Kuşaklardan bahsedilir hep.
Şu kuşak şöyleydi, bu kuşak böyleydi.
“60 kuşağı” mı? Onlar bir harikaydı.
“80 sonrası kuşak” da canım çok şanssız.
“Kuşak kavramı insani nesneleri deforme etmeden ifade etmeye çalışan bütün kavramlar gibi çok esnektir. Fakat çok somut olarak hissettiğimiz gerçeklere de yanıt vermektedirler.”1
Bir de özgül dönemlerin “özel” insanları olabiliyor.
Jakobenler, Bolşevikler, “Tek Ülkede Sosyalizm” koşullarının insanları…
Dönemler kendi insanlarını da yaratıyor.
Tarihin insan niyetleriyle açıklanmasına şiddetle karşı çıkan E. Carr, hükümranların ve başkaldıranların, kendi dönemlerinin özgül koşullarının ürünü olduğunu düşünüyor.2
Dönemler insanlarını biçimlendirebiliyor.Daha doğrusu, insanına sunduğu kısırlaştırıcı ya da geliştirici koşullar aracılığı ile bu biçimlenme de önemli bir rol oynuyor.
Dönemler ve insanları arasındaki nesnellik-öznellik bağlamında bir diyalektiği sosyalist mücadele insanı bazında, Türkiye topraklarında, bir tür yeniden üretime sokabilmek için öncelikle üç vurgunun yapılması gerekiyor.
1) Tarihte, herhangi bir dönemi öncesinden ve sonrasından soyutlayarak tek başına bir süreç olarak ele almak mümkün değil. Bir yanda eskide yeninin geçmişte geleceğin kimi özelliklerini, belki de nüve halinde basit bir modelini gözlemleyebilmek olası. Diğer yandan yeni eskiden etkilenerek onun damgasını uzantılarını taşıyabiliyor.
2) Tarihte kimi dönemler vardır ki üzerinde yükselmiş bile olsa, yeni eskinin inkârı ve gömülmesi anlamına gelebilir. Kopuş dönemleri olarak da adlandırılabilecek böyle dönemler, niteliksel bir sıçramanın ifadesi oluyorlar. Bu durumda, yeninin varlık koşulu eskiden kopuşla anlam kazanıyor ve kopuşun net, sağlıklı olması ölçüsünde, yeni süreklilik, kalıcılık kazanıyor.
3) Dönemler, kendi sıradan insanlarını yaratırken, ayrık insanların ortaya çıkmasını engellemiyor. Bu ayrık insanlar, o dönemin koşullarına boyun eğmeyen, bir ölçüde, o nesnellikte kendi koşullarını yaratan ve bu koşullar üzerinde egemenliğini kurabilen insanlardır. Bu insanlar birtakım korunma mekanizmaları geliştirerek, varolan nesnelliğin olası kısırlaştırıcı etkilerinden kendilerini bir ölçüde uzak tutabiliyorlar.
I.
Toplumun en bilinçli, en ileri unsurlarını bağrında toplayan/toplaması gereken sosyalist hareket, insanlarının farklarını, farklı olduklarını yaşamın her alanında ortaya koymak zorundadır.
Sosyalistler, bilimsellikleri, kültürleri, sanatları, ahlâkları, hatta duygularıyla ilerici, farklı olmak durumundadırlar. Ayırdedilmek, çekim merkezi olabilmek buna bağlıdır.
Sosyalist hareket, ayırdedilen bir tipolojiyi üretmek, bu güzelliği yakalamak ve sürekliliğini sağlamak zorundadır.
Dönüşmek ve dönüştürmek, sosyalist mücadele insanı için bir potansiyeldir ve onu güzel yapan da bir bakıma budur. Bu potansiyelin kullanımı örgütlü bir mücadele içinde rasyonellik kazanabilir. Sosyalist mücadele insanı, eşitsiz gelişimin damgasını vurduğu, örgüt teori-pratiğinde dönüşüm ve dönüştürmenin koşullarını yaratır ve bu koşullar üzerinde egemenliğini kurar.
Sosyalist mücadele insanı için varolan, ona sunulan nesnellik, belirleyici değil etkileyicidir. Öte yandan sosyalist birey kendisi ve hareketi için varolan nesnelliği büyük ölçüde dışlayan, ayrı bir dünya yaratmaz, yaratamaz. Bu nedenle mücadele insanının, nesnellik tarafından etkilenmenin belirlenime, yönlendirilmeye dönüşümünü engelleyecek birtakım güvencelere sahip olması gerekir. Ancak, sağlıklı bir örgütlenme ve mücadele anlayışı ona bu tür güvenceleri sunabilir.
Sosyalist birey için ütopizm ve teslimiyet iki uçtaki bataklıklar olarak ortaya çıkıyor. Ne bu iki uç arasında bir ortalama almak ne de birinden kaçmak için diğerine saplanmak… Onun için gerekli olan bir esnekliktir; hareket edebileceği, ama yalpalamalar ve sapmalar için güvenceleri olan bir esneklik.
Bu esnekliğe sahip olunamadığında değişik tipolojiler ortaya çıkabiliyor. Bu tipolojilerden birisi, nihai hedefi (sosyalizmi) mücadele teori ve pratiklerine içselleştirememiş, emdirememiş olanlar. Bu da “gerçekçiliğin” altının fazlaca çizilmesiyle kendini gösteriyor. Bunun faturası ağırdır. Bir enjenktörle, vücudundan tüm umut ve inançları boşaltılmış, özgüvenlerini kaybetmiş bir tipoloji. Böyleleri için gerçekçilik sosyalizmin adını fazla kullanmamak, düzenin sınırlarının dışına çıkmamak ve Bernstein’ı yeniden keşfetmektir. Coşkunun ve umutların böylesi bir yitirilişi, mücadelenin mesai anlayışı ile yürütülmesini beraberinde getirecektir.
Diğer bir tipolojiyi de sosyalist toplumun insanının karşılığını bütünüyle sosyalist mücadele insanında bulma çabası oluşturuyor. Bu anlamdaki tam bir bütünselliği, yani sosyalist toplum insanını bugünden yaratmayı bugünün somut bir hedefi olarak görmemek gerekiyor. Böylesi bir çabanın ürünü ya sosyalist toplumun insanını tanımlamada eksikli bir bilgiye yol açacaktır ya da ütopik bir yaşam ve mücadele biçimine dönüşmekten kurtulamayacaktır. Sosyalizm için mücadele, sosyalist toplumun kurulması için çabalar bütünsel bir süreçtir. Bu doğru. Ancak bu sürecin herhangi bir anındaki insan, hep daha sonrası için eksikli olacaktır. Bu tür zaafların sosyalist mücadele insanında varolabileceğinin kabulü -en azından üzerinin örtülmemesi sürecin her anının hakkının verilmesini kolaylaştıracaktır.
Devrimci demokrat tipolojisinden de bahsetmek gerekli. Varoluş neden ve koşullarından olması nedeniyle, mücadele anlayışlarında düzenin güncelliği ile yoğrulmuş devrimci demokrat tipolojisinin aktivizmi de bir açmazdır, tıkanıklıktır. Zaaflarıyla bugünkü sosyalist hareketin konumunun ve sosyalizmin güncelliğini yaşayan toprakların birçok besleyici kanal sunduğu devrimci demokrat aktivizmin gelişkinlik anlamında ulaşabileceği en iyi yer kendini feda etmenin daha zengin motifleri olmaktan öte bir anlam taşımayacaktır.
II.
Nesnellik her zaman mücadele insanının karşısına birtakım dayatmalarla çıkıyor. Türkiye toprakları da bundan muaf değil.
Sosyalist mücadele insanımız için -biri olumlu biri olumsuz bugün iki önemli dayatmayı saptayabiliyorum.
Bir: Sosyalizmin güncelliğinin mücadele insanına sunduğu zenginlik.
İki: Varolan sosyalist sistemin, bugün ulaştığı ve bulunduğu konumun sosyalist mücadele insanına etkileri.
Her ikisini de ayrı ayrı ele almak ve açmak gerekiyor.
İlkinden başlayalım. Eşitsiz gelişim olgusu, Türkiye’yi dünya konjonktüründe özel bir yere oturtuyor. Bu özel yer ise kısaca şöyle tanımlanabilir: Kapitalist sistem içerisinde, günümüzde sosyalizme en yakın ülkelerden biri olmak. Bu konumun çerçevesini bu şekilde çizdikten sonra içine, bağrında taşıdığı çelişkilerin birikimi, yoğunluğu, işçi sınıfının nicel gelişkinliği, burjuvazinin kendine uzun ve huzurlu bir ömür biçecek net perspektiflerinin olmayışı vs… konulabilir. Sosyalist mücadele insanının bu zenginliğin, sosyalizmin güncelliğinin hissedildiği topraklarda yaşamanın hakkını vermesi gerekiyor.
İkinci saptamayı da şöyle açmak mümkün: Bugün sosyalist sistemin gelişme, iç ve dış sorunlarını çözme anlamında attığı adımlar “sosyalizmin modası geçti” yorumuna kapıyı ardına kadar açmaktadır. Bir de bunlara sosyalizme geçiş ve kuruluş süreçlerini sağlıksız ve sancılı geçiren ülkelerin bugünkü konumları eklenince sosyalizmin prestijinin düşürülmeye çalışılmasının mücadele insanı üzerinde olumsuz etkilerde bulunmadığını söylemek mümkün değil.
Ne yazık ki mücadelenin insanı, sosyalizmin güncelliğinin dayattıklarına inatla gözlerini kaparken, sosyalizmin prestijini düşüren dayatmaları ilgiyle izliyor. Bernstein’a kadar çevrilen gözler bunu yansıtıyor.
Açmazlar yarattığı ve tıkanıklıklarla sonuçlandığı ölçüde varolan eleştirilmelidir. Eleştirmek ve eleştirilmek kimseyi rahatsız etmemeli. Ayakları yere bastığı, içinin doldurulduğu ve küfür niteliği taşımadığı sürece.
Marx’ın dediği gibi, “eleştirinin zincirden düşsel çiçekler oluşturması, insanın o zinciri düş gücü ya da avuntu olmaksızın taşıması için değil, zinciri silkip atarak çiçeği seçmesi içindir.”
III.
Sosyalist veya demokratik mücadele platformunda şu ya da bu şekilde yeralmış olanlarda kalıcılık ve sürekliliğin olamaması kimi açmazların varlığını gösteriyor.
Yılgınlıklar, döneklikler ve kopuşlar insanların olumsuz kişilikleriyle açıklanamaz; açıklanırsa haksızlık edilmiş olur. Aynı şekilde olumlu bir kişiliğe sahip olanların da yeterli güvenceler taşıdıkları iddia edilemez.
“Bireyi biçimlendiren toplumsal koşullar, üç temel düzeyde alınabilir: Genel (bütün olarak verili bir toplum, toplumsal yapı, tarihsel dönem), özel (çevrenin ulusal, sınıfsal ve mesleki özellikleri) ve bireysel (genel olarak söyleyecek olursak aile, grup, yakın çevre)”3
Toplumsal koşulların her üç düzeydeki kokuşmuşluğu bireyde bir takım rahatsızlıklara yol açar. Bu rahatsızlıkların alışkanlık yapması olasıdır. O andan itibaren rahatsız olmak rahatsız etmeyecektir. Birey ve mücadele arasındaki ilk basamağın, bu rahatsızlığın duyulması olduğunu düşünüyorum. Böylesi bir handikabı aşabilen birey kızdıklarına tepki gösterir. Ancak bu, önce refleksler şeklinde ham bir tepkiselliktir. Tepkiselliğin hamlığını aşıp dönüştürücü, değiştirici bir niteliğe kavuşabilmesi düzenle ilgisi kurulabildiği ölçüde gerçekleşecektir. Birey tarafından, düzenle ilişkisi kurulabilen bir sorunun varlığı önemli bir sıçrama tahtası işlevi görecektir. Aksi halde tepkiselliğin bir süre sonra erimesi çözülmesi ve kaybolması işten bile değildir. Kitleler için de sözkonusu olan, sanırım tam da budur.
Düzeni sorgulamayan ve politikanın odak alınmadığı her tür tepkisellik düzen içi kalmak durumundadır. Sorgulayıcı bir kişilik ve politik yaşam biçimi sosyalist mücadele insanı için ayakta kalabilmenin yeter şartı değildir.
Mücadele insanının, iyi niyetlerini ve güçlü kişiliğini hem koruyabileceği hem geliştirebileceği hem de en verimli kanallara akıtabileceği kimi güvence ve sigortalara sahip olması gerekiyor.
Sosyalizmin güncelliğini yaşayan topraklarda, sosyalist olmaya karar vermek mümkün, ama sosyalist kalabilmek çok zor.
Sosyalizm için mücadelede kendini feda etme boyutunun güzellikleri üretkenlik kanalına akıtılmalıdır. Bu nedenle sosyalist hareket, sosyalist örgüt, mücadele insanı için tüm kısırlaştırıcı kanalları tıkamak, tüm besleyici kanalları da sürekli açık tutmak durumundadır.
Kısırlaştırıcı kanalların tıkanması, örgütsüz insanların silinmesi anlamına gelecektir. Kadroların oluşturulması ve üretken hale getirilmesi, sağlıklı bir örgütlenme perspektifinin kucaklayabileceği bir olgudur. Kadroların aritmetik toplamı sosyalist örgütün gücünü ifade etmez. Sosyalist örgüte gücünü veren, kadroların niteliğidir. Nitelikli kadroların buluşturulması eğitimi, mücadele pratiğinde sınanmaları, bireyin varlığı gözardı edilmeden üretken bir kollektivitenin varlığıyla mümkündür.
Besleyici kanalların sürekli açık tutulması ise sosyalist mücadele insanının dönüşme ve dönüştürme potansiyelinin üretken biçimde kullanılabilmesinin koşullarını oluşturmak ve bu koşulları sürekli kontrol altında tutmak ve geliştirmek anlamına geliyor.
Sosyalist mücadelenin insanı, “solcu bir tip” olmamak durumundadır. Birey olmak durumundadır. Üretkenliğin ve gelişmenin önündeki engelleri, büyük ölçüde (sosyalist örgüt tarafından) temizlenmiş birey olmak durumundadır.
Gelişimin eşitsizliği sözü edilen potansiyelin her bir kadro bazında eşitsiz kullanımına da yol açabilecektir. Sosyalist hareket, böylesi bir eşitsizliğin silinmesi için kendisini organize etmelidir. Bu ise, sürecin bütünü gözönüne alınarak, atılacak adımların daha sonrakiler için geliştirici, ilerletici olmasıyla mümkündür. Bu anlamdaki çabaların sürekli kılınması üretilenlerin kalıcılığını garantilerken, üretilecekler için de bir motivasyon kaynağı olacaklardır.
IV.
Sonuç Yerine Kısa Notlar
Bugün, Türkiye topraklarında varolanın tek alternatifi sosyalizmdir, sosyalist iktidardır. Ancak bu, her kapının oraya açıldığı bir kaçınılmaz kader de değildir. Mücadelede kalıcılık ve üretkenliğe giden yolda sosyalist kimlik tek güvencedir.
Bir; sosyalist mücadele insanı, sosyalizmin güncelliğini her an hissetmeli ve bunu tüm yaşam ve mücadele pratiğinde içselleştirmelidir.
Sosyalizmin güncelliğinden bahsetmek, “devrim anı geldi” anlamına gelmiyor. Nesnelliğin sunduğu zenginlik, işçi sınıfının nicel gelişkinliği ve hoşnutsuzluğun varlığı, sağlam bir örgütlenme anlayışı ve örgüt-parti pratiği ile bütünleştiğinde gerçek anlamına kavuşur. Bu anlamda;
İki; sosyalist mücadelenin insanı, mücadelenin uzun soluklu bir mücadele olduğunun bilincinde olmalı ve bunu kabul etmelidir.
Bu bakış açısı sosyalizmin güncelliğini hissetmekle buluşturulduğunda mücadele insanı hem rehavet, hantallık gibi hastalıkların aşısını elde etmiş, hem de prematüre doğum, erken uzmanlaşma ve kadro harcanmasına karşı koruyucu önlemleri de almış olur.
Mücadele insanı eğer bir şeylere kızarak tepkiselliğini şekillendiriyor, yönlendiriyor ise, kızdığı şeyler kaybolunca ya da biçim değiştirince tepkiselliğin ortadan kalkması her zaman olasıdır.
Tepkiselliğin parçalı kazanımların sihirine kapılmaksızın maksimalist bir bakış açısıyla donanımı sağlanmadan, değiştirici-dönüştürücü bir işlev kazanmasının önü baştan tıkanır.
Maksimalist bakış hem bu tepkiselliği kanalize eder, hem de disiplinini üretir. Canlılık, dirilik ve kalıcılık için bu olmazsa olmazdır.
Üç; sosyalist mücadele insanı maksimalist bir bakış açısına sahip olmalı ve hiçbir koşul ya da dayatmanın bunu elinden almasına izin vermemelidir.
Kuşkusuz söylenenler eksiklidir, boşluklar vardır. Zaten, tüm boşlukların önceden saptanarak doldurulması da mümkün değil. Kanımca böylesi boşluklar ve eksikler ortaya çıktıkça, sosyalist mücadele insanının, yalpalamaması ve hareket edebileceği esnekliğe sahip olabilmesi için kişiliğinde şu üç yönü maksimum seviyede tutması gerekir:
Sorgulamak ve hesaplaşmak; hem kendisiyle hem varolanla. Bu, bulanıklığı, muğlaklığı, kararsızlığı siler; yerine netlik, güven ve tutarlılık koyar.
Yaratıcı ve üretken olmak; bu bir zorunluluktur; özgürleştirir ve geliştirir.
İnanmak ve umut etmek; bu, nesnelliğin kimi koşullarının saldırıları için etkin bir kalkan görevi yapacaktır.
Sorgulayan ve hesaplaşan, yaratan ve üreten, inanan ve umut edendir güzel insan…
Sosyalist mücadele insanı güzel olmak ve hep güzel kalmak zorundadır.
Bunların yeniden üretimi ise bireyselliğin boyutunun aşıldığı bir kolektif ortamda güvence altına alınabilir.
Sosyalist olan ve öyle yaşamak isteyenler için güncelliğin dayattığı özünde budur.