Sovyetler’ce başlatılan yeni süreçlerin uluslararası sosyalist harekette öncelikle “sağ” yönelimlere yol açabileceği Gelenek’te sıkça vurgulandı. Yeni süreçlere ilişkin “sağ” yorumların tanıdık yakından bilinen “yerli” örnekleri üzerinde de duruldu. Tüm bu çözümlemelere şöyle bir ek düşüldü: Sağ yorumlar kaçınılmaz biçimde içsel tepkilere neden olacak ve bir süreç içerisinde kesinlikle “sapma” olmayan ama özde “sol” bir almaşık belirginlik kazanacaktır.
Ortaya çıkan gelişmeler en genel hatlarıyla bu söylenenleri doğruluyor. Gene de somut süreçler her zaman oldukça karmaşık bağlantılarla gerçekleştiğinden bir ek daha yapmanın yararı olabilir: Sosyalist sistemden kaynaklanan yeni yönelimlerin “sağ” yorumlarını hedef alan sol tepkilerin yanında en azından bir süre için bu kez doğruda durmasını becerememekten kaynaklanan “daha sağ” çıkışlar da gündeme gelebilecektir.
Bu yazıda elbette uygulamalı diyalektik öğrenmiyoruz ama gelişimin “doğrusal” değil de “sarmal” niteliği dendiğinde kastedilen herhalde bu tür örnekler olmalı!..
Bunları akla getirten Oya Baydar’ın Yeni Düşün‘de yer alan bir yazısı oldu. (Yeni Düşün Nisan 88 “Hainlere Müminlere ve Özgürlüğe Dair”) Baydar’ın söz konusu yazıda değindiklerine kaynaklık eden siyasal geçmişine deneyimlerine saygı duyuyoruz. Dahası Baydar’ın içtenliğinden sosyalist bir dünyaya yönelik güzel umutlarından da kuşkumuz yok. Ne var ki, Baydar’ın değinmesinin aynı zamanda doğruda durmasını da beceren bir dengeye oturabildiğini söylemek mümkün değil. Daha açık söylemek gerekirse Baydar kimileri doğru ve haklı da olsa tepkilerini geçersiz ve sakıncalı bağlantılarla yoğurup öyle dile getirmiş. Bu haliyle de söyledikleri ister istemez örgütlü sağ yoruma yönelik bireysel ve “daha sağda” bir tepkiden öteye geçmiyor.
Baydar’ın çok çektiği anlaşılan “mahkum edici” bir zihniyetin burada yeni örneklerini vermek aklımızdan geçmez. Yalnızca şunu hatırlatmak istiyoruz: Özü haklı olan tepkiler önce yanlış çağrışımlar sonra da zorlama sentezlerle bütünlenip dile getirildiğinde çok arzu edilen doğru yerine tam tersi bir uca savrulmak da olasıdır.
Bu noktada okurlara Baydar’ın yazısı hakkında genel bir fikir verecek alıntılar yapmak gerekiyor. Baydar öncelikle sosyalist harekette sıkça rastalanan uygulamalardan söz edip bunları kıyasıya eleştiriyor. Özetle örgütlü harekette sürekli olarak günah keçileri, hainler, kötü adamlar, ajanlar, satılmışlar vb. yaratan bir anlayış… Şöyle diyor Baydar: “Hani kendi zaaflarımızın, kafamızdaki sorulara kendi cevapsızlığımızın, bilimle ilgisi olmayan neredeyse dinsel bağnazlığımızın ürünü kendi yarattığımız ‘kötü’ adamlar…” (s. 9) Baydar herhalde kişisel deneyimlerinden de yararlanarak böyle hainlerin nasıl yaratıldığına şöyle açıklık getiriyor: “Sosyalizmde kişinin hain ilan edilip kurban seçilmesi sürecinin önce soru sorana farklı düşünene tepkiyle başladığını onun etrafında bir güvensizlik ve sevgisizlik çemberi yaratıldığını, kolektivitenin dışına çıkarılıp kolektif akıldan yoksun bırakılarak gerçekten hainlik sınırına kadar zorlanabileceğini biliyorum.” (s. 10)
Baydar’ın izniyle vurgulamak istiyoruz: Yukarıda anlatılanlar en genel anlamda “biz”den çok Türkiye sosyalist hareketindeki özel bir geleneğin ustalık alanıdır. Değinilen hastalıkların geniş bir kesime sirayet etmiş olması mümkündür; ancak mikrop kaynağı özel bir geçmişe sahiptir. Hastalığın üstüne ciddi biçimde yürünebilmesi bu kaynağın enine boyuna eleştirisiyle mümkündür.
Buna “gücünüz” var mı?
Ama öyle üstünkörü değil ciddi ciddi. Bu görev sürekli olarak es geçilirse yakınmalar inandırıcılığını yitirecektir. Dahası belki de Baydar’ın aklına bile gelmeyen bir el çabukluğunu çağrıştıracaktır dışarıdaki insanlara: Kazanımlar yiğitlikler ve “savaşım”lar hep oranın ama hastalıklar olumsuzluklar vb. Türkiye sosyalistleri olarak “bizim”… Bu olmaz. Sonra şu da olmaz: Türkiye sosyalist hareketinin kendi tarihi ve ilkeleri çerçevesinde kendi adımıza kendi çabamızla ve kendi içimizden bulup çıkarmamız gereken hastalar ve hastalıklar da bir glasnost rüzgarında tümden Stalin’in omuzlarına yıkılıverecek ve başkaları selamete çıkacak!
Hiç olmaz.
Ancak Baydar’ın yazısında asıl sakıncalı gördüğümüz ve “sağ” yorumlara açık kapı bırakan bölümler kuşkusuz bunlar değil. Baydar’ın kanımızca en talihsiz girişimi bu içerikteki bir yazının üstüste iki paragrafına “Buharin”i çok düşünüyorum son günlerde” cümlesiyle başlaması. (s. 10)
Uzun yıllardır yurdundan uzakta yaşamak zorunda bırakılan Baydar’ın İstanbul dururken Buharin’i düşünmesi bir rastlantı olmasa gerek. Bu noktada üzülerek ama çok açık yazmak zorundayız: Deneyimli bir sosyalistin geçmişin acı olaylarını ve sosyalizmin temel sorunlarını sürekli olarak Buharin’le birlikte düşünmeye başlaması oldukça düşündürücüdür. Düşündürücüdür, çünkü Türkiye sosyalist hareketi doğruda duramayanlarla doludur. Düşündürücüdür, çünkü doğruda duramamanın başlıca nedenlerinden biri bazılarının önemli kavramları bu kavramlarla organik bilgi ilişkisi olmayan tekil olgularla birlikte dahası ikisini sürekli bir özdeşlik içine yerleştirerek ele almalarıdır.
Buharin’i düşünmek başkadır, örgüt içi demokrasi sorununu sürekli olarak Buharin’le birlikte düşünmek başka… Kimse kimseye Buharin’i de düşünme yasağı koyacak değil. Geçmişte Aybar yüzünden Türkiye’de bir revizyonizm-kitap okuma özdeşliği kuruluverdiğini unutmayalım. Goşizm-öğrenci eylemi çiftlemesi bir başka örnektir. Hepsi yanlıştır, hepsi koftur. Sosyalist demokrasi sorununu düşünmek mümkündür. Sosyalist demokrasi sorununu, Stalin ve Buharin ile birlikte de düşünmek mümkündür. Ama sosyalist demokrasi sorununu hep Buharin’le birlikte düşünmek başka bir şeydir…
Baydar, ne yazık ki, daha ürkütücü şeyler de yazıyor. Şunu çok ürkütücü buluyoruz: “Buharin’i çok düşünüyorum son günlerde. İdama nasıl gittiğini sosyalizmin o günlerdeki efendileri onu sosyalizm ve devrim adına ölüme mahkum ettiklerinde…” (s. 10) Bazı yakıştırmaları Baydar’ın ağzından duymak çok şaşırtıcı oluyor. Ama doğrusu biz Baydar’a hiç yakıştıramıyoruz: Geçmişte sosyalizmin bir takım “efendileri” var ve bu “efendiler” insanları sosyalizm ve devrim adına ölüme gönderiyorlar! Bir de Taner Akçam vardı. Almanya’da yaşamak zorunda kalanların mutlaka böyle konuşmaları mı gerekiyor?
Olasıdır ki, Baydar “o dönemki efendiler” derken bu dönemki yerli “efendiler”e duyduğu tepkiyi dile getiriyor. Baydar’ın bugünün yerli efendilerine tepkisi varsa bunu başka türlü dile getirmesi daha doğru olmaz mı?
Baydar, sosyalizmi “büyük bir arayış” olarak tanımladıktan sonra ekliyor: “(Sosyalizm) beşyüz yıl sonrasının gerçeği insanlığın gerçek geleceğidir. Bu arayışın ilk adımlarını atıyor insanlık henüz. Henüz yolun o kadar başındayız ki…”
Bu yazılanlar, ilk ağızda çağrıştırdıklarının da ötesinde “sağ” bir içerik taşımaktadır. Baydar’ın farkında olduğunu hiç sanmıyoruz ama bu söyledikleri doğrudan doğruya Geleneksel Sol’ un büsbütün dışında, tam tamına Yeni Sol bir konuma tekabül etmektedir. Şunu söylemek istiyoruz: Eğer sosyalizm beşyüz yıl sonrasının gerçeği olarak görülüyorsa henüz ilk adımlardaysak, yolun bu kadar başındaysak, 1917 için tek ülkede sosyalizmin yaşaması için İkinci Büyük Savaş’ta Nazi belasını defetmek için katlanılan fedakarlıkların o kadar az anlamı vardır ki… Eğer Baydar’ın söyledikleri gibi bakılırsa sosyalizm denen şey beşyüz yıl sonrasının işi ise “sosyalist sistem” ve “reel sosyalizm” kavramlarının “iki sistem arasındaki mücadele” anlayışının ciddi hiçbir içeriği, özü olamaz. Kimseden bu kavramları ciddiye alması beklenemez.
Baydar gerçekten de kendini bu kadar “özgür” hissetmek istiyor mu Baydar bu kadar ileri gitmeyi gerçekten istiyor mu?
“Ve şimdi genç arkadaşım hain kim mümin kim; kafası aydınlık kim kafası karışık kim; dost kim düşman kim buna karar verme hakkını artık kendimden başkasına tanımıyorum.” (s. 10)
Kollektif tartışma kanallarından geçtikten sonra son çözümlemede elbette böyle olmalı. Ama baştan beri böyle olması gerekmiyor muydu? Baydar çok mu geç kaldı? Geç kalmak bir yerde önem taşımıyor. Önemli olan gerçeği gecikerek yakalamanın coşkusuyla insanın sınırsız bir hata yapma özgürlüğü hissetmesi yaşamadıklarını bir çırpıda “aradan çıkarıverme” tutkusuna kapılmasıdır.
Baydar böyle yapmamalıdır.
Bu noktadan sonra söyleneceklerin Baydar’la hiçbir ilgisi bulunmuyor. Genel bazı hatırlatmalar yapmak istiyoruz.
Türkiye sosyalist hareketi hep vurgulandığı gibi artık çocukluk dönemini geride bırakıyor. Yaşanan olgunlaşma sürecinde belirli olguları yönelimleri seçip çıkartmak ve adını koymak eskisi kadar güç görünmüyor. Böyle bir olgunluk döneminde inandırıcılığı ve çekiciliğini giderek daha çok yitiren olgulardan biri şu: İkide bir, hatta neredeyse periyodik biçimde “mutlak hakikat” keşfetme hastalığı…
Mutlak hakikat keşfetme hastalığı sosyalizmde de çok görülür. Üstelik salt bizde değil, Avrupa’da da vardır. Avrupa’da sol bugüne dek sosyalizmin başarısızlıklarını açıklayan sayısız mutlak hakikat keşfetmiştir: Tek ülkede sosyalizm, bürokrasi, Stalin, otoriterizm vb. vb. Mutlak hakikat hastalığı doğal olarak mutlak başarı beklentilerine de çanak tutabilir: Mutlak hakikatin hakkını veren adımlar kaçınılmaz biçimde mutlak başarıyı da birlikte getirecektir! Ama beklenen gerçekleşmez, böylece yeni bir mutlak hakikat arayışına doğru yola çıkılır. Kimileri de “bu iş olmaz” mutlak hakikatına ulaştıktan sonra arayışlarını bitirirler.
İkinci hatırlatma da gene gereksiz bir komplekse ilişkin. Düşman kamp bilimsel sosyalistlere “nesli tükenmekte olan yaratıklar” gözüyle bakmayı pek sever. Bunu burjuvazinin olağan saldırı ve küçültme yöntemlerinden biri saymak gerekir. Ne yazık ki bazı sosyalistler bu bayağı yakıştırmayı gereksiz yere ciddiye alıyorlar. “Nesli tükenen yaratık” olmadıklarını kanıtlamak için olmadık çabalara giriyorlar.
Hiç gerek yok. “Nesli tükenen yaratık” imajını silmek için bu kez “omurgasız yaratık” görünümü vermek çok ayıp oluyor.