 20.yy da sosyalist teori ve pratikte geride kalması ile ilgili.
İkinci neden aslında birincisinden bağımsız değil:Siyasal pratiğin düzenin sınırları içine çekildiği batıda, egemen ideolojinin, bilimsel platformu da etkilememesi düşünülemez. Bu durumdan Marksist iktisat da payını alıyor. Yeni-Ricardoculuk gibi uç örnekler bir yana, burjuva metodolojisinin içine sızmadığı “teoriler” bulmak güçleşiyor.
Burjuva İktisadı Ve İktisadi Felsefesi
Althusser, Marx’a dayanarak, burjuva ekonomi politikçilerinin sormadıkları bir soruya yanıt bulduklarını, bu yanıtın içinde ise yeni bir sorunun yattığını ve bunu görmediklerini vurguluyor.3 Burjuva ekonomi politiği, değerin kaynağının işgücü olduğunu buluyor. Bu keşfin arkasından özel mülkiyetin sorgulanmasının gelmesi gerekiyor. Burjuva ekonomi politiği, böylece, kendi konumunu aşan bir sonuca ulaşamayacağı için, bilim olarak sona eriyor. Bu anlamda burjuva ekonomi politiğinin kaderi sınıfsal veya aynı anlama gelmek üzere yöntemseldir. Burjuvazinin yükselme, başka bir deyişle ilerici döneminde burjuva ekonomi politiği sömürünün kaynağının işgücüne dayandığını bilimsel olarak kanıtlıyor ve bu noktada bitiyor. Burjuvaziye sömürüyü artırmanın bilimsel temelleri verilerek bir işlev yerine getiriliyor. Sonra, sıra varılan bu “tehlikeli sonucu” meşrulaştırmaya geliyor ve sahneye “neo-klasik” ya da yeni burjuva iktisat çıkıyor. Burada önemli olan şu: meşrulaştırma yalnız içerikte değil, yöntemde de değişiklikle sağlanıyor. “Ortodoks iktisat (burjuva iktisadı kastediliyor, a.d.) son zamanlarda giderek önemi azalmaya başlayan sorunlarla uğraşmaya başladı… İçeriğinin önemsizleşmesini gidermek için ise, kullandığı teknikleri geliştirmeye ve inceltmeye gittikçe artan bir dikkat göstermeye başladı. Sonuç olarak, bugün, uğraşılan sorunlarla onları çözümlemede kullanılan teknikler arasında şaşırtıcı bir uçurum görüyoruz.”4 Aslında “Marksist” Sweezy’nin böylesine şaşırması için bir neden yok. Kullanılan gelişkin tekniklerle, matematiksel ifadeler kastediliyor. Burjuva ekonomi politiğindeki ve özel olarak Ricardo’daki soyutlama, yerini matematiğe bırakıyor. Ve bu, içeriğin içinin boşaltılmasıyla birlikte oluyor.
Matematiğin burjuva iktisadına girişi sadece içerikteki önemsizleşmenin giderilmesi düşüncesinden kaynaklanmıyor. Burjuva bilimcileri bilimde değer yargılarına yer olup olmadığı konusunda çok titiz(!) davranıyorlar. Burada “değer yargıları” ahlaksal anlamın da ötesinde sınıfsal bir nitelik taşıyor. Joan Robinson genel eğilimi özetliyor: “Tekrar tekrar deneyerek kontrol olanağımızın olmadığı olaylarda sadece görünüşe bakarak yaptığımız yoruma güvenebiliriz. Yorumumuz ise kuşkusuz yargılarımızı da içerir. Bu durumda, kesinlikle doğru bir yanıta ulaşmak söz konusu değildir.” Daha ilerde Robinson amacını açıklıyor. “Bizim burada yapmak istediğimiz ise, olabildiğince yoğun bir biçimde birbirine karışmış olan bilim ve ideolojiyi birbirinden ayırmaktır.”5 Deney yapma şansının olmaması sosyal bilimde doğrulara ulaşılamamasına yol açıyor. Değer yargılarından ve ideolojiden arındırma nasıl yapılmalı? Bulunan çözüm basit: “yansız” araçlar kullanılacak, politik ve toplumsal içerik bir yana atılacak ve aslında, yansız gibi görünen araçlarla belli bir ideoloji pazarlanmış olacak. Bir örnek vermek istiyorum. Burjuva iktisadında üretim, toplumsal bir ilişki olarak değil, teknolojinin belirlediği bir fonksiyon olarak alınır. Bu fonksiyonun sermayeye göre türevi sermayenin payını, emeğe göre türevi de emeğin payını verir. Toplumsal bir ilişki matematiksel olarak “ifade edilmiştir” ve matematiksel bir işlemle “adil” bir bölüşüm ortaya çıkmıştır: her üretim faktörü, üretime yaptığı katkı kadar pay almaktadır. Kullanılan araç yansız: Matematik. Burada soyutlamanın olamadığı söylenebilir mİ? Kesinlikle vardır. Ancak soyutlanan, üretimin toplumsal bir ilişki olduğudur. Daha doğrusu burjuva iktisatçısı soyutlama yaparken kendisini dünyadan soyutlamış olmaktadır. Ve sonuçta bir ideoloji, kapitalizmde bölüşümün adil olduğu, son derece “yansız” bir biçimde pazarlanmaktadır.
Örnekleri çoğaltmak mümkün, şu da söylenebilir ki burjuva iktisadının herhangi bir önermesi alınarak da örnek verilebilirdi. Önemli olan bu değil, araştırıcı özneye verilen mesajla ilgili. Burjuva bilim felsefesi gerçeğin bilgisine ulaşmada “cazip” bir tuzak kuruyor: Yansızlık ya da bilimsel deyimiyle objektif olma. Bilimsel çabada bu, bir tuzak olarak görülmeli. Birincisi, özneyi incelediği bütünden bağımsız saydığı için. İkincisi ve daha tehlikelisi, ampirisizme prim verdiği için. Joan Robinson, kitabının klasiklerde değer ile ilgili bölümünde şöyle diyor: “…günümüzde çok fazla ilgi duyulmadığından, biz bu konuya tarafsız bir şekilde bakabiliriz.” Tarafsız bakabilmek, çözümlemenin ön koşulu sayılıyor. Burjuva ekonomi politikçilerin ve Marx’ın konuya tarafsız gözle bakmadıklarını bildiğinden olacak, Robinson değer konusunu kapatmayı uygun buluyor ve ekliyor: “Değerin uygulamada işe yarayacak bir içeriği yoktur. Yalnızca bir kelimedir o.”6 Değer kavramı, uygulamada yeni yeni ampirik olarak değersiz bulunuyor ve iktisattan dışlanıyor. Buraya kadar söylenenler birleştirildiğinde ortaya, yansızlık iddiası (buna savunusu da denilebilir) ve ampirizmin, düzenin meşrulaştırılmasında önemli iki “bilimsel” araç olduğu ortaya çıkıyor.
Bu iki aracın belli bir yöntem içinde kullanılması gerekli. Daha doğrusu bu iki aracın kullanılabileceği tek yöntem pozitivizm oluyor. Burjuva sosyal biliminde özelde iktisatta pozitivizm, Popper tarafından sistematikleştiriliyor. “Aslında Popper’ın pozitivizme tek katkısı kuramların bilimsellik kıstası olarak doğrulanabilirlik yanlışlanabilirliği koymasıdır.”7 Burjuva sosyal bilimi, aldığı konum gereği pozitivisttir. Popper sadece kolaylaştırıcı bir etki yapıyor. Bir kuramın geçerliliği tarihsel olarak doğrulanmasına değil, ampirik olarak yanlışlanmasına bağlanıyor. Başka bir deyişle “ölü olgular toplamından” hareketle yanlışlanamayan her şey “bilim” oluyor. Önemli bir noktayı belirtmek istiyorum. Herhangi bir kuram veya önerme, görünürdeki olguları ifade ediyorsa ampirik olarak yanlışlanması olanaksızdır. Başka türlü de söylenebilir. Somut, somut haliyle hiçbir anlam ifade etmez. Somutun, kavram olarak ve yine aynı somuttan verilerle test edilmesi sadece ve sadece bir totolojiyi ifade eder. Kısacası “nesnelerin dış görünüşü ile özü doğrudan doğruya çakışsaydı, tüm bilim gereksiz olurdu.” Buradan varılacak sonuç ise şöyle ifade edilebilir: Ampirisizm, pozitivizmin ikiz kardeşidir.
Bu bölümü bitirmeden önce başlangıçtaki bir alıntıda değinilen bir konuya dönmek istiyorum. Sosyal bilimlerde “tekrar tekrar deneme şansının olmadığı” vurgulanıyor. Kastedilen sosyal bilimlerde laboratuar yokluğu. Çok fazla anlam veremiyorum. Sosyal bilimlerin doğal bilimlerden çok daha “canlı” iki laboratuarı olduğuna inanıyorum: Tarih ve Siyaset.8 Bir de şu eklenmeli: İktisadi tahlilde (veya genel olarak sosyal bilimde) “ne mikroskoptan yararlanılabilinir ne de kimyasal ayıraçlardan. Her ikisinin de yerini soyutlama gücü almalıdır.”9
Somut – Soyutlama – Somut
Marx, Kapital’in Fransızca çevirisini yayınlamayı planlayan M. La Chatre’a yazdığı mektupta, sonuca gitmekte sabırsız olarak nitelediği Fransızlar için kitabın ilk kısmının bir güçlük yaratacağını belirtiyor. Marx, bu güçlüğü “iktisadi konulara o güne kadar uygulanmamış olan, kullandığı yönteme” bağlıyor. Aslında güçlük yöntemin soyutlama düzeyi ile ilgili.
Yöntem konusuna açıklık getirmek için soyutlamayla başlamak gerekli; soyutlamaya da somutla… “Somut çok sayıda belirlemelerin sentezi olduğu için, bu yüzden de çeşitli öğelerin birliğini temsil ettiği için somuttur.”10 Bu yönüyle somut, düşüncede kavram olarak mevcuttur. Somut, çeşitli öğelerin birliği olması nedeniyle bir ilişkiyi de ifade ediyor. İlişki ise, her zaman iki yönlüdür ve dolayısıyla hem harekete (değişmeye) neden olur, hem de hareketin etkisine açıktır. Başka bir deyişle, evrensel ve kalıcı kavramlar elde etmeye çalışmak, somutu soyut kalmaya mahkum etmektir. Kavramları veya aynı anlama gelmek üzere algılanan görüşü ayıklamak gerekiyor. İşte soyutlama burada başlıyor. Bazı vurgulamalar yapmakta yarar var. Soyutlama bir anlamda görünürdekini ayıklamak olduğundan, mevcut gerçekliğin tümünü kapsayamaz. İkincisi, soyutlama ile başlangıçtaki somut birbirinin eşi değildir; çünkü soyutlama somutun özüne inmek için yapılır. Marx’ın değindiği, Kapital’in ilk bölümlerinin yol açtığı güçlük burada yatıyor.
Tekrar burjuva iktisadına dönülürse şu söylenmeli. Burjuva iktisatçısı soyutlamayı yeniden üretmek amacıyla yapmaz. Amaç, somutun kalıcı olarak görülmesi, gösterilmesidir.11 Bu nedenle somuta dönmeden soyutlama yapılan her yerde ampirisizme rastlamak mümkündür.
Yanlış anlamaları önlemek için eklemek yararlı olacak. Soyutlamanın ya da somutu yeniden üretmenin bir koşulu var. Olgular, incelenen bütünün eğilimlerini gösterecek kadar açık ve birikmiş olmalı veya aynı anlama gelmek üzere incelenen bütün, en gelişkin biçimiyle inceleme konusu yapılmalıdır. Marx, yerinde bir örnek veriyor. “İnsanın anatomisi, maymunun anatomisinin anahtarıdır. Aşağı-hayvan cinslerinde, daha yüksek bir biçimin müjdeleyicisi olan işaretleri, ancak bu yüksek biçimin kendisini tanıdıktan sonra anlamak mümkün olmuştur.”12 Marx, kapitalizmin iktisadi hareket yasalarının tahlili için İngiltere’yi seçiyor. Kapitalizmin üretim ilişkilerinin en saf biçimiyle tahlili, feodal etkilerin kolaylıkla dışarıda bırakılabileceği (ayıklanabileceği) İngiltere’de mümkün oluyor. Herhangi bir iktisadi tahlilde bu koşulun akıldan hiç çıkarılmaması gerek.
Türkiye’de Sol İktisat: Kemalist Keynescilik
Türkiye’de marksist bir iktisat geleneğinden, tekil örnekler bir kenara bırakıldığında, söz etmek olanaksız. Bu nedenle burada, daha egemen, neredeyse Türkiye’de iktisadın bütününü temsil eden bir gelenek üzerinde kısaca durmak istiyorum. Ve bir ad öneriyorum: “sol” iktisat. Sol sözcüğünü, Marksist nitelemesinden ayırdetmek için özellikle kullanıyorum.
Önce “sol” iktisatçı tipolojisini çiziyorum. Gençlik yıllarında Marksist klasikleri “kısmen” okumuş, zamanla ilgisini yitirmiş bir iktisatçı tipi statükoya muhalefetini reformist bir tepkiyle iktisadında gösteriyor. Bunu yaparken köktenci olduğuna inanıyor. Bir anlamda Kemalist ideolojiyle burjuva iktisadi felsefesinin bir sentezini gerçekleştiriyor.
Burjuva iktisadında reformist düşüncelerini ifade edebileceği tek alan olarak Keynes’e sarılan “sol” iktisadın popülizminin, aşamacı perspektife sahip sol unsurları cezbettiğini düşünüyorum. Bu popülist cazibenin kaynağını görmek için son olarak Keynes’e kısaca değinmek gerekiyor.
Batı iktisat literatüründe “Keynesgil devrim” olarak sunulan, aslında somut bir sorunun çözümü için formüle edilmiş acil önlemlerden ibaret. Sorun 1929 bunalımıdır ve temelde artık değerin gerçekleştirilmesi sorunu olarak ifade edilebilir. Kapitalizm, yaratılan artığı yeniden üretime sokamadığı bir dönemi yaşıyor. 1929 bunalımı Keynes’in kapitalizmin “uzun dönemde ölü” olduğunu görmesini sağlıyor. Ne yapılacaksa kısa dönemde yapılmalıdır. Yapılması gereken ise, ne pahasına olursa olsun insanlara gelir yaratmak, bunu sağlamak için de yine, ne pahasına olursa olsun istihdam yaratmaktadır. Bu görevler devlete yükleniyor. “Keynes devrimi”nin özü bu. Dünya savaşını izleyen genişleme döneminde, Keynes iktisadı burjuva iktisadi literatürüne gömülüyor ve akademik tartışmaların dışında esamesi bile okunmuyor.
Literatüre gömülen Keynesgil iktisat, Türkiye’de canlılığını koruyor. Hem de sol bir retorik içinde. Ortalama yurttaşın “Ben CHP’liyim” diyene komünist gözüyle baktığı Türkiye’de, devletin sınıfsal özünü kısmen okudukları marksist metinlerde bırakarak Kemalistleşenler, “devlet baba” popülizmi ile Türkiye solunun iktisat teorisyenliğine soyunuyorlar. Sol içinde bu zemini buldukları rahatlıkla söylenebilir. 24 Ocak kararları ile palazlanan “sol” iktisat, muhalefetlerini ANAP’a yöneltmekle yetinen “demokrasi güçlerince” beslenmeye devam ediyor.
Son olarak şu söylenebilir: Türkiye’ de “sol” iktisatçılığı aşan, daha doğrusu onu kendi alanındaki tahtından indiren bir gerçek iktisat geleneği yaratılmalıdır. Bu alanda henüz çok başlardayız ve yapacak pek çok iş var.
Dipnotlar ve Kaynak
- Küçük, Yalçın; “Bilimlerin Sonu ve Bilimin Doğuşu”, Yurt ve Dünya, Mayıs 1977, 3, s.520
- Sayıları az da olsa, marksist bilimdeki bu burjuva sapmaya itiraz edenler var. Bir örnek Bob Rowthorn (Neo-classicism, Neo-Ricardianism and Marksizm; NLR, July- August, 1974). Başkaları da sayılabilir. Gene de fazla umutlanmamak gerekiyor. İtirazların çoğunda “akademik dürüstlük” kaygılarından öte bir neden olduğunu sanmıyorum.
- Althusser, Louis; Balibar, Etienne; Lire le Capital, Petite Collection Maspero, Paris, 1968, s.23.
- Sweezy, Paul; “Toward a Critique of Economics”, Review of Radical Political Economy, July 1971, s.59.
- Robinson, Joan; İktisadi Felsefe, Çev. Mehmet Tomanbay, V yayınları, Temmuz 1986, Ankara, s.24 ve 27.
- Robinson, Joan; a.g.e., s.36 ve 48.
- Görün, Fikret; “İktisadın Metodları”, İktisatta Kapsam ve Yöntem içinde, ODTÜ Yayını, 1979, Ankara, s.3.
- Batı üniversitelerinde iktisatçılar, iktisadın sosyal bilimlerin prensesi olduğu övünme kaynağı olarak ileri sürülüyor. Kanımca, bir prenses aramak gerekiyorsa bu tarih bilimi olmalı.
- Marx, Karl; Kapital, cilt 1, Çev. Alaattin Bilgi, 3.Baskı, Sol Yayınları, s.16.
- Marx, Karl; Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı Çev. Sevim Belli Dördüncü Baskı Sol Yayınları s.267.
- Türkiye’ye ilişkin olarak, “yarı feodal…” diye başlayan çözümlemelerin bu çözümlemelere dayandırılan siyasi perspektiflerin benzer bir mantığı olduğunu sanmıyorum.
- Marx, Karl; Ekonomi Politigin Eleştirisine Katkı s.273.