Bu çalışma iki ana bölümden oluşuyor. Öncelikle “ideoloji” kavramının Marksizm içindeki iç evrimine yönelik dönemsel bir değerlendirme hedefleniyor. Marx-Engels sonrasıyla başlayan bu dönem Lenin’le noktalanıyor. Yazının ikinci kısmı ise, “ideoloji”nin Lenin’le birlikte bir “savaş alanı” olarak ele alınmasının anlamına ilişkin olacak.
Bu sürecin Marx ve Engels’i ele alan dönemi daha evvel “Önce İdeoloji Vardı” adlı çalışmada ele alınmıştı 1 .
Öncelikle, Marx ve Engels’de “ideoloji” ile neyin kastedildiğini kısaca hatırlayalım.
MARX-ENGELS ve İDEOLOJİ
Marx ve Engels’de “ideoloji” kavramının ağırlıklı olarak negatif bir içerik taşıdığını görmekteyiz. Dolayısıyla, “ideoloji” gerçeklikten köken alan, ama onu çarpıtan bir anlamda kullanılmaktadır. Burada “ağırlıklı olarak” diyoruz, çünkü özellikle Engels’in son dönem yapıtlarında, “ideoloji”nin negatif kullanımında daha önceki kesinliğe göre daha esnek bir çerçeve bulabiliriz. Fakat sosyalist ideolojiye rastlamayız onların eserlerinde.
Fakat Marx ve Engels’in eserleri sosyalist ideolojiye isim olarak kapalı olsa da işlev olarak açıktır. Yani “sosyalist ideoloji” içerisinde değerlendirebileceğimiz kavramlar, vurgular, siyasi önermeler Marx ve Engels’in pek çok eserinde bulunabilir. Fakat bunlar onlar tarafından hiçbir zaman bir ideoloji olarak değerlendirilmemiştir.
Marx ve Engels, kendi dönemlerinde bir yalnızlığı yaşadılar. Bunun hem fiziksel hem de düşünsel boyutu vardı. Marx’ın pek çok eseri kendi sağlığında basılamadı. Ayrıca yaptıkları düşünsel üretim sosyalist harekete damgasını henüz vurmamıştı.
Marksizmin bu düşünsel yalnızlığı, onlardan sonraki kuşak için yerine getirilmesi gereken bir göreve işaret etmekteydi. Marksizmin kendisini anlatması, kendi otoritesini çok yönlü olarak ortaya koyması gerekiyordu.
BİRİNCİ KUŞAK MARKSİSTLER ve İDEOLOJİ
Marx ve Engels’i izleyen birinci kuşak Marksistler bu görevi üstlendiler. En önemlileri; Labriola, Mehring, Kautsky, Plehanov olarak sayılabilecek bu teorisyenler tarihsel materyalizmin savunusuna ve sistematize edilmesine yöneldiler 2 .
Teorisyen olarak andığımız bu insanlar için soyundukları işin mütevazi olduğu söylenebilir. Fakat materyalist tarih görüşünün yaygınlık kazanmamış olduğu bir dönemde yapılan iş gerçekten önemliydi. Ayrıca bu insanlar teorik anlamda büyük adımların atılmış olduğunu, üzerine bastıkları zeminde nesnel gerçekliği açıklama konusunda önemli bir açığın kalmadığını düşünüyorlardı. Bunda yaşadıkları dönemin belirleyici olduğunu söyleyebiliriz. Engels’in ölümünü izleyen ilk yıllarda, Marksist teoriyi daha geniş bir alana “uygulama” dışında, yeniden üretme anlamında bir katkıyı zorlayan bir nesnellik yoktu. Bu dönemi; kapitalist gelişmenin sürdüğü, Komün yenilgisi sonrası işçi hareketlerinin gerilediği, tekelleşme ve emperyalist yayılmanın henüz işin başlarında olduğu bir dönem olarak tarif edebiliriz.
Birinci kuşak Marksistler, 1874-1894 arasındaki bu durgunluk döneminde yetiştiler. Bu kuşak, aralarında bireysel farklılıklar göstermelerine karşın “ideoloji”yi negatif, gerçekliği çarpıtan bir kavram olarak ele almadı.
Bunda, Alman İdeolojisi’nin o dönemde yayımlanmamış olmasının da payı vardır. Alman İdeolojisi, Marx ve Engels’in ideoloji kavramını detaylı bir şekilde ve negatif bir içerikle ele aldıkları en önemli eserlerindendir.
Bu durumda 1. kuşak Marksistlerin yönelebilecekleri belli başlı iki kaynak kalmaktaydı; Marx’ın 1859 Önsözü ve Engels’in Anti-Dühring çalışması…
Bu kaynaklar, ideolojinin sadece negatif anlamda değil genel anlamda bir üstyapı ögesi olduğunu belirtmese de, buna karşı önermeler de içermemekteydi.
Bu kuşağın teorik yönelimlerindeki bireysel farklıklara göz atarsak iki temel yaklaşımla karşılaşırız: “Labriola ve Plehanov, Engels’in çabasını devam ettirerek Marksizmin pozitivist ve determinist yorumlarına karşı çıkıp üstyapının sosyal gerçekliğe yaptığı azımsanamaz etkiyi gösterdiler. Kautsky ve Mehring ise bilincin ekonomik yapı tarafından doğrudan belirlendiğini vurgulama eğilimindeydiler” 3 .
Fakat bu farklı yönelimler, onların “ideoloji”ye bakışlarında da, izlenilebilen farklılıklar üretmedi. Aynı kaynaktan aktarırsak, “Labriola ve Mehring daha kararlı bir şekilde ideoloji terimini negatif bir anlamda kullanırken, Kautsky ve Mehring’in formülasyonları daha belirsiz olmakla birlikte, pozitif bir ideoloji konseptinin ilk adımlarını içeriyordu.”
Tüm bunlar bütünsel bir çerçeveden ziyade, “ideoloji”ye ilişkin bir belirsizliğe ve boşluğa işaret etmektedir. Yine de Pleha-nov’un “ideolojik üstyapı” gibi Marx’da rastlamadığımız kavramları açık bir şekilde kullandığını görürüz. İdeoloji konusunda Plehanov ile bir dönüm noktasına yaklaşırız. “İdeoloji”nin Plehanov’la birlikte, nötral içeriği daha da belirginleşir. Plehanov’un yazılarında açık açık “ideolojik üstyapı”dan bahsedilir. Plehanov her ne kadar Marx’ın Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı’nın Önsözü’ne atıfta bulunarak, bir kopuştan ziyade Marx’ın söylediklerinin “mealini” yapar tarzda konuyu ele alsa da, Marx’ın yazdıklarının ötesine geçmeye başlamıştır.
İdeoloji’nin “ideolojik üstyapı” olarak ele alınmasının önemi nedir?
“İdeolojik üstyapı” tüm bilinç formlarını içerir, yani burada altyapıdaki her faktörün üstyapıdaki bir karşılığından bahsedilmektedir. Tüm bilinç formlarından bahsettiğimizde de bunların hepsinin gerçekliği çarpıttığını söylemek mümkün değildir. Sonuçta, “ideolojik üst yapı” kavramı, gerçekliğin çarpıtılmasıyla sınırlanan bir “ideoloji formülasyonu” için kapının aralanması anlamına gelmektedir.
Plehanov’un “ideoloji”nin ele alınışına ilişkin katkılarından birisi de, bir üst yapı ögesi olarak “ideoloji”nin ekonomik belirlenimden başka, sınıf mücadelelerinin de etkisiyle şekillendiğiydi 4 . Bu nokta daha sonra Lenin tarafından benimsenip geliştirilecektir.
Fakat yine de 1898’e kadar birinci kuşak Marksistlerden hiçbiri Marksizme “ideoloji” demediler. Mehring, Labriola, Plehanov ve Kautsky için Marksizm “teori” ya da “bilim”di. Marksizmin bir ideoloji olduğunu söyleyen ilk kişi ünlü revizyonist Eduard Bernstein oldu 5 .
Bernstein bunu Marksizmin bilimsel olmadığı iddiasıyla birlikte dile getiriyordu. Burada hala bilim ve ideolojinin karşı karşıya konması anlamında Bernstein’ın kendinden önce gelenlerle bir süreklilik taşıdığını söyleyebiliriz. Bernstein’ın Marksizm eleştirisi, içinde Kautsky, Plehanov ve Lenin’in de yer aldığı pek çok karşı eleştiriye uğradı. Fakat hesaplaşma en azından biçimsel olarak “marksizmin bir ideoloji olduğu” iddiası üzerinden olmadı. Tabiki burada Bernstein’ın çarpıtmalarının bir kısmının sineye çekilmesi sözkonusu değildi. Artık aynı ideoloji kavramına farklı kişilerce farklı anlamların yüklenmesi söz konusu olmaktaydı.
Kuşkusuz bir kavramın, döneme hakim olan teorik dilde elde ettiği anlam birden bire gerçekleşmez. İdeoloji’nin “negatif ve bilim karşıtı” bir anlamdan çıkması, pozitif bir içerik kazanması ve tüm sınıflarla ilişkilendirilmesi bir sürecin ürünüydü.
SINIF MÜCADELESİNİN BİR ZORUNLULUĞU OLARAK İDEOLOJİ
Emperyalizm ve işçi sınıfının kitlesel hareketlerinin yarattığı yeni politik atmosfer bu sürecin temel belirleyenleridir.
19. yüzyılın özellikle son döneminde kapitalizm yeni bir ekonomik-politik dönüşüm içerisindeydi. Bunun en karakteristik yanı olan tekelleşmenin hızlanması ve pazar kavgası, dünya savaşı fırtınasına doğru seyreden karışıklığın habercisi niteliğindeydi. Bu dönemi aynı zamanda özellikle Orta Avrupa’da güçlü işçi sınıfı hareketleriyle birlikte ele aldığımızda, yeni politik “ihtiyaç”ların şekillendiğini görebiliriz.
Kitlesel olarak mücadele eden işçi sınıfına, sosyalistlerin klasik anlamda “teori” ile ulaşması mümkün değildi. Yeni tipte bir “aktarıma” ihtiyaç vardı. Yine bu kitlesel hareketin siyasi organizasyonu, parti örgütlülüğünü gerektirmekteydi. Marksist kültürün coğrafyası da bu yeni politik ortama, Doğu ve Orta Avrupa’ya yöneliyordu 6 .
Sınıfların kendilerini politik olarak ifade etmelerinin belirginleşmesi ve sınıf savaşımının keskinleşmesinin yarattığı kutuplaşma “düşünce” üzerinde de bir kutuplaşmanın şiddetlenmesine yolaçtı. Çatışma halindeki sınıfların politik fikirleri artık teorik olarak ele alınması gereken bir öneme kavuşuyordu.
Bu dönem kuşkusuz sadece işçi sınıfı için geçerli bir süreci tarif etmiyor. Sonuçta işçi sınıfının çıkarlarının politik olarak ifadesinin yetkinleştirilmesi burjuvazinin aynı yöndeki saldırısına cevabın gerektirdiği bir zorunluluktu. İdeoloji yeni anlamını burada, sınıf çıkarlarının dile getirilmesinde buldu. Burjuva ideolojisinin bilinç kuşatmasının, işçi sınıfı partileri tarafından dikkate alınması, pratik bir süreç olarak ortaya çıktı. Egemen sınıfa ait ideolojinin eleştirisi de kendisini bir “ideoloji” olarak ortaya koydu.
Böylece “ideoloji” artık, “çelişkileri örten düşünce” olmaktan çıkarak “sınıfların dünya görüşü” haline gelmekteydi. “İdeoloji” teriminin anlamındaki bu değişikliğin bir tartışma olarak yaşanmadığını, bir tür tedrici dönüşümün gerçekleştiğini belirtmemiz gerekiyor. Ayrıca, bu dönüşümün bir zıtlığı ifade etmediğinin de vurgulanması gerekiyor. Çünkü burjuva ideolojisi, hem bir sınıfın dünya görüşü hem de, çelişkileri örten düşünce olma anlamını ve işlevini içermektedir.
Burada yeni olan, “ideoloji”nin işçi sınıfının çıkarlarını ifade ederken de işlevsellik kazanmaya başlamasıdır. Bu kullanımın en açık ve kesin şeklini Lenin’de buluruz.
LENİN VE BİR SAVAŞ ALANI OLARAK İDEOLOJİ
Lenin’de ideoloji bu anlamda “nötr”dür ve en genel anlamda “sınıfların dünya görüşü”nü ifade eder.
Lenin 1894’deki bir çalışmasında toplumsal ilişkilerin maddi ve ideolojik olarak ayrılığından ve ideolojik olanın maddi olanın üstyapısını oluşturduğundan bahseder 7 .
Gerçi bu Plehanov’un söylemediği bir şey değildir ama Lenin’le birlikte devreye “proletaryanın ideolojik önderleri” girmektedir.
Aynı kitapta “ideolojik liderliğin” net bir formülasyonunu da buluruz. İdeolojik liderlik, teorik ve pratiğin bileşimiyle, inceleme-propaganda-örgütlenme’yle gerçekleşecektir 8 .
Politik mücadelenin pratik gerekliliklerinin ve “ideoloji”nin mücadeleye sokuluşunun en çarpıcı ifadelerini ise Ne Yapmalı’da buluruz. Bu eserde sınıflar ve ideolojiler arasındaki bağ kesin bir şekilde ortaya konmuştur. Lenin iki kutup etrafında keskinleşmiş politik mücadelenin gereklerini “dayatır”: Ya burjuva ideolojisi ya da sosyalist ideoloji, üçüncü bir ideoloji yoktur. İnsanlık üçüncü bir ideoloji yaratmamıştır. Sınıflarla bölünmüş bir toplumda, sınıf dışı veya sınıflar üstü bir ideoloji olamaz.
Sınıf-ideoloji ilişkileri ele alındığında kabalaştırmalardan kaçınılması konuyu kavramak için zorunlu. Çünkü işçi sınıfının ürettiği veya işçi sınıfında etkili olan her ideolojinin işçi sınıfının “gerçek” ideolojisi olmayabiliyor.
Peki nedir işçi sınıfının gerçek ideolojisi?
İşçi sınıfının gerçek ideolojisi, işçi sınıfın üzerinde herhangi bir anda hegemonya kurmuş bir ideoloji değil, işçi sınıfının, ekonomik, siyasi ve tarihsel çıkarlarının bütünlüğünü dile getiren ideolojidir.
Zaten, Lenin’in ideoloji anlayışında, sınıf-ideoloji ilişkisi, “genetik” değil, “fonksiyonel”dir. Lenin, İşçi sınıfının kendiliğinden mücadelesinin sonucu şekillenen “sendikal sınıf bilinci”ne sahip çıkmaz. Sendikal sınıf bilinci, burjuva düzeni içinde kalan ekonomik tadilatlar için mücadeleyi hedef gösterir. Siyasi hedeflere yöneldiğinde bile sendikal bilinç burjuva düzeninin ötesinde bir erek-sellik taşımaz. Bundan dolayı Lenin sendikal sınıf bilincini haklı olarak burjuva ideolojisi olarak ele alır.
İşçi sınıfının içinden fışkıran bir bilince, ideolojiye karşı böylesine mahkum edici bir tutum yerinde midir?
Bir insanın “düşünmesi” ile bir sınıfın “ideolojisi” arasında bir analoji kurarak bu durumu daha açık hale getirebiliriz. Evet sınıflar da ideolojileriyle düşünürler. Nasıl bir insan çevresindeki “baskın” bir başkasından etkilenebilir, onun “aklıyla” düşünürse, aynı şey bir sınıf içinde sözkonusu olabilir. Bir sınıf da “hakim” bir sınıfın ideolojisiyle düşünebilir. Sonuçta kendi istekleri kendi ihtiyaçlarına yabancılaşabilir.
Yine Ne Yapmalı’da Lenin, işçi sınıfının kendiliğinden mücadelesi sonucunda ulaşabildiği sendikal bilincin aşılabilmesi için gereken bilincin dışardan, parti aracılığı ile verilebileceğini savunur. Bu sosyalist bilinçtir.
Sınıfa bilincin dışarıdan götürülmesi formülasyonunu Lenin’in Kautsky’den aldığı söylenir. Fakat iki yaklaşım arasında çok ciddi bir farklılık vardır. Kautsky, işçi sınıfının kendiliğinden mücadelesi ile sosyalizme ahlaki bir ideal olarak da olsa ulaşabileceğini varsayar. Dolayısıyla kastedilen, sosyalizmi bulmuş ya da bulabilecek işçi sınıfına, bilimsel sosyalist teorinin, bilimin götürülmesidir 9 . Lenin’de ise bilincin taşınacağı sınıf, proletarya burjuva ideolojisinin etkisi altındadır ve ona götürülecek olan sosyalist ideolojidir.
Peki işçilere verilecek “sosyalist bilinç” nerede oluşmaktadır?
Bu bilincin kaynağına ilişkin Lenin’in söyledikleri daha sonra çok keskin tartışmalara konu olacaktır. Lenin, “Yığınların Kendiliğinden Davranışı Ve Sosyal-Demokrasinin Getirdiği Bilinç” adlı makalesinde bu kaynağı şöyle ifade eder: Sosyalist doktrin entellektüeller,aydınlar, egemen sınıfların öğrenim görmüş temsilcileri tarafından işlenip kurulmuş olan ekonomik, tarihsel ve felsefi teorilerden doğmuştur. Çağdaş bilimsel sosyalizmin kurucuları Marx ve Engels de, sosyal durumları bakımından, birer burjuva aydınıydılar. Tıpkı bunun gibi Rusya’da sosyal-demokrasinin teorik gelişimi, işçi hareketinin kendiliğinden büyüyüp yayılmasından tamamıyla bağımsız bir şekilde, devrimci sosyalist aydınlarda düşüncenin gelişiminin doğal ve zorunlu sonucu olarak ortaya çıktı (11).
Lenin için sosyalist teori ve sosyalist bilinç, proletaryanın “bilimsel sınıf ideolojisi”dir.
Proletaryanın ideolojisidir, çünkü onun çıkarlarının yanındadır. Fakat, proletarya kökenli herhangi bir ideoloji değildir. Proletaryanın hakiki sınıf bilincidir ve bu anlamda işçi sınıfının kendiliğinden sendikal (trade-union) bilincine karşıdır. Bunun yanında, bu bilinç bilimsel bir entelijensiya tarafından üretildiği için bir “bilim”dir de.
Lenin için burjuva ideolojisi veya dini ideoloji bu anlamda bilimdışıdır. Fakat bu bilimdışılığın nedeni “ideoloji” olmasından değil “burjuva” ya da “dini” karakterde olmasından dolayıdır.
Dolayısıyla Lenin Bernstein revizyonizmiyle olan hesaplaşmasını, Bernstein’ın “marksizm bir ideolojidir” iddiası üzerinden yapmamıştır. Ya da revizyonizmin iddalarını “ideolojik” bulduğu için eleştirmemiştir. Revizyonizm Lenin için “küçük burjuva dünya görüşü”nü temsil ettiği için eleştirilmiştir.
“İdeoloji” farklı sınıf çıkarlarını temsil eden görüşlerin çatıştığı bir teorik savaş alanıdır. Bunun kavranması önemli. Aksi halde, “burjuva ve sosyalist olarak iki ideoloji vardır” önermesi, tumturaklı bir lafın ötesine geçemez. Çünkü bu önerme, pratiğin diliyle yazılmıştır, dolayısıyla anlaşılabilmesi için eylemin penceresinden bakmak zorunludur.
Salt “teorik” bakış bu önermede pek çok “yanlış” bulur, zihinsel jimnastikle bu ikilemin “yetersiz”liğini gösteren sayısız örnek üretilebilir. Oysa devrime, geleceği fethetmeye “kilitlenmiş” bir bakış, olaylara da bu gözle bakar.
DEVRİMİN GÖREVLERİ: İNCELEME-PROPAGANDA-ÖRGÜTLENME
Lenin için herhangi bir olayın ya da sorunun değerlendirilmesinde veya bir eylemin gerçekleştirilmesinde ilk akla getirilmesi gereken soru, atılacak adımın devrime yarar mı yoksa zarar mı getireceğidir. “Somut durumun somut tahlili” budur. Bu kuşkusuz salt pratik bir ele alış değildir. Burada teorik ve pratiğin bir potada erimesi söz konusudur. Artık teori ve pratik yoktur. Devrim hedefi vardır. Ve bu hedef için “inceleme-propa-ganda-örgütlenme” yapılır. Bu anlamda Lenin’in teorik eserlerinden çok incelemelerinden bahsetmek belki daha anlamlıdır. Kuşkusuz kalıcılık anlamında bunlar teorik çalışmalardır da… Fakat Lenin’in tüm çalışmaları hayatın karşısına çıkardığı ya da çıkaracağı sorunlara yöneliktir. Bu anlamda yoğun bir ereksellik taşır. Lenin’de tartışmaları “sadeleştiren”, devrim perspektifi ve herhangi bir somutlukta atılabilecek adımın ancak bir tane olabilmesidir.
Böylelikle Marx ve Engels tarafından negatif bir anlamda kullanılan “ideoloji” kavramının, Lenin’le birlikte nasıl nötr bir içerik kazandığını görmüş olduk. Bu kuşkusuz “ideoloji”ye ilişkin tartışmaların bitmesi anlamına gelmiyordu. Fakat artık en azından işçi sınıfına yönelik sosyalist siyaset, Kautsky’lerin dar “bilimci” yaklaşımından kurtulmuş oldu.
ESİR ALINMIŞ BİR DEV: PROLETARYA
Marx’ın döneminde işçi sınıfı hala atölye ile fabrika arasında bir geçiş dönemini yaşıyordu. Sendikalaşmak işçi sınıfının önündeki bir hedefti henüz. O dönemki sömürünün yalınlığı ve azgınlığı, Marx’ın tabiriyle emeğin sömürülmesi değil “yağma edilmesi” işçi sınıfını tepkisel arayışlara sürüklüyordu. Fakat işçi sınıfı kendi kurtuluşu için gerekli araç ve biçimlere henüz ulaşamamıştı. Marx o dönem duyulan ayak seslerinden işçi sınıfın “dev” gücünü gördü ve ona layık olduğu yeri ve önemi verdi. Proletarya diktatörlüğü bu Dev’in soyutlanmasıdır.
Marx’ın bu büyük gücü ve geleceği gördüğü Dev’de, Lenin bir aczi de gördü. Burjuva ideolojisi işçi sınıfını her şeye rağmen kendi gerçek çıkar ve görevlerine yabancı-laştırabiliyordu. Gerçi sınıf yine Dev’di ama beş duyusu esir alınmış ve bilinci bulanıklaş-tırılmış bir Dev. Bundan dolayı işçi sınıfı her isyanında yumruğunu burjuva iktidarına indirmek yerine hayali hedeflere savuruyordu.
Dev’in burjuvazinin etkisinden kurtarılması gerekiyordu; sınıf kendi bilincine kavuşmalı görmeli duymalı konuşmalıydı…
Lenin’in sosyalistlere yüklediği görev buradadır. Bolşeviklerin başarısı buradadır. Yoksa sınıf adına bir şeyler yapmak değil. En azılı sosyalizm düşmanları bile Ekim Devrimi’nin bolşevik önderlik altında fakat işçi sınıfı tarafından yapıldığı gerçeğini teslim edecektir. Kuşkusuz bu görev sosyalistlerin sadece iradeleriyle hallolacak bir iş değildir. Sınıfın burjuva ideolojisiyle tam anlamıyla felç edildiği bir durumda, sosyalistlerin sadece kendi başlarına dev’i ayakları üzerine dikmeleri mümkün değildir. Bu noktada burjuva düzeni bizden gereken “yardım”ı esirgemez. Burjuva düzeninin çözümsüzlüğü ve sunduğu kriz dinamikleri sınıfın ayağa kaldırılması ve hedefe vurması için gerekli zemini oluşturmaktadır.
Leninizm bu anlamda Dev’in enerjisinin en verimli kullanımı anlamına gelir.
Türkiyeli Leninistler bugün bu göreve soyunuyorlar. Burjuva düzeni kriz üretiyor, Dev homurdanıyor…
Dipnotlar ve Kaynak
- Cemil Alp; Önce ideoloji vardı… Geleneksayı4l, s.29
- P. Anderson; Batı’da Sol Düsünce,Birikim Yayınları 1982 s.14
- J. Larrain; Marksizm and Ideology,1982 s.55
- A.g.y. s.60
- A.g.y. s.62
- V. İ. Lenin; “Halkın Dostları”Kimlerdir ve Sosyal- DemokratlarKarşı Nasıl Savaşırlar, Sol yayınları1978, s.29
- A.g.e. s. 195
- J. Larrain; a.g.e, 1982 s.57
- V. İ. Lenin; Seçme Yazılar Mayyayınları s. 20-21