Avrupa solunu bir kez de Avrupa Komünizmi’ni merkeze alarak incelemek, bu çalışmanın bir amacı. Amacın bu şekilde tespit edilmesinden de anlaşılacağı gibi, Avrupa Komünizmi’nin kendi başına eleştirisi bu çalışmanın temel motifi olmayacak. Daha çok ortaya çıkış nedenlerini, neyin evrilmiş hali olduğunu gerilere giderek incelemeye çalışacağım. Bununla birlikte çizilen çerçeve içinde Avrupa Komünizmi anlatılırken bir göz de Türkiye’de olacak.
“Olgun”laştıran Yenilgiler
Bir yenilgi “ertelenmiş başarı” olarak görülmezse fazla “olgun”laştırıcı etkiler yapıyor. 1848 Alman Devrimi’nin ardından Engels, devrim sırasındaki “sürekli devrim” sloganına, burjuva devrimlerinin 48 ya da 40 yıl sürebileceğini söyleyerek oldukça işlevsiz bir yer tanımıştı. Komün yenilgisinin ardından ise 1895 Önsöz’ü geliyor. Lassalle, Marx’a yazdığı bir mektupta Avrupa’da devrimlerin daha başından katıksız sosyalist amaçlarla ortaya çıkmaması durumunda yenilgiye uğrayacaklarını yazacak kadar “sol” iken, işçi sınıfını Bismarck gibi bir despottan korumak için, politik yaşamını bu kez onun amortisörü olarak geçirecek ölçüde “olgun”laşıyor. 1905 yenilgisinin ve ardından gelen gerici dönemin Bolşevikler üzerindeki etkisi, Lenin’in çok önemsediği “düzenli geri çekilme” deneyiminin yaşanmasına neden olurken, menşevizmin yenilgi öncesinden de sağa kaymasına yol açıyor. Şefik Hüsnü 1921’de iktidarı ele geçirmekten söz ederken 1924 yılına gelindiğinde “devrim yapmayı gerektirmeyecek bir başka çözüm” buluyor. Bulunan çözüm, “hızla ilerlemek” ve devlet kapitalizmi olarak özetlenebilir 1
Togliatti’nin 1921 de yazdığı şu satırlara bakalım: “Liberalizm dönemini tamamlamıştır… Devlet sınıf çıkarını ne pahasına olursa olsun korumaya kararlı olan kapitalist burjuvazinin genel karargahı haline geliyor… Bu kadar ciddi bir durum karşısında sosyalist parti gerçekten devrimci bir davranış gösteremedi!… Yani bu parti her türlü eylemini engelleyen reformist ve karşı-devrimci ögelerden arınamadığı gibi hiçbir zaman çalışkan kitleleri politika ve taktik yönden hazırlama çabasına da girmedi.2 Bu Togliatti ile demokratik İtalya’yı özleyen AET’nin kuruluşuna sıcak bakan, legal partisini cumhuriyetin asli ögesi haline getirmeye çalışan Togliatti arasında da önemli farklar vardır…
Avrupa’da 1918-1922, 23 ve 33 yenilgilerinin etkilerini bir kez de bu açıdan değerlendirmek gerekiyor. Fransız Komünistleri’nin Halk Cephesi’ni Enternasyonal’den öğrenmeyip kendilerinin bulmuş olması üzerinde bu anlamda durmak gerekiyor. Aksi halde “III. Enternasyonel’in etkileri” ya da “Stalinizm” Avrupa Solu’nu anlamak için elimizde kalan ve tembel tezler üretmeye yarayan ucuz birer analitik araç olacaktır.
Avrupa Komünizmi’nin Tarihsel Öncüleri
Togliatti 1944’de Sovyetler Birliği’nden yurduna dönüyor. Döner dönmez İtalya’ya özgü farklı sosyalizm yollarının bulunmasından söz ediliyor. Bodoglio hükümetinde sandalyesisiz bakan Bonomi hükümetinde başbakan yardımcısı ve adalet bakanı oluyor. X. Kongre’de batı Avrupa ekonomilerinin Amerika Birleşik Devletleri’nden bağımsız gelişme göstermelerine ve AET’nin kuruluşuna sıcak bakıyor. Yaşamının son yıllarında Çin ve Sovyetler Birliği’nin, Çin’in tavrını tartışmak üzere toplamak istediği uluslararası konferansa katılmayı reddediyor.
Henüz Togliatti’den ve başında olduğu partisinden söz ediyorum. Avrupa Komünizmi’ne neleri devrettiği görülüyor: İtalya’ya özgü farklı sosyalizm yolları, tuhaf bir gerekçe ile de olsa AET’ye sıcak bakış, anti-sovyetizme elvermesi muhtemel kimi adımlar ve nihayet iktidar perspektifinin yokluğu.
Thorez de Togliatti gibi “sosyalizme giden yeni yollar”dan söz ediyor. Fransız Komünistleri 1958’de tabanda işçi örgütleri ile demokratik birlik, tepede sosyalist parti ile seçimlerde işbirliği hesabına dayanan yeni bir yol çiziyorlar. 1962 seçimlerinde (parlamento seçimleri), 65-67 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, 1972 Haziranı’nda sosyalistlerle imzaladıkları ortak programda, 1978 Parlamento seçimlerinde, Jean Bruhat’ın partisi için tespit ettiği “ittifak geleneği” tekrarlanıyor. Valdek Rochet 1964’de XVII. Kongreye sunduğu raporda proletarya diktatörlüğünün “yeni biçimler” alabileceğini söylüyor.
Avrupa Komünizmi’nin destekçilerinden olup da bunun gayretkeş bir tarzda, savunusunu yapmayan BBKP 1951’de “British Road Socialism” adında bir belge yayınlıyor. Belgede, ayaklanma yolu reddedilip parlamentoda sosyalist ve komünistlerin çoğunluğu kazanması yolu kabul ediliyor. 1957 ve 1967 yıllarında yapılan parti kongrelerinde “British Road” özü aynı kalmak üzere küçük değişikliklere uğruyor.
“Sosyalizme giden yeni yollar” veya “marksizmin yeni yorumu” konusunda oldukça geniş olan bu literatürün içinde yalnızca geleneksel sol kökenli partiler yer almıyor. “Farklı yol” söyleminin telaffuz edildiği ilk an konusunda bir tarih vermek mümkün değilse de 60-70’lerin Avrupası’nı daha erken bir tarihte Amerika’da yaşayan Marcuse başlangıç sayılabilir. Hayat düzeyinin yükselmesinin sisteme bağlanmaya neden olduğunu ABD’de gözleyip bunu teorikleştiren Marcuse sisteme işçiler kadar bağlanmadığını düşündüğü gençlerden medet umuyor. Sovyet marksizmi adlı kitabında, Sovyet marksist teorisinin asıl (?) marksist teoriye eğilmeksizin Lenin’in yorumundan ortaya çıktığını söylüyor. Kendi gözleminin ve teoriye “katkı”sının ip uçlarının Lenin’de olmayışı Marcuse’un gözünde leninizmin, asıl marksizme göre eksikli olmasına neden oluyor. Avrupa komünist partilerine ilişkin Sovyet marksizminin bir tezini aktarıyor: “(Avrupa’da) Devrimci potansiyelin zor kullanarak ya da ‘yozlaştırma’ yoluyla kapitalist sistem içinde kısıtlandığı görüşü komünist stratejinin çeşitli kereler görmüş olduğumuz ‘sola dönüşleri’ ve saldırgan tutumu ile nasıl bağdaşabilir Ve bu görüş, II. Dünya Savaşı’ndan sonra Fransız ve İtalyan Komünist Partileri’nin büyük ölçüdeki gelişimi ile nasıl bağdaştırılır3 Marcuse pek de zekice olmayan bu soruları salt merak ettiği için sormuş olsaydı başka türlü cevap vermek gerekecekti. Yazının başında FKP ve İKP ye değinmiştim. Marcuse gözlemini biri çok diğeri ise daha da çok sağda olan partilerden oluşan iki parti sisteminin mükemmel işlediği ABD’den yapınca Avrupa’daki komünist partileri de bu tarzda değerlendiriliyor. Marcuse’un aktarması, Sovyet marksizmi’nin “yozlaşma” tespiti yaptığını belgeliyor, altı çizilmelidir.
Buraya kadar yazılanlar Avrupa Komünizmi’nin üzerinde yeşerdiği toprağa ilişkindi. Ama bu kadarı Avrupa Komünizmi’ni açıklamaya elbette yetmez. Bu yüzden gene gerilere gidip güzergâhı netleştirmeye çalışmak gerekiyor.
Batı Marksizmi: Bolşevikleşememenin Tarihi
Avrupa Komünizmi en çok ve ilk ağızda proletarya diktatörlüğünü reddetmiş olması ile anılıyor. Slav marksizmi ile Batı marksizmi arasındaki ilk fark gene proletarya diktatörlüğü konusunda çıkıyor. 1902 yılında Rus marksistlerinin partisi RSDİP programında proletarya diktatörlüğü olan tek marksist partidir. Bu durum o kadar uzun süre devam ediyor ki, Lenin 1917 Ocak’ında Mavi Kaplı Defter’ine “Sosyal Demokratların programlarını değiştirme zorunluluğu”nu not etmek zorunda kalıyor 4 Batı marksizmi ile Slav marksizminin kopuşu 1914′ de savaş bütçelerinin onaylanması ile somutlanıyor. Lenin, savaşın başlamasından bir iki yıl evvelinden itibaren Batı’ya haklı olarak akıl hocalığı yapmaya başlıyor. Alman Sosyal Demokrat Partisi’ni, merkez komitesi çok geniş olduğu için eleştiriyor 5 Savaşın ilk iki yılında, dar kadrodan, devrimci duruma uygun illegal örgütlerin kurulması gerektiğinden söz ediyor. Zayıf ama radikal Amerikan Sosyalist Partisi’ni gözlüyor. Örnek vermek üzere Mavi Kaplı Defter’ine not ettiği ASP’de Devlet ve Devrim’de, bir örnek vermektense hiç örnek vermemeyi düşünerek olmalı, hiç söz etmiyor. Savaş sonu 1918-19 yenilgisinin ardından Sol Komünizm yazılıyor. Bolşevikleşmek ve “uluslararası görevler” Batı marksizminin “çocuk” omuzlarında aynı anda yerine getiremediği iki görev oluyor. Devrimci durum bolşevikleşmenin tamamlanmasını beklemiyor. Bu zaman sorununu Togliatti İtalya için güzel dile getiriyor: “Çabuk yapmak gerekiyordu”. ‘Zaman’ sorunu temel sorun oluyordu. Çabuk yapmak için ise salt yeni bir devrimci partinin örgütlenmesi ile uğraşarak, iktidar için mücadeleyi daha ileri bir tarihe ‘havale’ etmemek gerekiyordu” 6 Bu trajediden kaçınmanın yolu, işe örgüt ile başlamak olmalı.
Togliatti’nin sözünü ettiği zaman sorunu, 1930’lara kadar Avrupa’da devrimci durumun kapıyı çaldığı tüm mekanlar için geçerli.
II. Sıcak Savaş sonrası Stalin’in deyimi ile “bir kaç kapitalist ülke eksildi”. Ve Sıcak Savaş’ı Soğuk Savaş izledi. II. Soğuk Savaş (x) ilkinden daha şanslı ve avantajlı olarak ortaya çıktı. Berlin duvarı, Stalin, 36 mahkemeleri, Demirperde…vs sıkça kullanıldı. Bu Soğuk Savaş’ın diğer avantajı, ABD’nin kronik iktisadi fazlasının, Avrupa’nın tabularasası ile çakışması oldu. Marshall yardımı Avrupa’nın oturmasına yardım etti. NATO, AET kuruldu. 1920’lerden itibaren “ayaklanmacı” nitelikte olmayan Avrupa’nın Komünist partileri, yukarda sözümü ettiğim eksik bolşevikleşmenin üstüne, şimdi de Soğuk Savaş ile birlikte “bolluk toplumu”, “endüstri ötesi toplum” ve “refah devleti”ne çarptılar.
Fransız İtalyan ve İngiliz Komünist Partilerinin yukarıda sözünü ettiğim durumlarını bu çerçevede değerlendirmek gerekiyor.
Yakın Geçmiş
Avrupa Komünizmi’ni anlayabilmek için bu kadar “geriye” gitmek yeter sanıyorum. Şu anda yapılabilecek saptama, Avrupa Komünizmi’nin, Avrupa solu için kendi geçmişinden tam bir kopuş anlamına gelmediğidir. Bu saptamanın ardından sorulabilecek sorulara geliyorum: Neden 1970’lerde Neden Fransa, İtalya ve İspanya’da Ve Avrupa Komünizmi’ne savunucuları tarafından yüklenen işlev nedir?
Bu soruların yanıtlarını hakkıyla verebilmek için, gerek olduğu üzere, önce zamana ve mekana bakmak gerekiyor.
Bolluk toplumu, refah devleti Avrupa’nın gelişmiş ülkelerinde güçlü sosyal demokrat partilerin ortaya çıkmasını ya da güçlenmesini sağladı. İngiltere’de İşçi Partisi (LP) Almanya ve İsveç’te Sosyal Demokrat partiler (SPD ve SAP) bunun örneklerinden bazıları. Bu partiler başkaları ya da herkes değilse bile kendilerini “solda” sayıyorlar. Yakın geçmişte, Fransa ve İtalya’da kendisini “solda” sayıp iktidara yukarıdaki partiler kadar yakın olan klasik anlamda sosyal demokrat partiler yok. Ama bir boşluk da yok. Fransa’da 1958’de De Gaulle iktidara geldikten sonra sosyalistlerin programı ile birlikte kitlelerinin de önemli bir bölümünü çalarak boşluğu dolduruyor. İtalya’daki boşluğu Hıristiyan Demokratlar (DC) dolduruyor. Hatta İtalyan Komünistleri, pek çok kişinin bu ilerlemeyi sağlamış olduğu için kendilerini DC’ye teşekkür borçlu saydıklarını söylüyorlar7 İngiltere’de LP’nin iktidarda olmadığı dönemlerde Muhafazakar Parti, İşçi Partisi’nin programından bazı takviyelerle oluşturduğu programı ile sosyal demokratları aratmıyor8
Güneydeki iki ülkenin, iki Akdeniz ülkesinin, Almanya ve İngiltere ile farklarını koymuş olduk. “Refah devleti” döneminde Avrupa’da, ya sosyal demokrat partiler, muhafazakar Hıristiyan demokrat partiler, ya da koalisyon hükümetleri iktidarda oluyor. Her bir durumda da “refah devleti” anlayışı hüküm sürdüğünden, icraat açısından her bir hükümeti sosyal demokrat nitelikli saymak mümkün. Fransa ve İtalya’daki fiili sosyal demokrasi eksikliği ise yukarda değindiğim şekilde gideriliyor.
Başka nedenlerle sosyal demokrasisiz birkaç ülke daha var. İspanya’da Franko, Portekiz’de Salazar, Yunanistan’da Albaylar cuntası dönemlerinin sonuna kadar sosyal demokrasi oluşamadı. Bir an için şu an incelediğimiz tarihsel kesitin dışına çıkalım. Bu üç ülkede, Gonzales, Soarez ve Papandreu’nun şahsında sosyalistler iktidara geldiler.
Bu üç Akdeniz ülkesinin sosyalist liderlerine Fransız Mitterrand ve İtalyan Craxi eklenince cezbedici bir genellemenin tüm ampirik malzemeleri hazır oluyor: “Akdeniz Sosyalist Kuşağı” ya da “Güneş Kuşağı” türü adlar takılarak bu beş ülke mümkün olan en düşük soyutlama düzeyinde biraraya getiriliyor. Ortak eğilimlerin altının çizilmesine hiçbir itirazım yok itirazım kolaycılığa. Çünkü bu kolaycılık her zaman olduğu gibi daha ileri düzeylerde yapılabilecek soyutlamaların önünü tıkıyor.
Fransa ve İtalya’ya değinmiştim. Gonzales Soarez ve Papandreu’ya da kısaca değinmek istiyorum.
Gonzales, siyasal yaşamında partisi ile birlikte kendisini iktidara getiren iki dönemeçten geçti. İlki Franco’nun ölümünden sonra Madrit’te yapılan ilk kongrede, komünistleri işlevsiz kılmaya yönelik radikal bir görünüme bürünmek oldu. Otuz yıllık diktatörlüğün devrilmesinin neden olduğu sol dalga üzerine kimin oturacağına dair gerçi çok şiddetli bir kavga olmadı ama, bu “radikalizm kitlelerin ruh haline uyduğundan Gonzales’in ve partisinin işine yaradı. Sosyalist Parti kendisini “marksist ve demokratik bir sınıf partisi” olarak niteleyip sistemi “basit bir reforma” tabi tutmayacaklarını vaad ediyordu. İkinci dönemeç ilkinin gerçekleri azalınca, 1979’da ilkinden üç yıl sonra Gonzales’in Partinin “marksizm etiketinden sıyrılması”nı istemesiyle gerçekleşti. Gonzales uzun saçlarını kesti V yaka kazağını ve kadife pantolonunu çıkardı, takım elbise giydi. Artık iç savaştan partinin illegal geçmişinden hiç söz etmedi. “Por el cambio!” (değişim için) sloganı değişim beklentisini kanalize etmenin aracı oldu. Alman Sosyal Demokratları Ebert Vakfı aracılığı ile İspanyol sosyalistlerine para yardımında bulundular. Willy Brandt’ın antrenörlüğünde PSOE pragmatizmi öğrendi.
Portekiz Sosyalist Partisi ise adı “sosyalist” olan belki de tek muhafazakar partidir. Devrim sırasında karşı-devrimci pozisyondaydılar. Komünist Parti ise her bakımdan Avrupa’daki partilerden ayrılıyordu. Sosyalist parti mecburen “sosyalist” olmuştu. Sosyalizm kelimesi halka ordu tarafından taşınmış ve yaygın bir sempati toplamıştı. Kırk iki yıllık diktatörlüğün yıkılmasının kitleler üzerindeki etkisi, İspanya’da olduğu gibi sadece radikalizm olarak nitelenemez. Oluşan sol dalga İspanya’dakinden hayli yüksekti. Yığınların kelime olarak “sosyalizm”e aşinalıkları ve sempatileri adı “sosyalist” olan partinin işine yaradı. PSP sol dalgayı, gene Erbert Vakfı’nın yardımıyla komünistlerle paylaşmayı becerdi. PSP ancak sular durulduktan sonra muhafazakarlıktan sosyal demokratlığa terfi etti. İspanya’da PSOE’nin geçmişinde, PSP’de olduğu gibi muhafazakar bir dönem bulunamaz. Portekiz deneyimi, komünistlerin komünist olmaları halinde sosyalistlerin sosyal demokrat bile olamayacaklarının bir örneği oldu.
Papandreu’nun partisi de kuruluş deklarasyonunda diğer iki parti gibi “radikal” bir hava taşıyordu. Elbette benzer nedenlerle. Örneğin “insanın insan tarafından sömürülmesine son vermek” ve “insanın özgürleştirilmesi” türü hedefler sayılabilir. Bu “radikalizm”in ardından benzer biçimde daha pragmatik hedefler geldi. 1977’de “farklı gelir grupları arasındaki açığın azaltılması” ve “ülkenin periferiyal gelişmesinin üstesinden gelinmesi… Kendi kendini destekleyen ulusal bir kalkınma” öne çıkartıldı. NATO ve AET’den tamamen çekilme hedefi sulandırıldı. 1981’de, iktidar yılında hükümet programında ABD üslerinden kurtulmak hedefi yoktu. 9 PSOE’nin “cambio”sunun Yunancası “Allange”, PASOK’un 77’den beri temel sloganı oldu. Portekiz’de sosyalistlerin, komünistlere göre konumlanmalarından söz etmiştim. Bu anlamda Yunanistan’daki komünistlere de bakmak gerekiyor.
Komünist Parti (KKE) 1968’de bir bölünme yaşadı. İç komünistler anti-Sovyetizmin Avrupa’da ilk borazanı oldular. Bunlar Yunanistan’ın hayati tek sorunu olarak demokratikleşme sürecinin “derinleşmesini ve hızlanmasını” görürler, yalnızca sol güçlerin ve “demokratik muhalefet”in birliğini savunurlar. Dış Komünist Parti ise ne Avrupa Komünizmi’ne ne de anti-sovyetizme bulaşmadı.
Bu üç Güney Avrupa ülkesi ile ilgili olarak yukarıda anlatılanları çalışmanın çerçevesi içinde yorumlamak üzere, yazının başlarında değindiğim refah devletinin bu kez sonuna bakalım.
Yeni Soldan Tezler
Refah devleti, ithal ikameci dönemde ücretlerin efektif talebi ayakta tutması sayesinde varolabilmişti. İthal ikamesi ve korumacılık yerini ihracata yönelik sanayileşmeye ve liberalizme bırakınca, burjuva iktisadından sosyal demokratların programına kadar birçok şeyde değişiklikler oldu. Burjuva iktisadında ithal ikameci dönemin kuramları (karşılaştırmalı üstünlükler üretim faktörleri yoğunluğu ihtiyaç fazlası) yerlerini ithal ikamesinin yanlışlığını ve ihracata yönelik sanayileşmenin gerekliliğini anlatan kuramlara (teknoloji faktörü ürün evreleri) bıraktı. Nobel ekonomi bilimleri ödülleri çalışmalarını neredeyse ellişer yıl önce yapmış olan Von Hayek ve Friedman’a verildi. Bu da refahın sonu demek olan vatandaşlardan özveri isteyen iktisat politikasının onaylanması anlamına geliyordu; madem “bilim” öyle gösteriyor kemerleri sıkalım… Sosyal demokratlar da programlarını değiştirmek zorunda kaldılar. 1965’de Norveç sosyal demokratları devletleştirme hareketini yaygınlaştırmaya çalışınca aynı yıl Danimarka sosyal demokratları da yeni bir gelir vergisi kanunu uygulamayı önerince düştüler. Sosyal demokrasinin bunalımı, refah devleti ile özdeşleşmesi sonucu oluşturduğu imajın yeni dönemin gereklerine uymamasından ve sözünü ettiğim imajını gücü nedeni ile yeni bir atılım yapma zorluğundan kaynaklanıyordu. Brandt Komisyonu Raporu bu gereksinime karşılık olması umudu ile kaleme alınmıştır. Akdeniz sosyalist kuşağı bu bunalımın üstüne mi doğmuştur Heyecanlı bir “evet!”ten kaçınmak gerekiyor. Buraya kadar anlatılanlar beş ülkenin önemsenmesi gereken güzergah farklılıkları ile bu kuşağa katıldıklarını gösteriyor. Ortalığın yatışması, suların durulması anlamında zaman eşitleyici rolünü oynadıktan sonra bu ülkeler gene de belirli sınırlar içinde birbirlerine benzemeye başlıyorlar: Henüz atlatılmakta olan sol dalga nedeniyle muhafazakarların bunalımları nedeniyle sosyal demokratların yerine getirmesi mümkün olmayan görevleri bu partiler yerine getiriyor. Verimsiz işyerlerinin kapatılmasını, kemerleri sıkmayı, NATO ve AET’de kalınmasını bu partiler sağlıyor.
Perry Anderson bu kuşağa “Avrososyalist” adını takmış. Oluşumunu ise Avrupa Komünizmi’nin başarısızlığına bağlamış. Katılamayacağım bu tezi, Avrupa Komünizmi ile ilgili gene katılamadığım bir başka teze dayandırmış. Tez şu: “1970’lerin ilk yıllarına gelindiğinde kapitalist modernleşmenin yarattığı yeni toplumsal gerçekliklere uyacak önemli siyasal değişimlerin yaşanmasının zorunlu olduğu açıkça belli oldu. Avro Komünizm olgusunun işte bu zemin karşısında anlaşılması gerekir… Bu değişmenin neden bu zamanda ortaya çıktığını anlamak güç değil. Güney Avrupa’nın daha büyük kapitalist toplumları artık Kuzey Avrupa’dakinden çok farklı olmayan iktisadi ve toplumsal gelişme düzeylerine ulaşmışlardı. Örneğin Fransa artık İngiltere’den çok daha zengindi. Dolayısı ile, bir kez otoriter gericiliğin korsesi gevşediğinden bu ülkelerin de er ya da geç benzer bir siyasal döngüye girmeleri kendi sosyal demokrasi deneyimlerini yaşamaya başlamaları her zaman mümkündür. Bu toplumlarda sosyal refah ve mali reformlar ihtiyacı açıkça çok büyüktür. Avro Komünizm bu yeni durumun nesnel beklentisini ve bu duruma geçiş için ısrarlı girişimi temsil ediyordu”10 Bu uzun aktarmayı yapmak zorunda kaldım.
Yeni Sol’un ağır toplarından olan Anderson’un tezi ekonomizm kokuyor, eşitsiz gelişmeyi dışlıyor. Güney Avrupa’nın, Kuzey ve Batı Avrupa gibi “benzer bir siyasal döngüye girmesinden” “kendi sosyal demokrasi deneyimlerini yaşama”larından söz etmek, eşitsiz gelişmeyi peşinen dışlamaktır. Her ülkenin kendi sosyal demokrasi deneyimini yaşama zorunluluğu nereden geliyor Fransa ve İtalya’da fiili olarak sosyal demokrasinin olmadığını, ama De Gaulle ve Hıristiyan demokratlar tarafından doldurulduğu için bir boşluk da doğmadığını söylemiştim.
Hele “70’lerin ilk yıllarındaki kapitalist modernleşmenin” önemli siyasal değişimlerin yaşanmasını zorunlu kıldığı iddiasına ne demeli 71’de Bretton-Woods’un çöküşü veya 73 Petrol Krizi mi bu modernleşmeyi dışa vuruyor?
Anderson “otoriter gericiliğin korsesinin gevşemesi”nden söz ediyor. Başta İtalyan Komünistleri olmak üzere Avrupalı komünistlere Anderson’un tezinin neden inandırıcı gelemeyeceğine birazdan değineceğim.
Aktarmanın son iki cümlesine biraz daha yakından bakalım, çünkü özet niteliğinde: “Bu toplumlarda sosyal refah ve mali reformlar ihtiyacı açıkça büyüktür. Avro Komünizm bu yeni durumun nesnel beklentisini ve bu duruma geçiş için ısrarlı girişimi temsil ediyordu.” 70’lerin Avrupası için refahtan söz edilmesini anlamak mümkün değil; Wolfare farewell (elveda refah) dönemi özetleyen deyim olmuştu. Anderson hem refah hem de otoriter gericiliğin yumuşaması tespiti yaparak Avrupa Komünizmi’ni klasik sosyal demokrasi gibi algılıyor. Aslında kendisinden biraz daha yaşlı kuşağın Avrupa Komünizmi şekillenirken sıcağı sıcağına yaptıkları tespitlere sadık kalıyor. Sıcağı sıcağına yapılan teorikleştirmeler bütünsellik ve tarihsellik yönlerinin güdük kalabilmesi nedeniyle ampirisizme yaklaşıyorlar; bacağı kopan pirenin sağır olduğu için zıplayamadığını ileri sürme tehlikesi var. Sweezy’nin kuşağının Avrupa Komünizmi’ne bakışı ile ilgili olarak söyledikleri hem sözünü ettiğim sakıncanın hem de Anderson’un tezine paralelliğin gözlenmesini sağlıyor: “Bildiğiniz gibi, henüz yeni bir hareket iken Avrupa Komünizmi’nin önemi konusunda son derece kuşkuluyduk. Bu hareketi daha çok, o ana kadar sosyal demokrat partileri olmayan ülkelerin Kuzey ülkelerine yetişme yönündeki bir gelişme olarak görüyorduk” 11 Bu bakışın yanıtını snopsislerle değil de yazının tümüne yayarak vermeyi daha doğru buluyorum.
Bir Parametre Daha: Siyasal Korku
Avrupa Komünizmi’ni hazırlayan etmenlerden biri olarak ileri sürülen ve benim de katıldığım bir tez, Avrupa Komünizmi’nin “gereksiz bir güç denemesinden” kaçınmanın aracı olduğu. Tezin bu halinin bile açıklayıcı bir gücü var. Ancak daha yakından bakmak, tabloyu tamamlamayı ve tezin uzantılarını tespit etmeyi sağlıyor.
İtalya’da 1958’de, sağın kaybettiği oyları solun kazanması ve ılımlı katoliklerin sola kayması ile somutlanan sola açılma, gidebileceği “uç noktalar’a varmadan Fernando Tambroni başkanlığındaki hükümetin düşmesinin neo-faşistlerin ardımı ve polis devleti yöntemleri ile engellenmesi sayesinde denetlenmişti. İki yıl önce Almanya’da Adenauer’in Komünist Parti’yi kapattığını gören Avrupa solcusu, geçmişindeki anti-fasit mücadele pratiğinden sonra bir kez daha burjuva demokrasisinin nimetlerini keşfetmeye, ehven-i şeri gündemine almaya başladı. 1962’de De Gaulle döneminde, Cezayir olaylarını protesto eden göstericilerden birisinin ölmesi üzerine ertesi gün düzenlenen gösteride yedi komünist sekiz kişinin ölmesi, her iki etkisini de 68 olaylarında gösterecek olan radikalizm ve ürkeklik tohumlarının ekilmesine yol açtı. 60’lı yılların başında Küba’daki devrim ve sonrasında Vietnam olayları (1964-69) ABD’nin elinin arka bahçeden başka komşu bahçelere de uzanabilecek kadar uzun olduğunu Avrupa solcularına öğretti.
Portekiz ve İspanya henüz diktatörlükler altındaydı. Yunanistan ise 1943’de aldığı acı ve sarsıcı yenilgiden sonra 1967’de Albaylar cuntasını gördü. Avrupa solunun bunlardan korkmuş olduğunu düşünmek gerekiyor.
1968’de başlayan hareketliliğin öğrencilerle sınırlı kalmaması “özlenen” pratiğin geldiğini muştuluyor muydu Radikalizm ve ürkeklik tohumlarının ekilmiş olduğundan söz etmiştim. 68’i bir “an” olarak değil de süreç olarak alırsak başlarında radikalizm sonlarında ürkeklik yeşerdi. 68 sonrasına devrolan ürkeklik oldu.
1968’in etkisinin en çok görüldüğü iki ülke Fransa ve İtalya. Olaylar partilerin inisiyatifleri dışında gelişmişti. İtalyan Komünist Partisi olayları “maceracı” buldu. Fransa’da durum böyle bir kestirip atmaya uygun değildi: De Gaulle düşme noktasına gelmişti. Genel grev ve fabrika işgalleri FKP’yi De Gaulle’ün çekilmesini istemeye zorladı. Parti on yıl önce kendisine çizdiği çizgiyi zorlayan, o ana kadar oluşturulan daha mülayimce havayı bozan bir çıkış yapmıştı. De Gaulle bunu “totaliter komünistler” yaygarası kopartmak ve işin içine orduyu karıştırmak için bahane olarak kullandı.
1969-70’de İtalya’da neo-faşist eylemler ve darbe söylentileri etkili olmuştu. Faşist hareketin yükselişi 71-72’de de devam etli. Giovanni Leone, Hıristiyan Demokratların ve faşistlerin desteği ile cumhurbaşkanı oldu. Tüm bunlarla birlikte, Latin Amerikalı olmasına rağmen kendilerine çok benzeyen ve seçimle iktidara gelen Allende’nin sonu da hesaba katıldığında, birazdan kendi ağızlarından da doğrulandığını göreceğiz, öro-komünistlerin korkusunu hazırlayan nedenler tablosu tamamlanmış oldu.
Sözü Berlinguer’e verip yukarıda yazılanları belgelemek mümkün: “Tarihsel Uzlaşma çizgisinin kamuoyuna açıklandığı ana gereğinden fazla bir anlam yakıştırmanın bence çok önemi yok. Pek çok kez yinelediğimiz gibi bu çizgi bizim yıllardır izlediğimiz bir ana düşüncenin ileriye yönelik geliştirilmesinden başka bir şey değildir. Kamuoyuna yansıtma anına gelince, bu konuda deriz ki, Tarihsel Uzlaşma önerisini açıkça yaygınlaştırmanın nedeni ileride doğabilecek pozisyonları şimdiden boşluğa düşürmek ve yok edilmesini sağlamaktır” 12 . Berlinguer iki şey söylüyor 1) Biz zaten böyleydik, 2) İleride doğabilecek “pozisyonlar”dan en çok korktuğumuz anda Tarihsel Uzlaşmayı güncelleştirdik. İkisine de katılıyorum. Aynı korkuyu paylaşan birkaç İtalyan daha sayabilirim: Dünya mücadelesinin teoride değil gerçekte en dinamik ve ileri cephesinin Avrupa’da ortaya çıktığını ama bununla beraber tarih derslerinden de bildikleri gibi büyük tehlikelerin de burada belirdiğini düşünen Lucio Magri, 13 İtalyan Komünistleri’nin egemen sınıfların herhangi bir anda demokratik kurumlara açıktan saldırıya geçmeye ve temsili parlamentolu demokrasiyi koymaya karar verebileceklerine kesinlikle inandıklarını söyleyen G. Napolitano, 14 adlı adıyla bir güç denemesinin yenilgisinin çok büyük olacağına inanan Amendola15 sözünü ettiğim korkuyu bu şekilde kelimelere döküyorlar.
Burada önceden değinilen bir noktayı netleştirmek gerekiyor. Korkudan söz ederken verilen örnekler hep İtalya’dandı. Bunun nedeni, elbette örnekleri seçmiş olmam değil. Korku en çok İtalya’da hissediliyor.
Eğer denebilirse, korkunun tarihçesine değinmiştim. Buna güncel olandan kaynaklanan korkuyu eklemek gerekiyor. Bu amaçla gene Berlinguer’den bir dizi alıntı yapmak istiyorum: “Ulusal yaşamımızın bugün çok ağır tehlikelerle karşı karşıya olduğuna şüphe yok… Ancak İtalya gibi, daha zayıf ekonomilere sahip ülkeler için bunalım, çöküntüye doğru hızlı ya da yavaş düşüştür… Herkesin bilmesi gereken şey, bu politikanın (Tarihsel Uzlaşma H.S.) söz konusu eğilimi durdurmak ve tersine çevirmek için bir seferberlik ve çağrı olduğudur.” Özellikle herbir kelimesinin ağırlığı olan şu sözler gerçekten mükemmel bir özet: “Ulusumuz belki kapitalist dünya içindeki en ağır krizi (ekonomik olduğu kadar demokratik kurumların tehdit altında olmasından ötürü politik açıdan da) yaşamaktadır… Projemiz, birlikçi niteliğinden ötürü, sanıyorum bir sosyalist topluma geçiş projesi olmayı hedeflememektedir, hedeflememelidir” 16 İktisadi tahlillere girmeden söylenebilecek olan, ekonomik bunalımın en çok İtalya’yı bunalttığıdır. Böyle bir durumda sınıf mücadelesinin keskinleşeceğini beklemek normal olurdu İtalya’da bu anlamda Fransa ve İspanya’ya göre daha fazla bir hareketlilik var. Kitlelerin hareketliliğinden kaynaklanan bir sol dalga var. İtalyan Komünistleri bu sol dalganın üstüne binip onu denetlemek istiyorlar. Öro-komünistleri bu sol dalganın üstüne binip onu denetlemek istiyorlar. Öro-komünist denen üç ülkenin komünist partileri içinde PCI’nın farklılığı aynı zamanda Avrupa Komünizmi’nin en gayretkeş savunucusu yapmasıyla da açığa çıkıyor. Fransız Komünist Partisi ekonomik çözümlemelerinde marksist kavramları kullanırken, PCI OECD’nin çözümlerini “tarihsel blok” ile harmanlayıp “kemerleri sıkmak sistemin köküne saldırmaktır” diyor 17
Yazının başlarında Fransa, İtalya ve İngiliz Komünist Partileri’nin bugüne uzanan geçmişlerine değinmiştim. İspanya Komünist Partisi’nin geçmişi bu partilerin hiçbirisinin geçmişine benzemez. Bu üç partinin evrim çizgileri daha yumuşaktır.
1944’de PCE silahlı ayaklanmayı örgütlemeye karar verdi, 60 kişilik Malagaya Gerilla Kuvveti kuruldu. Bu işin başını parti içinde kim çekti dersiniz? Carillo. 1949’a kadar bu kanal zorlandı. Maliyeti, sürdürmenin zorluğu ve düzenin oturmaya başlamış olması başka kanalların aranmasına neden oldu. 20. Kongre sonrasında “Ulusal Uzlaşma” sloganı atıldı, pek tutmadı. 1965’de Carillo Despues de Franco Que adlı kitabında demokratik özgürlüklerin önemini vurguladı. Parlamenter sistemin halkın isteklerinin aleyhine çalışmasının nedeninin, bu sistemin, toplumsal ve ekonomik demokrasi üzerinde yükselmemesine bağladı. 18 1972’de VIII. Kongrede AET’ye girilmesi zorunlu olarak nitelendi. Bu kongrede İspanya tarihinin, iç savaş ile devrimin birbirine karıştırılmasına neden olmasının, bir dezavantaj olduğu tespiti yapıldı. PCE ve PSOE, farklı noktalardan zıt yönde hareket ederek birbirlerine yaklaştılar, kardeş partiler olarak algılandılar. Zıt yöndeki hareket devam edince kimin solda kimin sağda olduğu anlaşılmaz oldu. 1975’te PCE bankaların ve tekellerin kamulaştırılmasını programdan çıkartırken PSOE bir yıl sonra “Sistemi basit bir reforma tabi tutmayacağı”nı söyledi. 1979’da Gonzales “marksizmden sıyrıl”ınca, PCE ve PSOE bu kez “daha sağda” olmak üzere yeniden benzeşmeye başladılar. Avrupa Komünizmi’nin İspanya’da daha çabuk işlevsizleşmesinin nedeni budur.
Şimdi, önceki sayfalarda sorulan sorulardan birinin yanıtına geçebiliriz: Neden Avrupa Komünizmi Fransa, İtalya ve İspanya’da yeşeriyor
İspanya ile ilgili olarak yukarıda anlatılanlar, diğer iki ülke ile olan farklarını koymuş olmalı. Fark, Carillo’nun Avrupa Komünizmi ve Devlet adlı kitabıyla bu yeni komünizmin teorisyenliğine soyunmuş olmasına rağmen İspanya’nın diğer iki ülkeden ayrı tutulmasını gerektirecek büyüklüktedir.
Avrupa Komünizmi İtalya merkezli Fransa destekli bir harekettir. İtalya ve Fransa’da, Avrupa Komünizmi’nin ortaya konuş nedeni, işlevi, parti liderlerinin yeni politikalarını savunmadaki inandırıcılıkları İspanya’dan farklıdır. Avrupa Komünizmi’nin diğer destekçi partileri için bu fark daha belirgindir.
İngiltere, Belçika ve İsviçre Komünist Partileri’nin destekleri biçim ile ilgilidir.
Çok partililik, güler yüzlü sosyalizm, parlamentarizm, proleterya diktatörlüğünün reddi, anti-sovyetizm. Bunlar Avrupa Komünizmi’ nin biçimini oluşturuyor. Proletarya diktatörlüğünün reddi ve parlamentarizmin neden biçime dahil oldukları konusunda önceki sayfalarda yazılanları yeterli buluyorum. Çok partililik, güler yüzlü sosyalizm ve anti-sovyetizm hakkında ise söylenecekler var.
56’da XX. Kongre belki de Soğuk Savaş’ın argümanlarını azaltmak üzere “sivri”ltilmişti ve Stalin için çıkartılan vur emri gibi algılandı. Ama yarattığı ılımlı hava aynı yıl gerçekleşen Macaristan olaylarında etkisini gösterdi, Avrupa’nın komünist partileri Sovyetler Birliği’nden yana olan son tavırlarını gösterdiler. Dört yıl sonra Çin’in tavrını tartışmak üzere Sovyetler Birliği’nin Moskova’da topladığı uluslararası toplantıya İtalyan Komünistleri katılmayı reddettiler. Dahası “Çin’in mahkum edilmesi” görüşünü de reddettiler. Togliatti uzlaştırmaya soyundu. Yıl henüz 1960 ve Kültür Devrimi’nin yenilmesine 11 yıl var. Küba ve Vietnam üç dünyacıları, elbette kendi gözlerinde, doğruladı. Avrupa’da etkili olan “Üç M” (Mark Marcuse Mao)’den ikisi anti-sovyetti. “Fransa ve İtalya’da nükseden şiddetli anti-komünist dalga” 19 zaten anti-sovyetizm ile besleniyordu. Avrupa’daki bu kuşatmada doğu cephesi de Prag’da açıldı. “Güler yüzlü sosyalizm” kavram ve hedef olarak Prag’da doğdu. Sovyetler Birliği’nin askeri müdahalesi Avrupalı komünistlerin hemen ve bir bütün halinde anti-Sovyetizme başlamalarına neden olan itki oldu. Biçim belirlendi 20
Avro Sosyalizm/Komünizm: Bize Uymaz
– 80 sonrasında Türkiye’de, sadece Geleneksel Sol’da değil Yeni Sol ve Devrimci Demokratlar’da da yeniklikten “kemale erme”nin gözlendiği kesimler çıktı. Önemli olan Geleneksel Sol’dan “kemale erme” yen bir kesimin var olmasıdır.
-Avrupa komünizmi Fransa ve özellikle İtalya’da bir sol dalgayı denetleme işlevi görmüştü. Türkiye’de şu an ne üzerine binilecek ne de denetlenecek bir sol dalga yok. Türkiye’de Avrupa Komünizmi’ne soyunanların bilmesi gereken, siyaset sahnesinde dolduracakları bir boşluğun olmadığı ama bu sahnenin dışında olması anlamında bir boşlukta yer almaya doğru gittikleridir.
-Türkiye’de hiç kimse yerli Gonzales, Soares ve Papandreu olmaya çalışmasın. Analoji kurmaya meraklı solcularımızın aklından “yumuşak geçiş”in ardından “sosyalist” bir hükümet düşüncesi geçebilir diye yazıyorum. Türkiye o ülkelere benzemez, o ülkelerde oluşan sol dalganın üzerine kimin oturacağı konusunda ya kavga olmadı (İspanya), ya zayıf bir kavga oldu (Yunanistan) ya da yanlış bir kavga oldu (Portekiz20 Türkiye’deki kavga ne zayıf ne de yanlış olacaktır.
-Refah devletinin sonu dünya için olduğu kadar Türkiye için de geçerlidir. Sosyal demokrasinin şansı yoktur. “Ekonomide büyük riskler alan kapitalizmin, üstelik ideolojik güvenceleri de yetersizdir” 21
-Yazının başlarında Togliatti’nin 1921’de İtalya için tespit ettiği zaman sorununa ilişkin bir aktarma yapmıştım. Aynı zaman sorunu ve aynı trajedi 80’de Türkiye’de yaşandı. Eğer varsa, o trenin kaçtığını düşünenler yanılıyorlar. O gün geldiğinde yaşanacak olan ne trajedi ne de komedi olacaktır. Türkiye’de gerek Geleneksel Sol’dan gerekse Devrimci Demokratlar’dan Avro-komünizme yanaşanları dejenerasyon ve geride bırakılmışlık bekliyor.
Dipnotlar ve Kaynak
- Çulhaoğlu, Metin; “Solun Tarihi Atılım ve Restorasyon Dönemleri”, Gelenek 6. Kitap,s. 43.
- Ferrara, Marcella-Maurizio; Palmiro Togliatti, Yarın Yay., Đst. 1988, s. 84.(3)
- Marcuse; Sovyet Marksizmi, May Yay., s. 47.
- Lenin; Marksizm ve Devlet Üzerine (Mavi Kaplı Defter), Öncü Yay., s. 109.
- Lenin; Đsçi Sınıfı Partisi Üzerine (Derleme), Sol Yay., s. 328.
- Ferrara; Age, s. 57.
- Amendola, G vd; Tarihsel Uzlasma, Đletisim Yay., s. 178.
- . Sıcak Savaş sonrası başlayan anti-bolşevik kampanya soğuk savaşın tüm özelliklerini barındırıyor ilk soğuk savaş denebilecek bu yoğun antibolşevik kampanyaya Lenin’in “en ciddi burjuvazi” olarak nitelediği İngiliz burjuvazisi bile kendisini gülünüç düşürecek bir telaş ve acemilikle katılmıştı. Bolşevizmin prestiji bu kampanyaya rağmen pek çok kişinin komünist partiye koşmasını sağladı.
- Spourdalakis, Michalis; “Yunan Deneyimi”, Dünya Sorunları Dizisi 4. Kitap, s. 149.
- Anderson, Perry; “Avrupa Sosyal Demokrasisi Ölüm Döseğinde mi?”, 11. Tez KitapDizisi 6. Kitap, s. 215.
- Sweezy, P.; Görüsme, 11. Tez Kitap Dizisi 4. Kitap, s. 32.
- Berlinguer, E.; “Büyük Halk Güçlerinin Anlasması Đçin”, Tarihsel Uzlasma, s. 145.
- Magri, Lucio; “Reel Sosyalizm ve ….”, Đktidar ve Muhalefet içinde, Metis Yay., s. 196.
- Fincancı, Yurdakul; “Avrupa Komünizmi”,. Yeni Ülke içinde, 1978, Sayı 4, s. 89.
- Amendola, G., Age, s. 186.
- Fincancı Yurdakul; “Avrupa Komünizmi”. Yeni Ülke içinde 1978 Sayı 4 s. 89.Berlinguer, E.; “Đtalyan Toplumu Đçin BirDönüsüm Tasarısının Hazırlanısı”, Yurt ve Dünya, Eylül 1978, Sayı 11, s. 182-86.
- Berlinguer, age, s. 184.
- Çağdas Liderler Ansiklopedisi, Carillo mad, s. 301.
- Anderson, P.; Tarihsel Materyalizmin Đzinde, Belge Yay., s. 38.
- Marcuse; Sovyet Marksizmi, May Yay., s. 47.
- Çulhaoğlu,Metin; “Solda Durum Saptaması ve Perspektifler”, Gelenek 13. Kitap, s. 29.