En genel hatlarıyla ele alındığında ekonomizm yapı-üst yapı ilişkilerine bakıştaki bir çarpıklığı, öznenin nesneye yönelik dönüştürme gücünün algılanmasındaki bir eksikliği yansıtıyor. “Ne olduğunun” eksiksiz biçimde yazılabilmesi oldukça güç; bu nedenle ne olmadığının, daha doğrusu olamadığının yazılması bir almaşık oluşturabilir diye düşünüyorum… Bütün somut olgular gibi ekonomizm de, somutluğundan gelen zenginliği ile, anlaşılmasına ve aşılmasına yönelik çabalara karşı güçlü bir engel oluşturuyor. Böyle bir zenginliğin beliriş biçimi olan düzensiz yığını oluşturan ögeler, tarihsel sürecin farklı bölümlerinin ürünü.
Günümüzde siyasal mücadelenin içinde olan bir insanın, ekonomizme karşı yüzyılın başındaki siyasetçiye göre daha bağışık olduğu söylenbilir mi?
Kanımca yanıt “hayır”. Nedenleri için ipuçları verilebilir: Tarihsel kazanımlar kendilerinden sonraki dönemlerde yeniden üretilip tekrar tekrar vurgulanmadıkça, kendi başlarına geçmişten yardım ellerini uzatamıyorlar. Bu nedenle tarihsel kazanımların güncele taşınması siyaset alanındaki başlıca görevlerden biri olarak ortaya çıkıyor. Bunu özele uygulayacak olursak, sormamız gereken soru şu: Ekim’in ekonomizm karşısındaki kazanımları geleneksel sol tarafından yeterince güncelleştirilebilmekte mi?
Geleneksel solun çeşitli kesimlerindeki ataletin temelinde yatanın “içsel” bir ekonomizm olduğu düşünülerek, bu soruya olumsuz yanıt verilebilir. İkinci olarak, marksist ideolojide açılabilecek en büyük gediklerin, felsefi konum açısından ona en yakın gibi görünen akımlardan kaynaklanması genel bir kural. Öyleyse ekonomizm, 1848’le birlikte saflığını yitirişi su yüzüne vuran burjuva ideolojisinin, marksist ideolojinin konumları çevresindeki kuşatmasıdır. Nesne-özne ilişkisine bakışta çift yönlülük yerine tam bir “nesnelcilik” tarihin tüm nesnelliği kavrayan bakışı yerine “yapı”nın tek yönlü belirleyiciliğinin vurgulanması, Marksizmin kendi konumlarından çok böyle bir kuşatmanın özellikleridir. Bu kuşatma, üretim ilişkilerinin kendilerini üst yapı düzleminde yeniden üretmelerinin de özüdür; başka deyişle, tarihin durağan dönemlerinin egemen olgusudur. Kapitalist üretim ilişkilerinin yeniden üretimindeki her aksaklığın, verili nesnelliği zahmetsiz biçimde sosyalizme ulaştıracağı inancı, ekonomizm ile sıkı sıkıya bağlantılıdır.
Ekonomizme karşı kazanımlar mutlak olabilir m?
Öncelikle evet: Ekonomizmin özüne inen, farklı “ekonomizm”ler arasında aynı olanı yakalayan her kazanım mutlaktır. Ama ardından hemen eklenmesi gerek: Her tarihsel olay biriciktir ve aynı ekonomist özü taşıyan farklı olguların farklılığını belirleyen, olgunun tarihsel süreç içindeki beliriş biçimidir. Farklı her tarihsel biçimin çözülüşü ise, ancak o biçimin içinde oluştuğu zaman ve yerin tanık olabileceği bir olgudur. Bu beliriş biçimleri, aşamalarla taçlandırılmış devrim programlarıyla, siyaset dışı sendikalizmle, üstyapısal olan herşeyin reddi adına aydın düşmanı bir popülizmle, ya da sivil toplumculukla somutlanabilir. Sonuç aynıdır.
Özetlersek, miras aldığımız gelenekte ekonomizme karşı kullanılabilecek çok şey vardır; ama yine de “herşey” yoktur. Ülkemiz nesnelliği ile ilgili açılımların yapılması gereken yer de tam tamına burasıdır. Bir adım daha ileri giderek, bu iş için “uygun” zamanın da günümüz olduğunu eklemek gerek…
Bir nokta daha: Nesne-özne ilişkisine bakışta, bunların somutu oluştururken gerçekleşen katkılarının önceden belirlenmiş yoğunluklarda olduğu düşünülebilir mi Yoksa farklı tarihsel dönemler nesnellik ya da öznellikten biri vurgulanırken ötekinin daha geri planda kaldığı durumlara mı tanık oluyor?
Marksizm özne-nesne ya da yapı-üst yapı ilişkisine bakışta “orta yol”culuğu ifade etmez. Amaç, bunlar arasındaki diyalektik biraradalığın bilinç düzeyine çıkarılmasıdır. Vurgulanması gereken şu: Bir tarihsel dönemde öznelliğin ya da nesnelliğin öne çıkması diğerinin tümüyle yok sayılması sonucunu getirmemeli. Öznenin etkinliğinin nesnellikle ilişkisiz olarak düşünülmesi iradeciliği, özneye bu kez dış sınırları nesnellik tarafından çizilen bir alanda hareket serbestisi bağışlamak da ekonomizmin “saf” konumlarından ayrılarak kendini iradecilik ile örttüğü durumları oluşturuyor. Çözüm “orta yol”culuk değil. Çünkü böyle “orta” bir yol esasen mümkün değil: Birbirine zıt iki uç yorumun biraradalığı, akla hemen birinin diğerinin konumlarını kuşatarak kendini rasyonalize etmesi durumunu getirmeli.
Nesnelliğin gerçek engelleriyle önceden varsayılan engelleri arasındaki ayırımın anlaşılması, ekonomizmin anlaşabilmesinin olmazsa olmazıdır. Lenin’in Ekim’de gerçekleştirdiği, hareket yollarının üzerinde olur olmaz yerlerde nesnel engeller varsayarak zaten verimsiz olan ilerleyişini mutlak bir durgunluğa döndürmek isteyenlere verilmiş ve verilebilecek en iyi yanıttır.
I
Ekonomizm ülkemizde geleneksel solun önemli kesimleri üzerinde etkili bir akım. Burada bir parantez açarak çizilmesi gerekli bir sınırı tanımlamak istiyorum. Bu sınır ekonomizmin hangi varoluş biçimlerinin geleneksel sola ait olduğunun, hangi noktadan sonra ise geri dönülmez biçimde “yeni sol” sınırlarına varıldığının belirlenmesi ile ilgili. Genelde adet olan, her yapının doğruluk çizgisini kendi altına çizerek bir yanındakileri iradeci, diğer yanındakileri ekonomist olarak tanımlaması. Farklı olan ise “altını ben çizdim” notunun cesaretle düşülemeyip tanımın nesnelliğinde diretilmesi… Oysa böyle bir tanım, en baştan öznel olmak zorunda. Yapılabilecek en doğru ve en dürüst iş, ima etmeden tekil yapıları kimseye açıklanmayan içrek damgalarla tasnif etmeden, genel ölçütleri ortaya koymak. Bu ölçütlerin, değerlendirme objesi olan yapıların kendi haklarında sağlanmasını isteyecekleri kendi ölçütleri olmayacağı kesin…
Örneğin “yeni sol” kavramını ele alalım. Batı marksizmi, ekonomizmi kendine boy hedefi seçerek sıçradığı yapısalcılıkta, bu kez siyasetçiliği ile aynı ekonomizmin yanıbaşına düştü. Ekonomizmin gündelikçi perspektifleriyle yapısalcılığın bağımsız somut politika üretebilmedeki yetersizliği, siyasal atalet tabanında uyuşup birleşti. “Yeni sol”un bir kavram olarak her ikisini de içermesi rastlantı değildir. Tersine, siyaset yönünden bakınca göze çarpan bir yanyanalığın anlatımıdır.
Yeni solu kendi dünyasında bırakarak geleneksel sola ekonomist zaafları yönünden bakalım. Ekonomizmin şu ya da bu ölçüde barınabildiği tüm yapıların ortak kanısı “nesnel koşulların geriliği”dir. Doğrudur! Buradan hareketle varılan nokta ise, bu kez daha geri hedeflere angaje olunmasıdır. Bu noktada sorulabilir: Marksizmde nesnellik, tarihsel süreç içindeki öznel eylemlerin belirdiği alan değil midir? Nesnellik, öznenin eylem alanı olduğu ölçüde de öznel değil midir?
Ülkemizde, bir dönem üretim biçiminin saptanmasına yönelik tartışmalar yapıldı. Türkiye’nin kapitalist mi yoksa “feodal” mi olduğu tartışıldı, geride kaldı. Ancak aynı zamanda “geride bıraktı”. Yarım yüzyıl önce yüzde seksen mujik ile tüm geri kalmışlığı ve küçük burjuva ülkesi olma özellikleriyle birlikte sosyalizme ulaşan, bir ülkenin yanıbaşında… E.H.Carr yazıyor: “… Tarihi bilince sahip kişiler arasında tarihin kendini ender olarak yinelemesinin bir nedeni oyuncuların ikinci gösteride birincinin bitişini bilmeleridir, eylemleri bu bilgiden etkilenmiştir.” (Tarih Nedir İletişim Yay. s. 94)
“Özgünlük” tezlerinin aşırılarının yarattığı tehlikeleri bildiğimden ülkemizi bu tezlerin hiç mi hiç geçerli olmadıkları bir konuma yerleştirmek istiyor değilim. Yalnızca geriye tek çözüm kaldığını ifade etmek istiyorum: Olguyu tarihsel bilinç eksiklikleriyle açıklamak… Yanı başımızda sağlanmış olan bir netleşme, sanki hiç olmamışçasına, tarihte kendisine ilişkin hiçbir kazanım elde edilmemişçesine bütün “saflığıyla yeniden ortaya konabiliyor. Yanlış anlaşılmamalı: Yapılan belirli bir nesnelliğin koşulların elverişliliğinin adeta inat düzeyinde vurgulanması değildir. Yalnızca şunu rahatlıkla söylemek gerekiyor: Türkiye’de nesnelliğin, “geri kalan” yanı, öznelliğin, geçmişteki ve bugünkü eksikliğidir.
Sosyalist geçmişimizin insanlarının kendilerine dayatılan gündemleri aşarak, neyin güncel olması gerektiği konusunda yeterince baskın çıkamadıkları yazılmalıdır. Herşeye karşın “feodalizm mi, kapitalizm mi” biçimindeki kısır tartışma, artık geri dönülmeyecek biçimde aşılmıştır. Bunda nesnelliğin, kendini ayan beyan ortaya koyan bir gelişim sergilemesinin payı daha büyük olmuştur.
Türkiye solunun yakın geçmişindeki özel tartışmaların ötesinde, genel bir tartışma da, “eksikli” bir kapitalizmle sosyalizme geçirilip geçilemeyeceğine ilişkindir. Bu tartışmalarda tarihsel sürecin derinliklerinde kalması gereken varsayımlar, tekrar tekrar öne çıkarılmıştır. 1848’le başlayan Fransız-Alman burjuva demokratik “devrim”lerinden Manifesto’nun kaleme alınışından 140 yıl sonra burjuvazinin ilerici katmanları ile oluşturulabilecek ittifaklar düşünülüyor. İktidar vb. Bir yana siyasal mücadeleye başlamak için demokratik haklar koleksiyonunun tamamlanması bekleniyor. Sosyalist hareket, Paris Komünü deneyiminin öncesine takılıp kalmış gibi…
Böyle bir durgunluğu “açıklayabilecek” dayanaklar, ancak ekonomizmde bulunabilir.
Nesnelliği fetişleştirmek ile nesnelliği veri almak arasındaki ayrımın anlaşılması da ekonomizmi aşmanın olmazsa olmazıdır. Doğrudan nesnelliğin ne olduğunun tartışılması Türkiye sosyalist hareketinin uzun yıllarını aldı. Önümüzdeki yıllar nesnelliği fetişleştirmek isteyenlerle onu kendine veri alanlar arasındaki bir ayrışmaya gebedir. Ancak unutmayalım bu ayrışma “ilk” değildir ve uzun yıllar harcamadan onu sonuçlandırmamızı sağlayacak birikim Ekim’de mevcuttur.
Gerekli olan, bu mirasın güncele uygulanabilmesidir.
Geçmişten ders alarak mücadele verilir; ama geçmişle mücadele verilemez. Önemli olan, içinde yaşanılan zaman bir “geçmiş” haline gelmeden gerekeni yapabilmektir. Özne, eylemine veri alabileceği nesnelliği bizzat seçme şansına sahip olsaydı, mücadele olmazdı, eylem olmazdı…
II
Ekonomizme bakışta geleneksel solun sahip olması gereken ölçütler nelerdir? Görünüşte uyuşmaz ögeler arasındaki heterojenliği çözümleyerek sınıflandırmak, kendi tanımını yapamayacak bu “somut karmaşa”nın sarıp kavrayan bir tanımını yapmak, geleneksel solun görevlerinden biri olabilir mi?
Ekonomizm, ilk bakışta düzensizliktir ve bir marksist için Feuerbach’ın aşağıda materyalist yukarıda idealist felsefesi kadar anlaşılmazdır. Bu açıdan bakıldığında tanımlanabilir, çözümlenerek ögelerine ayrılabilir, nedenleri ve çıkış koşulları ortaya konabilir, ancak anlaşılamaz! Bu anlaşılmazlık, açıklamasını, ekonomizme içsel ögelerin birbirlerine bağlanış -daha doğrusu eklemlenme biçiminde bulmalıdır. Başka türlü de söylenebilir: Örneğin ekonomizmin iradecilikle yanyana geliş mantığı dışsal bir bakışla anlaşılabilir; anlaşılamayacak olan, bu birlikteliğin hüküm sürdüğü bilincin içsel mekanizmalarıdır.
Öte yandan, aynı noktadan yola çıkarak, marksizmi marksizm yapan şeyin de ögeleri arasındaki iç bağlantı, yöntem olduğu vurgulanmalıdır. Marksizmin ögeleri siyasi, felsefi ve ekonomik alanlarda, tarih yazımı alanında marksizmi önceler. Bulanık biçimleri ve oluşmamışlıkları ile tarihsel süreç içinden toplanılabilirler. Örnek olarak sınıf tarihsel yön ve ekonomik tarih yazımını gösterebiliriz. (Diyalektik materyalizmin mekanik materyalizme, tarihsel materyalizmin ekonomik tarih yazımına farkı ve sınıf tanımının o ana kadar hiç ulaşmadığı netlikle çizilebilmesi, Marksizm açısından “önce” ile “sonra” arasındaki farklılıkları ortaya koyar.)
Yukarıdaki açıklamamdan sonra, rastladığımız her “nesnellik”, “determinizm”, ya da “yapının belirleyiciliği” vurgusunun marksizmle doğrudan bağlantısı olduğu saplantısından kendimizi kurtarmalıyız.
Aynı doğrultuda, ekonomizme yaklaşımın, bu konuda diyelim doktora tezini verecek bir akademisyenin yaklaşımından çok, bulgularını reel politik alana uygulayacak “siyasal özne”nin yaklaşımı ile belirlenmesi gerektiğini düşünüyorum. Açık olması gerek: Ekonomizmi tanımlarken ona iliştireceğimiz ya da onda varlığını arayıp bulamayacağımız nitelikler, bizim bakış açımızın sorguladığı nitelikler olmalıdır. Bilgi, ediniliş biçimiyle özneldir, edinme istemiyle özneldir. “Saf” bir nesnellik arayışının özneyi ulaştıracağı yer, nesnellik değil nesneliktir.
III
Bu bölümde, yine ekonomizmle ilgili, sistematik açıklamalar içermeyen, daha çok çağrışımlar düzeyinde notlarla yetineceğim.
Gramsci Modern Prens‘te ekonomizm üzerine yazarken, çözümlediği iki ana ögeyi ortaya şöyle koyuyor: “Teorik sendikalizmin kökeni ne kadar praxis felsefesinde (Marksizm), ne kadar serbest değişime ilişkin ekonomik doktrinlerde, yani son bir çözümlemeyle liberalizmde bulduğu ele alınmak gerekir.” (Birey ve Toplum yay. s. 52) İkinci öge ile vurgulanan, marksizmin doğuşunu önceleyen bir ekonomist potansiyeldir. Tutulması gereken diğer halka ise bu ekonomist potansiyelin, marksizm ile olan etkileşimleri sonucu açığa çıkmasıdır.
Bu etkileşimin, marksizmin belirli ögelerinin liberal ideoloji tarafından özümsenmesi ile gerçekleştiği söylenebilir mi? Örneğin nesnellik vurgusu ve determinizm… Bu pek gerçekçi görünmüyor: Marksizm, içinde topladığı ögelerin basit toplamından farklı bir bütündür; belirli bir ögesinin -bu bütünlükten sıyrılmış haliyle-onu temsil ettiği söylenemez.
Tarihsel kökü marksizmden gerilerde olan İngiliz trade unionlarının bir ekonomist potansiyel barındırdığı çekincesiz söylenebilir. Günümüzün ekonomizminin oluşma süreci ise bilimsel sosyalizmin doğuşuyla başlıyor. Liberal ögenin kendini nesnel bir aşıyla ayakta tutma istemi, nesnelliğe yönelimi, marksizm öncesi materyalizmin kısır determinizmine ulaşıyor. Günümüzde elde kalan ise, bir bir eriyip giden liberal yanılsamaların yeniden üretilerek işçi sınıfına empoze edilmesi çabaları…
Ekonomizm içindeki çarpık determinizm için bir kaynak aranıyorsa, gözler en başta diyalektik materyalizm öncesinin mekanik materyalizmine dikilmelidir. Lenin, ekonomizme ilişkin olarak söylenebileceklerin en tanımlayıcısını söylerken onları “… (toplumsal) hareketin maddenin iç etkileşimiyle belirlenen yolundan bilinçli öğelerce saptırılması”na duydukları tepki ile karakterize ediyor. (Ne Yapmalı s.160) Burada, nesnel yasaların evrensel geçerliliğine duyulan güçlü inanç ile onların çiğnenmesine duyulan tepki nasıl birleşiyor, ekonomistler bunu nasıl beceriyor, anlamak güç. Sanırım ekonomistler, evrensel yasaların yalnızca olmaya hep özen gösteren öznelerin varlığında rahatça işleyebildiklerini düşünüyorlar…
Burjuva ideolojisinde “sivil toplumun kutsallığı” motifi ve zorlama “sivil toplum-siyasal toplum” ayırımı ekonomist yorumlarla sivil toplum alanından çıkışlara karşı yönelecek yeni eleştiri okları da buluyor; sivil toplum alanına bilinçli müdahaleler yalnızca kişinin bireysel doğal (?) haklarına bir tecavüz olmakla kalmaz aynı zamanda ilerlemenin nesnel olarak belirlenen yolunu saptırabilir! Peki, değişen ne? Öncelikle birey miti yıkılıyor: Sivil toplum alanında gruplar kabullenilebilir hale geliyor, hatta sınıfların varlığı da kabulleniyor. Yalnız şu unutuluyor: Sınıfların varlığı ile sınıf mücadelelerinin aynı şey oluşu… (Althusser) Böyle bir kabullenmenin temel mantığı burjuva ideolojisinin temel direklerinden sayılması gereken Toplum Sözleşmesi’nde verilmiş: “Genel istemin kendini iyice dile getirebilmesi için devlet gücünde aynı birleşmeler olmamalıdır ve her yurttaş kendi görüşüne göre kanısını söylemelidir” denildikten sonra şu da ekleniyor: Eğer istemler bireysellikten çıkarak gruplaşıyorsa o zaman bu grupların sayısı olabildiğince çok olmalıdır (Rousseau s. 39-40) Yeni solun ya da liberal sosyalizmin “baskı grupları” mantığını çağrıştırmak için bu kadarı yeterli değil mi?
IV
Öte yandan ekonomizm kimi yönleriyle özneye o kadar da uzak değildir. Hatta kimi durumlarda iradecilikle yanyana bile gelebiliyor. Ancak burada söz konusu olan özne elbette marksizmin kurgusundaki özne değildir. Çok daha güçlüdür. Çünkü, iradesi doğrultusunda tarihi yapmaktadır! İradesini yönlendiren tutku ya da düşüncelerinin maddi varoluş temeli ise henüz sorgulanmamıştır. Gramsci bunu düşünerek şöye yazıyor: “Ekonomizmin siyasal ve entellektüel irade, eylem ve girişim ifadelerine karşı tutumu, sanki bunlar ekonomik zorunlulukların organik dile gelişleri değil de tersine tek etken ifadesi imiş gibi ele alındığından en azından acaiptir.” (Modern Prens s. 56) Aynı garipliğe dikkat çekenler arasında Engels de bulunuyor. Marksizm öncesi materyalizmin “tarihi yapan, insan yönelimlerinin bileşkesidir” düşüncesinde takılıp kaldığını ve hiçbir zaman bilinçli insan iradesinde dile gelen tutku ya da düşünüşleri güdüleyen, ulaşamadığını yazıyor… (Seçme Eserler 3 Sol yay. s. 445-447)
Yukarıdaki birkaç örnek ekonomizmin ister kendini akademik bir nesnellikte bulduğu durumlarda, ister ekonomik mücadele düzeyindeki insanlara duyumsamak istedikleri öznellikleri yanılsamalı biçimde bağışladığı durumlarda, temelini, marksizm öncesinde kalmış bir materyalizmde bulduğunu gösteriyor.
Geleneksel sol kendi ekonomist zaaflarından arınırken, gereğinden çok tevazu gösterip, ekonomizmle ilgili her suçlamayı Marksizme içsel sayma hatasından uzak durmalıdır.