Bu yazımda, mahalle çalışmasının geçmişine genel bir bakış getirmeye, özellikle de bugünün verili koşullarında mahallelerin ne gibi bir potansiyele sahip ve hangi çalışma tarzına açık olduğuna dair ipuçları vermeye çalışacağım.
Bunu yaparken bu konuda bir hayli “zengin” ve çeşitli özgüllükler taşıyan bir coğrafyayı Çukurova Bölgesi’ni, özelde ise Çukurova’nın şahdamarını oluşturan Adana’yı merkeze koyacağım.
Mahalle çalışması deyince akla ilk gelen gecekondular ve “göç” olmakta, haliyle yapılan tahliller ve çıkartılan sonuçlar birbirine sıkı sıkıya bağlı ve birbirini besleyen bu iki olgu etrafında dönmektedir.
60’ların sonunda başlayan ve 1970’li yıllarda doruğa tırmanan, göç temelinde “ekmek ve iş” derdini içeren iktisadi bir boyut taşıyor ve kırlardan kentlere doğru yönelen büyük akış kapitalizmin gelişmesine doğrusal olmasa da, bir parelellik arzediyordu.
Bu akışın ana kütlesini kırlarda da çok yoksul ve “yalıtılmış” bir durumda yaşayan Alevi nüfus oluşturdu. Ve Alevileri Kürtler takip etti.
1970’li yıllardaki göç;
1)Kentlerin çehresini hızla değiştirmesi
2)Bu fiili gerçekleştiren nüfusun kendi kapalılığı ve dayanışmacı kültürü ile geç ve ağır bir çözülme süreci yaşaması
3)Türkiye kapitalizminin “ekmek ve iş” derdini çözmekten uzak oluşu ve göç eden kesimleri “hayal kırıklığı” ile birlikte kentlerin varoşlarına mahkûm etmesi
4)Gecekonduların kapitalizmin eşitsizliklerini bütün çıplaklığıyla gözler önüne seren bir işlev görmesi
5)Ve son olarak 70’lere çok parçalı ve ciddi bir kimlik arayışı eşliğinde giren, hemen tümünü devrimci demokrat hareketlerin oluşturduğu sol örgütlerin kendi aralarındaki ayrımları belirginleştirmek ve varoluşlarını gerekçelendirmek amacıyla gözlerini diktikleri ideolojik siyasal örgütsel “havuzlar” doğuran bir akış olması ciddi bir dönüşüme uğraması/uğratması nedeniyle “sol” bir potansiyel taşımış yahut sol politizasyona açık bir nitelik arzetmiştir
Daha açık ifade ile 1970lerde yoğunlaşan göç sol harekete kan vermiş, ondan beslenmiş, devrimci demokrat hareketlerin “doğal yaşam alanı” olan gecekonduları yaratmış ve Türkiye’deki siyasal dengelerin değişmesinde büyük roller oynamıştır.
Bu ilk göç dalgası ve bu dalgayı izleyen dönem devrimci demokrat hareketlerin “altın yılları” olmuş, aynı zamanda bu dönem gecekondu nüfusunun karmaşık sınıfsal dinamik ve motifleri barındıran bir nitelik taşıması nedeniyle mahalle çalışması hususunda haklı çekinceleri olan, fakat bu çekinceleri bir köşeye bırakmadan da doğru politikalar üretilebileceği gerçeğini “atlayan” geleneksel sol’un altını oymuştur.
Ve 60’ların sonunda ortaya çıkan ayrılıklar kalıcı, giderilemeyecek ölçüde keskin kamplaşmalara evrilmiştir.
Bu genel girişten sonra konumuzun asıl çerçevesine dönmek ve Çukurova yerelliğine gözatmak istiyorum.
1980 ÖNCESİ: İLK BÜYÜK GÖÇ
1970’lerde Çukurova’ya yönelen göç, yukarıda özetlediğim tabloya denk düşmüş ancak bir özgüllük taşımıştır.
Bu özgüllüğü yaratan şey göçün bileşenlerinde yatmaktadır.
Başta Adana Mersin ve Tarsus olmak üzere Çukurova’daki yerleşim alanları ağırlıklı olarak Kürt illeri ile Antakya/Hatay yöresinden göç almış yoğun bir Kürt ve Arap nüfusu bağrında toplamıştır.
Kürtler “iş ve ekmek” derdinin yanısıra siyasi baskılar nedeniyle göçerlerken Araplar “daha iyi yaşamak” amacıyla Çukurova’ya yönelmişler ve gelirken ellerinde az-çok bir sermaye birikimini de taşımışlardır.
Gecekonduları “inşa” edenler Kürtler olmuş ve Araplar şehir merkezlerini çevreleyen Alevi nüfusun yoğun olduğu mahallelere yerleşmişlerdir.
Çukurova’daki Alevi nüfusun ana gövdesini çok önceleri yerleşik düzene geçen Yörükler oluşturmuş, çevre köylerde ikamete yönelen Yörüklerin kent merkezlerine akışının tarihi ise bir hayli eskiye dayanmıştır.
Sanayi yatırımlarının hızlanması fabrika ve küçük ölçekli işletmeler ile atölyelerin çoğalması ve buna paralel olarak işçi sınıfının niceliksel olarak bir patlama yaşaması ilk elden Alevileri etkilemiş ve bu nüfus gelişen işçi sınıfının Çukurova’daki en önemli bileşeni haline gelmiştir.
Genellikle Aleviler şehir merkezini çevreleyen mahallelerde dağınık ve Sünni nüfusla iç içe yaşayan proleter bir görüntü taşımış bunun doğal sonucu olarak hızlı bir çözülme sürecine tabi olmuşlardır. Ve Çukurova’da Alevi Mahallesi diye tanımlanabilecek netlikte hemen hemen hiçbir yerleşim alanı kalmamıştır. Özgüllük burada başlamış ve devrimci demokrat hareketlerin kendi iç evrimine de rengini çalmıştır.
Geç bir çözülme yaşayan gecekondulardaki Kürtlere kıyasla daha hızlı çözülen proleterleşme sürecindeki Alevi nüfus süratle değişmiş, sol harekete açık ve alıcı bir konuma yükselmiştir.
Çukurova’daki devrimci demokrat hareketler bu zemine basarak yükselmiş ve sadece mahallelere gömülü kalmayarak büyük çoğunluğu işçi olan bu kesim sayesinde fabrikalarda küçük ölçekli işletmelerde atölye ve sendikalarda da aktif olmayı başarmışlardır.
Çukurova Üniversitesi ve çeşitli meslek liselerindeki faaliyetleriyle de kendi kadro dinamiklerini zenginleştirmiş ve ciddi bir siyasal yaygınlığa, sınıfsal renk açısından ise daha “işçici” ve “aydın” bir kimliğe ulaşmışlardır.
Devrimci demokrasinin Çukurova yerelindeki özgüllüğü bilinçli değil, ama sezgisel bir biçimde doğru olarak değerlendirmesi sonucu geleneksel sol yapıların siyasal hareket alanı olağanüstü daralmış, devrimci demokrasi fabrikalar ve sendikalarda da geleneksel sol ile boy ölçüşecek bir güce kavuşmuştur.
Anti-faşist mücadele ve vurgu Çukurova’da çıplak ve içerikten tamamen yoksun olarak öne çıkmamış kurtarılmış mahallelerin yanıbaşına ilave edilen işçi kümeleri ve örgütlülükleri ile desteklenerek önemli bir örgütsel-siyasal silah haline getirilmiştir.
Bu silah geleneksel soldan kadro “çalınmasından” tutun sol içi şiddetin meşru hale getirilmesine ve Çukurova’daki güçlü faşist hareketin terörünü üzerinde hisseden her kesimde devrimci demokrat politikaların yankı bulmasına varıncaya kadar bir dizi önemli görevi yerine getirmiştir.
Fabrikaların ve işçi sınıfının devrimci demokrasi tarafından mahallelere doğru “çekiştirilmesinin” ağır ve vahim sonuçları olmuş ve bu sonuçlar bugüne “temizlenmesi” gereken kirli bir miras olarak devrolmuştur.
Bunlara daha sonra değineceğim. Şimdilik göç hususunun ortaya çıkardığı manzarayı resmetme işine geri dönmeyi daha uygun buluyorum.
Çukurova’daki Arap nüfus (çoğunluğu Alevidir) hızla ayrışmaya uğramış, büyük çoğunluğu Anadolu Aleviliğinden farklı ve İslami motiflerle içli dışlı olan kültürü ve sermayesi sayesinde ticaret erbabı Sünni kesimle uzlaşarak burjuvalaşmış, bir kısmı ise proletaryanın safına dahil olmuştur.
Burjuvalaşan Arapların çoğunluğu Adana ve Mersin’de kümelenmiş, bu şehirlerde ticari faaliyetin ayrılmaz ve asli unsurları olmuşlardır.
Yoksul Arapların rağbet ettikleri yerleşim alanı ise Tarsus ve yine Mersin olmuştur.
Ancak yoksul ve genellikle marjinal sektörlerde çalışan Araplar ayrıksı ve içe kapalı kalmaya büyük özen göstermiş sınıf mücadelesinde “güvenilmez” bir kesim olmuşlardır.
Arapların sol siyasete meyletmeleri sosyal demokrasiyle başlamış, sonrasında çoğunluğunu üniversite öğrencilerinin oluşturduğu yeni ve sosyalizan bir kuşak alana girmiştir.
Kürt nüfus üzerinde ise göze batan bir etkinliğe Maocu eğilimler ile geleneksel sol bir yapıya doğru evrilen Emeğin Birliği ulaşmış, ağırlığını gittikçe artıran Kürt örgütleri ise 80’lere doğru bu nüfus üzerindeki siyasi-örgütsel-ideolojik denetimi tamamıyla ele geçirmiştir.
Özellikle Emeğin Birliği Mersin’de ciddi bir güce ulaşmış ve Kürtler nezdinde kadrolarının büyük bir kısmının Kürt olması çıkışını gerçekleştirdiği coğrafyanın Kürt illerini kapsaması nedeniyle de prestij sahibi bir örgüt haline gelmiştir.
Geleneksel solun Kürtler üzerindeki zayıf olan etkinliğini tamamen yitirmesi, yahut çok sınırlı bir çerçeveye mahkum kalması gerçeğinin altında, ulusal soruna bakıştaki miyopluklar kadar ve bunlardan daha ziyade sol içi şiddetin mahallelerden fabrikalara yönelerek geleneksel solu terörize etmesi fiili yatmaktadır.
Sosyal-faşizm suçlaması ve bu suçlamadan hız alan “terör” öteden beri mahalle çalışmasına “soğuk” duran geleneksel solun giderek mahallelere düşman gözüyle bakmasına ve buralardaki çok sınırlı gücünü tamamen geri çekmesine, bunun doğal sonucu olarak da mahallelerin devrimci demokrasiye teslim edilmesine neden olmuş, sonrasında sürece ağırlığını koyan Kürt örgütleri devrimci demokrat ekipleri mahallelerden “sürerek” buraların tek hâkimi haline gelmiştir.
Bunun ciddi bir maliyeti olmuştur. Çünkü Çukurova’daki gecekondu mahallelerinin büyük çoğunluğu Kürt nüfusu barındırmış buralardan çekilen geleneksel sol bu “ricatıyla” birlikte en hafifinden ulusal soruna bakışındaki çarpıklıkları düzeltmesini sağlayacak bir “laboratuardan” kendi kendini mahrum bırakmıştır.
Bu maliyetin bugünkü ağırlığı gözönüne alındığında, sözkonusu ihmalin boyudan kendiliğinden ortaya çıkacaktır.
Bu noktada kısa bir özet yapmak yararlı olacak.
1970li yıllarda hızlanan göç Çukurova’ya daha çok Kürtleri ve Arapları taşımış Arapların büyük kısmı burjuvalaşırken Kürtler gecekondularda kapalı ve kendisini zorlayan çözülme sürecine karşı dirençler geliştiren bir hayatı örmeye yönelmişlerdir.
Büyük çoğunluğu daha önceleri yerleşik düzene geçen ve kent merkezlerinin çevresine yığılan Alevi nüfus hızla çözülmüş ve proleterleşme sürecine girmiştir.
Bu manzara siyasal karşılığını bulmuştur. Devrimci demokrasi Alevi kesimde kendi varlığını somutlamış, gücünün büyük kısmını bu çözülen yığının içerisinden devşirerek iki yönlü bir genişleme yaratmıştır. Birinci genişleme, ileriye ve işçi sınıfına bununla bağlantılı olarak öğrenci gençliğe; ikinci genişleme ise, geriye yani şehir merkezlerini çevreleyen mahallelerden aldığı güçle varoşlardaki gecekondulara Kürt nüfusa doğru olmuştur. Ancak bu ikinci yönelimin önü varoşlarda yani en dış halkada güç toplayan Kürt örgütleri tarafından kesilmiş ve devrimci demokrat ekipler 1980’lere doğru işçi sınıfına, başka bir ifade ile geleneksel sol’un alanına doğru itilmişlerdir.
Bu “itelenme” devrimci demokrasinin sınıf içinde de tutunmasına yol açmış, bunda antifaşist mücadelenin ciddi bir getirisi olmuştur.
Geleneksel Sol yapılar merkez mahallelerde, işçi sınıfı içerisinde, sendikalar ve odalarda yoğunlaşan bir hareketlenme yaratmış, iktidar perspektifinden yoksunluk, reformist ve uzlaşmacı tutum, cephe politikaları, sol içi şiddete ve faşist teröre karşı tutarlı bir siyasal-ideolojik hat örülememesi gibi bir dizi eksiklik nedeniyle gittikçe bu gücünü yitirmeye başlamış merkez mahalleleri devrimci demokrasiye, sendika, oda mesleki birlik özetle sınıfın ileri unsurlarını barındıran örgütlülükleri ve bu örgütlülükleri ayakta tutan kadroları sosyal demokrasiye kaptırmıştır.
Bu “talandan” devrimci demokratlar da paylarına düşeni almışlardır.
Kürt örgütleri 1980 öncesinde ciddi bir “yükseliş” yaşamakla birlikte belirleyen unsur olamamış, ancak bu süreçte geleceğe ciddi bir “altyapı” bırakmayı başarmışlardır…
Bu hatırlatmalardan sonra bugüne damgasını vuran gelişmelere gözatmak ve çerçeveyi çizmek gerekiyor.
1980 SONRASI: İKİNCİ BÜYÜK GÖÇ
Yükselen ulusal mücadele ve buna paralel olarak ağırlaşan baskı ve asimilasyon politikaları ile birlikte Çukurova ikinci büyük göçe maruz kalmıştır.
Bu ikinci büyük göç dalgası;
-Siyasi bir muhteva taşıması -Daha çok iktisadi saiklerle kabaran ilk dalganın “mesken tuttuğu” gecekondu mahallelerinin üzerine binerek buraları “yurt” edinmesi
-Bu mahallelerdeki çözülme sürecine karşı geliştirilen ancak gittikçe zayıflayan dirence yeni ve daha disiplinli bir nitelik katması
-Varolan baskı ve asimilasyonun buralarda yoğunlaşmasına ve düzendışı damarın kabarmasına yol açması
-Devletle barışık olmayan fakat muhalif kimliği muğlâk nüfusa netlik kazandırması
-Sınıf perspektifinin tamamen silinmesini beraberinde getirmesi… gibi bir dizi nedenle Çukurova’daki siyasal haritayı ve güçler dengesini baştan aşağıya tekrar değiştirmiştir.
Geleneksel solun likidasyonuyla ortaya çıkan boşluktan da yararlanıp yeni bir toparlanma sürecine giren sol ekipler, Özal döneminin köşedenmeci mantığına en büyük alıcı konumuna gelen merkez mahalleleri kaybederek sendelemişler Kürt hareketinin gelişmesiyle birlikte dış mahallelerden de hızla “sürülmeye” ve sendika-oda-üniversite üçgenine sıkışmaya başlamışlardır.
Kürt hareketinin gelişmesi ve Çukurova’da ciddi bir potansiyelin ortaya çıkması devrimci demokratları Kürt sorununa yöneltmiş, ancak sosyalist siyaset adına ortada “destekçilik” ve “kamuoyu” oluşturma çabaları kol gezmeye başlamıştır.
Legal Kürt partilerinin (özellikle DEP’in) alana girmesiyle birlikte geçmişte devrimci demokrasinin geleneksel sola yönelttiği “saldırıya” cephane sağlayan mahalleler farklı bir yönelimin merkezi haline gelmiş, bu yönelim işçi sınıfını sendikaları, oda ve mesleki birlikleri etki altına alarak sol ekiplerin “çanına ot tıkayan” gelişmeleri günışığına çıkarmıştır.
Eldeki kaleler birbiri ardınca devrilmişlerdir…
Sendikalar siyasi-örgütsel-ideolojik anlamda ve büyük oranda kaybedilmişlerdir.
Üniversite eldeki tek kadro kaynağı durumuna düşmüş, hemen akabinde bu kaynak da kurumaya başlamıştır.
İHD ve diğer dernekler Kürt sorununa endekslenmek mecburiyetinde kalmışlardır.
Kamu sendikaları sol ekiplerin tek “sermayesi” haline gelmiş, bu sermaye hizip çalışmaları, perspektifsizlik ve ilkesiz güçbirlikleriyle çok kısa bir sürede çarçur edilmiştir.
Devrimci demokrasinin tüm kollarıyla var olmayı başardığı Çukurova toprağı hızlı bir erozyona maruz kalmış, çok ciddi bir düşüşle sol siyaset dibe vurmuştur.
Bu düşüşe tek direnç geliştirilmeye çalışılmış ve bu ekipler kendi siyasal faaliyetlerinin merkezine Kürt sorununu yerleştirerek erozyondan kurtulacaklarını düşünmüşlerdir.
Giderek kişiliksiz sınıf perspektifinden daha da yoksun bir yapıya dönüşmüşlerdir…DEP’in siyasal arenadan “atılması” ve devrimci Kürt hareketinin batıyı da kapsayan geri çekilme süreci bu ekipleri adeta ortada bırakmış ve tamamen silikleştirmiştir.
Sözkonusu süreci en yoğun yaşayan Adana’da bugün durum vahimdir. İşçi sendikaları teslim olmuş kamu sendikaları hareketi dibe vurmuş ve sol ekiplerin pek çoğunun barutu tükenmiştir.
Ortada trajik bir manzara ve çok geniş bir hareket alanı bulunmaktadır.
Nereden başlamalı ve ne yapmalı sorusuna gelince…
1995: SİYASAL GÖREVLERİMİZ ve SINIF PERSPEKTİFİ
Bu soruya bu başlık altında ve mahalle çalışmasını merkeze alan yanıtlar getirmeye çalışacağım.
Önce bir tesbit: Kürt hareketinin geri çekilmesi, mahallelerdeki çözülme sürecinin hızlanmasını beraberinde getirmiş proleterleşme sürecinde küçümsenmeyecek bir mesafe alan Kürt emekçileri yavaş yavaş yüzlerini farklı yerlere dönmeye başlamışlardır.
Tam da burada devreye Alevi Dernekleri girmiştir.
Örgütsel ve siyasal açıdan eriyen solun kan almak için yöneldiği bu dernekler sadece Alevileri değil, Kürtleri ve belli bir sayıda Sünni emekçiyi de bağrında toplamaya başlamış, mahallelerin yöneldiği yeni bir merkez haline gelmiştir. Gazi olayları bu dernekleri güçlendiren bir işlev görmüştür.
Gazi olayları aynı zamanda düşüşün başlangıcı olmuştur.
Bu tesbitten hareketle şunları söylemek mümkün: Farklı bir siyasal iklime bürünmeye başlayan mahalleler tekrar sosyalist hareket için cazip hale gelmiştir.
Ancak ortada ciddi bir ayrışma süreci vardır ve bu ayrışma Türkiye’nin bütününü kapsayan bir özellik arzetmektedir. Bu ayrışmanın adı: Devrimcilik/Reformculuk’tur.
TİP TSİP TKP’nin likidasyonu ve SBP’nin kurulmasıyla somutlanan süreç TKEP, Kurtuluş gibi ekiplerin de katılımıyla hızlanmış ardından Dev-Yol ve TDKP çevresinin tesciliyle son haddine varmıştır.
Devrimci safta çok sınırlı sayıda devrimci demokrat yapı ile geleneksel sol’dan sadece SİP kalmıştır.
Kürt hareketi bu iki cephe arasında sürekli bir salınım hali yaşamaktadır ve henüz tam anlamıyla netleşmemiştir.
Çukurova’da manzara karmakarışıktır.
Reformist cenah sendikal yapılardaki etkinliğini sürdürmekte, ama sözkonusu yapılar birer mücadele aracı olmaktan çıktığı için kendi içinde sürekli bir çatlama ve “dökülme” (ayrışma değil düpedüz dökülme) yaşamaktadır.
Kürt hareketi mahallelerde tek belirleyen olmaktan uzaklaşmakta, kontrol ve denetimi yitirmektedir.
Alevi dernekleri prestijini tüketmekte, hızla kan alınacak mekânlar olmaktan uzaklaşmaktadır.
Böylesi bir tabloda açıktır ki mahalle çalışmasının yürütülmesi devrimci kesime düşmekte, ve bu kesimin bileşenlerinden biri olan geleneksel sol’un temsilcisi hareketimiz sınırlı sayıdaki devrimci demokrat ekip ve geçmişten devralan kirli bir mirasla başbaşa kalmaktadır.
Bu tabloya Refah ve MHP dâhil edildiğinde durumun karmaşıklığı ve vehameti artmaktadır.
Faşist hareket geçmişten bugüne Adana’da güçlü olmuş son dönemde gücünün doruğuna tırmanmıştır. Bu gücün büyük kısmı mahallelerden gelmektedir.
Aynı biçimde Refah da mahallelerden kan almakta, giderek etkinliğini artırmaktadır.
Refah’ın ama özellikle MHP’nin güçlenmesi ve hemen bütün mahallelerde Ülkü Ocakları’nın yoğun bir biçimde faaliyete geçmesi bir huzursuzluğu ve karşı politizasyonu beraberinde getirmiş merkezinde gençlerin bulunduğu hatırı sayılır bir kütle sola ve sosyalizme yelken açmıştır.
Merkez mahallelerde yoğunlaşan işçi sınıfı krizle beraber dalgalanmaya başlamış ancak bir çıkış yapamadan inişe geçmiştir. Bu koşullar altında merkezinde mahalle çalışmasının bulunacağı bir siyasal faaliyet, sonuç almak için;
a) Ciddi ve kesintisiz bir bir ideolojik mücadelenin verilmesini garanti altına almayı
b)Bununla bağlantılı olarak bir Anti-faşist / gericilik karşıtı söylem ve hareketlenme yaratmayı
c)Reformculuk/Devrimcilik saflaşması karşısında kararsız ve sürekli salınım halinde bulunan Kürt hareketini devrimci safa çekmeyi
d)Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı dış mahalleler ile merkez mahalleler arasında kan alışverişini sağlayacak sağlıklı kanallar açmayı
e)Bir bütün halinde mahalleleri fabrikalara kent yoksullarını ise proletaryaya yakınlaştırmayı
f)Her iki alandaki çalışmayı birbirine kurban etmeden ve öncelik sırasına koymaksızın bütünsel bir perspektife oturtmayı
g)Alevi kültürünü sol içerikten boşaltıp dinsel motiflerle sulandıran ve Alevi nüfusu sınıf mücadelesinden uzak tutan dernekleri siyasi-örgütsel mekânlar olmaktan çıkarmayı
h) ve son olarak kendi kadrolarını (onların komünist kimliklerini hiçbir surette zedelemeden) bu yönelimlere uygun hale getirmeyi başarmak zorundadır.
(a) şıkkından başlayarak yapılması gerekenleri genel hatlarıyla sıralıyorum:
Evet kesintisiz ve sürekli bir ideolojik mücadele, çünkü mahalleler 1980’den bu yana sol kültürün değil, sırasıyla köşedönmeciliğin, ulusalcılığın, gericiliğin, ırkçılığın, mezhepçiliğin belirlenimi altında kalmış ve çok karmaşık çok parçalı bir iklimle yoğrulmuştur.
Bu iklimde sosyalist hareketi besleyebilecek dinamikler vardır, ama bunlar başka motiflerin içerisinde silikleşmiştir. Bu şekilsiz yığın parçalanmadan, bu karmaşık iklim temizlenmeden, mahallelerden alınacak kadrolar ve mahalle çalışması hareketimizi devrimci demokrat bir çizgiye çekecek, bu da siyasi misyonlarımızdan hızla uzaklaşmamazı beraberinde getirecektir.
Bunun için kesintisiz ve sürekli bir ideolojik mücadele…
Evet anti-faşist söylem ve ciddi bir hareketlenme çünkü mahalleler faşist hareketin/dinci gericiliğin en ciddi beslenme damarı. Bu damar koparılıp atılmadan sosyalist hareketin mesafe katetmesi, faşist ve gerici hareketin güçlenmesi sonucu açığa çıkan sol politizasyonun tersine çevrilmesi, yani herhangi bir karşı politizasyon olacaksa bunun sosyalist hareketin güçlenmesi sonucu açığa çıkan bir gerici/faşizan politizasyon olması, sağlanamayacaktır. Çünkü güçlü ve belirleyici olan (tersi gerçekleştirilinceye kadar) karşı politizasyon değil onu yaratan ilk hareketlenmedir.
Anti-faşist/gericilik karşıtı söylem ve hareketlenme mutlaka sınıf perspektifinden hız almalı ve soyut değil her merhalesinde sınıf mücadelesiyle direkt bağlantılı olan bir somutluk arzetmelidir. Böylelikle sınıfın çeşitli kesimlerinde de tutunmayı başaran faşist hareket ile dinci gericiliğin gerçek yüzü tüm çıplaklığıyla sergilenecek ve burjuvazinin işçi sınıfı içerisinde Truva Atı rolünü biçtiği görevini de ustalıkla icra eden karşı devrimin bu iki önemli silahı ait oldukları kampa geri gönderilecektir.
Bunun için Anti-faşist/gericilik karşıtı söylem ve hareketlenme…
Evet sürekli salınım halindeki Kürt hareketi devrimci saflara çekilmelidir, çünkü Çukurova’daki Kürtlerin büyük çoğunluğu proleterleşme sürecinde hayli mesafe katetmişlerdir ve işçi sınıfının bir parçası olan bu nüfus Kürt sorununun çözümünde anahtar bir rol üstlenmeye doğru hızla evrilmektedir. Kürt hareketini devrimci saflara çekecek olan bu emekçi kütlesidir; onların devrim ve sosyalizm mücadelesine kazanılmasıdır. Bu yapılmadan sınıfın birliği sağlanamayacak ulusal sorunu gerçek anlamda çözüme kavuşturacak olan sosyalist devrim yakınlaştırılamayacaktır.
Bunun için emekçi Kürtler sınıf mücadelesine kazanılmalı ve Kürt hareketi sola çekilmelidir…
Evet Kürtlerin yaşadığı dış mahalleler ile merkez mahalleler arasında etkileşim kanalları açılmalıdır, çünkü kriz dinamiklerini birbirine karşı ustalıkla kullanmayı beceren burjuvazi merkez mahallelerdeki işçi kütlesini dış mahallelere düşman haline getirmekte, kendisini yıkacak olan iki önemli dinamiği ayrıştırarak parçalamaktadır.
Böylelikle işçi sınıfı içerisinde faşist hareket ile dinci gericiliğin boyatmasına yolaçan bir zemin yaratılmakta, dış mahallelerdeki karmaşık kültürel iklim tersyüz edilerek merkez mahallelere taşınmaktadır. Bu dinamikler mutlaka birbirine bağlanmalıdır. Aksi takdirde sosyalist hareketin asıl alanı kuruyacak ve işçi sınıfı sınıf mücadelesinde kendi bağımsız kimliği ve devrimci öncüsüyle birlikte hak ettiği yeri alamayacaktır.
Bunun için merkez mahalleler ile dış mahalleler arasında kan alış-verişini sağlayacak sağlıklı kanallar açılmalıdır…
Evet bir bütün halinde mahalleler fabrikalara kent yoksulları ise proletaryaya bağlanmalıdır çünkü düzendışı dinamiklerin yeşerdiği ve hızla boyattığı mahalleler, bu düzendışı dinamikleri ortaya çıkaran ana çelişkinin billurlaştığı ücretli emek sömürüsünün canevi olan fabrikalara kent yoksulları ise proletaryanın safına çekilmeden sözkonusu düzendışı dinamikleri devrimcileştirmek ve kalıcı hale getirmek mümkün olamayacaktır. Kapitalizmin çerçevesini aşmayan her türlü dinamik istediği kadar radikal olsun, son tahlilde burjuva sınıfa hizmet eder ve çağımızda kapitalizmi yıkmaya, yerine sömürünün olmadığı bir düzen kurmaya muktedir olan tek güç tarihsel anlamda tek devrimci sınıf proletaryadır.
Bunun için mahalleler fabrikalara kent yoksulları ise proletaryaya bağlanmalıdır…
Evet her iki alanda sürdürülen çalışma öncelik sırasına konulmamalı ve birbirine kurban edilmemelidir, çünkü kent yoksullarının patlayan öfkesi işçi sınıfını, işçi sınıfının mücadelesi kent yoksullarını “şiddetle” etkilemektedir ve bu etkileşim gelişip güçlendikçe (bu büyük oranda devrimci özneye bağlıdır) sosyalist hareketin her iki alanda da siyasal örgütsel ideolojik boşluklar yakalaması bu boşlukları kendi misyonu çerçevesinde doldurması açıkçası her iki alanda birden ciddi bir örgütsel ve siyasal güce ulaşması mümkün olacaktır.
Bunun için bütünsel bir perspektif ve her iki alanı kapsayan bir biçimde atbaşı giden kollektif bir çalışma…
Evet Alevi dernekleri siyasi-örgütsel mekanlar olmaktan çıkartılmalıdır, çünkü kökeninde mezhepsel ayrımlarını bulunduğu her türlü çıkış burjuva sınıfa hizmet eden ve sınıf mücadelesinin kızıştığı dönemlerde birer “ihanet abidesine” kolaylıkla dönüşen bir nitelik arzetmektedir (bugünden bunun ciddi sinyalleri bulunmaktadır.) Ve çağımıza damgasını vuran emekle sermaye arasındaki ana çelişkiyi çözmeye yönelmeyen her örgütlülük ve faaliyet kendi özgül hedeflerine dahi ulaşmayı başaramayacak, ulaşmak bir yana bunları daha da erişilmez bir noktaya iteleyecektir.
Böylesi örgütlülük ve hareketler yaşatmayı ve geliştirmeyi amaç edindikleri ve her fırsatta ilerici olduğunu ifade ettikleri Alevi Kültürünü yaşatmayı ve geliştirmeyi beceremeyecek tersine ondaki ilerici motifleri de törpüleyip yokedecektir. Kaldı ki Aleviliğe kendinden menkul bir devrimcilik atfedilmesi başlı başına “sakat” bir iddiadır. Alevi kültürünü devrimcileştiren bu yazının başından beri işlenen gelişmelerdir ve bunlardan ziyade bizzat sosyalist hareketin ciddi müdahalesi ve Alevi kültürüne yüklediği yeni içeriktir. Sosyalist hareketle ve sınıf mücadelesiyle “rabıtası” kesilen bir kültürün devrimci bir rota izlemesi mümkün değildir. Çünkü çağımızda devrimcilik emekle sermaye arasındaki çelişkide tutulan taraf ve bu konumdan hareketle verilen mücadelede kendini dışa vurur.
Bugün Alevi dernekleri Çukurova’da gücünün büyük kısmını Kürt sorununun çözümünde anahtar bir rol üstlenmeye doğru hızla evrilen Kürt emekçilerinden almaktadır ve eğer bu dernekler sınıf mücadelesinde net taraflar seçmez, işçi sınıfı saflarını bozan ve muğlaklaştıran tutumlarından vazgeçmez iseler Kürt sorunu daha da karmaşıklaşacak ve sosyalist hareketin bu sorunun çözümüyle birlikte Ortadoğu’dan başlayarak dünyanın siyasal haritasını değiştirme, dünya komünist hareketinin faaliyetine ciddi bir ivme kazandırma gibi çok kritik ve enternasyonalist bir içerik taşıyan görevini yerine getirmesi zorlaşacaktır.
Dernekler mahalle çalışmasında birer önemli araç olarak kullanılacak ve eğer illa ki bir tarihsel arka planı yansıtan ve çağrıştıran isimler seçilecekse Alevi kesimini de kapsayan yahut bağlayan ve bu coğrafyanın kendi tarihinde gördüğü en “devrimci” çıkışı ifade eden merkezinde halkların kardeşliği teması ile komüncü bir yaşam tarzı bulunan Bedrettin isyanı gözetilmeli ve örneğin Şeyh Bedrettin-Halkların Kardeşliği ve Dayanışma Derneği adı altında dernekler kurulmalıdır (Ancak yukarıdan beri ifade edilegelen yönelime en uygun araç tartışmasız “İşçi Kültürü” türü dernekler olacaktır). Alevi dernekleri sönümlenmeden başka bir ifade ile merkezine sınıf mücadelesini koyan ve işçi sınıfının öncüsüne paralel bir hat izleyen mekanlar haline getirilmeden sosyalist hareket mahalle çalışmasındaki muradından hedeflediği sonucu çıkartamayacaktır. Bunun için Alevi kültürünü dinsel temalarla sulandıran sosyalist hareket ve işçi sınıfı ile kent yoksullarının buluşması önünde “engel” teşkil eden derneklere karşı ciddi bir ideolojik-siyasi mücadele yürütülmelidir… Ve son olarak sosyalist hareket kendi kadrolarını onların komünist kimliğini zedelemeden mahalle çalışmasına uygun hale getirmelidir. Bu uygun hale getirme işleminin en önemli yanı dolayımlı ve çeşitli aşamaları içeren bir seyir izlenmesinde yatmaktadır. Kadrolar kent yoksullarına benzememeli tersine kent yoksullarını kendilerine yakın nitelikte ama kendilerinden bir dizi farklılık taşıyan mahalle çalışmasının sürdürücüsü kadrolar haline getirmeye çalışmalıdırlar.
Süreç içinde bu farklılıklar ortadan kalkacaktır. Yani hareket boyutumuza tekabül edecek ve onu genişletecek olan mahalle çalışmasının kadroları mahalleler fabrikalara kent yoksulları ise proletaryaya yakınlaştığı/yakınlaştırıldığı oranda Leninist örgüt kadroları haline dönüşmeye, Leninist örgüt kodrolarını da sınıf önderi devrim kadroları olmak yolunda ciddi bir dönüşüme uğratmaya başlayacaktır.
Bu yazımda Çukurova yerelliğinden hareketle mahalle çalışmasının somut araç ve deneyimlerine değinmeden örnekler sergilemekten özellikle kaçınarak genel bir çerçeve sunmayı hedefledim.
Mahalle çalışmasında bir hayli mesafe kateden hareketimiz bu tarzın olumlu örneklerini bugünden sergilemektedir ve önümüzdeki dönem bu örneklerin arttığına şahitlik edecektir.
Sosyalist hareketin birikimine armağan ettiğimiz ve edeceğimiz bu deneyimle altına girdiğimiz görevlerden birini daha yerine getirdiğimiz inancıyla…