Türkiye solu “sivil toplumculuk” denilen afyondan kendini kurtarmak üzereyken bu kez eski bir belâyı, “zinde güçler” saplantısını, yeni versiyonlarıyla dertli başına kondurmaktan kaçınmalıdır.
Bir süre önce solda oldukça iğreti, buram buram özenti kokan bir gündem yaratılmıştı: Kesintiye uğramayacak bir demokrasi için belirli odakların etkisizleştirilmesi hedefi ve bunun için de, icabında ANAP’a bile koltuk çıkma zorunluluğu… Yakın geçmişte çoğunu büyüleyen bu gündem, bugün pek az kişiye ciddi geliyor.
Buna, sevinmek gerekiyor.
Ne var ki ANAP’lı “sivil toplum” modeline sol adına yöneltilen eleştirilerden bir bölümünün mantığı ve bıçkınlığı, artık dikkat çekmeye başladı. Şöyle düşünülebilir: SHP doğru dürüst muhalefet yapamadığından insanların canları sıkılıyor ve adeta ruh çağrılır gibi ANAP’a “muhalefet” çağrılıyor…
Oysa işin içinde mutlaka “can sıkıntısı”nı aşan gerekçeler, hatta belirli “yönlendirme”lerde olmalıdır.
Görülüyor ki son 8 yıldır uygulanan ekonomik modele, özellikle de bu modelin ANAP’ça sivriltilen yanlarına ilişkin kimi kuşkular doğmaya başlamıştır. Hatta bu haliyle, söz konusu modele ömür biçenler de olabilir. Türkiye’de büyük sermaye bu konuda öteden beri ihtiyatlıdır. Bir adım daha ötede şu söylenmelidir: ANAP karşıtı çıkışların bir bölümünün ardında, bu çıkışlar “sol” da görünse, büyük sermayenin kuşku ve rezervasyonlarının önemli payı vardır.
İşte tam bu noktada, Türkiye’deki siyasal mekanizmalar ve bunların işleyiş özellikleri konusunda yapılacak birkaç gözlem büyük önem taşıyacaktır.
Birincisi: Türkiye kapitalizminin sürükleyici kesimleri, başka deyişle tekelci büyük sermaye, belirli politikaların ve kadroların almaşığını siyasal partiler alanından da önce devlet örgütünün hassas noktalarında aramaktadır. Hep böyle olmuştur. Türkiye’de kapitalizm var oldukça, hep böyle olacaktır.
İkincisi: Ülkede özellikle son 8-10 yılda yaşananlar, kapitalist düzen içindeki ekonomik politika modellerinin siyasal ekrana aşırı kırılarak yansımasına çanak tutucu bir ortam yaratmıştır. Başka bir deyişle, nihai hedefleri açısından aralarında en çok 5 derecelik fark bulunan iki ekonomik politika, son yılların yoğunlaşmış yanılsamaları yüzünden siyaset-ideloloji ekranına neredeyse 90 derecelik bir açıyla yansımaktadır.
Bu iki basit gözlem güncel verilerle desteklendiğinde ortaya çıkan ise şu olacaktır: Türkiye’de büyük sermayenin, öncelikle asker-sivil güç odaklarında belirli almaşıkların oluşmasına kaynak ve destek olması doğaldır. Sol için önem taşıyan ise bu tür almaşıkların ikinci gözlemde sözü edilen kırılmanın da etkisiyle giderek “sol” bir albeni kazanması, hatta çoktan kapatılması gereken bir defteri yeniden öne çıkarmasıdır.
Bu, tehlikelidir.
Özellikle yakın zamanlarda liberal hülyalara karşı verilen mücadelenin kızgınlıkları henüz soğumadığından, tehlike biraz daha artmaktadır. O halde yeri gelmişken, Türkiye sosyalist hareketi açısından önem taşıyan küçük hatırlatmalarla yetinilebilir.
Türkiye’de sosyalist hareketin sorunu, kişiliğini kazanıp kendi ayaklan üzerinde yürüyebilme sorunudur. Bu sorunu belirleyen baş değişken ise, tek başına ne eksiksiz siyasal liberalizm ne de 30’ları andırır, “sosyalist sisteme yakın bakan” bir etatizm’dir.
Birincisi Avrupa Komünizmi’nin, ikincisi ise “kapitalist olmayan yol”culuğun daniskasıdır. Sosyalizm adına sosyal demokrasiden çöplenme politikasını tu kaka ilan edip öte yanda, “Atatürkçü” kadroları sosyalizme ikna etmek için ömür harcamayı doğru bulmak, mümkün değildir.
Türkiye’nin yapısını bir bütün olarak belirleyen, bazı siyasal gelenekler değil bu tür geleneklere verdiği yeni, geri dönülmez biçimlerle birlikte, kapitalizmin çıkarları ve sınıf mücadeleleri konjonktürüdür. Kimsenin kuşkusu olmamalı: Bu yeni biçimlenmeden İttihatçılık, ulusal kurtuluşçuluk, Atatürkçülük, 27 Mayısçılık vb. gelenekler de nasibini almıştır.
Bugün sosyalist siyasal hareket dışında jakobenizm üretmeye çalışmak, Jakobenizmin özünü tüketmek demektir.
Eski bir defteri bütünüyle kapatmak için gene hiç unutmamak gerekiyor: Uygulanan ekonomik modelin almaşığı, sosyalistler için, “karma” ya da devletçi düzen değildir.
CHP-SHP kuyrukçuluğunun almaşığı “Atatürkçü” güç odaklarına yönelik ruh çağırma seansları uygulamak değildir.
Sivil toplumcu vb. partileşmelerin almaşığı, Nasırcı bürolaşmalar değildir.
İzolasyonu kırmanın yolu, ya liberalizm ya da devletçilik adına küçük siyasal ihaleler almak değildir.