Marksizm ile ideoloji arasındaki ilişki başta Lenin’in katkıları ile günümüzde Marx’ın bıraktığından farklı bir noktadadır. Bu çalışma, ideolojinin ele alınışında süreç içinde yaşanan gelişmeye açıklık getirmeyi hedefliyor.
Hareket halindeki iki olguyu (marksizmin gelişimi ve ideolojiye bakış) ele alırken ilk önce birisine ait bir çerçeveye sahip olmanın incelemeyi kolaylaştıracağını düşünüyorum. Bu ilk bölümde ideolojinin ne olduğuna açıklık getirmeye çalışacağım.
Tarih, İşbölümü, İdeolojinin Ortaya Çıkışı:
İnsanlığın ilk tarihsel olgusu gereksinmelerini karşılayan araçların üretimi, maddi yaşamın kendisinin üretimidir. 1 Bu varolmanın bir zorunluluğudur. Fakat yeterli değildir. Yaşamın devamını sağlamak için; çoğalmak, başkasının yaşamını da üretmek, en genel anlamda maddi yaşamı yeniden üretmek gerekmektedir. Böylece yaşamı üretmek artık çifte bir ilişki haline gelmiştir. Hem doğal bir ilişki hem de toplumsal bir ilişki. 2 Çoğalma zorunluluğu, işbölümünü ilk önce, cinse ilişkin eylem içindeki işbölümü olarak ortaya çıkarır. Gereksinimlerin sağlanması yeni gereksinimleri doğuracaktır. Bu aynı zamanda işbölümünü geliştiren bir süreçtir.
İnsanlar yaşamları sürecinde yaptıkları faaliyetler, girdikleri ilişkiler sırasında, içinde bulundukları pratiğe ilişkin belirli izlenim ve düşüncelere sahip olurlar. Yaşamsal faaliyet sürecinde oluşan bu düşüncelerin, kendi kökleriyle olan bağlantısı süreç içinde zayıflayıp kopacaktır. Maddi hayatın ürünü olan düşünceler ve tasarımlar, zamanla kendileri de maddi olan bir özerkliğe kavuşacaktır. İşte ideoloji, bu düşünce ve tasarımların sistemleş(tiril)miş halidir.
Doğa ile mücadele içinde olan ilkel insanı ele alalım. Yaşam pratiğinin birçok alanının bu insanın bilincinde bıraktığı ilk izlerin “iyi” ve “kötü”, “ödül” ve “ceza” olduğu söylenebilir. Zamanla bu düşünce belirli bir organizasyonla yerini iyi ve kötü tanrılara (ruhlara) bırakacaktır. Bu iyi ve kötü tanrılarla insanlar arasındaki ilişkiyi sağlayan kimselerin türemesi (büyücüler vs) işbölümünün gelişmesi ile mümkündür. Burada işbölümünün maddi üretimle ilişkisine ilişkin bir hatırlatma yerinde olacak. İşbölümü üretici güçlerin gelişmişliğinin bir göstergesidir. 3 Bir kişiyi maddi üretim sürecinden koparıp ona üretimin (dar anlamıyla) dışında bir görev verebilmek için (yukarıdaki örneğimizde büyücü), diğerlerinin onu yaşatacak koşulları sağlaması gereklidir. Bu noktadan itibaren işbölümü niteliksel değişim yaşar. Artık maddi ve zihinsel işler ayrılmıştır. Alman İdeoloji’sinde bunun artık gerçekten işbölümü olduğunu belirtilir.4 Bu sınıfların tarihin sahnesine girdiği sürece işaret etmesi bakımından önemlidir.
Yine yukarıdaki örneğimizle devam edersek; artık büyücümüzün organizatörlüğü ve otoritesi altında “kötülüklerden” korunmak için tanrılara verilen armağanlar, yapılan ayinler vs. bize başlangıçtaki “düşüncenin” çıkış noktasından ne kadar uzaklaştığını gösterir. Dinler bu düşüncelerin iyice sistematikleşmiş ve insan yaşamının bütün alanlarına ait bir şeyler söyler hale gelmiş şekilleridir. Onlar artık ideolojidir.
Şimdi de bir soruyla konuya yaklaşalım. İnsanların pratikleri sonucu edindikleri fikirler, gerçekliği temsil ederler mi? Bu bizi görüntüyle-öz arasındaki ilişkiye götürecektir. Görüntünün özü temsil etmesi arızi bir durumdur. Ama yine de olanaksız değildir. Bu soruyu biraz daha ileri götürüp ideoloji ile bilim arasındaki ilişkiye taşıdığımızda ise daha net bir sonuca ulaşabiliriz. Bir ideolojiye köken oluşturan fikirlerden herbiri, gerçekliği temsil etse bile, sonuçta oluşan sistemleştirme gerçekliği hem temsil eder hem de gizler. Sistemleştirme süreci sonucunda oluşan yapı kendisini oluşturan parçaların toplamından nitelik olarak farklı bir şeydir. Bilim “öz”e belirli bir yöntemle ulaşır. Bilim de yola çıkılan ampirik veriler bilimsel süreç içinde, soyutlama yoluyla belirli kavramlara indirgenir. Bu kavramlar arasında oluşturulan tutarlı bir sistem aracılığı ile gerçekliğe, öze ulaşılır. Yola çıkılırken sonuç belirli değildir. Sonuç bilimsel faaliyetin sonunda açığa çıkacaktır. Ayrıca bilimin ucu hep açıktır. Belirli bir dozun ötesinde kesinlik ve hüküm içermez. İdeolojide ise bir sonucu “izah” eden bir sistemleştirmedir. “Bilim”, “birikebilen”, hiçbir zaman tam olmayan bir özelliğe sahiptir; ideolojiler ise herhangi bir an için tam veya eksik olabilirler..”5 Buradan, ideoloji ile bilimi bir zıtlık ilişkisi içinde tanımlamak ise ciddi bir yanılgı olacaktır. İdeoloji ile bilim farklı kategorilerdir ve bir karşıtlık ilişkisi içinde bulunmak zorunda değillerdir. İdeoloji; bilimin, nesnel gerçekliğin, yanında olabilir. Tıpkı onun tamamen karşısında olabileceği gibi.
Şimdi de sınıflar ve ideoloji arasındaki ilişkiye kısaca değinmeye çalışalım. “Gerek devlet gerekse ideoloji, ilk doğuşları, ortaya ilk çıkışları açısından toplumun sınıflara bölünmüşlüğüne doğrudan doğruya bağımlı, ancak tek tek bu sınıfların herbirinden “bağımsız” olabilirler”. 6 Alıntıda da geçen “bağımsızlık” vurgusu, ideolojinin üretim ilişkileri tarafından belirlenmekle beraber, kendinde bir dinamiğinin de olduğunu belirtmeye yönelik.
Sınıflarla, belirli ideolojiler arasında kopmaz bir ilişki tanımlanabilir mi? Bunun cevabının tümüyle teorik bir çabayla sağlanamayacağını düşünüyorum. 7 Bir yönüyle teorik olarak bir yönüyle de pratik süreçler tarafından belirlenebileceğini düşünüyorum. Teorik kısım bize bir ön eleme imkanı sağlamak bakımından yardımcı olabilir. Bununla en azından hangi ideolojilerin hangi sınıflara dışsal olduğunu söyleyebiliriz. (Örneğin mülkiyet düşmanlığını içeren bir ideolojinin burjuvaziyle birlikte düşünülemeyeceği gibi.) İşin pratiğe ilişkin yanının ise sınıf mücadeleleriyle birlikte ele alınması gerektiğini düşünüyorum. Sınıf mücadelesi keskinleştikçe, teorik olarak sınıfsal aidiyet atfedilemeyen ideolojiler, kendilerine sınıf “seçmek” zorunda kalırlar. Dünyayı Sarsan On Gün filminde “iki sınıf vardır, burjuvazi ve proletarya” diyen kişi böyle bir ortamın havasını yansıtmaktaydı kanımca. Sayısız ideolojik örtünün iki kümeye ayrıldığı, “herşey”in ya burjuva ya proleter olduğu bir dünya…
Yine de, ideolojinin, doğrudan sınıf çıkarlarını kollamaya yönelik bir sistemleştirme olması gerekmiyor. Çulhaoğlu’nun yukarda alıntı yaptığım çalışmasında bu ilişki şöyle belirtiliyor: İdeoloji nihai biçim ve kullanımına egemen sınıfın elinde kavuşur. Sınıf ideoloji ilişkileri konusuna isterseniz bir analoji ile yaklaşmayı deneyelim. Bu analojinin geçmişteki sömürücü sınıfların ideolojilerini ve burjuva ideolojisini temsil ettiğini düşünüyorum. Yaşam pratiğinin doğurduğu fikirler birer halka olarak düşünülürse, ideolojiyi bu halkalardan yapılmış zincirlere benzetebiliriz. Bunu herhangi verili bir anda başlamış bir zincir üretimi şeklinde düşünmeyelim. Geçmişten beri üretilmiş bir zincirler yığınının değişikliklere uğratılması ve onlara yenilerinin katılması söz konusu.
Sürecin keyfiliğinin olmadığını vurgulamak anlamında, üretim ilişkileri ve toplumdaki egemen gücün bu süreçteki belirleyici etkisini vurgulamak gerek. Kanımca egemen gücün belirleyiciliği, belirli bir zincir tipinin üretilmesini belirlemekten çok, hangilerinin yasaklanacağını belirlemek doğrultusunda. (Gerçi bu belirleyicilik çok daha direkt de olabiliyor, bu egemen gücün ne kadar tehdit altında olduğuyla içinde bulunulan tarihsel dönemle yakından ilgili bir şey.)
Egemen güç için bu zincirler, kendi egemenliğini devam ettirmek, ve bu egemenliğin biçimine yön vermek için kullanılacaktır. Bunlar insan beynini kurulu düzene prangalayan gerçek zincirlerdir aynı zamanda. Egemen sınıfın beyni de bu zincirlerden azade değildir. Onun beyni de kendi egemenliğinin, rasyonel ve zorunlu olduğunu söyleyen zincirlerle bağlıdır. Üretim ilişkilerindeki değişmelerle egemen konumda olan sömürücü sınıfın yerini bir başka sömürücü sınıfa bıraktığını düşünelim. Bu yeni sınıf, her ne kadar kendisinden önceki sınıfın zincirlerini parçalayarak, iktidarını tesis etse de onun kullanacağı zincirler (ideolojiler) eski egemen sınıfla bir tür süreklilik de taşıyacaktır. Çünkü, her ne kadar farklı bir toplumsal kesime yaslansa da sonuçta bir sömürü türü meşru gösterilmeye çalışılmakta, bir egemenlik kalıcı ve rasyonel gösterilmek istenmektedir. Din ile burjuva iktidarı arasındaki ilişki bu sürekliliğe iyi bir örnek teşkil eder. 1789 öncesinde Fransa’daki feodal sınıf, egemenliğini tesis etmede büyük ölçüde dinin zincirlerini kullanmaktaydı. Burjuvazinin iktidar mücadelesinde öne çıkan, eşitlik, özgürlük, kardeşlik söylemi Fransa’da kilise düşmanı ve dinsiz bir öz taşıyordu. Oysa iktidara gelmeden önce kırdığı zincirler, iktidarda gerekir olmuştu. Burjuvazi de tüm toplumun “beynini”, kendi düzeninin, kendi sömürüsünün rasyonel ve “zorunlu” olduğunu söyleyen zincirlerle düzenine bağlayacaktı. O da iktidarını dinle kutsadı. Kuşkusuz bunu yaparken dine yeni bir içerik de vermek durumundaydı.
“Burjuva ideolojisi, sömürücü sınıf ideolojilerinin selektif bir toplamıdır.” Kuşkusuz sadece bu kadar değil devamını yine aynı kaynaktan aktarıyorum. “En genel anlamıyla burjuva ideolojisi, kabaca a) geleneksel sömürücü sınıf ideolojilerinin, b) burjuvazinin sınıf perspektif ve yükselme güdülerinin, c) kapitalizmin gelişmesinin tüm toplumda yarattığı sosyal-kültürel-psikolojik etkilerin sentezi sonucu oluşmuştur.” 8 İdeolojiler, sadece, sistemi meşrulaştırma, pasifikasyon gibi işlevleri yerine getirmezler, bir de madalyonun diğer yüzü var: İdeolojiler, insanları verili bir düzene sadece tabi kılmazlar. Aynı zamanda onları, tedrici veya devrimci değişim eylemleri dahil, bilinçli toplumsal eylemler için hazırlarlar.9
Sömürülen sınıfların, sömürücülere karşı direnmelerinin temelini oluşturan ideolojiler söz konusu olduğunda yine “renkli” bir tabloyla karşı karşıya kalırız. Dinsel ideolojilerden 10 ütopik sosyalist ideolojilere kadar ve nihayet marksizmle varolan düzenin gerçekten dışına taşan bir spektrum. Hekimoğlu; marksizmin, ideoloji ve bilimin aynı kaba su boşaltmalarını sağlayan bir katalizör işlevi gördüğünü belirtiyor.11 Marksizm, kapitalizmden yola çıkarak toplumsal gerçeğin bilimsel bir analizini yaparken, bu gerçeğin “başaşağı duran bilincini”, burjuva ideolojisinin eleştirisini de yapmıştır. Bilimle karşıtlık içinde olan, gerçekliği saklayan burjuva ideolojisinin karşısına sosyalizmin bilimsel ideolojisinin çıkarılması bu bütün sürecin ürünüdür.
Buraya kadar söylenenlerin ideoloji için söylenebileceklerin çok azı olduğunun farkındayım. Çizilen bu çerçevenin amacı marksizm ve ideoloji ilişkisini incelerken referans noktası olarak kullanılacak.
Marksizm Ve İdeoloji
Marx’ın gençlik yıllarında içinde bulunduğu düşünsel atmosferin anlaşılması, onun daha sonraki “tercihlerini” anlamamıza yardım edecektir. Bilim, ideoloji ilişkisine bir örnek teşkil etmesi bakımından, Marx’ı burjuva ekonomi politiğinin kapsamlı bir eleştirisine götüren ve sosyalizmi bilimsel bir temel üzerine oturtan sürecin incelenmesi ayrı bir önem taşıyor. Marksizmi sadece bir bilime indirgemek, onu bilimlerden “biri” haline getirecek ve siyasetin merkezinden kütüphanelere taşıyacak bir işlev görecektir. Evet Marksizm, ideoloji, felsefe, eylem kılavuzu olarak da var. Fakat yine de vurgulamadan geçilemeyecek nokta Marksizmin bilimsel olduğudur. Bu bilimselliğin kökenine doğru eğildiğimizde ise o dönem Almanyası’nda özellikle aydın kesimde “taraftar” bulmuş olan bir ideolojik şekillenmeyle karşılaşırız. Bu ideolojik atmosferin ortak paydası “kurtuluş” temasıdır. Almanya’nın geriliğine öfke ve bu gerilikten kurtulmasının gerekliliği bunun bir yönüdür. Felsefede ise sorun “insanlığın kurtuluşunu” merkeze koyan bir anlayış halindedir. Bu “kurtuluş”un gerçekleşmesinde aydınların misyon sahibi olmaları ise daha çok Almanya’daki burjuva devriminin özelliği ile ilgili.12
Henüz 16 yaşındayken lise bitirme sınavındaki kompozisyonu Marx’ın o dönemki “ruh halini” anlatan ipuçları ile doludur. Konu: “Bir gencin meslek seçimi üzerindeki düşünceleri”. Meslek seçiminde insanlığın mutluluğu için çalışma olanakları olup olmadığını göz önünde tutmak gerektiğini belirtir Marx. “Bir genç için en tehlikeli meslekler onu hayata bağlayacak yerde, soyut hakikatlerle uğraştıran mesleklerdir… İnsanların iyiliği bakımından en iyi mesleği seçtiğimiz zaman, herkesin mutluluğu için razı olduğunuz özveriden başka bir şey olmayan yükümlülükler bizi yıldıramaz. O zaman zavallı, adi ve bencil sevinçleri değil, ama milyonlarca insan tarafından paylaşılmış bir mutluluğu tadarız…” 13
Marx’ın daha sonraki entellektüel çabasını, yukardaki belirtilen sezgileri doğrultusunda hedefini netleştirmesi ve bu hedefe ulaşmak için gerekli donanımı edinmesiyle açıklamanın doğru olduğu kanısındayım. Marx’ın düşüncesinin gelişimini, falanca tarihe kadar şu felsefecinin etkisinde sonra şundan etkileniyor diye açıklamanın onun baştan beri var olan erekselliğini gizlediğini düşünüyorum. Marx’ın hedefi önce “Almanya’nın kurtuluşu” olmuş, daha sonra bunun tüm insanlığın kurtuluşu sağlanmadan olamayacağı bilincine varmıştır. 14 Sonrası ise bunu sağlamanın araçlarının toplandığı/oluşturulduğu bir süreç olarak özetlenebilir.
Öncüller
Marx’ın düşüncesini besleyen üç kanalın, İngiliz ekonomi politiği, Fransız sosyalizmi ve Alman felsefesi olduğunu hatırlatarak başlayalım. Bu üçlünün marksist düşüncenin gelişiminde içice geçmiş bir etkisinin olduğu söylenebilirse de, Marx’ın ideolojiye bakışında, Alman Felsefesi’nin ayrı bir önemi vardır. O dönemde, Alman felsefi düşüncesi üzerinde, tartışılmaz etkinliği olan kişi ise Hegel’dir. Hegel’in felsefi yaklaşımına kısaca göz atalım. Hegel felsefesinin, konumuz açısından önemli yanı idealist niteliği. Hegel’de bilindiği gibi “insanın kendisini gerçekleştirmesi” problemi zihinsel bir süreçle gerçekleşir. Her tür oluşun temeline, “mutlak fikir”in gelişmesi konur. Maddi dünya bu zihnin yansımasından başka bir şey değildir. 15 Marx’ın felsefeye yöneldiği dönemde, Hegel’den esinlenen bir kesim “genç Hegelciler” olarak biliniyordu. Gençlik yıllarında Marx ve Engels’i bu çevrenin içinde görürüz. Genç Hegelciler eski ön yargılardan köklü biçimde kopmuşlar ve Hegel felsefesi kanalıyla siyasal, insancıl ve dinsel ilişkiler alanında en aşırı sonuçlara ulaşmışlardı. 16 Hegel’in çömezlerinden birisi olan Feuerbach, “varlığın bilinci belirlediğini” söyleyerek Hegel’in önermesini tersine çeviriyordu. Feuerbach; insanı, insanın mutluluğunu düşüncenin temel noktası haline getiren bir yaklaşım öngörüyordu. Ona göre yapılması gereken: Hayaller dünyasını (din, gizemli şeyler, kutsal öz) dağıtmak onu bir insan dünyasına dönüştürmekti.17
Marx Feuerbach’in bu Hegel eleştirisine daha sonra yetersiz bulmak üzere katılacaktır. Marx’ın bu dönemki çalışmalarında bu “insan”ı arayan bakışı görebiliriz. Örneğin; “Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisine Katkı”da; Hegel, devleti soyut bir izolasyonla ele almakla eleştirilir. Marx devletin görev ve aktivitelerinin insan aktivitesi olduğunu belirtir ve insanlara birer sosyal varlık olarak bakılması gerektiğini vurgular. 18 “Sorun”un çözümünde Hegel’de devlet üzerinde olan ışıklar, topluma doğru kaymaktadır.
Spekülasyonun Sonu
Sırada, Marx’ın 1844 yılında yaptığı ve insanlığın kurtuluşunu sağlayacak proletaryayı “keşfettiği” ünlü çalışması var. “Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisine Katkı, Giriş.” Bu çalışmadan bir alıntıyla devam edelim. “.. tarihin görevi, gerçeğin ötesindeki dünya kayıplara karıştıktan sonra bu dünyanın gerçekliğini ortaya koymaktır. Tarihin hizmetinde olan felsefenin ilk görevi de insanın kendine yabancılaşmasının kutsal biçiminin maskesi düşürüldükten sonra, kutsal olmayan biçimlerinde kendine yabancılaşmanın maskesini düşürmektir.” 19 Fakat artık sadece eleştirisinin alanını genişletmekle kalmayacaktır Marx. “.. devrim için pasif bir unsur, bir maddi bir temel gereklidir. Teori bir halka ancak o halkın ihtiyaçlarının gerçekleşmesi olduğu ölçüde malolur.” 20 Ve bu maddi temel artık açıktır. “Felsefe maddi silahlarını proletaryada bulduğu gibi, proletarya da manevi silahlarını felsefede buluyor. Düşüncenin şimşeği halkın bu saf yürekli toprağına düşer düşmez Almanların özgürleşerek insan olmaları gerçekleşecektir.” 21
Marx için artık “kurtuluşa” ilişkin spekülasyonun sonu gelmiştir. Bu noktadan sonra Alman felsefesine yaklaşımında bu nokta belirleyici olacaktır.
Alman İdeolojisi Ve İdeolojisi
“Alman İdeolojisi” Marx ve Engels’in Alman felsefi düşüncesiyle hesaplaştığı ve tarihsel materyalizm anlayışını ilk kez sergiledikleri yapıtlarıdır. Yazarlar, işbölümünün gelişmesi, zihinsel ve maddi faaliyetin ayrılmasıyla, “insanların kendi pratiklerine ilişkin fikirlerinin” gerçeklikten uzaklaştığını belirtirler “…her ideolojide insanlar ve onların ilişkileri, bize camera obscura’daymış gibi başaşağı görünüyorsa, bu görüngü de, tıpkı nesnelerin, gözün ağtabakası üzerinde ters durmasının doğrudan fiziksel yaşam sürecinden ileri gelmesi gibi, onların tarihsel yaşam süreçlerinden ileri gelir.” 22 Gerçekliğe ulaşmanın ise görüntülerin değil bizzat maddi süreçlerin analizi ile mümkün olduğu belirtilir. Evet görüntü yanıltıcıdır. Ama asıl yanılgı maddi süreçleri bir yana bırakıp yanılsamalara karşı savaşmaktır.
Genç Hegelci’lere getirilen eleştirinin temelinde bu vardır. “Genç Hegelciler, kendilerinin özerkliğe yükselttikleri tasarımları, fikirleri, kavramları, kısaca bilinç ürünlerini insanların gerçek zincirleri sayarlar… Öyleyse, pek doğaldır ki, Genç Hegelciler, yalnızca bilincin bu yanılsamalarına karşı savaşmalıdırlar.”23 Marx ve Engels, ideolojilere ayrı bir tarihsellik vermeyi reddederler. “İdeolojilerin tarihi yoktur.” Burada vurgulanmak istenen ideolojilerin kendilerine özgü tarihlerinin olmadığıdır. Düşünsel gelişme, tarihsel ve maddi gelişmenin ardından gelmektedir. Bu değerlendirmeyi Alman İdeolojisi’nin yazılmasından 14 yıl sonra Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı’nın önsözünde daha net bir ifadeyle buluruz. “Maddi hayatın üretim tarzı, genel olarak toplumsal, siyasal ve entellektüel hayat sürecini koşullandırır.” 24 Yazarlar için ideoloji, yanılsamaların, yanlış bilincin sistemleştirilmiş halidir ve kendi dönemlerinde bu, tepki duydukları Alman felsefesinin gerçek yaşamdan uzaklığında somutlanmaktadır.
Alman İdeolojisi’nde; yanılsamanın kökeni olan maddi süreçleri değiştirmeden, bu yanılsamaları ortadan kaldırmanın mümkün olmadığı birçok yerde vurgulanır.
Teoride Bilim, Siyasette İdeoloji
İşçi sınıfının tarihsel rolünün ayırdına nasıl ulaşacağı sorusunun cevabı daha sonra Komünist Manifesto’da yineleneceği gibi, Alman İdeolojisi’ndeki “sınıfın içinden fışkıran komünist bilinçle” verilecektir.
Mark ve Engels’in daha sonraki çalışmalarında da ideoloji negatif, bilim karşıtı bir anlayışla ele alınacaktır.
Peki, ideoloji madalyonunun öbür yüzü niye yoktur Marx’ta? İnsanları bilinçli toplumsal eylemler, devrimci değişimler için hazırlayan, kapitalizm koşullarında sosyalizm özleminin ve bu yolda savaşımın ideolojisi…
Marx’da kapitalizmin yaratacağı nesnelliğin kendisinin işçi sınıfını komünist bir bilince ve devrime ulaştıracağına olan güven vardır. Bundan dolayı, işçi sınıfının sosyalizm mücadelesinde bir öncüye ihtiyaç duyacağı düşüncesi oluşmamıştır. Kuşkusuz bu da dönemin nesnelliğinin bir ürünü. İşçi sınıfının kendiliğinden mücadelesini, siyasileştirmek, yönlendirmek, ona sömürüldüğünü göstermek ve komünist bilinci taşımak… Bunlar öznel faktörsüz düşünülemeyecek şeyler. Tüm bunlar Marx için bir problematik teşkil etmiyor. Fakat kendisi gerekli görmese bile kendi döneminde bunları yapanlara sempatiyle baktığı da olmuştur Marx’ın. Örneğin, Proudhon’un ekonomi ve siyasi tezlerini tamamen reddeden ve onun her alandaki cehaletini sergileyen Marx onun ” Mülkiyet Nedir? ” adlı kitabının tek erdeminin üslubu olduğunu belirtir “…sıradan burjuva zihniyetini alay konusu yapan parlak paradoks, yokedici eleştiri, acı kinaye ve orada burada ortaya çıkan ve mevcut düzenin kepazeliklerine karşı gösterilen derin ve gerçek bir öfke, devrimci bir içtenlik, bütün bunlar… okurlarını heyecanlandırmış ve büyük bir sansasyon yaratmıştı.” 25 Marx’ın erdem saydığı şey her ne kadar kendisi adını koymasa da, Proudhon’un ideolojik söylemidir. Üstelik aynı şeye kendi eserlerinden de sayısız örnek verilebilir. Özellikle siyasi tarihe ilişkin yazılarından. Paris Komünü üzerine yazdıkları buna iyi bir örnektir. Marx, ilan edilmeden önce, başarısını imkansız gördüğü için karşı çıktığı Komün’e daha sonra açık destek verir. Komün’ün yenilgisinden sonra bile, işçi sınıfının sonuçta kaybı ne olursa olsun, mücadele etmesinin anlamına işaret eder. Kuşkusuz sosyalist ideolojinin tek işlevi işçi sınıfının mücadelesine taraf kazanmak ve savaşçılarına moral vermek değil. İşçi sınıfının kendi sınıf çıkarları için tüm topluma yaydığı “yanılsama” da sosyalist ideolojinin bir parçası. Marx ve Engels her ne kadar ismini “sosyalist ideoloji” olarak ilan etmeseler bile bu tür yanılsamaların zorunluluğundan bahsetmişlerdir. Bir örnek Alman İdeolojisi’nden. “… egemenlik özlemindeki her sınıf, kendi egemenliği bütün eski toplumsal biçimlerin ve genel olarak egemenliğin ortadan kaldırılmasına neden olsa da, proletarya için olduğu gibi, … bu sınıfın, sırası geldiğinde kendi öz çıkarını, herkesin çıkarı olarak ortaya koymak üzere ilkin siyasal iktidarı ele geçirmesi … başlangıçta yapmak zorunda olduğu şeydir.” 26 Bir diğer örneği Engels’in bir çalışmasından. “Ezilen sınıfın egemen sınıfa karşı savaşımı, zorunlu olarak siyasal bir savaşım haline, ilkin bu sınıfın siyasal egemenliğine karşı yürütülen bir savaşım haline gelir; bu siyasal savaşımın ekonomik temeli ile olan ilişkisinin bilinci bulanıklaşır ve hatta büsbütün kaybolabilir.” 27 Bu metinlerde anlatılan şeyin “ideoloji” olduğu ve işçi sınıfının çıkarları için olduğu açık. Her ne kadar açıkça telaffuz edilmese bile.
Marx’ın Devrettikleri
Buradan yola çıkarak Marx ve Engels’in çalışmalarının sosyalist ideolojiye isim olarak kapalı olsa bile işlev olarak açık olduğunu söyleyebiliriz. Fakat dikkat çekilmesi gereken nokta sadece bu olmamalı. Lenin öncesi marksizmde, sosyalizme yürünürken, burjuvaziyle ideolojik alanda da mücadele edileceği, daha doğrusu işçi sınıfının siyasi mücadelesinin ideoloji cephesinin zorunluluğu formüle edilememiştir. Bunda genel anlamda nesnelliğin rolü olduğunu söyleyebiliriz. İşçi sınıfının sömürüsünün acımasızlığı ve barizliği, burjuva ideolojisinin işçi sınıfı üzerindeki etkisinin görece az oluşu, ideolojik mücadeleyi siyasi pratiğin yakıcı sorunu haline getirmiyordu. Bir diğer neden ise öznel. Engels çubuğu ekonomiden yana fazla bükmelerinin nedenini şöyle açıklıyor: Hasımlarımızın karşısında, onların inkar ettiği başlıca ilkede (ekonomik temelin belirleyiciliği – C.A.) ısrar etmek zorundaydık; böyle olunca da, karşılıklı etkiye katılan diğer etkenlere hak ettikleri yeri ayırmak için her zaman vakit, yer ve fırsat bulamıyorduk. 28 “Burjuvaziye karşı ideolojik düzeyde de savaş açmak”, bunu bir “eksik” olarak saptayıp geçmenin mümkün olmadığını düşünüyorum. Bu olsa olsa bir aysbergin su yüzündeki kısmına işaret edebilir. “Öncü örgüt”, “zayıf halka saptaması”, “ideolojik mücadele” ve bunların hepsiyle ayrılmaz bağı olan “eşitsiz gelişme yasası”… Bunlar 19. yüzyılın 20. yüzyıla, Marx ve Engels’in Lenin’e devrettiği “çözülememiş” denklemlerdi.
Dipnotlar ve Kaynak
- Marks, Karl, Fredrich, Engels; Alman İdeolojisi, s.53, Sol Yayınları.
- A.g.e., s.55.
- A.g.e., s.38.
- A.g.e., s. 58.
- Hekimoğlu, Cemal; Gramsci Düşüncesi Kimlik Bunalımında, Gelenek Kitap Dizisi 3, s. 28.
- Çulhaoğlu, Metin; Bir Model Önerisi, Gelenek Kitap Dizisi 20 s. 15.
- Göran Therborn’un “iktidarın ideolojisi ve ideolojinin İktidarı” adlı çalışmasında böyle bir kuramsal ayrımı yapabilmesi, kanımca sınıf mücadelelerini arka plana itmesiyle mümkün olmuş.(s.52)
- Hekimoğlu Cemal; Sınıflar ve Siyasetçiler, Gelenek Kitap Dizisi 23 s. 105.
- Therborn, Göran; İktidarın ideolojisi ve İdeoloji¬nin lktid arı, s. 7.
- Engels’in “Fransa’da Sınıf Savaşımları” nın önsözündeki, hristiyanlığın doğuşuna ilişkin söyledikleri buna iyi bir örnek. s. 32, 33, Sol Yayınları.
- Hekimoğlu, Cemal; Gramsci Düşüncesi Kimlik Bunalımında, Gelenek Kitap Dizisi 3, s.27.
- Bu konu Metin Çulhaoğlu’nun Bir Mirasın Güncelliği, Tarih, Türkiye Sosyalizm adlı kitabında inceleniyor (s.1 2).
- Marx’dan aktaran, Cogniot Georges; Çağdaşımız Karl Marx, s.11, Bilim ve Sosyalizm Yayınları.
- Marx, Karl; Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisine Katkı, Giriş, Felsefe Dergisi, 88/1, s. 140
- Cogniot Georges; Çağdaşımız Karl Marx, s.13, Bilim ve Sosyalizm Yayınları.
- Riazanov, David; K.Marx, F.Engels: Hayat ve Eserlerine Giriş, s. 35, Belge Yayınları
- A.g.e., s. 54, 55.
- Marx, Karl, Engels, Frederich; Collected Works, Cilt-3 s.21,22.
- Marx, Karl; Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisine Katkı, Giriş. Felsefe dergisi 88/1, s. 27.
- A.g.e., s. 135
- A.g.e., s. 140
- Marx, Karl, Engels, Friedrich; Alman ideolojisi, s.44, 45, Sol Yayınları.
- A.g.e., s.36.
- Marx, Karl; Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, Önsöz. s. 25, Sol Yayınları.
- Marx, Karl; J.B Schweitzer’e Mektup, Seçme Eserler 2. cilt s. 29.
- Marx, Karl; Alman İdeolojisi, s.60, 61, Sol Yayınları.
- Engels,FriedriCh; Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu, s. 63. Sol Yayınları.
- Engels’ten Joseph Bloch’a Mektup 21 Eylül 1890; Felsefe İncelemeleri, s. 136, Doğan Yayınevi.