Türk solunun “yenilikçi” kanadının içinde, biri örgütsel bütünlüğe, diğeri tepkici bireylere dayanan iki yorum giderek şekilleniyor. Tüm kişiliksizleşmeye, örgütsel liberalizme, iddiasızlığa rağmen TBKP, bir örgüt kimliğiyle politika üretme niyetini koruyor. Diğer taraftan Baydar’ın açılışını yaptığı, Teber’in destek verdiği ve son olarak Gönül Dinçer’in doruğa yükselttiği niyetlerde ise, böyle bir kollektivitenin “k”sı yok. Fark da aslında bundan ibaret.
Bu süreç bir yönüyle de bir siyaset yasasının yeniden doğrulanışı: Her politika uç yorumcularını da yaratır. Geleneksel solda liberaleşmenin uç yorumu, kimi bireylerdeki toptan inkarcılık, örgüt düşmanlığı, kötümserlik ve sorumsuzlukla kendini belli ediyor. Bu yazı “uç yorumculuğun”, Dinçer’in imzasını taşıyan son örneğini (“Zor İş Dogmatizmden Kurtulmak” Görüş 27 İst. Şubat 1989) merkez alacak.
Yukarıda adları geçen üç yazarın -O.Baydar, S.Teber ve G.Dinçer- aynı eğiliminçerçevesinde düşünülmesini, elbette yalnızca teorik benzerliklerinden kalkarak söyleyebiliyorum. Ancak ek bir hatırlatmada da bulunmak isterim. Görüş dergisinin 23. sayısında (TBKP-TSİP birliği ve yasal parti konularında) yöneltilen sorulara altı kişi ortak yanıt vermişlerdi. Baydar, Dinçer, Aydın Engin, Hasan Gürkan, Alaattin Kılıç ve Zülal Kılıç’ın ortaklaşa oluşturduklarını bildirdikleri görüş ve önerileri, dergide “Çağdaş Marksist parti anlayışımız” altbaşlığıyla yayımlanmıştı. Bu “ortaklık” deklarasyonunun varlığı ve çağdaş Marksist parti teriminin bu yazıyla başlayarak Dinçer’in son makalesine kadar bir süreklilik kazanması, en azından Baydar ve Dinçer’i “uç yorumcu” kampta birarada saymak için destekleyici bir veri oluşturmaktadır.
İman ve İnanmak
Dinçer’in sözkonusu yazısı bir anı ile başlıyor. Hikaye bölümü değil, sonuç ve ders önemli: Yazar marksizm’e yıllarca bir din gibi “imanla” bağlandığını düşünüyor; ardından doğru olanın ne olduğu söyleniyor: Soru sormak. Bu “soru” merakına aşağıda yeniden değinmek üzere, önce yadırgadığım noktaları açıkça sıralamak istiyorum.
İlki, Dinçer’in neredeyse sürekli olarak birinci çoğul kişi zamiri kullanması. Şu “biz”in kim olduğunu gerçekten merak ediyorum. Örneğin okuyucular yazıyı okudukları sırada bu çoğulluğun manyetik çekimine tabi mi olacaklar? Yoksa Dinçer’le aynı kuşaktan ya da siyasi geçmişten gelenlerle sınırlı mı kalacak “biz”? Belki de terim gelmiş geçmiş tüm solcuları kapsamına alıyor… Sanıyorum, Dinçer’e kalsa “imanlılar”ın sınırı ülkemizi de aşarak, nerede sosyalist varsa oradan başlardı.
Cevap hangisi olursa olsun siyasette ve bilimde inanma-bağlanma gibi felsefe ve metodoloji alanlarına ait bir sorunun, anılar ve dost sohbetleri bağlamında çözümlenivermesi, yadırgadığım ikinci nokta. Dinçer anı-sohbet türünden ayrılmadan da, bir-iki teorik fikir ifade etmeyi yalnızca deneseydi bile, söylenecek karşı-teorik şeyler mutlaka bulunurdu. Ama şimdiki durumda, iman ile inanma-bağlanmanın, birincisi dinsel-dogmatik, ikincisi düşünsel alanlara ait kategoriler olduğunu açıklamaya girişmek için herhangi bir neden görünmüyor. Yalnızca şu kadarını söyleyeyim: Toplumsal düşüncenin, yani bilim, ideoloji, politika vb. hiçbir departmanından, inanma-bağlanma faktörünü, dolayısıyla öznel faktörü kovma olanağımız yoktur. Öznel faktörün varlığı nesnel bir zorunluluktur; bu kadar açık ve basit. Kovulmak istenirse, aslında yerine başka ve üstü örtülü bir öznellik konmuş olacaktır. Marksizmden ziyade pozitivizme denk düşen bu yeni öznelliğin gidebilirse varacağı noktada politikaya, değiştirmeye, insana yer yok. Politika rafa kaldırılmıyor; rafa kaldırılsa geri indirmek mümkün olur. Yapılan politikanın varolmadığı bir mekan tanımlamak oluyor.
Dinçer’in “biz”inin eskiden, dogmatik olduğu zamanlar, huzurlu ve rahat olduğunu öğreniyoruz. Tabular yıkıldığında huzursuzluk başlıyor. Sorular ve sorunlar derhal üşüşüyor. Dinçer, (benim terimlerimle) politika yapılan zaman huzurlu, politika terkedilirken huzursuz… Birkaç adım daha atılıp süreç tamamlandığında, bu şikayetin silineceği bir konformizm “ülkesi”ne varılır. O noktada, politikanın iyice dışına çıkıldığında, yazar hiç olmazsa sosyalist politika yapmaya uğraşanlara uzaktan saygı duyar hale gelebilecektir. Bir yol daha var. Eğer konformizm ülkesine ula