Ekonomi-politiğin kökü merkantilizme kadar uzanan serüveni sonlandı mı? Yoksa burjuva biliminin, cennet bahçesinden kovulan bu bilim burjuvaziye yönelik tehdidini yitirmeksizin varlığını sürdürecek mi?
Burjuvazinin yükseliş çağında feodal üretim biçiminin tarihsel olarak aşılmış olduğunu göstermenin bilimi olarak en yüksek noktasına ulaşan burjuva ekonomi-politiği, toplumsal yükselişini törelleştirdiği burjuvazi tarafından ihanete uğratıldı. Marx, Kapital‘in birinci cildinde, Ricardocu ekonomi-politik okulunun 1830’lardaki ölümünü burjuva ekonomisinin dejenerasyonunun belirtilerinden biri olarak çözümledi. 1 Burjuvazinin yükselişi öyle hızlıydı ki ekonomi politiğin nesnelci yapısından alınan güçle ilerlemek ile ilerledikçe gericileşip bu nesnelciliği dışlamak, çok kısa bir zaman aralığına birlikte sığdılar.
Ekonomi-politiğin bu kovuluşu, yine de geç bir kovuluştur: Kendi tarihselliğinin farkında olmayıp, başlangıçta temsil ettiği sınıfın toplumsal amaçlarına yönelik pratik çözümler üretmek için ortaya çıkan; daha sonra da kapitalist üretim biçimini kendine evrensel ve tarih dışı model alıp ondaki yasallıkları arayan bir ekonomi-politikten, kendi tarihselliğini varlık nedenini ortaya koyabilen marksist ekonomi-politiğe sıçrama engellenemeyecek kadar geç… Burjuvazi, bundan dolayı Ricardocu okulun yozlaşmasıyla “marjinal devrim” arasında, teorik anlamda bir savunma konumu yaşamak zorunda kaldı; gündemin marksist ekonomi-politiğe karşıtlık merkezinde belirlenmesinden hep rahatsızlık duydu. Yeni bir ekonomi anlayışının gerekliliği, bu dönem boyunca burjuvazi tarafından yakıcı bir biçimde hissedildi. Yeni bilim sınıf savaşımına ilişkin çağrışımlar uyandırmamalı, ideolojinin “pislik”lerinden arınmış olmalı, nitelik açısından doğa bilimlerine benzemeliydi. Bu ekonomi anlayışında bir gerilemeye karşılık gelmekteydi: Belirli bir üretim ilişkisi çerçevesinde örgütlenmiş bir toplumun hareketinin yasalarını açığa çıkarmaktan tarih-dışı soyut bir toplumun üretim etkinliğine “genel-geçer” pratik bilgiler sağlamaya doğru…
Burjuva gericiliğinin sevimsiz anti-tarihselciliği daha kuruluş aksiyomları düzeyinde yeni “bilim”in yapısında kendini gösterdi: İnsanlar yüzyüze geldikleri alternatifler arasında rasyonel seçimlerle bireysel tatminlerini maksimize etmeye çalışırlar, insanlar doğal çevrelerini doğrudan ya da dolaylı biçimde değiştirerek tüketimleri için gerekli nesneleri elde ederler vb. Ekonomik olgular toplumsal içeriklerinden soyutlanarak doğa-insan karşıtlığı merkezinde ele alınır. Kapitalizmden önceki bütün üretim biçimleri, insanların insan doğasına en uygun toplum düzenini ararken geçtikleri marazi toplum düzenleri olarak kolayca yargılandılar; klasiklerin nesnelci bir biçimde göstermeye çalıştığı ahenkli kapitalist düzene ilişkin söylem neo-klasiklerde öznelci terimlerle yeniden yaratıldı.
1870 yıllarında gerçekleşen “marjinal devrim” ekonomik düşünce tarihinde büyük bir kopuşu ifade eder. Bir tarafta nesnelci ekonomi anlayışının tek mirasçısı olarak olgunluğunun doruğundaki marksist ekonomi-politik, diğer yanda burjuvazinin teorik alandaki savaşımında kullanmak üzere inşa ettiği marjinalizm. Bu noktadan sonra burjuvazi, negatif-tanımlanmış bir ekonomi anlayışına sahip olmanın rahatsızlığından bir dereceye kadar kurtulacak ve kendi “bilimsel” gündemini marksist ekonomi-politikle mümkün olduğu ölçüde ayıracaktır. Uzaktan bakıldığında bilgi üretimi yanılsamasını doğuran önvarsayılmış bilgilerin manipülasyonu, neo-klasik ekonominin temel uğraşı olacaktır.
“Ekonomi-politik, meta ekonomisine özgü çeşitli olguları açığa çıkarmaya yönelik özel bir bilim olarak gelişmiştir. Ekonomik yaşamın genel normlarını teorize etmeyi amaçlamaz…. Ama yine de bu genel normlar, ekonomi-politiğin -işleyişi özellikle meta-ekonomik biçimlere dayanan- kapitalizmi inceleyişi sırasında gün ışığına çıkarılırlar.” 2 Marksizm, ekonomi-politiğin meta ekonomisinin gelişmesi ile paralellik gösteren varoluşuna dikkat çektiğinden dolayı da “aynı zamanda bir teori tarihi sunmayı da üstlenen bir tarih teorisidir.” 3 Marksizm öncesi ekonomi-politik için üzerinde çalıştığı toplumsal ilişkiler bütünü doğal ve ölümsüzdür; bir bilim olarak kendi varlık koşullarının saptanması ise bir sorun olarak duyulmamaktadır. Sonuç, toplumsal düzeyde yalnızca yatay düzlemde işleyen, tarihsel nedensellik motifinden yoksun bir bilimdir. Kapitalist toplumun ölümü genel olarak öngörülememekte ya da doğa-insan ilişkisi üzerinde sezilmektedir. (Ricardo’da azalan kâr oranı yasasının yeni işletmeye açılan tarımsal toprakların verimsizliğinden çıkarılması gibi) Kapitalizm-öncesi üretim biçimleri de bilimsel araştırmanın ilgi alanı dışındadır ve artık insan doğasına en uygun olan ölümsüz kapitalist toplum düzenine ulaşıldığı için bunların incelenmesine gerek yoktur. Varolanın değişmezliği ve törelliğini göstererek insanların daha iyi bir toplum düzenine ilişkin tasarılarını budamak, özellikle yozlaşma döneminde marksizm öncesi ekonomi-politiğin en büyük ilgi alanı olmuştur.
Marksist ekonomi-politiğin en önemli başarılarından biri kapitalist üretim biçimine özgü özel yasalardan yola çıkarak diğer üretim biçimlerinde de değişik biçimler altında gözlenebilen daha genel ve daha soyut yasalara ulaşma çabasıdır. Örneğin meta ekonomilerine özgü yasalaştırılabilirlikte hem çözümlediğimiz üretim ilişkisinin olumlu tanımını hem de daha önceki üretim biçimlerinin bu gelişmişlik altında kendini gizleyen olumsuz tanımlarını buluruz. Kapitalizmin tanımını yapmaksızın feodalizmi çözümlemek olanaksızdır: Kapitalizm öteki üretim biçimlerine özgü özelliklerin kendisine uzaklıkları cinsinden ortaya konulduğu referans noktasıdır. Marksist ekonomi-politiğin son derece kapsamlı amacının unutularak, tarihsel bakımdan geçici bir dönemin içsel mekanizmalarının açıklanmasının odak noktası yapılması ölümcül bir hatadır.
Ütopik sosyalizme karşı kazanılmış üstünlüklerin anlamsız bir söylem haline gelmesine izin vermeyelim ve bu kazanımların özüne inerek sosyalist özneyi onların yol göstericiliği ile donatalım. Marksizm, bulduğu yanıtlar kadar sorduğu sorulardır…
II
Bu noktaya kadar ekonomi-politiğin genel tanımı ve konumu üzerinde duruldu. Yazının geri kalanında teorinin Marx’tan günümüze uzanan dönemdeki iç hareketleri -en genel hatlarıyla- ele alınacak.
Teorinin yaşadığı iki durgunluktan birincisi, Marx’ın ölümünden sonraki yirmi yıla denk düşer. Bu dönemin sonunda birinci kuşak marksistler denilen kuşağın ortaya çıkışını görürüz (Lenin, Buharin, Luxemburg, Hilferding). Dönemin özelliği bu yazarların her birinin, “kapitalist üretim biçimi kuramını ya somut bir toplumsal formasyona uygulama amacı gütmesi, ya da ‘Kapital’in öğretisini değişen dünya koşulları altında kuramsal yönden yeni bir senteze ulaştırmaya çaba göstermeleridir.”4 Siyaset momentindeki canlılık teorinin somuta yakınlığını iyice azaltır. Kriz teorileri ve emperyalizm, dönemin en revaçta konularıdır. Teorinin soyut çatısı, ele alınan somut konularla ilişkisi düzeyinde işlenir yukarıdaki yazarlarca: Yeniden üretim şemalarından yola çıkarak eksik tüketim olgusuna, oradan da emperyalizme varmak gibi ya da kriz olgusunu ilgilendirdiği ölçüde azalan kar oranları yasasının soyutuna inmek gibi. Bu yazarlar için, daha sonra açığa çıkacak olan kapitalizmin saf teorisi-aşamalar teorisi ayırımı belirmemiştir ama teorinin en soyut düzeyleri ile daha somut düzeylerini hakkını vererek aynı anda gözönüne alabilmek iyice zorlaşmıştır. Öte yandan geri planda, her ikisi de marksist olmayan Bortkiewicz ve Tugan-Baranowsky’nin adı ilerde çokça geçecek çalışmalarını görürüz. Bu yazarların her ikisi de değer yasasından serbest rekabetçi kapitalist toplumdaki üretim fiyatlarına ulaşmaya ilişkin transformasyon probleminin Marx’taki ele alınışına eleştirel bir yaklaşımda bulunurken, Tugan-Baranowsky, ayrıca genişlemiş yeniden üretim şemalarından yola çıkarak kapitalist birikimin soyutta sorunsuz işleyebileceğini göstermeye çalışır. Baranowsky’nin tartışmasında kullandığı dil oldukça anti-tarihselcidir: Kapitalist krizlerin tek nedeni sektörler arası oransızlıktır; ve denge konumunu sağlayan oranları gözeten bir “üretim direktörü”nün varlığında, denge konumunda birikim olanaklıdır. Baranowsky kapitalizmde tanımı gereği böyle bir “üstün özne”nin olamayacağını ve üretici güçlerin kesimler arası dağılımının değer yasasının işleyişiyle oluştuğunu kavramaz. Kısaca eksik-tüketimcilerin kapitalist birikim süreci karşısındaki anlayışsızlıklarına vulgar bir tepkisellik söz konusudur. Karşı cephede Rosa Luxemburg aynı genişletilmiş yeniden üretim şemalarından yola çıkarak kendi dışında kapitalizm-dışı üretim biçimlerinin yokluğunda kapitalist bir toplumun birikimi gerçekleştiremeyeceğini ileri sürer. Luxemburg, genişletilmiş yeniden üretim şemalarını birkaç yıl izledikten sonra “birkaç kolay kurala uyularak şemanın sonsuza değin uzatılabileceğini bunun gerçek yaşamda böyle sürtünmesiz sürüp gitmeyeceğini” söyle.5 Kabul etmek istemediği, “sürtünmesiz sürüp gitmeme”nin karşıtının “sürtünmeleriyle birlikte sürüp gitme” olduğudur. Birikimin olanaklılığını göstermek için ve denge konumu varsayılarak oluşturulmuş şemaları kullanmakla bir amaç-araç uyumsuzluğunu yaşar. Kendinen önceki eksik tüketicilerin hatasına düşerek üretim eylemini bireysel tüketime uzanan tek yönlü bir cadde gibi düşünemez; kapitalist toplumda bunların ayrışabileceğini görür ama bu çelişkinin nesnellikte çözüleceğini düşünerek, çözülme anını pre-kapitalist toplumsal yapıların tükendiği zaman olarak çözümler. Siyasi coşku teorik uzak görüşlülüğü bilediği gibi köreltebilir de. Çelişkinin varlığı doğrudur ama çözülüşü çelişkinin onu yaşayan öznenin bilincine yansıdığı anla doğru ilişkilidir, siyasaldır. Buharin, sorunu kuramsal düzlemde anlayamayışından dolayı Luxemburg’u eleştirirken, Lenin Sermaye Birikimi‘nin yazılışından on üç yıl önce, narodniklerle artık-değerin gerçekleştirilmesi ve pazar sorunu üzerine tartışmasında, kapitalistlerin kendi arasındaki pazara dikkat çeker ve pazar sorununa dış ticarette çözüm aramanın yanlışlığını yazar: “Açıktır ki dış ticaret, burada işin içine katılmamalıdır. Çünkü onu işe karıştırmak, sorunun çözümünü bir milim bile ilerletmez, sadece sorunu bir ülkeden birkaçına yayarak çözümü uzaklaştırır.”6 Yeniden üretim şemaları saf kapitalist bir toplumda (yalnızca proletarya ve burjuvaziden oluşan ve üretim biçimi açısından kendisinden farklılık gösteren diğer toplumlardan izole bir toplum) birikimin olanaklılığını gösterir. “(Marx) Hiçbir zaman dengeli gelişmenin koşullarının soyutta sağlanmasının mümkün olduğunu inkar etmedi. (Sağlandığında krizlerin gerekliliğini ortadan kaldıracak koşullar) Onun inkar ettiği, bir kapitalist toplumda sağlanması gereken bu soyut koşullara yönelik gerçek bir eğilim olduğuydu. Aksine bu koşullar ancak rastlantısal olarak gözlemlenebilirdi.”7 Kriz teorisi konusunda karşıt cephelerde Trotsky ve Kondratiev, benzer şekilde, krizlerin bozulan bir denge durumundan yeni bir denge durumuna geçişin kapitalist üretim biçimi altındaki belirişi olduğu sonucuna vardılar. Kapitalist sistem bir denge konumu çevresinde salınırken, dengeyi ancak başka bir dengesizlik konumuna geçerken yaşayabilen bir sarkaca benzemektedir.
Lenin 1916-17’de kaleme aldığı Emperyalizm-Kapitalizmin En Yüksek Aşaması ile marksizme somutun zenginliğini karşılayacak yeni kavramlar kazandırmakta öncülüğü üstlenir. Eser, somutun zenginliğine yanıt verecek şekilde yeni çözümsel araçlarla donatılan marksist çözümlemenin nesnelliğe müdahale yeteneğinin kanıtıdır.
Yukarıda en genel hatlarıyla verilmeye çalışılan bu yükseliş Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra durulur. Sosyalizmin Avrupa’daki şiddetli yenilgisi ve Sovyetler Birliği’nde tek ülkede sosyalizmin kuruluşuna odaklanan teorik çabalar durgunluğun ilk bakışta görünen nedenleridir. Batı’da, şimdilik her biri kendi ülkesindeki siyasal etkinlikle sıkı ilişkili fakat kendilerinin siyasi yaşamdan alıkonulmalarıyla ülkelerindeki teori-pratik bağının kopacağı üç marksist -Gramsci, Korsch ve Lukacs- bir geçiş kuşağı olarak değerlendirilmelidir. Bu kuşaktan sonra marksist geleneğin somut siyaset ve ekonomi-politikle ilişkisi iyiden iyiye kesilecek ve meslekten felsefecilerin marksizm üzerindeki egemenliği başlayacaktır. Gözler, marksist çözümlemenin nesnesi olan tarihsel-toplumsal süreçten ayrılacak, marksist çözümlemenin kendisi bir inceleme nesnesi olacaktır. Bu döneme siyasi çözümsüzlüğün yarattığı kaçınılmaz bir narsizm dönemi olarak bakabiliriz. Marksist çözümlemenin tarihine ilişkin olan ve özellikle Batı’yı merkez alan her çalışma bu noktada ipuçlarını yitirir. Marksist ekonomik düşüncede kısmi bir canlanmayı yeniden yakalayabilmek için oldukça ileri zamanlara sıçramak gerekir. Perry Anderson’a göre bu yükseliş 70’li yıllara denk düşer ve kahramanları Ernest Mandel (Late Capitalism), Harry Braverman (Labour and Monopoly Capital) ve Michel Aglietta’dır (A Theory of Capitalist Regulation). Tekelci Sermaye‘deki “yarı Keynesçi” çerçeveleriyle Baran, Sweezy ve Magdoff bu yükselişe dahil edilmezler.8
Harry Braverman’ın Emek ve Tekelci Sermaye‘si, burjuva biliminin nesnesi olarak 20. yüzyılda emek sürecindeki yeni biçimlenmeleri ele alarak önemli bir boşluğu doldurmuştur. Mandel’in Geç Kapitalizm‘inin amacı ise “Kapital‘de Marx tarafından ortaya çıkarılan kapitalizmin hareket yasalarından yola çıkarak, kapitalist üretim biçiminin savaş sonrası tarihini açıklamaya çalışmak”tır.9 Bu çaba oluşturulmuş bir tekelci kapitalizm teorisinin somut bir formasyona uygulanması olarak algılanamaz: Kapital, kapitalist üretim biçiminin rekabetçi döneminin teorisi olmasına rağmen gelmekte olan tekelci döneme ilişkin azımsanamayacak ipuçlarını içerir, fakat nesnelliğin sözü edilen dönemdeki gelişmemişliği tekelci dönem kapitalizminin teorileştirilmesine nesnel bir engel oluşturmuştur. Daha sonraki dönemlerde marksist teoride bir çekingenlik egemendir ve tekelci dönem kapitalizminin teorileştirilmesi konusunda fazla bir şey yapılamadığını söylememek için hiç bir neden yoktur. Geç Kapitalizm, Mandel’in teorileştirilmemiş somuta teorileştirmeyi hedef almayan bakışıdır. Bu anlamda yapıtta bir tahlil değil bir tasvir buluruz: Değerli ve hacimli bir gözlemler kataloğu. Yazarın tarihselliği gözönüne alma kaygısına katılmamak elde değildir ama eğer ekonomi-politik tarihin zaman ekseni boyunca soyutlanmasından kaynaklanan bir zaman-dışılık taşıyan bir bilim ise, Mandel’in ele aldığı olgular tarih ile ekonomi-politik arasında bir yerde sıkışıp kalmaktadır. Kanımca bu sıkıntının en önemli nedenlerinden biri çözümlemenin somuta yaklaşma kaygısının doğurduğu kapitalizmin saf teorisinden kopuştur. Değer teorisinin somutu çözümleme konusunda hiçbir kaygısı bulunmayan “akademisyen savaşçılara” bırakılması hiçbir yarar sağlamayacaktır. Şu anda, marksist gelenek ekonomi-politiği algılayışında bir tekleşmeyi sağlayabilmiş değildir ve üzerinde anlaşmaya varılmış bir marksist söylemin bulunmadığı bu durumda verili teorik çerçeveyi somut bir formasyona uygulamaya girişen her eser “verili” teorik çerçeveyi kendi terimleriyle yeniden üretmelidir. Bu değer yasasının kendisine, sorun ve kısıtlarına göre eserin en başında bir konum belirlemesi yapmak ve çözümlemenin geçerlilik alanını tanımlamak demektir.
Tekelci dönem kapitalizminin çözümlenmesine ilişkin benzer bir çekingenliğe Sweezy, Baran ve Magdoff üçlüsünde de rastlayabiliriz. Tekelci fiyatlarla ilgili hiçbir genel kanun çıkarılamayacağı, çünkü böyle bir kanun olmadığı savunulmaktadır.10 Aynı yerde tekelci bir fiyatın belirlenmesine çok sayıda etkenin etki etmesinden dolayı kesin bir kuramın ortaya konulamayacağından dem vurulmaktadır. Bu tezin zorunlu sonucu kapitalist üretim biçiminin tekelci döneminin nicel terimlerle teorileştirilemeyeceğinin ilanıdır. Maddenin hareketine ilişkin yasalar, soyutlanıncaya kadar yokturlar; tabii ki düşünsel olarak! Nesnel gerçekliğin belirli soyutlanmış yasalar yardımıyla zihinde yeniden üretilememesi, olguların özneye dışsal alanda başıboş geliştiğini göstermez. Dış dünyanın rasyonelliği aksiyomu, her çözümlemenin temel aksiyomudur. Rasyonel olan ise son çözümlemede çözümlenebilir olandır. Belirleyenlerin sayısı ne kadar artarsa artsın, belirlenim tek şekilde açıklanabilir ve insan bilgisinin amacı da budur. Sonuçta tekelci dönemin nicel terimler üzerinde teorileştirilemediğini söylemekle, teorileştirilemeyeceğini söylemek arasında çok fark vardır: Birincisi yerinde, ikincisi ise hatalı ve materyalist yasallık nosyonuna aykırıdır. Bu konuda savunulabilecek üçüncü bir tez ise retrospektif bir değerlendirme ile “teorileştirilemezdi” sonucuna varmaktır. Böyle bir tez en azından tartışılır bir tezdir ve marksist çözümlemenin gelişim sürecini etkileyen iç dinamiklerin inceden inceye araştırılmasını gerektirir.
Öte yandan, Anderson’un aynı sayfalarda sözünü ettiği “Morishima, Steedman, Roemer, Lippi, Krause, ve diğerleri tarafından yürütülen yoğun kavramsal ve metodolojik tartışma”yı11 tanıdığımız ilk ikisinin eserlerine dayanarak, kapitalizmin saf teorisindeki çalışmalar olarak sınıflarsak, şu uyarıyı yapmak gerekli olur: Marksist çözümlemenin farklı soyutlama düzeyleri olduğu doğrudur ama bunun bu düzeylerde bağımsızca çalışabileceği anlamına gelmemesi gerekir. Sözü edilen yöntemsel bir ayrımdır ve bir düzeyin bittiği yerde diğeri başlar. Somut kapitalizmin işleyişini çözümlerken karşılaşılan teorinin diğer ucunu görememe sorunu, kapitalizmin saf teorisi içinde benzer biçimde kendini gösterir. Kapitalizmin saf teorisinin veri aldığı soyut kapitalizm, kendisinden sapma gösteren somut kapitalizmin anlaşılabileceği çözümsel bir araçtır. Değer yasasını marksizmin örgüsünden ayırıp, teknik bir konu haline getirmek, somutu çözümlemenin önemine ilişkin vurguyu ortadan kaldırmak demektir.
III
Marksist teori gelişiyor ve şu kural entellektüel düzeyde bu gelişmeyi taşıyan insanlar için de geçerliliğini sürdürüyor: Tarihi, eylemiyle ilerleten öznenin eyleminin bilincindeliği gerekmiyor. İnsanın varoluş sürecine yabancılaşmasını çözmenin teorisi olan marksizmin gelişkinliğinden doğan zorunlu işbölümü, teori için çalışanların teorinin tüm gövdesini aynı anda kavrayarak ona yabancılaşmayı önlemesini büyük ölçüde zorlaştırıyor. Sadece ekonomi-politiğiyle, siyaset teorisiyle, felsefesiyle bu bütünü kavramak değil; ekonomi-politiğin farklı soyutlama düzeylerini hep birlikte kavramaya çalışabilmek bile yaşam süresini aşan bir görev oldu. Neyse ki iki avantajımız var: Birincisi, bütün diğer üretim süreçleri gibi bilgi üretim sürecinin de toplumsallaşmasıdır; diğeri ise marksizmin daha yola çıkış noktasında kendini gösteren farklılığı sonucu öznenin, teorinin, sınır boylarında dolaşmaksızın da marksistçe düşünebilmesi, davranabilmesi…
Bütün diğer alanlarda olduğu gibi teorik alanda da belirli bir şiddet gerekli oluyor.
Dipnotlar ve Kaynak
- R.L.Meek; Politics and Ideology and Other Essays Chapman and Hall Ltd., s.56
- Közö Uno; Principles of Political Economy Harvester Press Ltd., (Sunuş), s.19
- Perry Anderson; Tarihsel Materyalizmin İzinde, Belge yay., s.19
- Tayfun Ertan; “Rosa Luxemburg ve Sermaye Birikimi”, (Sermaye Birikimi’ne Sunuş), Alan yay., s.7
- Michael Bleaney; Underconsumption Theories International Publishers, s.188
- V.I.Lenin; Rusya’da Kapitalizmin Gelişmesi, Sol yay., s.32
- Maurice Dobb; On Economic Theory and Socialism Routledge and Paul Kegan Ltd., s.196
- P. Anderson; a.g.e. s.28
- Ernest Mandel; Late Capitalism, New Left Books, s.11
- Sweezy Magdöff Baran; Çağdaş Kapitalizmin Bunalımı, Bilgi yay., ss.46-47
- P. Anderson; a.g.e., s.29