Perinçek Aydınlık dergisinde Sosyalist İktidar Partisinin Çark Çekicini beğenmemiş ve bir yazı yazmış.
Bu yazı SİP’i eleştiriyor.
Bu yazının 16 dipnotu var: SBKP Tarihi (2) Lenin (8) Marx (1) Engels (1) Stalin (4)… Bu yazı güya SİP’i eleştiriyor; eleştiri nesnesinden tek bir kaynak göstermeksizin…
Perinçek klasiklere atıfta bununla yetinmiyor; derginin üç sayfaya yakın bölümünü dolduran SİP eleştirisinde iki de kutu açılmış ve bunlardan biri Marx Engels Lenin Stalin ve Mao’nun işçi-köylü ittifakıyla ilgili 10 adet alıntı içeriyor. Yazıdan şunlar anlaşılıyor:
İşçi-köylü ittifakı marksizmin abc’sidir vazgeçilmez ilkesidir.
İşçi-köylü ittifakı hakkında tereddüt taşımak ikinci enternasyonalciliktir revizyonizmdir oportünizmdir ve troçkizmdir.
Köylülüğün devrimci rolü tarihin en büyük gerçeğidir.
Marksizm köylülüğün devrimci rolüne secde eder.
Devrimin ve sosyalizmin geleceği köylülüğe bağlıdır.
Aşağı yukarı bu ve benzeri değerlendirmeler alıntıların arasına serpiştiriliyor. Bütün bu sapma sıfatlarının SİP’e “uygun düştüğü” bu şekilde kanıtlanıyor. Abartmıyorum Perinçek alıntıların dışında yukarıda kendimce özetlediğim türden şeyler yazıyor.
Bir örnek aktarayım: “Stalin’in belirttiği gibi proletarya diktatörlüğünü kabul etmeyen devrimden korkan proletaryayı iktidara yöneltmeyi düşünmeyen partiler devrimde proletaryanın müttefikleri sorununa kayıtsız kalırlar…
“Çekiç-Orak çağımız boyunca geçerli bir amblemdir. Öyle olmasa komünizmi kurmayı amaçlayan ilk sosyalist ülkenin ve bütün komünist partilerin bayrağında yer almazdı.”
Yazıyı okumayanlar için söyleyeyim; Perinçek’in makalesinin soyutlama düzeyi bu. Perinçek bu ilkelliklerini STP-SİP yayınlarından ek desteklerle kanıtlamaya bile uğraşmıyor. SİP’in Çark Çekiç amblemini seçerek köylülüğü reddettiği ayan beyan açık değil mi! Dolayısıyla SİP tarihin gördüğü her tür sapmanın günümüz Türkiyesi’ndeki taşıyıcısı, simgesi, örneğidir… Bir tür parti kılığında yeryüzüne inmiş şeytan…
Peki Perinçek’in derdi ve muradı ne
Sözü geçen Aydınlık gazetesini okuyan, Perinçek’in derdini merak eden ve bu arada İP’i hiç tanımayan kişilerin işlerinin zor olduğu sanılmasın.
Açsınlar 3.sayfayı: Aydınlık DGM’de mahkûm olmuş… İşte yorumu: “… PKK’yi eleştiren bir haber dahi cezalandırılıyor” (!)
3. sayfada Perinçek’in başyazısı var. Yazıyı boş verin, arada geçen bir sıfat dikkatinizi çekecektir: “MLKP-K adlı provokasyon yuvası”… Gözlerinize 2.sayfaya kaydırın: “TİKP G.Antep il başkanı Zeki Ön 3 Temmuz 1979’da PKK tarafından katledildi”.
Az yukarıda bir hoş iddia: “1 Mayıs’ta İP dışında hiçbir “Sol” gurup ve Parti emperyalizm aleyhine slogan atmamıştır”…
Perinçek ve güruhunun derdi ikilidir: Kendilerinin diğer sol ile bir ilintilerinin olmadığını açıklamak ve diğer sola devrimcilere mümkün olduğunca bol hakaret etmek.
Peki bundan ne murad ederler
İP 1970’li yıllar boyunca dünya sosyalist hareketine karşı bir dönem Çin’i de içine alan uluslararası emperyalist cephenin Türkiye mümessili TİKP’nin devamıdır.
Bunlar 1980’lerde Turgut Özal liberalizminin PKK hareketine meşruluk tanıyacağını, Kürt sorunu için federasyon tipi çözümlerin olası olduğunu düşünmüşler, ciddi ciddi Türkiye’nin önünde sivil toplumların açılmakta olduğunu varsaymışlardır.
Aslında kendi liberalliklerinden kaynaklanan bu hesap hatası sonucu SP, Kürt hamiliği şovunun ucunu kaçırmış ve kemalist kardeşleri Yekta Güngör Özden’den bir “parti kapatma” tokadı yemiştir.
Tokattan alınan ders iyi yorumlanmış ve 90’lı yıllarda bu gelenek burjuvaziye “Türkiye’de sosyal-demokrasinin dışındaki solun temsil belgesini bana verin” başvurusunda bulunmuştur; “bana verin ki solu sosyal-demokrasinin dizinin dibinde tutayım, kesinlikle kemalist bir burjuva devletçiliğinden şaşmayayım, solu sendika bürokrasisinin yağdanlığı yapayım, devrimcilere karşı kritik anlarda -provokasyon gerektiğinde görevimi yerine getirebileyim…”
Muradları ve misyonları budur. Perinçek, Türkiye’de Marx’ı Engels’i Lenin’i Stalin’i ağzına en son alacak adamlardan biridir.
İP ise Mart ayındaki kent yoksulları direnişinde sola yönelik ihbarcılık müessesesinin inşasına yönelmiştir; devrimcilerin cenazelerinde, işçi mitinglerinde, devrimci kuruluşlara karşı bir provokasyon misyonu ile hareket etmiştir. Son beş aydır, bu karşıdevrimci grup ile Türkiye solu arasında mevcut irtibat da kesilmiştir ve çok hayırlı olmuştur. Türk ordusunun sınır ötesi operasyonuna destek olan şahıs, birkaç yıl önce Bekaa’ya gezi düzenlerken Apocular’ın yıllar önce öldürdüğü “yoldaşları”nı pek hatırlamıyordu.
İP’in başvurusu burjuvazi tarafından kabul edilmiştir. Ama açıkçası geç kalınmıştır. Türk-İş genel merkezinin anti-komünist histerili danışmanı, Aydınlık köşe yazarı Yıldırım Koç’un Türkiye işçi sınıfı içindeki prestiji, jaguarlı Şemsi’den de daha azdır. Genel seçimlerde solun bütününü temsil iddiasıyla sahneye çıkılan günler mazi olmuştur. Artık köylü kurnazı Doğu ve küfürbaz Hasan üç-beş sendika bürokratı ile Alevi derneklerindeki beş-on mahalle aristokratından müteşekkil kadrosuyla birlikte kemalist-sosyal demokrat bir kulvardadır, ve bu kulvarın sosyalizmle alakasının olamayacağını kanıtlamayı kimsenin iş edinmesine bile gerek yoktur.
İP’in gerici düzen partisi kimliği üzerinden dökülmektedir. Bu haliyle sol kamuoyunun geniş ve belirsiz zemininde gezinip durması bu partiye “kollektif ajan provokatör” niteliği kazandırmaktadır.
Perinçek’in yazısına dönüyorum.
Somut olarak Perinçek bu yazıda üçüncü şahısları ikna etmek şeklinde bir niyet taşımamaktadır. Perinçek’in İP adlı kasaba kumpanyası mensuplarına dediği şudur: “Etrafınızda SİP’li görürseniz, onun revizyonist troçkist vs olduğunu söylersiniz.”
Söylesinler, Genelkurmay başkanına bile yağcılık yapanların devrimcilere küfretmelerinden daha normal ne olabilir. Türkiye’nin içinden en fazla liberal, revizyonist troçkist ve anarşist çıkartan “sol” geleneğinin başkalarına bol keseden sapma eleştirisi yapması yüzsüzlüktür.
Seçimlerde parti amblemlerini “çoban yıldızı” olarak lanse edenlerin orak-çekiç edebiyatı yapmaları kendini bilmezliktir. Bunların bir önemi yok; Perinçek’i bir kenara bırakıyorum. Şu köylülük meselesine dair bir kaç noktaya değinmek istiyorum.
Bir kere Orak ile Çekiç’i reddettiğimiz yalandır.
İşçi-köylü ittifakı ise devrimler tarihinde çok önemli bir misyonun üzerine yıkıldığı bir politikadır.
Köylülüğü önemsememek ise yalnızca saçmadır; ama köylülüğün devrimci rolü ve yapısı üzerine söyleyecek çok sözümüz var.
Çark ve Çekiç, emeğin dünya komünist hareketinde kullanılagelen iki sembolüdür. Ve ancak estetik görgüsü köyde kalmış olanlar bir grafik düzenlemede kesişen figürleri “kırık” olarak yorumlayabilir.
İŞÇİ KÖYLÜ GERİLİMİ ÜZERİNE
İşçi-köylü ittifakını komünist hareketin alamet-i farikası saymak bir sapmadır. Marksizmin doğuşu ve gelişmesi de akıl yürütme yolu da şu hattı izledi: İnsanlığın kurtuluşunun bir gelecek tasarımı, bir ütopya, bir toplum modeli olarak kurgulanması; bu kurgunun ayaklarının gerçek dünyaya indirilmesi için toplumların maddi gelişim yasalarıyla irtibatlandırılması gereğinin keşfi; somut olarak ütopyanın taşıyıcısı bir toplumsal sınıfa yönelme ihtiyacı… Marksizm, öncesindeki türlü ütopyalardan farklı olarak kendisini modern proletaryaya yöneltmiştir. Aslında her bir özgürleşme idealinin bir sınıf aidiyeti olmuştur, ve bu katalog köleci toplumun yöneticilerinden, kültürlü aristokrasiye, toprağa, doğaya, doğallığa, yakın köylülüğe, mülksüzlere kadar uzanan genişliktedir. Marksizmin bir bütün olarak ezilenler, mülksüzler, yoksullar gibi kategorilerde kendisini temellendirdiğini iddia etmek cehalettir. Marksizm bir dizi tarihsel özelliği nedeniyle, yüzünü kapitalist toplumun temel sınıflarından biri olan modern sanayi proletaryasına döner.
İşçi sınıfı sosyalizmi eşittir komünizm.
Ama her toplumsal sınıf, toplumun bütünüyle başa çıkabilmek için kendisine siyasi stratejiler çizer, bundan önce bir toplumsal kimlik anlamına gelen toplumun bütününe hitap edecek bir ideolojiye sahip olur.
Komünist hareket işçi sınıfının toplumsal kimliğinden sorumludur. Ve kimse Marx’ın “egemen sınıf kendisini toplumun bütününün temsilcisi olarak sunar” saptamasının daha geniş bir uzanımının olmadığını düşünmemelidir. Aslında tüm sınıflar kendilerini toplumun bütününü kapsayacak, temsil edecek tarzda biçimlendirme mücadelesi verirler; en azından temsilcileri siyasi-ideolojik hareketler aracılığıyla… Ama modern toplumda, olsa olsa iki sınıfın bu arzularına nail olma şansları vardır ve bunlardan biri de işçi sınıfıdır. İşçi sınıfı iktidar mücadelesinde, halka halka toplumun diğer kesimlerini kendisine kazanmaya çalışır.
Şurası açık: Birilerini kendi safınıza çekmek, aynı zamanda ilk anda mevcut verili bütünü parçalamak, başkalarını da karşınıza almak demektir. Siyasette mücadelenin kendisi düşmanınızı netleştirecek, konsolide edecek bir etkendir. Ve ancak düşmanın netleşmesine paralel olarak ve karşınıza aldığınız güçler olduğu sürece yanınıza alacağınız güçler olabilir.
Toplumun diğer sınıf ve kesimlerini “kazanma” yolu, modern sanayi proletaryasının dışındaki proleter kesimlerden başlar, düşünsel mekanizmalarla yeni sınıf aidiyetleri kazanmaya açık aydınlarla sürer, ara sınıfları kapitalistleşmenin organik parçası olmayan kesimleri kapsar vs…
İşçi sınıfı ve köylülük ittifakı, sosyalizmin iktidar mücadelesindeki siyasal ve ideolojik stratejinin en zengin yaratıcılık örneklerinden biridir. Ama bu stratejinin aynı zamanda zafer kazanan ilk sosyalist devrimin temel taşlarından biri olması, ne köylülüğün özünde devrimci olduğunu kanıtlar, ne de bu stratejinin her devrimin esası olduğunu gösterir.
Köylülük, daha doğrusu yoksul ve küçük köylülük yapısal olarak bir kavşakta durur: Kapitalizm tarafından proleterleştirilerek tasfiye edilmek, ya da bu tasfiye sürecinin baskıcı, eşitsiz, sömürücü karakterine karşı kapitalizm karşıtı bir mücadeleye sosyalizm mücadelesine eklemlenmek. Bu ikinci yol, özü itibariyle köylülüğün ihya edilmesi değil, sömürü ilişkilerinin altedildiği, eşitsizliklerin adım adım temizlendiği bir diğer planlı tasfiyeden başka kapıya çıkmaz. Kapitalizm ve sosyalizm köylülüğün tasfiyesi konusunda anlaşmazlık halinde değildir. Sorun burada değildir.
Sosyalizm ve işçi sınıfı hareketi, köylülük sözkonusu olduğunda bu toplumsal güce “bölücü” bir stratejiyle yaklaşır. Köylülüğün kapitalizmle derinleşmekte olan iç sınıfsal ayrışmasını siyasal ve ideolojik alana taşımak ve bu ayrışmayı konsolide etmek… İşçi sınıfı kırlarda müttefik bulacaksa bunu artı-değer sömürüsüne maruz tarım proletaryasından başlayıp yoksul köylülüğü, kendisine tabi kılarak gerçekleştirir.
Şimdi birincisi: böylesi bir ittifak için işçi sınıfının kelime anlamıyla “açık sözlü” olması nasıl mümkün olsun?
Yoksul köylüleri, tarım proleterlerini yanına çekmek isteyen özne, bu toplumsallığın kimi özelliklerinden yola çıkarak bir ideolojik yapıyı şekillendirmek yönünde girdilerde bulunmalıdır. Devrimci köylülük, köylülüğün devrimci rolü üzerine sosyalist literatürdeki geniş bölme, bu anlamda yoksul köylülüğü sosyalizme kazanmanın ideolojik söylemidir, bir hitap biçimidir. Bu literatürü Marksist-Leninist teorinin özüyle karıştırmak ise köylü sosyalizmidir.
Sosyalist işçi sınıfı hareketinin müttefiki haline gelmiş yoksul köylülüğün, kendi içinde köylü sosyalizminin çeşitli türlerini geliştirmesi ise olumsuz bir şey olarak görülemez. Köylü sosyalizmi, bu durumda proletarya sosyalizminin bir diğer toplumsal kesim üzerinde yarattığı etkinin göstergesi olacaktır. Ama köylü sosyalizminin tersine, işçi sınıfı üzerinde ve içinde etkinlik kurması büyük bir handikaptır. Çünkü köylü sosyalizmi aynı zamanda mülkiyetçidir, çünkü köylü sosyalizmi aynı zamanda modernleşmeye, aydınlanmaya karşı bir dirençtir.
İkincisi; işçi-köylü ittifakı bir iç mücadele alanıdır.
Sosyalist öncü, yoksul köylülüğün kimlik kazanması, bu kimliğin modern proletaryaya karşı değil, sömürü ve eşitsizliğe karşı kendisini tanımlaması, mülkiyetçi unsurların zararsız bir düzeyde tutulabilmesi, sosyalist inşanın sınaî önceliklerinin tarımdan gelen basınçla zedelenmemesi gibi dengeleri gözetmek yoksul köylülüğü bu çerçevede kazanmak durumundadır.
Üstelik işçi sınıfı ile köylülüğün ilişkisindeki bu parametreler, işçi sınıfına dışsal da değildir. Sosyalist öncü, kendisinden (artık aynı anlama gelmek üzere modern kentli proletaryadan) bütünüyle bağımsız bir “nesne”nin karşısında değildir. Kentli proletaryanın her zaman her yerde ve şu ya da bu düzeyde köyle bağı olacaktır. Bu bağ bazen demografiktir, bazen ekonomik, bazen psikolojik bazen de, ideolojiktir. İttifakın inşası, eşanlı olarak müttefikin dönüştürülmesi ve öncünün kendi toplumsal zeminini korumaya almasını içerir. İşçi-köylü ittifakını bu gerilim ve mücadelelerden muaf bir ilkesellik olarak yorumlayanlar, düz köylü zihniyetine teslim olanlardır.
Tüm bu söylenenlerin tarihsel örnekleri vardır:
Sovyetler’de NEP’i sosyalist inşanın organik unsuru sayan komünistler olmuştur. Bu eğilim, bilse de bilmese de bir köylü sosyalizminin öncü parti içindeki yansımasıdır.
Çin’de, komünist parti ideolojik kimliğini yoksul köylülüğe teslim etmiştir. 1960 ve 70’li yıllarda, üçüncü dünyanın onlarca devrimci demokratik iktidarı sözüyle işçi-köylü ittifakını denemiş, ama özü itibariyle küçük burjuvazi-köylü ittifakı üzerinde denemeler olarak kalmışlardır.
Aynı dönem batılı ülkelerde köylü sosyalizmine övgü düzen, tümü Çin deneyinden beslenen sol akımlarla dolup taşmıştır…
Ve işçi-köylü ittifakı evrensel falan değildir. Önce, verili zaman ve mekânda anlamlı bir köylülüğün mevcut olması gerekir. Nicelik bir göstergedir. Ama ikinci ve bir o kadar önemli gösterge, yoksul köylülüğün düzen karşıtı bir geleneği olup olmadığıdır. Üçüncü bir parametre şudur:
Geri toplumsal yapı anlamına gelen tarım, her koşulda geri ideolojilerin beslendiği depo, bunun ötesinde geri ideolojilere kendiliğinden kaynaklık eden bir zemindir; sosyalist hareket, strateji belirlerken kırların bu yapısını kırma gücünü ve olanağını defalarca test etmek durumundadır.
TÜRKİYE İÇİN KÖŞE TAŞLARI
Türkiye’ye bakarken solun bugüne dek dışına çıkamadığı bir burjuva çerçeve olduğunu hatırlamak gerekiyor. Aşağıdaki notlar bu çerçeveyi aşmanın satır başlarıdır aynı zamanda…
Burjuva popülizmi ve kapitalizmin maddi gelişimi Türkiye kırlarına mülkiyetçi ideolojiyi fazlasıyla pompalamıştır. Sosyalist hareketin “zenginlerden küçük mülkiyet hakkını kopartmak” düşüncesiyle köylülükle ittifak kurabilme olasılığı sıfırdır.
Türkiye kırları yalnızca toprağın miras yoluyla mülk edinildiği arı bir çerçeveyi çoktan geride bırakmış, modern üretim araçları, kapitalist pazarla bütünleşme, bunun getirdiği karmaşık toplumsal ilişkiler, ticari ve mali sermayenin etkinliği, tarım burjuvazisinin gelişmesi ile bir dizi üçüncü dünya ülkesinin ötesine geçmiştir. Yoksul köylülük işlediği üretimde bulunduğu “toprağı temellük eden zengine düşmanlık” duymaktan başka motiflerle işçi sınıfıyla irtibatlandırılmalıdır.
Somut olarak toprak reformu, yani topraksız köylüyü mülk sahibi kılmak sosyalizme ait bir tasarım olmamanın ötesinde işçi-köylü ittifakı açısından en küçük bir anlam taşıyamayacak bir öneridir.
Türkiye kırlarında süreklileşmiş ve kurumsallaşmış bir devrimci gelenek mevcut değildir.
Küçük mülkiyetin yaygınlığı sosyalist ideolojiye karşı direnç odaklarının yaygınlığı anlamına gelir. Türkiye kırlarındaki her küçük mülk sahibi köylü, anti-komünist, tevekkülcü, dini gericiliğe, mülkiyetçi ideolojiye, gerici milliyetçiliğe ve burjuva popülizmine açık bir kanserli hücreyi temsil eder.
Tarımın, Türkiye’nin siyasal ve ideolojik yapılanmasındaki yeri, dolayısıyla sınıflar mücadelesinde taşıdığı önem giderek küçülmektedir.
Türkiye kırlarında düzen dışı ya da karşıtı toplumsal hareketlilik 60-70’lerde bütünüyle kentlerdeki siyasal mücadelenin izdüşümü olarak ortaya çıkmıştır.
Tarımsal nüfus içinde benzeri bir hareketlilik, Kürt yoksul köylülüğü ile Alevi yoksul köylülüğünde zemin bulabilmektedir. Kır proletaryası, bu ulusal ve kültürel öğelerden ayrışmış bir sınıf dinamiği olarak kendini göstermekten uzaktır.
Sosyalist Türkiye, tasarımında her sosyalist inşa sürecinde olduğu gibi üretim araçlarının kooperatif ve kollektif mülkiyeti kolhoz ve sovhoz modellerinin bir yeri olacaktır. Sosyalist öncünün vurgusunu kollektif mülkiyete, sovhozlara yapması kimliğinin gereğidir.
Bunlar Gelenek için fazla yenilik barındırmıyor. Bu köşe taşlan üzerinden yapacağımız çok iş var. Sosyalist hareketin, kentli işçi sınıfı üzerinden toplumsal kimlik kazanmakta olan sosyalist hareketimizin “köylülüğe hitap” diye bir sorunu önümüzdeki evrede kendisini elbette daha fazla hissettirecek. Ancak böylesi bir gereksinimi biz işçi sınıfının iktidar stratejisi çerçevesinde hissedeceğiz; köylülükte cevher arayacağımız için değil.
Köylülüğü önemseyip önemsememek aptalca bir ikilemdir. Bizim sorunumuz, sosyalist iktidar mücadelesinde işçi sınıfının kırlardaki müttefiklerini şekillendirmek, bu müttefikleri biçimlendirmek olarak ifade edilmelidir.
Bugün köylülüğü “önemseyenler” yalnızca İP gibi kasaba kumpanyaları değil. Sosyalist hareket kırlara stratejik müdahalelerini gerçekleştirdikçe, -şimdiki örneklerine benzer ya da benzemez-Türkiye köylü sosyalizminin köylü devrimci-demokratizminin türlerine yeniden sahne olacak. Türkiye, sosyalist hareketle bunlar arasında gerilimlere mücadelelere de sahne olacak.
Mücadelenin boyutlarına ilişkin 1995 yılından öngörülerde bulunmak mümkün değil. Ama bildiğim bir şey var:
Ya o zamana kadar sosyalist hareket kasaba kumpanyaları ve Maocu köycülüğü çoktan silmiş olacak, ya da 15 yıl önce Amerikan, şimdi de Türk generallerine şirin gözükmeye çalışan köylü kurnazları karşı-devrim ordusunda kendilerine bir yer bulacaklar…