Marx’ın yöntemine en genel anlamda ad bulmak sorun olmamıştır. “Diyalektik yöntem” denilir, doğrudur da. Oysa bu yöntemin Marx tarafından kullanılışındaki ayrıntıları, incelikleri ve özellikleri kavrayabilmek o denli kolay değildir. Marx, yönteminin özelliklerine ilişkin önemli ipuçları bırakmıştır geride. Bunlardan kalkarak ve Kapital, Grundrisse gibi çalışmalarda rastlanan destekleyici örneklerle, yöntem sorununa genel bir yaklaşım denemesinde bulunulabilir.
Marx, diyalektik yönteminin özelliklerini başlı başına bağımsız bir çalışmanın konusu yapmadı. Kimi kaynaklara göre Marx böyle bir çalışmaya girişmek istemiş, ancak özellikle ekonomik politik alanındaki araştırmalarının yoğunluğu nedeniyle zaman bulamamıştır. Gerçek nedeni tam olarak bilemeyiz. Ancak, aynı konuda Isaac Deutcher’in yaklaşımı yerindedir. Deutcher’e göre diyalektik, Marksist düşüncenin grameridir; gramerin yaşayan lisanla öğrenilmesi gibi, diyalektik de, formülleri düşünülerek değil ,“tarihteki ve çağdaş sorunlardaki özgül, geniş ve hayati konular yakalanarak” sergilenebilir.1
Gerçekten de yöntemin kavradığı nesneyle sımsıkı birlik oluşturup onunla adeta kaynaştığı durumda, bunu kendi nesnesinden ayırıp didaktik biçimde “vazetmek” özel güçlük taşır. Güçlüğün dışında, böyle bir çabanın ister istemez tıkızlaştırıcı sonuçlar vermesi de mümkündür.Çok farklı alandan da olsa bir örnek geliyor akla: Dünya futbolunun gelmiş geçmiş en büyük golcüsü tutup gol koklama ve atma ”yöntem”lerini bir kitapta anlatacak olsa, olayın gerçek zenginliğini nereye dek verebilir? Sindirerek de olsa, bu “yöntem”leri yalnızca okuyanlar, büyük golcü olabilirler mi?
Amacım, Marx’ın yönteminde ön plana çıkın öğeleri yeniden hatırlatmak. Bunun ötesinde bir iddiam ya da çabam yok. Gerekçesi salt tevazu sanılmasın. Marx’ın yöntemini kullanarak somut durumlara yönelecek yeni çözümlemelerin dışında, bizzat bu yöntemin kendisine ilişkin “temel katkı” fikrini, kimden gelirse gelsin ciddiye almak bence çok güç. Bunu söyleme “dogmatizm yapmak” olmaz. Çünkü teorik biçimlenmelerden değil, yöntemin özünden söz ediyorum. “Dogmatizm” teorinin özel bir biçimlenişine saplanıp kalmaktır.
Dolayısıyla, tarihsel gelişimin ürünü olarak ortaya çıkan yeni olguların,teorinin özel biçimlenişleri ötesinde, Marx’ın temel yöntemini de sorguya çekebileceği düşüncesi, bana göre hiçbir çekicilik taşımıyor. Yukarda sözü edilen türde bir sorgulamanın açık açık yapılamadığını biliyorum. Ancak “teorik biçimlenme” alanında öyle savlar ileri sürülebiliyor ki, bunların daha derindeki yöntem sorunu ile ilişkili olmamaları mümkün değil. Amaçlarımdan biri de, doğrudan olmasa bile, bu tehlikeye işaret etmek.
Söylenenleri gereğince tartmak için herhalde en başta “yöntem” nedir, Marx’ın temel yaklaşımı nasıl anlatılabilir, bunları görmek gerekiyor.
I.
Marx’ın yönteminin kavranılmasında can alıcı nokta, biri soyuttan somuta, ötekisi ise somuttan soyuta yönelen iki çözümleme biçiminin birbiriyle nasıl kaynaştığını görebilmektir.
Marx’ta somuttan soyuta yönelen süreç, hiç kuşkusuz, ötekinin basit bir süs ya da eki olarak kabul edilemez. Gene de, Marx’ın yönteminde, soyuttan somuta yönelme özel bir önem ve ağırlık taşır. Başka deyişle, Marx’ın yöntemindeki ana süreç budur. Marx’a özellikle anglosakson ampirizmi açısından yaklaşanların onu Hegel’in sadık tilmizi olarak değerlendirme eğiliminde olmalarının nedeni de aynıdır.
Ancak, sorun bundan ibaret değil. Marksist düşüncenin somutla, yaşanan gerçeklikle bağını kimi durumlarda işgüzarca vurgulama merakı da, soyuttan somuta gidişin önemini gözardı ettirebiliyor. Burada, basit bir yanlış anlamanın rol oynadığını sanıyorum. Daha doğrusu ortada bir “karıştırma” vardır.
İstisnasız her felsefenin, dünya görüşünün ya da bilimsel çözümlemenin ilk ağızdaki malzemesi elbette somuttur. Somut, her düşüncede bir “ilk uyarıcı” işlevi görür. Ne denli örtülse de, en katıksız idealist yaklaşımda bile somutun harekete geçirici işlevi yadsınamaz. Ancak tüm bunlar maddenin ilk algılanışına ilişkindir. Çözümleme ise, algılamanın ötesinde, ondan farklı bir süreçtir.
Sorun bu çerçevede ele alındığında Marx’ın genel çözümleme sürecinde ilk aşamayı soyutlamaların oluşturduğu görülecektir. Çözümleme sürecinin başlaması ile birlikte, ortaya, dış dünyayı kavramada büyük kolaylık sağlayan yalınlaştırıcı soyutlamalar çıkar. Bu soyutlamaların yöntemsel işlevi, “ham” bir görünüm sunan verili somutu çeşitli ilişkileri ile birlikte yeniden üretmede aracılık etmeleridir. Elbette nihai hedef gene somuta, onun zenginliğine ulaşabilmektir. Ama bu kez onu bütünsel biçimde kavrayabilmek üzere düşüncede “yeniden kurarak”…
Bu süreci daha yakından görmek yararlı olabilir. Marx, Katkı’nın “Giriş” bölümünde, hemen ilk ağızda girişilecek soyutlamaların önemini ortaya koyar. Somut olarak görünen ve algılanan, çeşitli karmaşık eklemlenmelerden oluşan bir bütündür. Bu haliyle somut, en çok bir “kaos” sunar bize. O halde bu somutluğu anlayabilmek için yapılması gereken, onu daha sınırlı ve daha belirlenmiş biçimde ele almaktır.İşte, soyutlamalar süreci devreye burada girer. Ancak bu soyutlamaların kullanımıyladır ki adım adım yeniden somuta yönelebiliriz. Sonunda ulaştığımız somut artık bir “kaos” değil, çeşitli ilişkilerin (yalnızca nesnelerin değil) zengin, bilimsel olarak da kavranılabilir toplamıdır. Yapılan iş, gene Marx’ın deyişiyle, somutun “düşünülmüş bir somut olarak yeniden üretilmesi”dir.2
Aynı noktayı Marx Grundrisse’de şöyle vurgular: Somut, gözlem ve tasavvur için bir hareket noktası olsa bile çözümleme sürecinde bir sonuçtur. Çünkü somutun bizzat kendisinin oluştuğu süreç ile onu düşüncede yeniden üretmenin yolları ayrıdır.3
Marx’ı aynı anda hem kaba materyalizmden, hem de Hegelci idealizmden ayırmada, bu son vurgu sanırım büyük önem taşıyor. Bir kere düşünce, çözümleme faaliyetinde, maddi süreçleri bir gölge gibi izleyemez; çözümleme, maddi süreçlerin bir izdüşümü olamaz. Bu, kaba materyalizme özlü bir reddiyedir. İkincisi, tüm soyutlamalarıyla birlikte çözümlemenin hedefi herhangi bir ide’nin açılımına ulaşmak değil, tam tamına maddi dünyanın kendisini kavramaktır. Bu da, Hegel idealizmi ile sınırların kesin biçimde çizilmesidir.
Soyutlamanın önemi ve soyuttan somuta yönelen sürecin işlevi bir örnekle pekiştirilebilir. Marx, üretim faaliyetinin çözümlenmesine, tek tek somut üretim alanları dışında soyut bir üretim kavramı ile başlar. Kuşkusuz bu soyut kavram kendi içinde çeşitli eklemlenmeler ve belirlenmeler de barındırır. Dolayısıyla ancak bu soyut üretim kavramıyla somut üretim süreçlerine sınıflayıcı ve ayıklayıcı biçimde yaklaşabiliriz. Hangi üretim olgularının hangi tarihsel dönemlere ve toplumlara ait olduğunu saptayabiliriz. Böyle bir yaklaşım da, yaşanan somutu, geçici ve kalıcı, arızi ve özsel yanlarıyla birlikte tanımada bize yardımcı olacaktır.4
II.
Marx’ın yönteminde somuttan soyuta diyebileceğimiz süreçlerin gerçek yeri ve önemi nedir?
Bu soruya doyurucu bir yanıt verebilmek için Marx’ın yönteminin diğer özelliklerini görmek gerekir. Az önceki bölümü dikkatlice okuyanlar için bir nokta şimdiden açıktır: Marx’ın yaklaşımında, önemli olan, tek tek nesneler ve bunların özel konumları değil, ilişkileri ve bu ilişkilerle birlikte oluşturdukları bütündür. Çelişki, ancak ilişki ile kavranabilir. Maddi dünyadaki hareket olgusunu da ancak bu ilişkilerle birlikte ve onları kavrayarak yakalayabiliriz. Engels bu noktayı, süreçlerin incelenmesinin “şey”lerin incelenmesine öncelik taşıması biçiminde vurgular.5
Aynı nokta Kapital’in ilk bölümünden hareketle örneklenebilir. Bilindiği gibi Kapital malların çözümlenmesi ile başlar. Ancak bu çözümlemede asıl önem taşıyan, tek tek somut malların çözümlenmesi değil, aralarındaki ilişki sorunudur. Önemli olan ayrı malların belirli bir ilişki aracılığı ile ortak bir öze indirgenebilmesidir. Değişim süreci (ya da ilişkisi) aracılığı ile ulaşılan bu öz emektir.6
Bu örneği vermemin nedenini de açıklamak isterim. Hemen anlaşılabileceği gibi, mallardan hareketle değişim ilişkisine uzanan süreç, belirli açılardan somuttan soyuta yönelen bir içerik taşır. Marx’ın yönteminde soyuttan somuta yönelen ana süreç, belirli bir tarihsel kesite özgü ilişkileri daha net ortaya koyup böylece daha yetkin bir hareket anlayışına ulaşmak üzere, bu kez somuttan soyuta yönelen süreçlerle desteklenir.
Şimdi, önemli bir konuya atlanabilir. Biri soyuttan somuta, öteki somuttan soyuta yönelen iki süreç “farklı” zamansal düzlemlerde incelenebilir. Başka deyişle Marx’ın düşüncesinin bir bütün olarak gelişmesi ile, belirli bir konunun belirli bir çalışmada ele alınış biçimi, araya set koymadan, ama dikkatli biçimde ayrıştırılabilmelidir. Marx’ın tek tek kimi çalışmalarının somuttan soyuta yönelen çözümlemelerle başladığını görmek kimseyi şaşırtmamalıdır. Çünkü daha bütünsel olarak bakıldığında, somuttan soyuta yönelen bu sürecin, Marx’ın düşünsel yaşamının bütününde soyuttan somuta yol alan ana çizginin özgül bir uğrağı olduğu görülecektir.
Başta Kapital olmak üzere, Marx’ın kapitalist ekonominin olgularını ele alıp çözümlemeye yönelen tüm çalışmalarının temeli, kapitalizmin ekonomik yasalarının tarihsel ve geçici niteliğini ortaya çıkaran daha önceki bulgusudur. Düşünsel yaşamının bütününde en genel anlamda soyuttan somuta yönelen ana çizgi, çeşitli uğraklardaki çalışmalarda bu kez somut- soyut zincirinin de kullanıldığı yaklaşımlarla ayrıntılandırılmış ve pekiştirilmiştir.
Özetle, somuttan soyuta yönelen süreç, somut gerçekliği daha eksiksiz kavramanın ve ana öğeleri oluşmuş bulunan “hareket” anlayışını ete kemiğe büründürmenin vazgeçilmez bir aracıdır.
III.
Marx’ın, yönteme ilişkin önemli ipuçları verdiği bir başka metin de Kapital’ın 2.Almanca baskısı için yazılan “Sonsöz”dür. Burada, Kapital’den hareketle Marx’ın yöntemini değerlendiren bir yazardan alıntılar yapılmakta, daha sonra da Marx, aynı yazarın kendi yönteminin özünü kavradığını söylemektedir.
Oysa Vyestnik Evropy yazarı Marx’ın araştırma yöntemini (method of inquiry) katıksız gerçekçi bulurken sunuş yöntemini (method of presentation) bir de “ne yazık ki” kaydını düşerek Alman-Diyalektikçi olarak değerlendirmektedir. Marx, bunu kabul etmektedir. Yöntemin daha derinliğine kavranmasında önce Vyestnik Evropy yazarının değerlendirmesi, sonra Marx’ın bunu kabulü ve nihayet yaptığı bir “ek” önem taşıyor.
Vyestnik Evropy yazarının Marx’tan itiraz görmeyen değerlendirmelerinden biri şöyledir: (Marx) için, belirli bir tarihsel kesitte olguları yönlendiren yasadan çok, bu olguların, gelişim sürecinde değişik biçimlere bürünmesini yöneten yasa önemlidir.7
Bu değerlendirme yöntem açısından önem taşıyan bir ayrımla ilgilidir. Marx’ın çalışmalarının özeti, yaşamın genel hareket yasalarının (diyalektik) belirli bir sürece (ekonomi) ve onun özel bir uğrağına (kapitalizm) uygulanmasıdır. Elbette kapitalist ilişkilerin kendi özel yasaları da vardır. Ancak bunlar, hareketin genel yasaları ile bir ve aynı şey değillerdir. Kapitalizmin yasaları, belirli ilişkilere özgüdür; önemli olan, bu “belirli” ilişkileri üreten ve değiştiren yasaların neler olduklarıdır.
Örnek, gene Kapital’den bulunabilir. Kapitalizmin derinliğine çözümlenmesi ile ortaya çıkarılan bir yasa, diyelim, sermayenin kapitalist toplumdaki biçimini ve hareketini gösterir. Ancak, tarihsel sürecin bütününde, örneğin ticaret ve faiz sermayelerinin gelişimini yönlendiren, elbette kapitalizmin özel yasası değil, hareketin genel yasalarıdır. Başka deyişle sermayenin ilkel biçimlerinden modern sanayi sermayesine geçişi yönlendiren yasalar ile modern sanayi sermayesinin kapitalist toplum içindeki hareketini açıklayan yasalar birbirinden farklıdır. Vyestnik Evropy yazarı, bu açıdan haklıdır.
Ancak, gene aynı noktaya ilişkin olarak tarihselci bir yaklaşımın özelliklerini de gözardı etmemek gerekir. Kapitalizm, geçici bir kategori de olsa, gerçek hareketin yasalarının kavranmasında özel bir önem taşır. Çünkü kimi yasalar ne denli genel ve evrensel olurlarsa olsunlar, kavranılabilmeleri (bilince çıkarılabilmeleri) için, kapitalizm gibi bir olgunluk ve zenginlik gerekir. Marx Grundrisse’de bunu açık biçimde dile getirir: Her çağda geçerli en soyut kategorilerin bile ortaya çıkarılabilmesi, ancak belirli tarihsel ilişkilerin oluşmasıyla mümkündür.8 Dolayısıyla Marx, hareketin genel yasalarından kalkarak kapitalizmi belirli bir yere oturttuğu gibi kapitalizmin ayrıntılı çözümlemesinden çıkarak hareketin genel ve soyut kategorilerine ulaşabilmektedir.
Yeniden hatırlayalım: Vyestnik Evropy yazarı, kapitalist ekonomiyi ve onun yasalarını çözümleyen Marx’ı bir bakıma selamlarken, toplumların tarihsel gelişimini genel yasalarla açıklayan Marx’ı “Alman-diyalektikçi” (belki de Hegelci) bulmaktaydı…
Marx’ın, kendisinde bulunan bu “dikotomi”ye yanıtı son derece önemlidir. Aynen alıyorum: “Kuşkusuz, sunuş yöntemi, biçim açısından araştırma yönteminden farklı olmalıdır. İkincisi (araştırma yöntemi, M.Ç.) verili malzemeyi ayrıntılarıyla ele almalı, değişik gelişme biçimlerini çözümlemeli ve iç bağıntılarını bulup çıkarmalıdır. Ancak bu çalışmadan sonradır ki gerçek hareket gerektiği gibi sunulabilir.Eğer bu başarılı biçimde gerçekleştirilir ve ele alınan konunun yaşamı fikirlerde yansıma bulursa, bu kez önümüzde sanki a priori bir kuruluşun durduğu görünümü ortaya çıkabilir.”9
Marx’ın bu değinmesi, Grundrisse’de yer alıp az önce referansta bulunduğum vurguyla tam tamına örtüşüyor: “Somutun bizzat kendisinin oluştuğu süreç ile onu düşüncede yeniden üretme yollarının farklılığı”, araştırma ve sunuş yöntemleri arasındaki farkın da ana belirleyicisidir. Marx’ın amacı, gerçek hareketi ortaya koymaktır. Ve “gerçek hareket” kapitalizmin özel kategorilerinin, soyuttan somuta ya da tersine yollarla ortaya çıkarılan özel yasaların ötesindedir. Genel hareket yasaları, kapitalizmin özel yasalarına aşkındır.
Bu “aşkınlığın” kimilerine “mistik” ya da “Hegelci” görünmüş olması elbette mümkündür.
IV.
Katkı’nın, en başta ünlü “Önsöz”ü ile, yöntem sorunu açsından önem taşıdığını biliyoruz.
Marx’ın bu “Önsöz”de yer alan bir cümlesini aktarmak istiyorum. Toplumların tarihsel gelişim ve dönüşümüne ilişkin genel bulgusunu açıklarken Marx şu cümle ile başlıyor: “Ulaştığım, bir kez ulaştıktan sonra da çalışmaların açısından kılavuz işlevi görmüş olan genel sonuç, kısaca şöyle dile getirilebilir…”10
Sanırım kuşkuya yer bırakmayacak ölçüde açık. Marx’ın kapitalizme ilişkin ayrıntılı tüm çalışmalarının temeli ve “kılavuzu”, daha önce ulaşmış olduğu bir genel sonuçtur. Bir bütün olarak Marx’ın temel bulgusu kapitalizmin ekonomik kategorilerinin ayrıntılı çözümlenmesiyle, başka deyişle 1860’tan sonra ulaşılan bir sonuç değildir.
Marx’ın “kılavuz” sonucunun ne olduğu da ortadadır. Yukarıya alınan giriş cümlesinin hemen ardından açıklandığı gibi, sonuç, toplumsal formasyonların üretim güçleri ile üretim ilişkileri arasındaki çelişki yoluyla devindiği, bu süreçte üretim ilişkilerinin bir bütün olarak belirleyici olduğudur. Marx’ı kapitalist toplumun hücresine inmeye davet eden, temel ekonomi politik çalışmalarını ortaya çıkaran, budur.
V.
Öyleyse, gene yöntem açısından, Marx’ın bu “kılavuz” sonucunun nasıl ortaya çıktığını görmek önem taşımaktadır.
Sonuç, soyuttan somuta yönelen global çözümleme sürecinin ürünüdür. Başka türlü de söylenebilir: Marx’ı temel bulgusuna ulaştıran, Hegel’ın diyalektik yasalarının, bu kez gerçek yaşamı kavramak üzere, somut olgu ve süreçlere uygulanmasıdır.
Başka vesilelerle de değindiğim gibi Marx’ın Hegel’i aşmasında Hegel’in sisteminin büyük zaaflarından çok gelişkinliği ve kapsayıcılığı itici gücü oluşturmuştur. Akıllı hiçbir insan her yanı dökülen çürük bir malzemeyi alıp düzeltmeye uğraşmaz. Ancak elbette Marx, Hegelci göklerden bir anda yeryüzüne inivermiş de değildir. Hegel’in sistemine, 19.yüzyıl kapitalizminin ve toplumlarının, özetle yaşanan gerçekliğin gözlükleri ile bakabilmiştir.
Marx’ın Hegel diyalektiğini verimli biçimde kullanabilmesinde, bu diyalektikte “esasen yeri olan bütün ve hareket fikirlerinin yanı sıra belirli bir indirgemeciliğin de önemli etkisi olmuştur. Vulgarize edilmiş bir içerikle batılı yeni solda “indirgemecilik” adına yaratılan umacıyı unutup özellikle vurgulamak gerekiyor: İndirgemecilik başta soyutlama süreçleri olmak üzere bilimsel çözümlemenin vazgeçilmez öğesidir.
Marx’ın yaklaşımında en az anlaşılan noktalardan biri bütünün onu oluşturan sayısız karşıtlıkla birlikte nasıl tanımlandığına ilişkindir. Can alıcı olan şudur: Marx’ta çatışmalar belirli bir birliğin başka deyişle önsel olarak varolan bir bütünün sonuçları olmayıp tersine aynı bütünü oluşturan asal öğelerdir.
Peki nasıl?
Çeşitli karşıtlıkların eklektik bir toplam ya da gevşek bir biraradalık değil de gerçek ve canlı bir birlik oluşturması, ancak, tümünün belirli bir çelişkide ifade bulabilmesiyle mümkündür. Düşüncede bu, ancak indirgenmiş bir sonuç olarak ortaya çıkabilir.
Marx soruna daha 1844’de böyle yaklaşmaktadır. Bu yaklaşımda “aşılmış” ya da “Hegelci” bir yan bulmak mümkün değildir. 1844 Elyazmaları’nda yöntem açısından ilginç olabilecek şöyle bir değinme yer alır:“Mülksüzlük ile mülkiyet antitezi, emek ve sermaye antitezi olarak kavranmadıkça, etkin bağlantısı, içsel ilişkisi ile anlaşılamamış, belirsiz bir antitez olarak kalır -bir çelişki olduğu henüz anlaşılmamış bir antitez.”11
Marx’ın önerisinin açık bir “yöntemsel indirgemecilik” içerdiği sanırım yadsınamaz. “Etkin bağlantı” ve “içsel ilişki” deyimlerinin de, bu yazıda sözü edildiği gibi, nesneleri değil bunların ilişkilerini öne çıkardığı açık olan bir başka noktadır. Nesneleri ve olguları yerli yerine oturtabilmenin yolu, ilişkileri kavrayabilmektir. İlişkiler ise, eğer yeniden bir kaos ortamına düşmek istemiyorsak, özsel olana indirgemeler yapılmaksızın ortaya çıkarılamaz.
Verilen örnekler ve bunların hep birlikte işaret ettiği sonuçtan sonra, henüz kapitalist toplumun “hücre”sine tam inmeden, Marx’ın toplumların gelişimlerini yönlendiren yasaları bilip bunları uygulayabilmesine şaşmamak gerekir. Üretim ilişkileri ile üretici güçler arasındaki çelişki, hem zaman hem uzam açısından, toplumdaki tüm karşıtlık ilişkilerinin birlikte kavranabilmesine olanak taşıyan özdür.
VI.
Marx’ın tüm çalışmasının özünü en kısa biçimde vermek gerekirse, herhalde şu söylenebilir: Diyalektiğin yasalarını önce toplumların gelişim süreçlerine, sonra da, ulaşılan sonuçları pekiştirmek üzere, ekonomi politiğe uygulamak…
Bu özet birkaç noktada açılabilir.12
Genel sonuca “bir kez ulaştıktan sonra,” diyalektik yasaların, toplumsal gelişimin her evresine eşit ağırlıkta ve tüm malzeme ayrıntısıyla uygulanması gerekmez. Daha açığı çağdaş kapitalizm, diyalektik yasaların en verimli biçimde uygulanabileceği “birikmiş” tarihsel malzemedir. Kapitalizmin gereğince çözümlenebilmesi hem retrospektif (geriye) hem de prospektif (ileriye) nitelikte ışıklarıyla, tarihsel doğrultunun kavranmasında önemli yan ürünler de verecektir. Modern sermayenin çözümlenmesinin sermayenin ilkel biçimlerine de ışık tutması, ya da aynı çözümlemenin “mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirileceği” sonucunu vermesi gibi…
Genel diyalektik yasaların somut malzemeye uygulanmasına ilişkin sayısız örnek bulunabilir Marx’ın yapıtlarında. Diyalektiğin yasalarını da biliyoruz. Ancak bunların tümüne Marx’ın yapıtlarından hareketle “uygulama örnekleri” vermek gerekmiyor. Birkaçı yeterli olacaktır.
Önemli bir nokta, tikel çözümlemelerde ya da sınırları belirlenmiş tekil olgulara yaklaşımda geçerli olabilecek klasik “neden-sonuç” bağının, diyalektik bütün çerçevesinde aşılması gereğidir. Diyalektik bütünde klasik neden-sonuç bağı, bu öğelerin her birinin kendi zıddına dönüşebilmesiyle aşılır. Neden, yeni bir bağlamda sonuç; sonuç da gene bir başka bağlamda neden haline gelebilir. Aynı nedenle diyalektik gelişme ileriye dönük sarmal bir nitelik taşır. Kapital’de de belirtildiği gibi paranın ödeme araçlığı işlevinden “kredi parası” doğar; buna karşılık kredi sistemi geliştiği oranda da paranın ödeme araçlığı işlevi gelişir.13
Yadsımanın yadsınması diyalektiğin önemli bir kategorisidir. Gene Kapital’den hareketle bir soru: Kapitalist, bir üretim aracı olarak makina satın aldığında başlayan süreç nasıl çözümlenebilir? Kuşkusuz bu makina, değişim ve kullanım değerlerine sahiptir. Kapitalist makinayı satın aldığında onun değişim değerini yok edip kullanım değerine sahip olur (yadsıma). Buna karşılık, emeğin bu makina ile üretim yapması sonucunda bu kez aynı makinanın kullanım değeri tüketilirken, değişim değeri üretilen nihai ürünün içinde yeniden canlanmış olur (yadsımanın yadsınması). Bu süreçte, makinanın bir dönemki değişim değeri, yeni üründe farklı bir biçimde yeniden ortaya çıkar.14
Para ya da mal sahibi ne zaman bir kapitalist haline gelebilir?
Kapital’de bu sorunun yanıtı Hegel’e atfen, niceliğin niteliğe dönüşümü ile verilir. Doğa bilimlerinde de geçerli olan bu yasaya göre para ya da mal sahibinin kapitalist haline gelmesi “üretim faaliyeti için yatırılan asgari meblağın ortaçağların azami meblağını büyük ölçülerde aştığı hallerde” gerçekleşir.15
VII.
Marx büyük iş başarmıştır.
Pek beylik görünebilecek böyle bir sözü, Marx’ın yaptığı işin belirli açılardan bakıldığında ”bir seferlik” niteliğini vurgulama amacıyla yineliyorum. Yanlış anlaşılmaması için açmaya çalışacağım.
“Bir seferlik” oluş, insanların ikide bir yeni Amerikalar keşfetme zorunluluğunun ortadan kalkmasıyla ilgilidir. Başka bir deyişle Marx, ana giriş kapılarını ardına dek açmıştır. Yeni bir ana giriş arama gereği yoktur.
Yanlış olan, bu ana girişten sonra, ara kapıların somuttan soyuta ya da basit genellemelere giden naif politik kurgularla açılabileceği düşüncesidir. Çünkü Marx’ın iki çözümleme sürecini kaynaştıran yönteminin kullanımı, her dönem ve her yerellik için yeniden ve yeniden gereklidir. Kuşkusuz bu yöntemin nesnesi artık dünyanın ve tarihin en global biçimde ele alınışı olamaz. Bu, gerçekleştirilmiştir. Bugün gerekli olan, ara kapılara da aynı yöntemsel bütünlükte yaklaşabilmektir. Böylelikle, belirli yerelliklerde çok önemli bulgulara ulaşılsa bile, bu bulguların arasında yeni bir “Amerika” yer almayacaktır.
Geçmişten örnek verilebilir. 20.yüzyıl başlarının emperyalizm olgusu ne Marx’ın yönteminin özüne ilişkin ekler gerektirmiş ne de ortaya çıkarılmış olan temel bulguyu kökten değiştirme gereği doğmuştur. Emperyalizm de, faşizm de, sömürge sorunu da, ana girişten sonra yaklaşılabilecek ara kapılardır. Evet, emperyalizm ile Marx’ın bulgusu ekonomi ve politika alanlarında takviye edilmiş, güncelleştirilmiş, düzeltilmiş ancak Marx’ın yöntemi ve temel bulgusu herhangi bir biçimde aşılmamıştır.
Soyuttan somuta gidiş, her şeye karşın, her somut çözümlemede gene gereklidir. Çünkü tarihsel gelişimin belirli bir yerellikte ortaya çıkardığı yeni olguların, ilişkilerin ve kategorilerin sürekli olarak ayıklanması, sınırlandırılması gerekmektedir. Elbette bu olguların, ilişkilerin ve kategorilerin temel çelişki ile olan “etkin bağlantıları” açısından. Sözü edilen yalınlaştırma sürecinde, soyuttan somuta yönelen çözümleme süreçleri gene gereklidir. Günümüz dünyasında somut verilerden kalkarak girişilecek basit genellemelerle, ancak kısa dönemli reel politik hedefler formüle edilebilir ve bunun ötesine geçilemez.
Günümüz, Marksist mirasın ele alınışında yeni tehditlere sahne olmaktadır. Çağdaş toplumlarda ön plana çıkan olguların, kendi aralarındaki ilişkileri belirleyen “etkin bağlantı” dikkate alınmaksızın yeni bir düşüncenin verileri olarak değerlendirilmeleri, böyle bir tehdit oluşturmaktadır. Söz konusu olguların üzerine gidilmesi ve bunlara geçerli çözümler aranması elbette gereklidir.Ancak bu çalışmalarda belirleyici öğenin temel çelişme ve burada odaklanan ilişkiler olması gerektiği de açıktır. Marksist yöntemin dışında, temel bulgudan bağımsız süreçlerle yeni bir felsefe inşa çabaları, tehlikeli bir eğilimi sergilemektedir. Marksizm adına yola çıkanların, çeşitli olguları güncellik açısından istedikleri biçimde eklemleyebilme özgürlükleri yoktur.
Marx kendi döneminde ortaya çıkan karşıtlıklara “eşitçi” bir gözle ya da bunları insanlığa yönelik doğrudan ve gözle görünür etkilerine göre sıralayarak yaklaşsa idi herhalde en çok bir “hümanist” olabilirdi. Günümüz insanlarının can sıkıcı pek çok soruna ilgi duyup bunlara çözümler aramaları doğaldır ve güzeldir. Ama bunun için neden illa Marksist olmak gereksin ki?
Hindistan’ın ve Latin Amerika’nın talan edilmesine, Amerika kıtasında yaşayan yerli halkın soykırıma uğratılmasına, Londra gettolarındaki acımasız yaşam koşullarına, çocuk işçi çalıştırılmasına, Çarlık Rusya’sının sağa sola tehlikeli biçimde yayılmasına okyanuslarda balina neslini tüketen avlanmalara savaş açıp bunların tümüne insani çözümler bulunmasını öneren bir Marx’ı, tanısaydık, herhalde severdik.
Ama ona “Marksist” der miydik.
Dipnotlar ve Kaynak
- Deutscher İsaac; “Das Kapital’i Keşfetmek” Tartışma Defterleri sayı:5, Haziran 1987, s.113
- Marx Karl; “Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı”, çev: S.Belli, Sol yay., 1970, s.69.
- Marx Karl; “Grundrisse” çev: S.Nişanyan, Birikim yay., 1980, s.169.
- a.g.e., s.143
- Engels Friedrich; “Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu”, çev: S.Belli, Sol yay., 1976, s.49.
- Marx Karl; “Kapital”, çev: M.Selik, Odak yay., 1974, s.84.
- a.g.e., s.47.
- Marx Karl; “Grundrisse”, s.176
- Bu önemli vurgunun bir başka Türkçe çevirisi için bkz. Kapital 1.cilt, çev: M.Selik, Odak yay., 1974, s.49. Yukardaki metnin benim tarafımdan çevirisi yapılan İngilizcesi ise şöyle: “Of course the method of presentation must differ in form from that of inquiry. The latter has to appropriate the material in detail to analyze its different forms of development and track down their inner connection. Only after this work has been done can the real movement be appropraitely presented. If this is done succesfully if the life of the subject matter is now reflected back in the ideas then it may appear as if we have before us a priori construction.
- Bk. Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, çev. S.Belli, Sol yay., 1970, s.23. Çevirisi tarafımdan yukarda yapılan İngilizcesi ise şöyle: “The general result at which I arrived and which once won served as a guiding thread for my studies can be briefly formulated as follows..” (Selected Works, c:1, s.362)
- Marx Karl; “1844 Felsefe Yazıları”, çev: M.Belge, Payel yay., 1975, s.99
- Aynı konu için bk. Fedoseyev ve diğerleri; Karl Marx; Biyografi çev.E.Kürkçü, Öncü yay., İst. 1976, s.463-64
- Marx Karl; “Kapital”, s.218
- a.g.e., s.312
- a.g.e., s.452