Emek yazarı Kenan Kalyon, Gelenek‘in geçen sayısında yer verilen ve Sosyalizm Programı hakkında kendisine yönelttiğimiz sorulara yanıt olarak gönderdiği yazının kimi eksiklikler taşıdığını, kendisi de belirtiyor. Ama açıkçası ben bunun ötesinde ciddi başka sorunlar görüyorum.
Saptadığım sorunlar nedeniyle de burada yalnızca eleştirileri yanıtlamakla yetinmem mümkün değil; kısa da olsa aşağıdaki satırları bir karşı-eleştiri olarak okumak gerekli.
Hemen iki saptamada bulunmak istiyorum:
- Kalyon’un eleştirileri inanılmaz derecede soyut ve özneldir. Öyle ki yazarın her cümlesinin aslında “bana öyle geliyor ki” deyimiyle başlaması daha yerinde olacaktır.
- Kalyon’un eleştirilerinin bu nitelikleri, program hazırlayıcılarını “yukarı tükürsek bıyık, aşağı tükürsek sakal” açmazına sürüklemeye çalışmaktadır.
Bunları açmaya çalışacağım. Ama önce Kalyon’un “giriş” paragraflarındaki değinmelerin de bir yanıtı hak ettiğini söylemeliyim. Kalyon, sunduğumuz program, başlattığımız program tartışması ve sorduğumuz sorulara ilişkin ikircikli bir tutum alıyor. Acaba ne kadar tartışma yanlısıyız, acaba gerçekten tartışacak mıyız yoksa zaten yolumuzu çizmiş miyiz, neden böyle sorular yöneltiyoruz, bu sorular fazla yönlendirici değil miymiş…
Bu tuhaflığa neden gerek duyulduğu sorusuna ben rasyonel bir karşılık bulamıyorum. Bu düzeyde bir kuşkuculuk, yapıcı bir tartışmanın önünü bizzat kendisi kapayacaktır. Böylesi bir kuşkunun, sahip olunsa bile dile getirilmesinin uygunsuz olduğunu düşünüyorum. Bunun bir adım sonrası kuşkuculuktan öte, güvensizliktir, samimiyetten kuşku duymaktır. Hal gerçekten böyle ise, o zaman yapılacak iş bu duyumları en kısa zamanda yargı haline getirmek ve tavır almaktır. İlk adımda başladık: Yukarısı bıyık, aşağısı sakal… Eğer program taslağımız hakkında arkadaşlara soru yöneltmeseydik, “tartışmadan kaçmış” olacaktık, soru yönelttiğimizde ise, “acaba gerçekten tartışacaklar mı” diye kuşku dolu gözler üzerimize çevriliyor! Ne yapacağımız ise söylenmiyor…
Aynı mantık soruların “çanak” biçimliliğine dair de sürüyor. Ne yapsaydık, “bir şeyler yazın verin mi” deseydik! Test tipi sorular mı hazırlamışız? “Sakın bu soruların dışına çıkmayın” mı demişiz! Kendi yayın organımızda yer vereceğimiz bir tartışmayı yönlendirme hakkımız var, bunu kullanıyoruz. Bu hakkın kullanımını tartışmaya kalkmak en hafif deyimle yersiz…
Açtığımız tartışmaya ilişkin herhangi bir eleştiriyi baştan söyleyeyim, kabul etmiyoruz; açtığımız tartışmayı, bu tartışmanın yöntemini eleştirme hakkına sahip olmak için şu sorulara olumlu bir yanıt verebilmek gerekiyor:
- Son yıllarda Türkiye solunda birlik ve parti konusunda, bir program önerisinden daha somut ve verimli bir başka tartışma açıldı mı?
- Yıllardır, bir yanda doktrin ve tarih tartışmaları, diğer köşede “hadi bir şeyler yapalım” ya da “bekleyelim kitleler bize öğretsin” tipi projesizlikler birlik ve parti süreçlerine katkı sağladı mı?
- Katkı sağladı da, biz daha somut bir tartışma düzlemi sunmakla “ağır gitmesi gereken” bir işi aceleye mi getirmiş oluyoruz?
- Politikada kimsenin kimseye “yavaşla yetişemiyorum” demeye hakkı var mı?
Kalyon’un ilk “içerik” eleştirisi, program taslağımızın tarihsel anlatım bölümünün süreç kavramını yakalayamaması ve bu nedenle yeni gelişmelerle sürekli uzatılmaya ihtiyaç duyması. Başlarken “bana öyle geliyor ki” denilmesi gereken bu eleştirinin, programın zamanla yeni gelişmeler sonucu kimi eklemelere gereksinim duyacağı yönünü, ben anlamakta zorluk çekiyorum. Elbette öyledir! Programlar yeni gelişmeleri kapsamlarına almak, üstelik mesajlarını yeni konjonktürlere uyarlamak durumundadırlar. Ama örneğin programınız demokratik devrimi hedefliyorsa, bir anti-faşist direnişi başa yerleştiriyorsa, güncel mücadeleye ışık tutmanın ötesini düşünmüyorsa, kimilerinin yaptığı gibi sürekli yeni eklere ihtiyaç duyulur, ya da söz konusu hareketin içinde program tartışmaları duraksamaksızın sürer.
Sosyalizm Programında kalıcı bir belgeye ulaşmanın formülünü yakaladığımıza inanıyorum: Sosyalist bir hareket, sosyalist bir parti sosyalist bir toplumun kurulmasını hedefler. Bu partinin programında kalıcı öğe, gelecek toplum projesiyle ilgili öngörüler olacaktır. O halde, sosyalist toplumun gerekirlilikleri odağa alınacak, programda kapsanması gereken diğer unsurlar bu odağa bağımlı kılınacak; dünyaya ve tarihe hedeflediğimiz sosyalist toplumun merceğinden bakacağız.
Kalıcılığın güvencesi budur.
Ama yarın emperyalistler arası rekabet dünya güç dengelerini alt üst ederse, ya da dünyamız yeniden sosyalist devrimlerin yükseldiği bir konjonktüre girerse… herhalde programımıza kimi ekler yapmak durumunda oluruz. Değişmeyeceğini bugünden varsayabileceğimiz bölümler, sosyalist topluma ilişkin hedef ve öngörüler olacaktır. Peki, “bugünden geleceğe uzanan süreçleri ortaya koyarken… tarihsel olayları süreçlerin serimine ve açımlanmasına yedirmek” ne demektir? Eleştirmen bu konuda bizleri aydınlatmadığının farkındadır; “Meramım iyi anlaşılmamış olabilir” ifadesi buna delalet ediyor. Ama bu tatmin fırsatını bize sunmak yerine Taslağın sol içi tartışmalara atıfta bulunmasına kızıp, sol içi tartışmanın programda ne yeri olduğunu sorarak başka bir alanda akıl yürütmesini sürdürüyor.
Kalyon’un “Solun Türkiye’nin sosyo-ekonomik yapısı” diye başlayıp “ne yeri vardır?” diye son bulan pasajına “neden olmasın?” demekten başka bir şey elimden gelmiyor. Sol içi tartışmaların “etkisi altında” olduğumuzu da seve seve kabul ediyoruz. Dahası başka şeylerin yanı sıra bu tartışmalara müdahale etmeyi de hiç gündemimizden çıkartmıyoruz… Ancak göz ardı edilmemesi gereken bir önemli nokta var. Biz söz konusu tartışmalara çeşitli sol dergilerde rastlaya geldiğimiz türden başka bir düzlemde müdahale etmeyi öngörüyoruz. Müdahalenin program ve parti araçlarıyla yapılması, açık devrimci işçi partisi çalışmalarını yürütenleri solun öteki sektörlerinden ayıran en kritik farklardan biridir.
Şu “tarihsel olayları süreçlere yedirmek” meselesindeki muğlaklığa geri dönelim.
Zorunlu olarak metnin bütünündeki başka öğelere referansla önerilen yöntemi algılamaya çalışacağız. Yukarıda değindiğim eleştiride, şimdiye kadar, taslak metninin, bir soyutlamalar dizisi içinde genelleştirilmemiş olgular yığınını, ham halleriyle sunduğu söylendi.
Buyurun ve bağdaştırabilirseniz, bağdaştırın:
Bir; program “işçi sınıfına, sınıfın sendikal bilinci aşmaya başlayan kesimlerine seslenmelidir” deniyor… Acaba soyutlama düzeyi yükseldikçe anlaşılırlığın artacağı mı sanılıyor?
İki; program “mücadeleye davet etmelidir” deniyor… Güncelliğe ve somuta ne kadar yaklaşırsanız, “davetiyeyi” de o kadar kolay yazarsınız. Mücadeleye insanların, kitlelerin “acil”, dolayımsız sorunlarından kalkılarak katılınılır. Bunları programa soktunuz diyelim, ama güncellik değişeceğine göre, programın kalıcılığına ne olur?
Üç; programda “kapitalizmin en belirgin tezahürleriyle bağıntılı biçimde, onlara sürekli göndermeler yaparak” soyutlama gücü yükseltilmelidir, deniyor. Kapitalizmin en belirgin tezahürlerinden ne anlaşıldığı söylenmeden bu saptamayı tartışmak mümkün değil. Bildiğimiz tek şey var: Kalyon, programda dünya ve Türkiye kapitalizminin analiz edildiği bölümlerde, bu en belirgin tezahürlerin ele alınmadığı kanısındadır, daha doğrusu “ona öyle gelmektedir.”
İzlenimler üzerinde tartışmak oldukça güç; örneğin ben de Kalyon’a karşılık, “bana program bu açıdan çok yeterli geliyor” diyebilirim. Tartışma o noktada biter. Ve Kalyon’un “ama benim izlenimlerim…” diye seslenmesinin bir kıymeti kalmaz.
En belirgin tezahürler, eğer somuta daha yakın bir düzeyde ele alınıp programa aktarılacaksa, bu işlem yalnızca metnin kısa ömürlü bölmesini şişirmeye yarar. Yok, eğer, kapitalizmin yaşattıklarından daha fazla söz edeceksek, bu tür öğelerin sayısı milyonları bulmaz. Kapitalizmin programatik düzlemde işlenmesi gereken, genel belirli yasaları vardır. Eksiğimizi gördüyse, Kalyon’un bizi aydınlatması gerekmez mi?
Oysa yazar, bu çerçevede emperyalizm altında kaynak aktarımı mekanizmalarını atladığımızı, bir de bütünleşme-çelişki diyalektiğini yakalayamadığımızı söylemekle yetiniyor. Bunlara geleceğim…
Yukarıda sol içi tartışmalara gönderme yapıldı. Kalyon’un eleştirilerinin düşündürdüğü kimi noktalar var: Kalyon, sanki program metnini kitle içinde politika ve örgütlenme çalışması yapmanın -tek değilse bile- en önemli aracı saymaktadır.
Bu da nereden çıkıyor?
Program kitleye giderken işlevsel olacak bir belge değildir. Program kitleye gidecek oları kadrolara hitap eder. Bu kadroları bağlar, bu kadroların kimliğini ifade eder. Sosyalist ve partili olmayan, bu anlamda programla bağlı da olmayan bir işçinin programı anlamaması, o metinde kendini bulamaması dramatik bir durum değil. Bu, kaçınılması gereken bir sonuç da değil.
Siyasi mücadelede araç çoktur: Programın yeri ayrıdır, bildirinin ayrı; afişin yeri ayrıdır, işçi gazetesinin ayrı; parlamento kürsüsünün yeri ayrı grev alanınınki ayrı… Program başka araçları ikame edemez, ya da görevlerini üstlenemez.
Bununla bağlantılı bir diğer alt konu, kapitalizmin “soyut” ele alındığı yolundaki eleştiri. Kalyon, programda işçiler, -belki küçük-burjuva ve köylüler de- anlasınlar diye kapitalist artı-değer sömürüsünün anlatılmasını, ahlaki vb. yozlukların sergilenmesini istiyorsa, bence çok fazla yanılıyor. Komünist Parti Manifestosu’ndan bu yana sosyalist programlar böyle yazılmıyor. Sendika eğitim broşürü yazmıyoruz!
Ayrıca bir sosyalist işçi partisinin en önemli görevi ve işi, herhalde kapitalizmin kötülüklerini anlatmak, neden kötü olduğunu seçilmiş kitlelere taşımaktır. Program bu işin ne başlangıcı ne de son noktası olabilir. Kenan Kalyon ile program’ın ne olduğunda anlaşamadığımızı düşünüyorum.
Yine Kalyon’a “öyle geliyor ki”, programın dili siyasal mücadelenin değil, akademik tahlilin dili… Tartışmayı tıkayan biz olmayalım diye, “bana öyle gelmiyor” demeyeceğim. Ama Kalyon’un atladığı bir üçüncü yol daha var: Programlara ne siyasal mücadelenin ne de akademik tahlilin dili yakışır. Programın dolayımsız işlevi bir siyasi kadro birikimi için kimlik (perspektif) bildirimi ve uzun erimli hedeflerin saptanmasıdır. Kadroların oluşturduğu öznenin, önderlik etme iddiasında bulunacağı kitle ile temasının aracı program değildir; dolayısıyla program siyasal önderlik ya da mücadele diline sahip olmaz. Uzatmıyorum, yukarıda tanımlamaya çalıştığım işlevler nedeniyle akademik tahlil diline de sahip olamaz. Eğer bu hatayı yaptığımız söyleniyorsa, kanıt isteriz, “kanı” ya da “izlenim” değil. Ancak şu açık, Kalyon’un zihninde yalnızca iki tür “dil” var. Bu nedenle “siyasi mücadele” kategorisine girmeyen her üslubu ikinci kategoriye, akademizme sokmaktan başka bir yol bilmiyor olabilir.
Yine çok açık söylenmesi gereken bir diğer nokta: Kalyon program taslağından alıntı aktardıktan sonra şöyle yazıyor: “Şanslarını denesinler diye insanlar devrim yapmaya çağrılamaz.” Bu eleştiri tam anlamıyla gayrı ciddidir. Önce “şansın yüksek olması” deyimi için biraz sözlük karıştırılabilir.
İkincisi -bu örnek nedeniyle- Ortadoğu halklarına devrim yapmaları için umut vaat etmenin ve özgüven aşılamanın uygun aracının program olduğuna bizim ikna edilmeye çalışılmamız gerekir.
Üçüncüsü, politika, öyle herkesin herkese verebileceği bir ders değildir. Kalyon’dan eleştiri istemiştik, politika dersi değil!
Daha pozitif tartışmaları en sona bırakarak Emek yazarının (5) no.lu eleştirisine atlıyorum: “… taslak, bir programın değerlendirilmesinde temel ölçütlerden biri olan devlete karşı tavır ve devrimin yolu sorununun üzerinden adamaktadır.”
Acaba ne isteniyor? Program devlet ve devrim üzerine marksist perspektifle uyumlu olup olmadığı açılarından sorgulanabilir; çünkü marksist olduğu savunulmaktadır. Ama “devrimin yolu ve devlete karşı tavır” konularındaki netlik istekleri, programın marksist teoriyi kapsaması anlamına geliyorsa, bu açıkçası saçmadır.
Daha saçma bir çağrışım daha var bu bölümde: “Taslak, kendisini ‘yasal işçi partisiyle bağlantılı’ olmanın ‘ötesinde, içerik olarak bütün bir siyasal hattın programı olarak’ ileri sürüyor.” Kalyon, bu noktanın üzerinde, devlete karşı tavrın netleştirilmesi isteğini haklı göstermek amacıyla duruyor.
Acaba bizden ne isteniyor? “Devrim zora dayalı olacaktır,” diye tepinmemiz mi! Proletarya diktatörlüğünden, mücadele araçlarının çeşitliliğine ve tüm araçların meşruluğuna kadar bir dizi konuda radikalizm şovu yapmamız mı gerekiyor?
Yukarıda Kalyon’un programa bir bildiri ya da işçi broşürünün işlevini yükleme eğiliminde olduğunu söylemeye çalışmıştım. Şimdi ise, burjuva hukukunun sınırlarının genişletilmesi misyonu program taslağının sırtına vuruluyor. Bizim ve ciddi politika yapan hiç kimsenin böyle bir yaklaşımı olamaz. Burjuva devletinin hukuki kapasitesini program ya da başka metinler değil, siyasi mücadelenin kendi performansı belirleyecektir. Öngördüğümüz partili mücadele bunu da kapsıyor.
Radikalizm şovu ise… Bunu solun alışık olduğu biçimlerde yapmayacağız. Yalnızca şov ve kendi kendini tatmin için ise… asla yapmayacağız.
Şimdi tartışacağım eleştirinin dilindeki ağırlık dolayısıyla bu yanıt yazısının başlığını Kalyon’a hatırlatmak isterim. Polemikte de daha efendi ve daha özenli olunabilirdi… Kalyon bizleri “dar sosyalizm” ve “ekonomizm” ile suçluyor. Birincisi; kimi kavramlar vardır, kimi polemik terimleri vardır, ki bunları “şimdi kullanayım da içini sonra doldururum” diyemezsiniz. Kalyon’un yazısı “Asıl bu yapıldığında aramızdaki fark daha net görülebilecektir” cümleciğiyle son buluyor. Taahhüt edilen ise sosyalist devrim kavrayışımızla ekonomizm ve dar sosyalizm arasındaki bağlantı açılması…
Böyle bir eleştiri ya arkası tamamen doldurularak dile getirilebilir ya da hiç dile getirilmez. Çünkü açıkçası marksistler arasında “bana öyle geliyor ki, sen ekonomistsin ve dar-sosyalistsin” biçiminde bir polemiği başlatıp susmak, ardını getirmemek olmaz; yakışık almaz.
Kalyon bizi eksik sunduğu verilerle tartışmaya çağırıyor. Mecburen devam edeceğim.
Kalyon’a göre bu yanılgılarımız anti-kapitalist, sosyalist devrim perspektifini algılayışımızdan kaynaklanıyor. Yerine koymayı önerdiği algılayışın başka bir dizi sorunla malul olduğunu yukarıda anlatmayı denedim. Sıra kimi “pozitif sayılabilecek eleştirilerde…
Kalyon’a göre, taslak kapitalizmin iç bütünleşme yönünü abartmaktadır. Kalyon’a göre emperyalist sözcüğünü kapitalizmin bir sıfatı olarak kullanmak yanlıştır, vb.
Bu sınırlılıkta bir tartışmada ancak sonuçları yazabileceğim, ama söylenebilecekler şunlar:
Evet, emperyalist sözcüğü kapitalizmin bir evresine işaret eder ve aynı zamanda bu evreyle birlikte kapitalizmin bir sıfatı da olmuştur. Emperyalizm elbette dünya kapitalist sistemi içinde belirli bir ülkeler grubunu özel olarak kasteder. Ama bu niteleme söz konusu ülkelerin diğerlerine bulaştırmadıkları durağan bir nitelik olarak anlaşılmamalıdır. Emperyalizm dünya kapitalist sisteminin bir ilişki biçimine, yaklaşık yüz yıldır egemen olan bir ilişki biçimine işaret ediyor. Kapitalist dünya sisteminde bazı ülkelerin emperyalist, bazılarının ise “mazlum” olduğu düşüncesini artık silip atmak gerek. Sistem bütünleşmeyi ve çatışmayı birlikte içerir; kapitalizm hem hegemonik olarak örgütlenmiştir, hem de doğası gereği rekabet ilişkilerini sürekli yeniden üretir.
Kalyon’un, programda bazı noktaların göz ardı edildiği eleştirisi son derece temelsiz. Örneğin taslağın “Uluslararası Kapitalizmin İşleyişi” başlıklı bir alt bölümünde çizilen perspektif, tam tamına şuna oturmaktadır: Dünya kapitalizmi oldukça ileri derecede entegre olmuş bir sistemdir, ama bu entegrasyon yalnızca çelişkilerin kimi odaklarda derinlemesine boyutlar kazanması ve yıkıcı dengesizliklerin artması sonucunu vermektedir. Kapitalizm de, bu derinlemesine ve eşitsiz dağılmış çelişkiler nedeniyle “toplu bir kopuş” ile yıkılmayacaktır. Zayıf halka kavramlaştırması da aşağı yukarı budur.
Bunun dışında, örneğin “Sosyalizmin Koşulları” bölümünde kapitalist dünyanın birbirleriyle mücadele halindeki, ama aynı zamanda bütünleşmeyi de ifade eden üç odağından söz edilmekte, bu durumun, genel bunalım olmaksızın lokal patlamaları olası kıldığı işlenmektedir. Balkanlar ve Ortadoğu’nun ele alındığı bir diğer alt bölüm, yine tamamıyle kapitalizmin iç yapılanmasının yarattığı eşitsizlikleri ve bunların muhtemel sonuçlarını konu edinmektedir.
Kalyon dünya kapitalizminin “entegrasyon” ve “iç çelişkiler” yönlerini bir bütünün karmaşık ilişkileri olarak değil, bir olgunun çelişik iki yüzü olarak kavrıyor.
Entegrasyondan bahsedildiği yerde, Kalyon’a göre, mutlaka çelişkiler azımsanıyordur… Ama işin ilginç yanı, tersi yönde bir ilişki kurulmuyor: Taslağın birçok bölümünde de kapitalist odaklar ya da ülkeler arasındaki iç çelişkilerden bahsedilmesine karşın, Kalyon bu pasajlar karşısında “işte işin entegrasyon yönü ihmal ediliyor” diye telaşa kapılmamaktadır. Bunun nedenine dair bir ön varsayım olarak, Kenan Kalyon’un kapitalizm içi çelişkileri daha fazla önemseyen bir perspektife sahip olduğunu düşünmeye başlıyorum. Açık söyleyeyim; bugünün dünyasında kapitalizme karşı mücadele ile emperyalizme karşı mücadele arasındaki mesafenin nesnel olarak kısalmış olduğunu düşünüyoruz. Bu olgu komünist hareketler için ciddi bir avantajı da beraberinde getirecektir. Birçok örnek de milli projelerin soldan destekçisi, demokratik devrimin sol kanadı ya da sol çocuğu olmaktan öteye gidemeyen komünist güçler bu kez antikapitalist olmaya son derece yatkın bir anti-emperyalist mücadelenin önderliğine, başkalarından daha uygun düşeceklerdir.
Açık söyleyelim; kapitalizm içi çelişkiler taslak metnindekinden daha fazla önemsendiğinde eski tip bir Üçüncü Dünyacılığa doğru yelken açılır. Bu çelişkiler fazla abartıldığında Kalyon sosyalist devrim anlayışının bir diğer biçimini (ekonomist ve dar-sosyalist olmayan bir diğer biçimini) üretemeyecektir; çünkü az ileride “daha az sömürücü”, “daha az emperyalist”, “daha ilerici”, ve benzeri sıfatlarla bezenmiş müttefik hayalleri, demokratik halk devrimciliğine açılan bir kapının önünde sıraya girmiş beklemektedirler.
Kalyon, program taslağının Türkiye değerlendirmelerinde ise çelişkilerin indirgemeci bir yaklaşımla emek-sermaye çatışmasına sıkıştırılmak istendiğini söylemektedir. Burada gerçekten taslak metnine haksızlık edilmiştir.
Metnimizin “Sınıfsal Yapı, Çelişki ve Mücadeleler” bölümü, her şeyin ötesinde Türkiye’de egemen sınıfın bütünleşmiş kimliğinin oluşumunu tarihsel gelişimi içinde açıklamaktadır. Türkiye’de sınıfsal kamplaşmanın hangi ölçütlere göre yaşandığı ve yaşanacağı üzerine söylenenler, Kalyon’un indirgemecilik fobisinin gölgesinde bir kenara atılmıştır. Kalyon’a yine “öyle gelmiştir.”
Program metninde açıkça telaffuz edilmeyen birkaç metodolojik öğeyi belirterek tartışmanın gelişmesine katkıda bulunulabilir. Sınıf analizi konusunda programatik yargıların üretildikleri basamakları tek tek kavramak isteyenler, bu program taslağının geçmiş programlara karşı sahip olduğu bir üstünlüğü dikkat etmeliler. Bu üstünlük, -Kalyon’un ekonomizm suçlamaları bir yana- sınıfsal tavır alışlarda ideoloji öğesinin güçlü biçimde devreye sokulmasıdır.
Küçük burjuvazinin kimi kesimleri söz konusu olduğunda; evet, burjuvazi bu kesimlere 80 öncesinde bir şey veremiyor durumdayken, şimdi çok şey vermektedir. Ama sermayenin ve iş süreçlerinin örgütlenmesinden kaynaklanan etkenlere ek olarak, burjuvazi artık Türkiye’de bu kesimlere bir “ideoloji” de verebilmektedir.
Ya da köylülüğün gerici ve düzen içi politikalara yönelmesi, mülkiyetin maddi varlığından olduğu kadar mülkiyet ideolojisinden de beslenmektedir. Veya kent yoksulları gelir düzeyleri, yaşam alanları, üretim araçlarıyla ilişkileri gibi kıstasların yanı sıra köylü kültürden kentli bir kültüre yönelen, dahası proletaryanın kültürel atmosferine yakın düşen bir nüfus kitlesi teşkil etmeleriyle de değerlendirilmelidir.
Bir ikinci metodolojik öğe olarak şu dikkate alınmalıdır: Program bir akademik analiz yapmakla yükümlü değildir. Akademik bir ciddiyet ve özene sahip olmakla akademik bir sergileme arasındaki farklılık görülmek zorunda. Programın kurgusu siyasi çıkarımları, siyasi mesajları hesaba katar, ya da odağa koyar. Örneğin sınıfsal yapılanma üzerine bir bilimsel araştırma, şu toplumsal kesimin şu bölmesinin belirli özelliklerini atlaması halinde haklı olarak eleştirilecektir. Ama bir siyasi program her bir analiz öğesini kapsamadığı gerekçesiyle eleştirilemez. Kalyon, Türkiye kapitalizminin tekelci yapısından, sınıfların iç farklılaşmalarından daha fazla söz edilmesini istiyor. Mümkündür ve belki de tartışmaların bir sonucu da taslakta yapılacak kimi tadilatlar olarak ortaya çıkabilir. Ama asıl tartışılması gereken, programın sunduğu kimlik, mesaj ve yönelim olmalıdır. Fırtına kopartılacaksa bunun üzerinde kopartılmalıdır. Ekonomizm, dar-sosyalizm gibi bağlantılar kurulacaksa bu ana yönelimleri ilgilendiren noktalardan hareketle kurulmalıdır…
Örneğin, köylülüğün geniş kesimleri, küçük burjuva yığınlar, uluslararası alan söz konusu olduğunda anti-emperyalist burjuva hareketler, belki “ilerici…” rejimlerle ortak saf tutmanın hedeflenmesi ile proleter bir hat üzerinde ısrarlı olunması iki farklı yönelimi temsil eder. Kalyon, Sosyalizm Programını, bu anlamda nehrin öte yakasında görüyorsa, bu yönelimleri tartışmak daha anlamlı olacaktır.
Türkiye’deki tekelleşme üzerinde, biz bu sürecin siyasi yansımalarının işçi sınıfının mücadelesi açısından fazla önem taşımayacağını düşündüğümüz için, pek durmuyoruz. Önemle bu konunun ele alınması gerektiği söylenirken, tekelci olmayan burjuvaziyle ne yapılmasının düşünüldüğüne de bir açıklık getirilmesinde fayda vardır. Bu açıklık getirildiğinde fırtınayı birlikte ve daha anlamlı bir özde kopartabiliriz.
Örneğin Teori dergisinde Helvacıoğlu’nun yaptığı tam da budur. Kenan Kalyon ve Emek çevresindeki yoldaşlarımızın böyle bir açıklığa koşmamalarını ve mesafeleri açmadan önce biraz daha özenli, biraz daha temkinli davranmalarını diliyorum…