Önce şu sorunları çözelim, sonra sosyalizme sıra gelir diyenlerin, uçuk projelerine kitle desteği bulmanın, sınıfsız bir sosyalist toplum projesine kitle desteği bulmaktan daha zor olduğunu anlamaları için biraz marksizm öğrenmeleri zorunlu. Çünkü sorunları kimin adına çözecekleri tercihini bir an önce yapmaları gerek.
Haftalık haber dergisi 2000’e Doğru‘nun 7 Haziran 1992 tarihli sayısında, SP’li mühendislerin hazırladığı “1000 Günlük Alternatif [!] Program” yayınlandı. SP programı özetle, “tarım ürünü ithalatını yasaklamak, makine imalatı sanayiinde ithal ettiklerimizin çoğunu içerde üretmek, yatırım malları üretiminin tüketim malları üretimine oranını ters çevirmek, toprak devrimi vb. önlemlerin alınmasıyla tarımda ihracatı yüzde 50 arttırabileceğimizi, dış borcumuzu ödeyip artıya geçebileceğimizi ve bu artı ile istersek içerde yüzbinlere istihdam alanı yaratabileceğimizi ya da artıyı araştırma-geliştirme için kullanarak, ithalat yapılan ülkeleri 5-10 yıl içinde yakalayabileceğimizi” (tercih bize bağlı) anlatıyor.
Türkiye’de işsizlik probleminin yüzbinlerle değil, milyonlarla ilgili olduğunu şimdilik bir kenara bırakalım, zira programı kaleme alanların mantığını anlamak, aslında bu ve benzeri hataların hiç de teknik olmadığını bize gösterecektir.
Sonucu baştan yazalım, daha önce de yazmıştık: SP ve programının, sonuçta, istediği daha iyi bir kapitalizmdir. Bu program düzeni takviye etmenin, burjuvazinin ihtiyacı olan istikrarı ve sınıflararası uzlaşmayı sağlamanın, sömürüyü daha dolaylı ve üstü kapalı hale getirmenin programıdır. 40 yıllık küçük burjuva “sosyal adalet içinde kalkınma” söylemlerinin beceriksiz ve cahilce bir yeniden yazım denemesi…
SP programı, gerçekleşme dinamiğini “emek seferberliği”, “kendi özgücüne güven” gibi anahtar ve aynı zamanda okur için oldukça ruhani olan kavramlarla açıklıyor. Dengeli bir gelir dağılımı önkoşuluna bağlanan emek seferberliği, özel mülkiyet korunduğu sürece, daha fazla sömürüdür. Sosyalist siyasette iş maalesef ustaların portrelerini dergi eki olarak vermekle, duvarlara asmakla bitmiyor. Biraz da bilmek gerek. Genişleyen yeniden üretim içinde artan gerçek ücretlerle birlikte artan bir sömürü oranı hiç de olanak dışı değildir. Sosyalistlerin “derdi” “dengeli bir gelir dağılımı”, dolayısıyla daha “iyi” bir kapitalizm değil sömürünün mutlak anlamda ortadan kaldırılmasıdır. Bu da ücretli emek sömürüsüyle kol kola giden özel mülkiyetin ortadan kaldırılmasını zorunlu kılar. SP’lilerce sınıfsal bakış ve yorumlayışlarda. yakalanamayan radikal ve keskin tavırlar sınıfın daha fazla ama daha dolaylı sömürülebilmesinin ekonomik programını hazırlamakta gösteriliyor. Kavramlar bir yandan bunu örtmenin araçları olarak diğer yandan “Mao diyalektiği” nin sonucu olarak ruhanileşiyor. Şunu da daha önce söylemiştik: Mao’da irade maddi ortamı keyfi olarak değiştirebilen bir güce ulaşıyor. ÇKP’de de açık açık “bilinç maddeyi yaratır” türünden düşünceler savunuluyordu.
İrade-nesnellik ilişkisinin bu çarpık kavranışı programın her yerinde kendini gösteriyor. Türkiye kapitalizminin yapısal krizleri, kapitalizmin yasallıklarına değil, izlenen yanlış (!) ekonomi politikalarına bağlanıyor. SP’li teknokratlar ihracat-ithalat dengelerini, beğendikleri gibi değiştirebiliyorlar. Haksızlık etmeyelim, SP’nin iradesi yalnızca kağıt üzerinde kalıyor. Programda gözlemlenen özne boşluğu, -herhalde egemen sınıfları küstürmemek için olsa daha iyi olur şeklinde ve fısıltıyla geçiştirilen üç-beş satırlık “sosyalizm vurgusu” dışında- ünlü “milli burjuvazi”ye atfedilerek çözülüyor olmalı. Program, milli burjuvaziyi “kendi özgücüne güven”e çağırıyor. Ünlü “milli konsensus”, bu sefer de “emek seferberliği” olarak karşımıza çıkıyor.
Tarihsel kopukluk
Bugünkü sermaye birikim modeli ihracata dayanan Türkiye burjuvazisini iki sorun ile sıkıştıyor: Pazar ve kaynak. SP’li mühendisler bunun bilinciyle burjuvaziye alternatif bir program öneriyorlar. Bilincine varamadıkları ve asıl önemli olan ise – tabii ki sosyalistler açısından- kapitalizmin çözümsüzlüğüdür. Zira Türkiye’yi zayıf halka yapan ve devrimi güncel kılan parametrelerden biri budur. Türkiye düzeninin sorunu kaynak kullanımı optimizasyonu değildir; düzenin bizzat kendi ürettiği sorunlar teker teker çözülebilseydi, SP’li mühendisler hiç üzülmesinler düzenin mühendisleri bunları çoktan çözmüştü.
Türkiye kapitalizmi emperyalizm ile işbirliği aşamasını geçmiştir. Bugünse bütünleşmenin kanalları zorlanmaktadır. Oldukça da fazla yol almıştır. Ve bu yol, Türkiye kapitalizmine ve “milli burjuvazi”ye rağmen değil, bir bütün olarak egemen sınıfın iç sorunlarından kurtulma isteğiyle alınıyor. Ancak bütünleşmenin gerektirdiği standartları yakalamak ise Türkiye kapitalizminin nesnel kısıtları nedeniyle dengeli ve programlı bir süreçte gerçekleştirilemiyor. Bu nedenle burjuvazi daha çok sıkıştığı alanı genişletici, nefes almasını sağlayacak politikaları gündeminde tutmakta.
SP programı bunları görmezlikten geliyor. Kapitalizmin anarşik yapısı, kapitalist gelişmenin kendi içinde barındırdığı irrasyonellik ve savurganlık, emperyalizmin bugünkü entegrasyon düzeyinin bir ülkeye bir süre kenara çekilip kendini düzenleme lüksünü tanımaması, sermayenin uluslararası düzeyde işleyen ve temel bileşeni kâr oranı olan mantığı vb. kavranamaması SP programını aslında burjuvazi için de alternatif olmaktan çıkarıyor.
Tarihsel çözümleme ve bütünlük, önceden veri alınan hedef ve saptamaları reddettiği için; bu veri alınan hedef ve saptamalar adına tarihsel çözümleme ve bütünlük reddediliyor. Perinçek’in liberallere tavsiye ettiği nesnelliği analiz etmeyi SP’liler kendileri için unutmayı yeğliyorlar. Aynı pragmatizm SP’nin tarım programında da kendini gösteriyor. Program, toprak devrimini eksenine yerleştiriyor. “Hem tarım ürünleri ithalatının yasaklanması nedeniyle içerde oluşacak arz eksikliğini giderecek, hem de ihracatı yüzde 50 arttıracak” üretim düzeyine, topraksız ve az topraklı köylüye toprak dağıtılması ile ulaşılıyor.
Türkiye’de kırda zaten küçük işletmeler yaygındır. Kapitalizm, küçük üreticiliği tasfiye etmemiş, kendisine bağımlı hale getirmiştir. Diğer yandan dışarıya tarım ürünleri ihraç etmek bir hayalin ötesine geçemiyor. Zira biyoteknolojinin, sanayileşmiş Batı ülkelerinin gıda maddelerinde kendi kendine yeterliliğini yüzde 100’e çıkartmaktan öte, tarım ürünü fazlalarını büyütmesi beklenmektedir. 1
Bütün bunlar bir yana, asıl şaşırtıcı olan SP’nin dağıtacak toprağı nereden bulduğudur. Hazine arazileri böyle bir niceliği ifade etmiyor. Diğer yandan, beklendiği gibi “Türkiye’de ilk kez Aydınlıkçılar, demokratik devrimin toprak programını yaparken, zengin köylülüğün mülklerine dokunulmayacağını kabul ettiler. Bunu çok belirleyici bir sorun olarak gündeme getirmiştik. Aydınlıkçılar, 2 yıllık tartışma sürecinde bu konuda Sovyet ve Çin deneyimlerinden farklı bir çözümü bilerek benimsediler. Bu programla Stalin’in 1930’lar-daki kollektifleştirme çizgisinden de ayrılıyorlardı.” 2 Toprağın nereden bulunacağı sorusunun cevabı aslında belli: “Tabii ki ağalardan”. Ancak SP’lilerin Adana’lı kapitalist toprak sahibiyle, Urfa’lı toprak ağasını birbirinden nasıl ayıracakları merak konusu. Herhalde toprak devriminden sonra beklenen istihdam artışı da bordro kontrollerine bağlı olmalı.
SP’lilerde saplantıya dönüşmüş köylü devrimciliği, tarihsel olguların modele göre tarifini zorunlu kılıyor. Tekrar soruyoruz: Bir köylü devrimciliğinden “2000’e Doğru” yaklaşan dünyamızda ne devralınabilir ki?