Teorik çözümleme gücü, yalnızca marksistler için değil, bütün düşünürler ve eylem adamları için özenilen, edinilmeye ve sergilenmeye çalışılan bir nitelik. Kendini marksizm gibi güçlü bir felsefi-teorik geleneğe ait görenler içinse bu özenme kimi zaman bir saplantı boyutuna da varabiliyor. Saplantıların güçlü bir sorumluluk duygusu ile beslendikleri koşulda yapıcı olmaları bile mümkünken, sorumsuzluk “teorik üretim özentisini” tiksindirici sonuçlara götürebiliyor.
Okur bu girişten sonra nereye varılacağını tahmin etmekte güçlük çekmemiş olmalı: Yeni sol yazar ve “siyasetçi”ler belli zamanlarda en fazla tiksinti uyandırıyorlar.
Reel sosyalizm deneyimini yorumlama konusunda, yeni solun gösterdiği teorik performans biliniyor. Eleştirilerindeki dışardanlığı, sorumsuz bir çözümleme yoğunluğu ile aştıklarını zannediyorlar. Pek çoğu burjuva eleştirmenlerinden ödünç alınma kavramlarla bir tarihi yargılama yolunu seçiyorlar. Bu şekilde bir üçüncü taraf oluşturabileceklerini sanıyorlar. Şaşkınlık içinde olup bitenleri izlemek, ortada kalmak, ayrı bir taraf oluşturmak sayılıyorsa bazen bunu başarabiliyorlar da…
Belki şimdiki zaman kullanmak yanlış, belki onlar da artık “tarihe karışıyorlar”.
Tarihe karışmak bazen bir yeniden doğuş, yeniden “oluş” olabiliyor. Belki de tarihe karışarak, yavaştan uyanıyorlar. Yeni uyanmakta olan bir çocuk sevimlidir. Şimdi şimdi uyanırken sevimli de olamıyorlar. Daha çok şımarık bir görmemişin sevimsizliğini taşıyorlar.
Sevimsiz… Bunca yıl küfrettikleri “bürokratlara” bu defa da bir darbeyi bile beceremedikleri için küfreden şımarık “çocuk”lara en fazla bu sıfat yakışıyor.
Biraz şuna benziyor: Günahıyla sevabıyla bir bayrağı yıllarca taşımış olanların karşısına geçip, bayrak düşer de biz kaparız umuduyla bekleşen çocuklar, şimdi bayrak düşerken bu ağırlığı taşıyabilecek olgunluktan çok uzak olduklarını gösteriyorlar.
Bunlara olup bitenleri bir film gibi seyretmek düşüyor. Film seyircisi bile daha tarafgirdir. Bunlar hayali taraflar üretip, onların ortaya çıkmasını bekliyorlar. Bu hayaletler beklenen kimlikleri ile ortaya çıkmayınca, sıra dayanılmaz hafiflikte ve uzun vadeli öngörüler üretmeye geliyor.
Büyük bir ahmaklıkla, bütün bu olup bitenlerden sonra ulusal sorunun büyük ölçüde çözülmüş olacağı ve artık işçi sınıfının öncülüğünün koşullarının oluşmuş olacağı söylenebiliyor. 1 Bürokratların tükenmesinden sonra, Yeltsin’in de çözüm üretemeyeceği ve onun da tükeneceğini söylüyorlar, böylece yığınların “öz”ünden fışkıran bir sosyalist demokrasinin olanaklarının 2 belirginleştiğini “görüyorlar”. Bazıları “ne şiş yansın ne kebap” diyerek, daha dün “ne yaparlarsa razıyım” dedikleri kitlelere “mesafe koyuyorlar”.
Gerçeklikle ilişkisi ve teorik tutarlılığı olmayan belki olması da gerekmeyen kavramlar ve “analizler” yığını ile gelişmeleri değerlendiriyorlar.
Zafer’i kitlelere, “yenilgiyi sosyalizm adını kullanarak bu adı kirleten bürokratlara” havale etmekten başka birşey yaptıkları yok.
Biz ise yeni arayışlarımızı öznesiz cümlelere bırakmayız. Leninizm ile kuyrukçuluğun burada ayrıldığını düşünüyoruz.
“Bizim” dediğimiz tarih de bir darboğaza giriliyor. Darboğazı görünce tarihimizi kenara koyacak değiliz. Bu tarihin zaaflarını ve eksiklerini görmezden gelmeye de niyetimiz yok. Bu bir yenilgidir. Yenilgiye neden olan zaafları tekrar etmemek, boşluklarımızı doldurmak görevimizdir. Tarih bizim tarihimiz, ondan ders çıkarmak bizim görevimiz. Bunu yaparken, yetmişdört yıllık bir sürecin yenilgisinden sonra, dönüp yetmiş günlük Komün’de sosyalizmin altın çağını aramayacağız. Bu işi başkaları yapıyor. Biz, leninizmin (somut) tarihinden somut sonuçlar çıkartmaya devam edeceğiz. Efsanelerle değil, gerçeklerle uğraşacağız. Ütopyamızı gerçek kılacağız.
Başkalarının da başka görevleri var. İsmini koydukları modellerin cismini oluşturmak onların görevi. Dünya tarihinde kendi sayfalarını açmak, yapabiliyorlarsa kendi tarihlerini yazmak; bunu artık yapmaları gerekiyor. Küfrederek kendilerini varettikleri bir tarihin sonuna gelindi. Onların da artık birşeylerin öznesi olmaları gerekiyor.
Leninizmden aşağısı kurtarmıyor dedik. Başka türlüsünün de mümkün olduğunu söyleyenler, sosyalist hareketi bütün bölmeleri ile sarsan gelişmeler karşısında “biz haklıydık, bu iş böyle olmazdı” demeyi bırakıp kendi yollarını açmalıdırlar. Açamıyorlarsa, bundan olumsuzlamalarla siyaset yapılamayacağı dersini çıkarmalıdırlar.
İş yapmalıdırlar. Büyük bir maymun iştahlılıkla saldırıp sonra yarım bıraktıkları işleri tamamlayarak başlayabilirler. Kendi işlerine bakmalıdırlar. Kürkçü gibi, her biri birbirinden başarısız ve temelsiz iddia ve “proje”lerle ortaya çıkıp, bütün bunların bir hesabını bile vermeden, darbeler tarihindeki ahmaklıkları saymaya kalkışmamalıdırlar.
Yoksa asıl tarihe karışan onlar olacak…
Dipnotlar ve Kaynak
- İbret olsun, Türkiye’de marksizm bayrağı altında bu türden çözümlemeleryapılabiliyor “Yeltsin … diğer ulusların bağımsızlığını tanımak suretiyle de olumlu bir tutum almakta ve kendi isteği öyle olmasa da sınıf mücadelesinin gelişebilmesine uygun bir zeminin ortaya çıkmasına ciddi bir katkıda bulunmaktadır. Şimdiden uluslar çatışmasının en önemli kısmı çözülmüş bulunmaktadır.” Mahir Sayın, Kurtuluş, Eylül 1991.
- Kürkçü, Mahir Sayın gibi yazarların bu “olanak” sözcüğünü kullanmaları ilk bakışta umut verici görünüyor. Öyle ya olanak dediklerine göre, bu olanağı değerlendirecek bilinç ve niteliğe aday bir özne arıyorlar demektir. Bu da onlar için gerçekten olumlu bir şey. “Özne”ye bakmaları yani. Ancak daha sonra anlaşılıyor, olanak sözcüğünü olasılık yerine kullanıyorlar. Kitlelerin “öz” devinimleri içinde sosyalizmi “olası” (olanaklı) bir istikamet olarak görüyorlar. Leninizm çağında, kitleler hakkında yazı-tura, atarak marksist çözümleme yapılıyor.