Bir komünistin 1993 Temmuzu’nda Küba’ya giderken zihnini ne türden sorular işgal edebilir? Amerika kıtasının bu (her zaman) tek sosyalist ülkesini bundan on yıl kadar önce ziyaret etme fırsatını bulsaydım, elbette “sosyalizmin Küba’da nasıl hayat bulduğu, hayatın sosyalizmle nasıl gittiği” soruları öne çıkardı. Oysa durum on yıl öncesinden çok farklıydı. Kafamdakiler de…
Direnebilecekler miydi?
Küba’da sosyalizmin kazanımlarından neredeyse bağımsız olarak, uluslararası anti-Amerikancı, anti-emperyalist, devrimci ve komünist güçler için direnmeleri gerekiyordu; bunu becerebilecekler miydi?
1993 Temmuzu’nda onca ölümcül sorunun kucağında, Küba emekçilerinin, Kübalı devrimcilerin direnmelerini zorunlu kılan onurlu-güzel-inatçı-başarılı bir düne ve bugüne sahip olduklarını görünce kafamı işgal eden sorudan utanç duydum ve borçlu olduğumuzu anladım.
Küba halkına bir borcumuz var. Amerikan emperyalizmine onun yanı başında kafa tutan bu yiğit halk için yapacağımız her türden dayanışmanın ötesinde bir umut borcunu ödememiz gerekiyor. Belki de pek yakında haksız çıkmak olasılığını hiç tereddüt etmeden göze alarak, “sosyalist Küba direnecek” diye haykırmalı, her fırsatta bunu vurgulamalı. Bir, felaket tellallığı devrimcilerin işi değil; iki, Küba’yla enternasyonalist dayanışmanın ilk önce iyimserliğe gereksinimi var; üç, onlar umut ve kararlılıklarını her gün yeniliyorlar; dört, sosyalist Küba elbette direnecek!
Evet, sosyalist Küba direnecek… Hangi araç ve koşullarda? Hangi perspektifle? Bu sorular Küba’daki partili-partisiz her sorumlu insanın gündeminde. Ve bu sorulara verilen cevaplar bugünü kurtarmanın yanı sıra, yarını, bundan on yıl-yirmi yıl sonrasını da hesaba kattığı için en küçük bir teslimiyet içermiyor. Bu sorulara cevap arayanlar arasında Küba’nın, Küba Komünist Partisi’nin gençleş-tirilmiş yönetici kadrosu ön plana çıkıyor. Şu anda adı Fidel Castro’dan hemen sonra anılan Carlos Lage bu kadrolar içerisinde en çok sevileni.
CARLOS LAGE: YENİ KUŞAK GELİYOR
Lage’i 4. Sao Paulo Forumu’ndan önce Küba Komünist Partisi politbüro üyelerinden bazılarının delegelere verdiği konferansların ilkinde dinleme fırsatı buldum. Konferans boyunca bütün karizmasıyla yanında oturan Fidel’in halefi gözüyle bakılmanın getirdiği sıkıntıya rağmen, Lage ideolojik ve siyasal açıdan son derece garip bir mozaik oluşturan delegelere inanç, bilinç ve kararlılıktan oluşan güzel bir ders verdi.
4. Sao Paulo toplantısında, Küba ile dayanışma içerisinde olmanın (bu konuda kimsenin hakkı yenmemeli herkes elinden geleni yapıyor) otomatik olarak bir yargıçlık konumu yarattığını düşünenlerin böyle bir derse gerçekten de ihtiyaçları vardı.
Daha sonra görüştüğüm bütün KKP yöneticileri gibi Lage de ülkesinin sorunlarının nereden kaynaklandığını anlatırken en küçük detayı bile atlamamaya çalışıyor. İlk başta yadırgadığım bu tutumun nedeni kısa sürede anlaşılıyor. Küba yönetimi, hem bugünkü sorunlar hem de atılmakta olan kimi adımlara dair yanlış anlaşılmaktan ciddi bir biçimde korkuyor. “Dost”ları arasında özellikle yanlış anlamak isteyenlerin olduğunu biliyor.
Lage’nin konuşmasında da bu akbabalar ortaya çıktı. Lage ülkenin geçmişine ve reel sosyalizm pratiğine sahiplenince konferansın sonundaki tartışma bölümü, “Küba’nın ne kadar yanlış yaptığı”nı anlatmak için yanıp tutuşan “devrimciler”e Lage-Castro ikilisinin cevap yetiştirmesi şeklinde geçti. Öncelikle hemen vurgulamalıyım: Perestroyka kazığından sonra, sağdan-soldan sürekli reformcu bir çizgiye çekilmek istenen Kübalı komünistlerin geçmiş ve geleceklerine dair kararlı tutumları insanın yüreğine su serpiyor. Onca musibetten hâlâ ders almayan ve ısrarla tarihsel bir hatada direnen Şili Komünist Partisi’nden bir temsilci kendisinden önce söz alan bir Kolombiyalı trotskisti tekrarlayarak Küba’da devletin ağırlığından, bürokrasinin egemenliğinden devlet sektörünün diğer sektörleri boğduğundan dem vurduğunda, bütün bir forum boyunca Kübalı konuşmacılardan duyacağımız şeyler gündeme getirildi, önce Lage sonra Fidel tarafından:
* Sosyalist devlet mülkiyeti olmadan sosyalizm olmaz
* Bugün üretim durduysa bunun nedeni yakıt yokluğudur özel mülkiyetin ilgası değil.
* Küba’da ve başka yerlerde sosyalist mülkiyetin kapitalizmden daha etkili olabileceği gösterildi.
* Bugün uluslararası devrimci güçlerin baş düşmanı ideolojik olarak liberalizmdir.
YOĞURDU YEMEMEK!
Sovyetler’deki çözülüşün Küba’daki etkisine daha sonra değineceğim. Ancak, bu dev ülkedeki yıkımın öncüsü glasnost ve perestroyka politikaları ile kendi ülkeleri arasında bir analoji kurulmasından büyük bir rahatsızlık duyuyor Kübalılar. “Onlar daha glasnostu icat etmeden biz rektifikasyon sürecini başlatmıştık” diyorlar ve ekliyorlar: “Orada şimdi 20. yüzyılın en azgın anti-komünist iktidarı var, Küba ise sıkıntılarıyla birlikte sosyalizmde direniyor.”
Sao Paulo Forumu sırasında Castro çok önem verilen bazı yasal düzenlemeleri açıkladığında herkesin kafasında ciddi soru işaretleri belirmişti. “İşte Küba da sonunda…” diyenler çokçaydı. Hatta batılı medyalardan Küba’nın kapitalistleşme sürecine girdiği mesajı yayılıyordu.
Oysa Kübalı komünistler yürüdükleri çizginin ne kadar ince olduğunun bilincine fazlasıyla varmışlardı. Ziyaretimin hemen başında, daha Havana Havaalanı’ndan partinin konukevine giderken Jorge Castro içinde bulundukları dönemin zorluklarını atmak zorunda oldukları kimi adımları uzun uzun anlatırken bir şeyden kuşku duyulmamasını özellikle talep ediyordu: Küba Komünist Partisi sosyalizmden taviz vermeyecekti.
Küba vatandaşlarının dolar tasarrufunu engelleyen yasaların değiştirilmesi, parti yönetiminin “halka bunu nasıl anlatacağız” diye kaygı duydukları türden bir karardı. Gerçekten de insanoğlunun yarattığı en güzel ideoloji olan eşitlikçiliğin yaşamın bizzat kendisi haline geldiği bir topluma, üç yıl öncesine kadar “fuhuş” kelimesini duymazken genç kızların dolara satıldığını gören bir gençliğe, Amerika dendiğinde akıllarına şimdi yoksulca ama onurlu bir biçimde içinde yaşadıkları randevuevle-ri ve kumarhaneleri getiren bir emekçi halka bunu nasıl anlatacaklardı? Zorlandılar ve bir Kübalı komünistin dediği gibi, bunu belki de anlatabilecek tek kişinin sağlığında bu adımı attılar.
İktidar’da belirttiğim gibi, yönetimin Kübalılar’ın dolar bulundurmalarına ve dolarla alışveriş yapmalarına olanak tanıyan yasal değişikliklerden ciddi beklentileri var. ABD’den nakit akışının hızlanacağı, Küba vatandaşlarının çok temel kimi gereksinimlerini karşılama olanağı bulacağını düşünüyorlar. Bu adımla birlikte yabancı sermayeye sağlanan kolaylıklar düşünüldüğünde ürkmemek elde değil. Yabancı sermayeye sektörel bazda hiçbir kısıt konmuyor (hoş, ortada Küba’da yatırım yapmaya can atanlar yok. Küçük ölçekli yatırımlar yapan İspanyol ve Kanada sermayesi dışında şimdilik Küba cazip bir yatırım alanı olarak değerlendirilmiyor). Ancak işletmelerde Kübalı emekçilerin çalışmaları ve yabancı sermayenin verili işletmedeki oranının yüzde 50’yi geçmemesi gibi kesinlikle tartışmadıkları ilkeler var.
Ama asıl önlem, yani bir kaymayı önleyecek temel koşul başka: Kübalılar’ın hangi düzeyde olursa olsun kapitalist olmaları yasak!
Küba’ya ayak bastığınız andan itibaren duyduğunuz “özel dönem” sözcüğü, yaşanılan sıkıntıları o kadar güzel açıklıyor ki… Gerçekten de özel bir dönemden geçiliyor ve bu özel dönemde bile çok kararlılar… Yoğurdu üfleyerek yemeyi düşünmüyorlar. Yoğurdu yemeği düşünmüyorlar. Hem de hiç…
ÖZEL DÖNEM
Özel dönemin Küba toplumu üzerindeki etkilerini fazla anlatmak istemiyorum. Ama durumun hiç iç açıcı olmadığı ortada. Ulaşım tıkanma noktasında, ve çok ciddi bir gıda sıkıntısı çekiliyor; bunları hemen farketmek mümkün. Ama daha önemli bir şey var, Küba’da sanayi üretimi fiilen durma noktasına gelmiş. Bu duruma yol açan yakıt ve yedek parça sıkıntısı. Yakıt yokluğu, dünya piyasalarında Küba’nın ihraç ürünü şeker ile petrol arasındaki paritenin Küba aleyhine gelişmesinden kaynaklanıyor. Çoğunun sandığı gibi Küba alacak petrol bulamadığı için sıkıntıya düşmüş değil. Küba’nın petrol alabilecek dövizi yok. Yok çünkü, şeker bu miktarda bir girdi yapmıyor Küba ekonomisine.
Ayrıca kötü giden iklim koşulları da tarıma büyük bir darbe vurmuş. Bu yılın başlarında meydana gelen ve “asrın kasırgası” diye adlandırılan felaketin yalnıza şeker üretimine indirdiği darbenin 500 milyon dolar civarında olduğu belirtiliyor. Ayrıca yakıt yokluğundan tarımsal üretimde genel bir düşüş yaşanıyor. Genç Komünistler Birliği’nin Ulusal Büro üyesi Rogelio Martinez Bernal’in deyimiyle “şeker yok petrol yok, petrol yok şeker yok!”
Kübalılar petrol sıkıntısına karşı üç koldan mücadele ediyorlar. Birincisi, karada ve denizde petrol arama çalışmalarına hız vererek bağımlılığı azaltmak isliyorlar. Şu anda elektrik üretiminde kullanılan petrolün yüzde 60’ı ve genel ihtiyacın 6’da biri Küba’da elde ediliyor. Aslında umutlu olmaları için bir neden de var. Son araştırmalardan sonra Küba kıyılarında önemli petrol yataklarına rastlanmış. Küba yönetimi şimdi bu petrolü çıkartmak için gereken teknoloji için kaynak arıyor.
Darboğaza karşı ikinci direnme noktasını yeni enerji kaynakları yaratmak ve bunları kullanım açısından yaygın hale getirme çalışmaları oluşturuyor. Güneş enerjisi gelecek için umut verirken, gübre ve tarımsal arlıkların değerlendirildiği bio-gaz kullanımında şaşırtıcı sonuçlar elde edilmiş. Tarımda bir çok üretim birimi ısınma sorununu bi-ogazla çözerken, Havana’da bazı İkarüs’ler biogaz-la çalışmaya başlamış bile. Burada da sorun daha büyük ölçekli biogaz merkezleri kurulması için gerekli kaynakların bulunması…
Akaryakıt sıkıntısına karşı son önlem ise tabii ki kısıntılar. Küba halkı motorlu araçlardan pedallılara terfi etmiş Küba tarımı eski tip mazotlu traktörlerden çağdaş iş makinaları öküzlere dayalı hale gelmiş. Havana’da elektrik kesintisi zaman zaman günde 16 saata varıyor. Bu kesintiden herkes payını almış. Devlet ofislerinde zorunlu tatil yapılıyor.
Diğer sorun olan, yedek parça sıkıntısının temelinde elbetteki Sovyetler’deki çözülüş var. Küba ekonomisini sosyalist ülkeler arasındaki işbölümünün gerekelerine göre düzenlemiş. Zaten açıkçası iklim koşulları, hammadde kaynakları vs. gözönüne alındığında Küba gibi bir ülkenin bütünüyle kapitalist dünyanın dayattığı role oturmak ya da sosyalist ülkeler arasındaki işbölümünün yarattığı olanakları değerlendirmek dışında bir üçüncü alternatifi yok. İşte şimdi bu üçüncü alternatifle kendi başlarına sosyalist bir hatta direnmek alternatifiyle baş başalar. Bugün bunda inat etmelerini sağlayan ise, kararlılık ve bilinçleri kadar, kendilerinin de ısrarlar belirttikleri gibi, 30 yıllık sosyalist dayanışmanın Küba’ya kattıklarıdır.
Başta Sovyetler Birliği olmak üzere, sosyalist ülkelerdeki ihanetin Küba üzerindeki yıkıcı etkisi korkunçtur. Her fırsatta vurgulamaya çalışıyorum Küba’da kaldığım süre sonunda perestroykacı karşı devrim hizbine olan kinim kat kat arttı. Kübalılar ise “güzel günler”in ve geçmişinde 70 yıllık bir onur olan Sovyet halkının hatrına bu konuyu sessizlikle geçiştiriyorlar. Fazla üstelediğinizde, ya da dolduklarında bu sevecen insanlarda yalnızca öfke görebiliyorsunuz.
Nasıl öfkelenmesinler?
Ülkede neye elinizi atsanız Sovyet malı. Ülkenin ulaşımı, tarımı, savunması Sovyet teknolojisine emanet edilmiş ve şimdi Rusya’daki ekonomik kriz ve Yeltsin köpeğinin Castro fobisi nedeniyle bu teknoloji ne işletilebiliyor, ne yenilenebiliyor. Bizdeki açık alan otoparkları nasıl yasaklı yere park ettiği için gözaltına alınan araçlarla doluysa, Küba’da dağ taş taşıt ya da makine leşi tarafından işgal edilmiş durumda. Bütün bu motorlu araç ve makinelerin çok değil, bundan 5-6 yıl öncesine kadar Küba’yı Latin Amerika’nın gururu haline getirdiğini düşünmek insanı gerçekten sinirlendiriyor.
Küba halkı hala şaşkın. Bugün 20 yaş civarındaki gençlerin bir bölümü geçmişteki dayanışmanın onurunu, dünkü ihanetin utancını adlarında taşıyorlar. Boris’ler, Tanya’lar, Olga’lar, Yegor’lar… Küba yönetimi hala şaşkın. Havana’mn merkezinde sosyalist ülkelerden gelen danışman, teknik eleman ve akademisyenlerin ikametleri için yapılmış olan dev bina iki yıldır boş duruyor. Kimse olanlara inanmak istemiyor…
Çaresi yok… Şimdilik tek başınalığa ayak uydurmak zorundalar…
NAKLİYE SORUNU
ŞİMDİLİK KIRLARA YARIYOR
Ülkede özel dönemin etkisinin en fazla hissedildiği yer, merkezi Havana. Kırsal yerleşim bölgelerine doğru yöneldikçe sıkıntılar hafifliyor. Bu aslında Sovyetler’in 1989-91 arasında yaşadığının daha küçük ölçeklisi. Nakliye problemi nedeniyle ürünlerin önemli bir bölümü kentlere taşınamıyor. Ayrıca Küba yönetimi, şu andaki ekonomik tıkanıklıklar nedeniyle giderek asalaklaşan kent nüfusunu tarımsal üretime doğru çekmek için Havana’ya başkent ayrıcalığı tanımamakta direniyor.
Gerçekten de ziyaret ettiğim bir kollektif çiftlik ile bir devlet çiftliğindeki gözlemlerim ve işletme yöneticileriyle yerel parti yetkililerinin anlattıkları yaşam standartlarının en fazla Havana’da düştüğünü gösteriyordu.
Bunun nakliye sorunlarının yukarıda değindiğim kaçınılmaz sonuçlarıyla elbette bir ilgisi var. Ama Küba tarımının örgütlenişinin kimi karakteristik yönleri var ve bu kadar sıkıntı içerisinde, genel tarımsal üretimde düşüş yaşanmaması ancak bu yönler ile açıklanabilir.
Küba’da şu anda tarımda özel mülkiyet yüzde 10’luk bir orana sahip. Asıl ağırlığı devlet işletmeleri ile kollektif çiftlikler oluşturuyor. Devlet işletmeleri şu anda daha çok kentlerden geçici işgücünün rotasyonla çalıştırıldıkları (Parti MK üyeleri de bu rotasyona tabiler) ve yeni tarımsal teknik ve ürünlerin denendiği büyük ölçekli tarımsal yapılar durumunda. Gezme fırsatı bulduğum “Las Novedadas” çiftliği, Havana bölgesindeki en önemli işletmelerden birisiydi ve biogaz kullanımı konusunda ülkedeki diğer tarım işletmelerine öncülük etmekteydi.
Parti’nin Bölge Komitesi İdeolojik İşler Sorumlusu Orlando Alvarez, Küba tarımında planlamanın merkezi yapısıyla insan faktörünün uygun bir tarzda kaynaştırılmış olmasının en önemli kazanım-ları olduğunu söylüyor. Gerçekten de işletmelerde yöneticilik yapan herkes tarımda işlerin kötü gitmemesini çiftçilerin ülkeye ve toprağa yabancılaşma-malarına bağlıyor.
Tarımın önündeki en ciddi engel, elbette tarımda makineleşmenin durması daha doğrusu geriye gitmesi. “Las Novedadas”ın yöneticisi Gildeno Fraga büyük bir keyifle “şimdi sizi çiftliğimizin makine parkına götüreceğim” dediğinde, “demek ki yürüyen bir şeyler var” diye düşünmüştüm. Makine parkımız on küsur beygir ile yirmiye yakın öküzden oluşuyordu!
Traktöre mazot bulamayan Küba, tarımdaki açmazı olan tahılı nereden bularak hayvanları besliyordu? Fraga, Küba halkının yaratıcılığına güvenmemiz gerektiğini hatırlatarak büyükbaş hayvanlar için geliştirdikleri “mamaları” gösterdiğinde sorumun yanıtını almıştım. Her tür artık üründen geliştirilen yüksek kalorili mamalar…
Küba tarımının gerçekten de en önemli açmazı tahıl ürünleri. İklim koşulları nedeniyle Küba’da ancak şeker kamışı, tütün ve bazı tropik meyvelerde kaliteli ürün alınabiliyor. Bunun dışındaki yaygın ürünler olan muz, beyaz patates, patates, kahve, pirinç ve narenciyede aynı kalite elde edilemiyor.
“Yaguaja Kahramanları” çiftliğini gezdiğimde kooperatif tarzı örgütlenmiş işletmelerin bu dönemde devlet işletmelerinden daha etkili çalıştıklarını gördüm. Mekanizasyon süreci duran tarımda devlet işletmeleri geniş bir araziyi tek bir merkezden idare ederek işlemekte güçlük çekerken, kendi bünyesinde kollektif kolaylıklardan yararlanan kooperatif üyelerinin daha küçük birimlerde aldıkları sorumlulukları daha iyi yerine getirdikleri görülüyordu. Bu çiftlikte toprak 16 kişiye aitti. Emeğiyle katılanlarla birlikte 76’sı aktif 86 kooperatif üyesi bulunuyordu. Ayrıca hasat dönemlerinde gönüllü emekçiler çalışmaya geliyorlardı. Elde edilen gelirin yarısı topraksız kooperatif üyelerine harcadıkları emek-zamana göre dağıtılmaktaydı. Yüzde 25’lik bir oran topraklı çiftçilere, yüzde 10’u devlete, geri kalanı ise yatırım ve sosyal harcamalara ayrılıyordu.
Kooperatifler 5 yılda bir yapılan seçimlerle saptanan bir yönetim kurulu tarafından yönetiliyor. Bu yöneticiler genellikle komünist. Örneğin Yaguaja Kahramanları çiftliğinde 18 KP üyesi, 8 GKB üyesi çalışıyor ve bunlar gerçekten de işletmede güvenilen ve sevilen insanlar. Yoksulluğun ve zenginliğin alabildiğince eşit paylaşıldığı bu işletmelerde komünistlerin ayrıcalıkları sorunların alınlarında bıraktığı kırışıklıklardan müteşekkül. Bunun dışında sistem o kadar doğrudan denetleniyor ki, kimsenin kollektif olanakları kendisine yontması mümkün değil. Bu doğrultuda yasal düzenlemeler de yapılmış. Sadece bir örnek: Kooperatif başkanının eline geçen ücret kooperatifteki en üretken emekçinin ücretine endekslenmiş durumda.
Kooperatifler yasal olarak üretim politikalarını kendileri saptıyor. Ancak yönetime seçilenlerin önemli bir bölümünün sorumlu komünistler olması merkezi yönetimin işini kolaylaştırıyor ve tercihler toplumsal ve iktisadi önceliklere göre yapılıyor.
EKONOMİK SIKINTILARDAN SİYASAL ve İDEOLOJİK KAVGAYA
Bugün kim ne derse desin, Küba’da sosyalist iktidarı tehdit edecek ölçekte bir iç muhalefet yok. Yakın bir dönemde, ABD’nin bütün çabalarına rağmen bu tür bir odağın boy atacağı sanılmamalı. Ancak bence şu anda somut bir anti-sosyalist odağın yokluğu en az onun varlığı kadar tehlikeli. Tehlikeli çünkü, Küba’da Castro ve ekibinin şu andaki otoritesi sosyalizmin maddi kazanımlarına eşlik eden tutarlı ve etkili bir ideolojik ve kültürel çalışmanın eseridir ve bugün bu ayaklardan birisi sallanmaktadır. Bugün Küba Komünist Partisi’ne biraz hareket etme serbestliği tanıyan bu otoritenin kalıcılığı konusunda elbette önemli güvencelerle hareket edilmeli, ama Küba halkının yönetime sınırsız bir kredi açtığı sanılmamalıdır.
Bugün artık sosyalizmin maddi kazanımlarının bir bölümü anlam ifade etmeyecek kadar erimiştir. Erimenin ölçeğini dostumuz eski Türkiye Büyükelçisi Tellez’in anlatımıyla sunmak istiyorum:
“Şu anda KP siyasal olarak rakipsiz. Bugün başka partilere izin verilse de bu rakipsizlik sürer. Ama birileri çıkıp ulaşım sorununu tek gündem maddesi yapan bir parti kursa veya bir tek, gıda dağıtımını düzelteceğim dese Havana’nın en az yarısı bu partiyi destekler. Tabi, karşı devrimci veya Amerikancı olmamaları kaydıyla…”
Tellez’in mizahla karışık sunduğu tablonun en önemli yanı “karşı devrimcilik” ve “Amerikancılık”… Toplumda devrime ve Küba’nın özgün bağımsızlıkçı ideolojisi Marti’ciliğe sahip çıkılması
konusunda bir eksiklikten söz etmek çok zor. Ancak sosyalizmin maddi kazanımlarıyla dolayımsız bağını giderek yitirmeye başlayan bu ideolojik egemenliğin gücünün belli bir süre sonra azalabilece-ği unutulmamalı.
Bu anlamda Küba Komünist Partisi’nin gençleş-tirilmiş yönetimi ideolojik mücadeleye özel bir önem vermeye başlamış. Bruno Rodriguez Parrilla, partinin MK’sındaki 30 yaş kuşağının temsilcilerinden ve ideolojik işler departmanının sorumlularından. Parrilla, Küba’daki ekonomik güçlükler nedeniyle ideolojik mücadelede önemli zaaflarla karşılaşıldığını vurgularken, ülkedeki kitap basımından film üretimine kadar birçok alandaki hızlı düşüşten örnekler veriyordu.
Küba’da geçtiğimiz yıl 900 kitap basılması vahim göstergelerden birisi. Kaliteli bir kitabın 500 binin altında basılmadığı Küba’da şu anda 20-30 binin üzerine çıkan kitap yok gibi. Geçmişte sanatsal üretim için miyonlarca dolarlık ithalat yapılırken şu anda sanatsal üretime ancak bu üretimden elde edilen kadar kaynak ayrılıyor. Ve aslında Küba’da sanatçılara “başınızın çaresine bakın” denmiş. Bunun yarattığı riskleri bilmelerine rağmen, KKP “piyasa koşulları”nda çalışmaya başlayan ressamlara, müzisyenlere ve yazarlara kesinlikle karışmıyor hatta destekliyor. Yabancı sermayenin elinden tuttuğu “sanat” bir anda Küba’ya döviz ve politik gericilik olarak geri geliyor. Silvio Rodriguez gibi kalburüstü sanatçıları bir kenara bırakırsak bu anlamda dünyaya açılan Küba sanatı, devrimden de açılmaya başlıyor.
Bruno Parilla’ya göre, kültürel cephedeki bütün bu olumsuzluklara rağmen ideolojik mücadeleden şimdiye kadar devrimden yana olup, mücadeleye katılmayan sokaktaki adama hitap ederek kalıcı başarılarla çıkacaklarını iddia ediyor.
Burada KKP’nin en önemli avantajlarından bir tanesi her zaman için bir komünist partinin düşünsel üretiminde özel bir yer tutan marksist-leninist teorinin içsel tartışmalarını bir kenara koyma olanağına sahip olunmasıdır. Küba’nın bugünkü özgün koşulları, Küba deneyinin kendisini evrensel bir dilde ifade edecek ve gündelik siyasal-ideolojik kavgayı teori cephesinde de besleyecek bir çalışmayı şimdilik gereksiz kılıyor. Bu nedenle KKP ve toplumun ideolojik sinyallere duyarlı noktaları şu an için zaman kaybına yol açacak bir yükten kurtuluyor. Elbette, bu durum uzun süremez. Bu durumun kalıcı bir eğilim haline gelmesi partinin devrimciliğini ve dolayısıyla önderlik yetilerini bir çırpıda ortadan kaldırır. KKP yönetimi bunu da biliyor ama şu anın zengin siyasal ve ideolojik görevlerini bağlayacak bir teorik standartlaşmaya hiç sempati ile bakmıyor. Bu nedenle parti içine köklü tartışmaları sokmak isteyen kimi marksistleri (Tablada bunlardan birisi) fazla etkili pozisyonlara getirmekten kaçınıyorlar.
Önümüzdeki dönem Küba’nın yenilenmiş KP’si, yabancı sermayenin gerileyen kültürel üretimin, karaborsanın, ülkede yaygın olarak izlenen Amerikan filmlerinin, sosyalist ülkelerdeki çözülüşün, yoklukların, fuhuşun, turizm sektöründeki büyümenin beslediği anti-komünist yönelimlere karşı zorlu geçecek bir ideolojik mücadele evresine girecek. Burada da zafer Kübalı komünistlerin olacaktır.
DEVRİMLE EVLENMEK…
Zaferden emin olmak gerek… Sao Paulo Kon-feransı’ndaki siyasal cümbüş içerisinde parlayan Kübalı komünistler sanıldığından daha tutarlı ve zengin bir birikimle girişiyorlar bu kavgaya…
Kısaca Forum’daki Latin Amerika solunu anlatmak istiyorum. Forum’a katılanlardan üç hareket, Brezilya İşçi Partisi, Meksika Demokratik Devrim Partisi ve FMLN, yakın dönemde gelecek bir seçim başarısının kıtanın siyasal haritasını bütünüyle değiştireceğini ileri sürdü ve Forum’un sosyetesini oluşturdu. Bu üç hareketin de gerçekten çok ciddi bir oy potansiyeli var. Ayrıca Uruguay ve Şili’deki sol cepheler de benzer iddialar taşıyorlar.
Türkiye’de de çok pazarlanan ve içinde çeşitli hizipler barındıran BİP, Forum’da reformizmle devrimcilik arasında gidip gelen bir kimlik sergiledi. Liderleri Luna’nın konuşmalarındaki çerçeve ise partinin marksizmin temel kazanımlarına karşı küçümsenmeyecek bir mesafe koyduğunu gösteriyordu. Meksika’dak parti ise reformist bir parti. Karma ekonomiyi hedefleyen bu partinin sonraki seçimlerde ciddi olarak hükümet partisi olabileceği söyleniyor. Lideri Cardegas, marksizmle ilişkisini alabildiğince zayıf tutan soğuk yüzlü birisi… FMLN ise efsanevi Şefik Handal tarafından temsil edildi ve Handal, devrimcilikte direnen bütün örgütlere “biz de böyle bir yol seçmiştik, ama olmadı” diye vaaz vererek, kapanış bildirgesinde Clinton yönetimini aklamak için onca canbazlık yaparak bütün geçmişini iki-üç günde yok edecek kadar geri bir noktayı sahiplendi. O da seçim zaferine inananlardan…
Bütün bunlar olurken seçimlerin anlamını acı bir dersle öğrenen Daniel Ortega kürsüden bütün Latin Amerikalı devrimcilere “hayali bırakın” diye söyleniyordu:
“Biz Nikaragua’da farklı bir sosyalizm bir karma ekonomiyi sahiplenen, iki çok partililiği savunan bağımsızlığı ön plana alan bir sosyalizm kurmaya kalktık buna bile izin vermediler. Seçimlerde halkımıza şantaj yaparak iktidarımızı çaldılar. ABD’nin yeni baş ağrılarına izin vereceğini sanar-sanız acı çekersiniz.”
Ortega’nın “küçük” yanlışını, aynı günkü oturumda söz alan Castro düzeltti. Castro’ya göre, Nikaragua’da kurulmak istenen herhangi bir biçimde sosyalizm filan değildi. Buna rağmen, ABD bu ülkeyi karşısına almıştı bugün de hayal görmek için fazla bir neden yoktu.
Hayal, devrimcileştiriyorsa işlevlidir. Latin Amerika’da hayal silahsızlandırıyor.
Kıtadaki devrimci hareketlerin içinde bulunduğu durumu bir kaç başlıkta özetlemek mümkün:
1) Hemen hemen bütün Latin Amerika’da “sol”, birbiri ardına gelen cuntalar, iç savaş deneylerinden sonra ciddi olarak yoruldu. Bu hareketlerin önemli bir bölümü liberal arayışlar içerisine girdiler.
2)Sosyalist ülkelerin çözülüşü ile bocalayan KP’lerin bir bölümü ortadan kayboldu. Onların yerine yeni partiler kurulduğu gibi, sosyalist adını alan kimi KP’lerin içinden buna karşı çıkan hiziplerin oluşturduğu küçük örgütler de ortaya çıktı.
3)Yıllardır etkisiz kalan ve sonuç alamayarak gelişmeleri izlemekle yetinen “parti”lere güvenilmemesi nedeniyle Latin Amerika’da güçlü bir parti dışı biçim arayışı gelişti. Forum’a katılan örgütlerin listesine bakıldığında bu, daha iyi anlaşılacaktır.
4) Latin Amerika’daki devrimci hareketlerin şu anda anti-Amerikancılık dışında canlı tutabileceği bir ideolojik kimlik yok. Brezilya gibi birkaç ülkedeki güçlü proleter hareket de henüz ideolojik açıdan bir alternatif oluşturabilmiş değil. Bu anlamda Latin Amerika’da yapılan, bu kimliksizliği daha da pekiştiren sol koalisyonlar. Çevreci eğilimlerden anarşistlere, trotskistlerden gerilla hareketlerine, reformistlerden maoculara, komünistlerden sosyal demokratlara, katolik örgütlenmelerden sendikalist eğilimlere kadar son derece zengin bir yelpazeyi temsil eden bu koalisyonlar o kadar ortala-macı ve o kadar kişiliksiz birer programa sahipler ki buralardan doğru dürüst hiçbir toplumsal dönüşüm projesi çıkamaz. Bir tek istisnayla…
Bu koalisyon örgütlenmeleri, kıtanın tek sosyalist ülkesini yaşaması için büyük bir uğraş veriyorlar. Ortalamacılığın başında neredeyse bir katalizör olarak Küba’yla dayanışma başlığı duruyor. Bu nedenle bir seçim başarısının ardından bu koalisyonlardan birisinin hükümet olması, devrimci bir kalkışma anlamına gelmeyecektir (bu zorlanırsa, sandığa fazla bel bağlayan bu oluşumların ek dinamiklerden yoksunlukları nedeniyle Amerikan emperyalizmine karşı direnme şansları yok gibi), ama oluşacak “demokratik kimlikli” iktidarlar ambargo söz konusu olduğunda, Küba’ya nefes aldıracak gedikler açacaktır.
Küba’nın da beklentisi budur. Bu nedenle prog-ramatik açıdan pek sıcak bakmadıkları ve eleştirdikleri bu deneylere siyasal açıdan bir anlam yük-lemekteler.
Ama “büyük abi”nin çökmesinden sonra Küba’yı doğru yola getirmek uğraşına giren reformistlere ve trotskistlere karşı bir direnç oluşturarak…
Bu uğraş küçümsenmemelidir. Küba başta İspanyol sosyal demokratları ile kıtada iktidarda olan kimi sosyal demokrat ve liberal partilerin amansız sıkıştırmasıyla karşı karşıyadır. Forum da bile bu konularda Castro’ya açıktan şantaj yapılmıştır. Trotskistler ise, allah için iyi çalışıyorlar. Değişik fraksiyonlardan trotskistler, misyonerler gibi sürekli ülke değiştirerek ve akıl almaz bir kozmopolit ruh haliyle koşuşturuyorlar. Bayağı da cüretliler. Küba’yı 4. Enternasyonal’e üye olmaya davet edecek kadar!..
KKP içerisinde fazla etkili olmasa da Che’ci kimi eğilimler var ve bazı trotskist gruplar uluslararası alanda Che’yi kendilerince reel sosyalizm pratiğinin bütünsel bir almaşığı olarak pazarlamaya çalışıyorlar.
Kübalı komünistler bürokrasi, devlet sektörü, zamanında Sovyetler’le kurulan ilişkiler, tek parti gibi konularda diplomasiyi elden bırakmadan bir çizgide ısrarla duruyorlar. Castro, Forum’un kapanışında ve 26 Temmuz’da yaptığı konuşmalarda çok berrak bir bakışla yaklaştı devrimin tarihine.
Ama “sol” gerçekten çok rahatsız edici bir üslup seçmiş kendisine. Forumun son gününde bir troskist delege, Castro’ya yüzlerce gazetecinin ve onca sosyal demokratın yanında, “biz Küba’yla dayanışıyoruz bunu enternasyonalizm adına yapıyoruz. Küba Latin Amerika devrimi için ne yapıyor? Tamam, Küba devletinin uymak zorunda olduğu bir takım kurallar var ama parti pekala devrime açık bir siyasi destek verebilir. Örneğin Granma’da KKP Latin Amerika’daki bütün devrimci hareketlere her türden yardımın yapılacağını ilan etsin. Ayrıca Castro’nun Meksika seçimlerinden sonra ve başka yerlerde gerici hükümetleri kutlamasını, Falkland savaşında Arjantin faşistlerini desteklemesini protesto ediyoruz” diye hitap edebildi. Dürüst ve saygılı trotskistler de var elbette, ama Kolombiyalı olduğunu tahmin ettiğim bu delege bana bizdeki “Sovyetler çöktü, sıra Castro’da” diye yazabilecek kadar utanmaz karşı devrim bezirganlarını hatırlattı. Ve bu delege, Castro’yu gereğinden fazla hiddetlendirdiği için bu sorunlu ülkenin bu soylu lideri bir açık Forum’da söylenmemesi gereken şeyleri söylemek zorunda kaldı. Özetle şöyle:
1) KKP ile Küba devletini birbirinden ayırarak devrimcilik yapmak, bir düşmanlarımız aptal olmadığı için iki biz düşmanlarımızı böyle değerlendirecek kadar aptal olmadığımız için saçmadır.
2) Küba her zaman elindeki olanaklardan ötesinde enternasyonalisttir. Nerede bir devrimci çıkış varsa onlara yardım ettik (Castro burada gereğinden fazla detaylı bilgi verdi). Başımız hep belaya girdi. Ama şu anda yakın dönemde bir Latin Amerika devrimine inanmıyorum.
3) Burjuva hükümetleriyle ilişki kurmayacaksak bugün burada sizler neden ambargo kalksın diye uğraşıyorsunuz. Bundan daha aptalca birşey olamaz. Bence burjuva temsilciler gocunsunlar bizim gibi inatçı komünistlerle ilişki kurdukları için…
4) Falkland’da ulusal gururu ayaklar altına alarak teslim olan Arjantin faşistleri, eğer bir Latin Amerika birliği sağlansaydı, İngitere karşısında sürdürülecek bir anti-emperyalist savaşla birlikte daha önceden kendi halkı tarafından alaşağı edilecekti. Biz Arjantin faşistlerini desteklemedik. Biz emperyalizmin bölgeye yeni bir müdahalesi karşısında Arjantin halkının yardımına Küba silahlı kuvvetlerini yollamayı önerdik.
Aslında genç ve yeni Dışişleri Bakanı Roberto Robeyna daha doğrusunu yaptı ve nereden gelirse gelsin her soruyu yanıtlamak zorunda olmadıklarını söyledi. Her soruyu yanıtlamak zorunda değillerdi ve aslında onların da bazı sorular sormaya hakları vardı.
İzlenimlerimi yine Robeyna ile bitirmek istiyorum… “Küba bizim gençlik aşkımızdı ona ne yapıyorsunuz” diye başlayan bir soru yöneltildi Kübalılara… Robayna’nın yanıtı Küba devriminin bugünkü öncülerinin ruh halini yansıtıyor, bu ruh hali sosyalizmde direnmenin en önemli güvencesidir. Küba’da sosyalizmi direnecektir:
“Küba devriminin gençlik aşkınız olduğunu söylüyorsunuz, bu gerçekten etkileyici. Ama biz bir ötesini yaptık, biz devrimimizle evlendik ve hiç kimse Küba devrimine bizden daha fazla sahiplenme durumunda değidir.”