Bu yazımızda sendikal hareketin mevcut durumuna genel hatlarıyla değinirken, işçi sınıfının bir bileşeni olan kamu emekçilerinin 6 yıllık mücadele sürecini ve bugün gelinen noktayı değerlendirmeye çalışacağız. Başlamadan önce, sendikalardan bahsederken işçi ve kamu emekçileri sendikalarının aynı bütünün bir bileşeni olmasına rağmen, farklı özelliklere/dinamiklere sahip olmaları nedeniyle ayrı başlıklarda incelenmesi gerektiğini, dolayısıyla daha sonraki yazılarımızın konusu olmakla beraber işçi sendikalarına burada belli değinmeler dışında girmeyeceğimizi belirtmek istiyoruz. Ayrıca her işkolundaki sendikanın ve bunların her bir şubesinin homojen bir yapıda olmadığı, bu nedenle yazımızda çizilmeye çalışılan çerçevenin her alanda uygun şekilde yeniden üretilerek ele alınması gerektiği açıktır.
Kamu emekçileri sendikal mücadelesi kendi geleceğini belirleyecek bir dönemden geçmektedir. Daha önceki çeşitli yayınlarımızda birçok kez, 1993’den bu yana kamu emekçileri sendikal hareketinin bir yol ayrımında olduğunu, bu yol ayrımının ya teslimiyet ya da işçi sınıfının da önünü açabilecek bir mücadele hattı olacağım belirtmiştik. 17-18 Haziran’da Ankara Kızılay eylemine kadar inişli çıkışlı da olsa düzen dışı bir mücadele hattı sergileyen kamu emekçileri, sendika yönetimlerine çöreklenen sendikal bürokrasinin de aracılığıyla daha sonra ciddi bir gerileme süreci içine girmiş, KESK ile noktalanan bu süreçte tamamen ortaya çıktığı gibi “düzen sendikacılığı” yönünde önemli bir mesafe alınmıştır. Öyle ki KESK yönetimi bugün, kamu emekçilerinin 6 yıldır tırnaklarıyla kazıyarak elde ettikleri kazanımların teker teker gasp edilmesi girişimine karşı ciddi bir eylem örgütlemek bir yana, son Beyoğlu eyleminde de görüldüğü üzere düzenlediği göstermelik eylemlere bile sahip çıkamamaktadır. Gelinen bu noktada kamu emekçileri hareketinin, dışarıdan sermayenin ideolojik ve fiziksel saldırısı, içeriden ise “sendika solcusu” olarak geçinen işbirlikçileri tarafından tamamen ehlileştirilmesi operasyonuna güçlü bir karşı koyuşun örgütlenmesi zorunlu hale gelmiştir. Bunun gerçekleştirilememesi halinde yalnızca kazanımlarımızın değil, sendikal zeminin kendisinin de yok edilmesi tehlikesiyle karşı karşıya olduğumuzu bilmeliyiz. Devrimciler ve biz komünistler sendikaların tamamen teslim alınmasına karşı gösterilecek direncin örgütlenmesi ve sendikaları sosyalizm mücadelesine kazanma sorumluluğunu taşımaktayız. Bunun nasıl ve hangi yöntemle yapılacağı sorusuna ise verilecek cevap açıktır: Sınıf sendikacılığı…
Sendikalar kapitalist sömürüyü ortadan kaldırmak yerine sömürü koşullarını biraz daha iyileştirmeyi veri alsalar da, 19.yy’ın başlarında işçi sınıfının burjuvaziye karşı ortak çıkarlarını korumak üzere ilerici ve düzen dışı bir içerikle kurulmuşlardır. Ancak aynı yüzyılın sonuna gelindiğinde sermaye sınıfının ideolojik kuşatması ve reformizmin işbirlikçiliği nedeniyle sendikaların giderek sınıfı düzen içinde tutmanın en önemli araçlarından biri haline geldiğini görüyoruz. Yürütülen ekonomik temelli mücadeleyle elde edilen kazanımlar hem sınıfı iktidar mücadelesinden uzaklaştırmış, hem de sınıfsal öfkesini köreltmeye yaramıştır. Evet, sendikalar bugün düzenin ideolojik ve siyasal meşruiyetini sağlayan kurumları haline gelmiştir. Ancak bu durum bizim sendikaları sınıfa devrimci müdahalenin yapılacağı ve sınıfın sosyalist mücadeleye örgütleneceği alanlar olarak ele almamız gerçeğini unutturmamalıdır. Herkesin üzerinde hemfikir olduğu sendikal mücadeledeki tıkanıklığın içinde bulunduğumuz yeni dünya düzensizliği koşullarında kapitalist-emperyalist sistemin, işçi sınıfının ve sosyalist hareketin öznel ve nesnel durumu ile doğrudan ilişkili olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Yani tıkanıklık tespiti böyle bir bütünlük içinde tanımlanmalıdır. Dolayısıyla tıkanıklığın aşılması tek başına sendikal yapıların altından kalkabileceği bir iş olarak görülmemelidir.
Uluslararası durum
Bu kısa hatırlatmadan sonra mevcut duruma ülkemiz ölçeğinin dışına çıkarak bakmak istiyoruz. Kapitalist emperyalist sistem kendi gereksinimleri ve bir türlü kurtulamadığı krizlerine yanıt vermek üzere 1970’lerden itibaren sınıfı bölmek ve sendikasızlaştırmak için yeni uluslararası emperyalist işbölümü ve iş örgütlenmesi biçimleri (taşeronluk, bireysel sözleşme, parça başı çalışma, kısa süreli çalışma vb.) geliştirmiş, üretimin örgütlenmesinde, klasik üretim tarzında ortaya çıkan değişiklikler (esnek üretim tarzı) sınıfın örgütlenmesine ve bilincine ciddi bir darbe vurmuştur. Burjuvazinin 80’lerin sonunda reel sosyalizmin çözülüşü ve ardından gelen yeni dünya düzensizliği koşullarında sendikaların yukarıda çizmeye çalıştığımız durumuna bile tahammülü kalmamış ve uluslararası ölçekte büyük bir saldırıya giriştiği görülmüştür.
Reel sosyalizmin çözülüşü ve sosyalizmin ideolojik düzeyde yaşadığı yenilgiyle birlikte burjuvazinin ekonomik, ideolojik ve siyasal alanları kapsayan bu topyekün saldırısı karşısında sendikal hareketin yaşadığı kan kaybı hızlanmış, sendikalar eski konumlarını/etkilerini kaybetmişler ve yeni konumlarını tanımlayamamışlar, tanımlayanlar ise bunu burjuvaziye kol değneği olarak icra etmişlerdir. Sendikalar yeni toplu sözleşmeleri artan oranlarda ücretlerle bağıtlamak ve işgüvenliği gibi ücret sendikacılığı temelinde sürdürdükleri politikaları sendikal varlıklarını koruyabilme eksenine çekmek durumunda kalmışlardır. Savaş yılları hariç, ilk kez işçi sendikaları, enflasyonun çok altında toplu-sözleşmelere imza atabilmişlerdir. Bu aynı zamanda klasik ücret sendikacılığının da sonu anlamına gelmektedir. Bugün herkesin üzerinde hemfikir olduğu sendikal mücadeledeki tıkanıklık bu nedenle gerçekte “çağdaş sendikacılık”, ya da “sınıf ve kitle sendikacılığı” adı verilerek gizlenmeye çalışılan düzen sendikacılığının tıkanıklığıdır. İflas eden kapitalizmin çıkarlarına hizmet eden “sarı sendikacılık” tır.
Ülkemizdeki durum
Uluslararası düzeyde yaşanan sendikal krizin etkileri ülkemizdeki sendikal harekete de doğrudan yansımıştır. İşçi konfederasyonları (Türk-iş, Hak-iş, DİSK) yaşanan sendikal krize herhangi bir cevap vermekten ziyade, bu krizi politikasızlıkla ve uzlaşmacılıkla yok saymaya çalışmışlardır. Fakat sermayenin yaşadığı ekonomik, siyasal ve ideolojik kriz, sendikal hareketin yaşamakta olduğu krizi daha da ön plana çıkarmış ve sınıfın gözleri önüne sermiştir. İşçi sınıfı etkisiz kalan, mücadele yerine uzlaşmacılığı seçen konfederasyonlara karşı güvensizliğini her fırsatta belirtmiş ve beklemeye başlamıştır. Sınıf hareketinin, sendikal düzlemde yansımalarının neler olacağı ve önümüzdeki dönemde ne gibi olasılıkların gerçekleşebileceğini aşağıda açmak istiyoruz.
a)1994 yılında başlayan krize işçi sınıfının yeterli bir cevap verememesi, 12 Eylül sonrası depolitizasyon sürecinin sınıfsal bilinci köreltmesinin ve sendika önderliğinin ihanetinin sonucudur. Bu durum sendikal yöneticilerin ait oldukları sınıfın hangisi olduğunu netleştirmiştir.
b)Burjuvazinin ideolojik manevralarını (IMF destekli olması, burjuvazinin vizyonunu genişletmiştir) yerinde ve başarılı bir biçimde hayata geçirmesi, krize sınıf tarafından verilebilecek olan radikal çıkışları masedebilmesi ancak ve ancak ideolojik araçları ile mümkün olmuştur. Bu ideolojik saldırı medya tarafından inanılmaz bir bombardımanla yapılmaktadır. Bu ideolojik bombardımanın emekçi halk düzeyinde yeterince etkili olmaması, yaşam koşullarında herhangi bir değişim yaşamamasından kaynaklanmaktadır. Yoksul emekçi kesimin ve işçi sınıfının örgütsüz kesimlerinin sistemden belli bir umudu kalmamıştır.
c)Sınıfa saldırının en yalın ve cepheden biçimi özelleştirmenin bir türlü istenen biçimde hayata geçirilememesi, sınıfın buna vereceği tepkinin masedilemeyeceği korkusundan, kaynaklanmaktadır. 94 başından bu yana sendikal önderlik ve/veya ideolojik araçlarla bastırılan tepki (özellikle Gazi olaylarıyla dışa vuran en yalın biçimiyle şiddet) herhangi bir yanlış adım sonucu alevlenecektir. Sorulacak soru şudur; bütün bu araçlarıyla kriz ne kadar zaman daha ertelenip zaman kazanılmaya çalışılacaktır? Krizi erteleme çabaları hep krizin düzeltilebilirliği üzerine olmuştur (Gümrük Birliği’ne girme çabası vs.) ama krizin yapısal ve çok boyutlu olması ertelenmesine bile olanak tanımıyor. Türk-İş, Hak-İş, DİSK ve KESK önderliği kriz koşullarında tekelci sermayenin en önemli koltuk değneği olmuştur. Bu durum sendikal kitlenin hem sendika yönetimlerine hem de sendikaların bizzat kendisine olan güveni ciddi şekilde sarsmıştır. Bu boşluk komünistlere doldurulabildiği oranda önemli bir olanak sunmaktadır. Aksi takdirde boşluk burjuvazi tarafından doldurulacaktır. Devam edecek olursak, önümüzdeki dönemde sermaye belli açılımlarla beraber sınıfın üzerine gidecektir, bu kesinleşmiştir. Komünistlerin bu konjoktüre iddialı girmeleri için gerekli hazırlıkları yapmaları gerekiyor.
Kamu emekçileri sendikal hareketi tıkanıklığın nedenleri
Bugün sendikal hareketin içinde bulunduğu tıkanıklık kamu emekçileri sendikaları özelinde de yaşanmaktadır. Bunun en somut göstergesi üye kayıpları ve örgütlenme sürecinde yaşanan sorunlardır. 1989’da öncü kadroların çabasıyla “hak verilmez, alınır” sloganıyla alanlara çıkan, düzen dışı bir dinamizm ile sınıf hareketinin en önemli kolu haline gelen kamu emekçileri bugün ayakta kalma mücadelesi vermektedir.
Bu bölümde kamu emekçileri sendikal hareketindeki tıkanıklığın içsel nedenlerini daha yakından incelemeye çalışacağız.
a.Kamu emekçileri sendikal hareketinin az ve dar bir kadroyla başlayıp bir miktar büyüdükten sonra doygunluğa ulaştığını görüyoruz. Bu, memur hareketinin bugün yaşadığı en önemli sorunlardan birisi olarak önümüzde duruyor. Bu hareketin doğuşunda önemli görevler almış olan sol/devrimci kadroların devrimci bir sendikal anlayış yerine klasik ücret sendikacılığını yeğlemiş olmaları, sendikal alana kan akıtılmasının önündeki en büyük engel olmuştur. Bahsedilen kadroların mücadele sürecinde taban örgütlenmesini gerçekleştirememeleri kamu emekçileri hareketini “dar kadrocu” bir hale getirmiştir.
b.Sendikalarda öncü hiç bir zaman kendisini sendikanın yerine ikame etmez edemez. Bu araçların birbirine karıştırılması düşülebilecek en büyük yanılgılardan birisidir. Devrimci demokrasi sendikal mücadelenin kendisini bir amaç haline getirmiş ve kitleselleşmeyi her ne pahasına olursa olsun kutsamıştır. Sendikal mücadeleyi sadece kongre, kulis ve liste oyunları ile sendika yönetimlerine adam sokmaktan ibaret gören, sınıfı dönüştürme, örgütleme ve sosyalizm mücadelesine katma gibi perspektifden yoksun olan devrimci demokrasi, gerçekte sendikaların kendi kadrolarını kullandığını fark etmemiş ve giderek sendikal bürokrasinin organik bir bileşeni haline gelmeye başlamıştır.
c.Sendikal mücadelenin en önemli sorunlarından birisi sendikaların siyasallaşamamasıdır. Sendika üyeleri siyasallaştırılamamış, dönüştürülememiştir. Sınıfı siyasallaştırmak doğrultusunda yapılan her müdahaleyi “bunlar siyaset yapıyor” diye mahkum etmeye çalışan, kitleye şirin görünmek için varolan siyaset korkusunu körükleyen reformist sendika solcuları, düzen adına politika yaptıklarının belki de farkında değildiler. Kitleselleşmekten kof çoğunluğu anlayan, sendika üyelerini dönüştürmek yerine onların geri bilinçlerine hitap etmeyi tercih eden, kitlemizi ürkütmeyelim diye, demokrasicilik oyunu oynayan sendikal önderliğin reformist bir hatta sürdürülmesi sınıfın siyasallaşmasının önündeki en büyük engel haline gelmiştir. Bürokratlık, uzlaşmacılık ve kitle kuyrukçuluğu bugün kamu emekçilerinin mücadelesinde giderek güç kazanan eğilimlerdir. Bu eğilimleri kafa sayısı hesabına, ayak oyunlarına prim vermeden ilkeli ve kararlı bir mücadele hattı oluşturarak engellemeliyiz.
d.Sendikal mücadele hükümetin manevralarına endeksli hale getirilmiş, bu durum havuç-sopa (sendika yasası-baskı ve zor) politikaları ile kamu emekçilerini teslim almaya çalışan sermayenin ekmeğine yağ sürmüştür. Sendikal mücadele tarihinin defalarca kez gösterdiği gibi ekonomik ve siyasal mücadelenin birlikte yürütülmediği, bu birlikteliğin gerekliliğini üyelerine kabul ettirememiş sendikalar kendi niyetlerinden bağımsız olarak düzene hizmet etmişlerdir. Gazi direnişinin hemen sonrasına rastlayan 18 Mart Ankara mitinginin sağduyulu olmak ve vatanseverlik gibi gerekçelerle iptal edilmesi buna iyi bir örnektir.
e.Kendiliğinden gelişen ekonomik talepleri örgütleyerek yemek boykotu, basın açıklaması, iş bırakma gibi eylemler defalarca yapılmakla birlikte eylemlerin altı politik olarak doldurulamamış, mücadele sadece “grevli toplu sözleşmeli” sendikaya indirgenmiş, siyasal boyut gözardı edilmiştir. Sendikal hakların ancak uzun soluklu ve kararlı bir mücadeleyle düzene dayatılarak kazanılacağı ortadayken kamu emekçileri sürekli bir beklenti psikolojisi içine sokulmuş, bunların kısa sürede gerçekleşmemesi ise mücadeleden düşme ve eylemlerin etkisinin azalması ile sonuçlanmıştır. Grev ve toplusözleşme “hakkına” sahip işçi sendikalarının durumu ortadayken sanki bunlar elde edildiğinde bütün herşey hallolacakmış gibi bir beklenti yaratılmıştır.
f.”İşçi memur elele, genel greve” sloganının altı doldurulmamış ve eylemlerin büyük bölümünde gerek kamu gerekse işçi sendikaları birbirlerini seyretmişlerdir. Sermayenin sınıfın mücadelesini bölmek için dayattığı işçi-memur yapay ayrımı etkisizleştirilememiş, kamu emekçilerinin işçi sınıfının bir bileşeni olduğu, dolayısıyla ortak mücadele ve dayanışmasının zorunlu olduğu yeterince anlatılamamış, sınıf dayanışması somut olarak gerçekleştirilememiştir.
g.Sendika üyeleri, işyeri temsilcileri ve yönetim arasında sağlıklı bağların kurulamaması, mücadelenin sadece sendika şubelerine hapsedilmesi nedeniyle örgütlenmede kof bir yapılanma ortaya çıkmıştır. Mücadelenin kollektivize edilememesi nedeniyle, iş yeri-şube ve merkezde karar süreçleri son derece sağlıksız yaşanmış, birçok durumda “karar” bile alınamamıştır. Mücadele içinde yorulan sendikal aktivistlerde gözle görülür bir erozyon yaşanmaktadır. Böyle bir durumda yeni kadroların kazanılması çok güçleşmektedir.
h. Sınıfsal bir anlayışla önüne bir mücadele programı koymak yerine son iki yıl, sendikal birlik ve konfederasyonlaşma tartışmalarıyla geçirilmiştir. Sendikal birlik ve konfederasyonlaşma ancak sınıf mücadelesinin gereksinimleri doğrultusunda ve ilkeli-ortak bir program ile eylemde birlikteliğin yakalandığı süreçlerden sonra anlamlı olabilecekken, hükümetin dayatmasıyla ve onun muhatabı olabilmek amacıyla suni bir şekilde temel gündem maddesi haline getirilmiştir. Mücadele gündemi konfederasyonlaşma gündemine feda edilmiştir. Burjuvazinin her türlü yeni saldırısı karşısında sınıfa itidalli davranmayı ve eylemsiz kalmayı öneren ya da ürettiği çeşitli bahanelerin ardına saklanarak ikiyüzlü bir tavır sergileyen KESK’in bu teslimiyetçi çizgisi teşhir edilmeli ve maskesi düşürülmelidir.
ı. Sermayenin topyekün saldırısının en önemli ayağı olan özelleştirmeye karşı etkili bir mücadele hattı örülememiştir. Anayol hükümetinin imzaladığı koalisyon protokolünün ilk maddesinin, tüm kamu mallarının 6 ay içinde özelleştirilmesi olduğu hatırlanırsa bu konuda hiç vakit kaybedilmemesi ve mücadelenin ana eksenine sendikal haklarla birlikte özelleştirmenin oturtulması gerektiği açıktır. Sermayenin bunda başarılı olması durumunda kamu sendikaları da büyük ölçüde varlık nedenlerini yitireceklerdir.
Şubeler Platformu
Şimdiye kadar yaşanan tüm bu olumsuzlukları aşmak için, uzlaşmacı konfederasyonlara karşı görece daha ileri ve mücadeleci bir perspektife sahip olan sendikal hareketin öncü kadroları çeşitli bölgesel platformlarda yanyana gelmeye ve çeşitli araçlar geliştirmeye çalışmışlardır. 86’dan bu yana varolan ve ilerici/muhalif sendika şubelerini içinde barındıran İstanbul İşçi Sendikaları Şubeleri Platformu (İİSŞP), çeşitli konjonktürlerde tabanın zorlamasıyla da olsa önemli misyonlar üstlenmiş ancak altından kalkamamıştır. Her ne kadar kendilerini mevcut sendikal yönetimin bir alternatifi olarak sunmaya çalışsalar da hiç bir zaman alternatif bir sınıf sendikacılığı perspektifiyle hareket etmemişler ve Kamu/İşçi Sendikaları Şubeler platformları gelinen bu noktada tamamen likide olmuşlardır. Bunun nedenlerine bakacak olursak;
1.Sınıf sendikacılığının demokrasi savunuculuğuna indirgenmesi ve bunun dışında herhangi bir politik perspektifinin bulunmaması.
2.Kendisini yeni bir sendikal anlayışın temsilcisi olarak tarif etmek yerine mevcut platformun bir alt örgütlenmesi-belirlenen konumda olarak görmesi.
3.Siyasal yapıların dar grupçu ve pragmatik ağırlıklı bir politika izlemeleri, ilk başta iyi niyetle kurulan bu oluşumları dağılma noktasına getirmiştir.
4. Sonuncusu ama belki de en önemlisi bu oluşumların aldığı kararları yaşama geçirebilecek bir sendikal örgütlülüğü tabanda gerçekleştir(e)memesidir.
Görüldüğü üzere bu iki oluşumdan da bir çıkış örgütlemesi mümkün olmamıştır. Dolayısıyla mevcut konjonktürde hangi araçların oluşturulması gerektiğini aşağıda incelemeye çalışacağız.
Sınıf Sendikacılığı Platformu ne yapmalı?
Sınıf sendikacılığının diğer sendikal akımlar karşısındaki en ayırt edici yanı kendisini sınıf uzlaşmazlığı temeline oturtmasıdır. Sınıf sendikacılığı emek ile sermaye arasında hiçbir uzlaşma alanı bulunmadığından, aralarındaki çelişkinin uzlaşmaz olduğundan ve emekçilerin nesnel olarak kapitalizmin devamında hiç bir çıkarının olmadığından hareket eder. Sınıf sendikası işçi sınıfının gerçek kurtuluşu olan sosyalizmi hedefler ve onun ideolojisini kılavuz edinir. Bu doğrultuda sınıf sendikası özelleştirme saldırısına yanıt vermek için doğrudan doğruya sermayenin mülkiyet ideolojisine savaş açar. Sınıf sendikası, sermayenin işçi sınıfını bölme çabalarına karşı sınıf eylemli birliğini ve sınıf dayanışmasını savunur. Sınıf sendikası, burjuva siyasal akımların hiçbirinin kuyruğuna takılmaz. Sınıf sendikası, bulunduğu her alanda gericiliğe ulusal baskı ve sömürüye karşı işçi sınıfı ideolojisini temsil eder.
Sınıf Sendikacılığı Platformu, işte böyle bir mücadele perspektifinin “sınıf ve kitle sendikacılığı” adı altındaki uzlaşmacı anlayışın karşısında söylem olmaktan çıkartılarak, bulunulan her sendikada ete kemiğe büründürülmesi amacıyla oluşturulmuştur. SSP işçi ve kamu emekçileri sendikalarındaki mevcut durumdan hoşnutsuz, sınıf sendikacılığını benimseyen dürüst ve mücadeleci unsurları kapsayarak, sendikal hareketi politikleştirmek yani sendikal mücadeleyi sosyalist mücadeleye bağlamanın bir aracı olarak işlev görecektir. Sendikal kitlenin böyle bir mücadele süreci içinde bilinçlendirilip, dönüştürülebileceği unutulmamalıdır. SSP bu perspektifleri her alanda yeniden üreterek somut hedeflerle yol almalıdır.
- Grevli toplu sözleşmeli sendika hakkının elde edilmesi
- Konfederasyonlaşma
- İşkolunda özelleştirme
- Sendikal mücadelenin tıkanması
- İşkolunda sendikal birlik
- Sendikal mücadeleye yönelik saldırılar
gibi başlıklar bunlardan bazılarıdır. Aynca sendikal faaliyette dinamik ve mücadeleci unsurlar ile bu doğrultuda ilkeli işbirliklerinin zorlanması gereklidir. Bununla birlikte yönetim kurullarına, sendikaları sınıf sendikacılığı ilkeleri doğrultusunda çalıştıracak kadroların getirilmesi, basın yayın, eğitim ve örgütlenme komisyonlarının bu amaçla çalıştırılması ve taban örgütlülüğünün güçlendirilmesi gerekmektedir.
Sendikal hareketin önü ancak sendikalara hem içeriden sınıf sendikacılığı perspektifi ile müdahale edilmesi hem de giderek güçlenen bir sosyalist hareketin toplumsal etkinliğinin artırılması ile açılacaktır. Bu memlekette bunun üstesinden gelebilecek, gereken kararlılık ve mücadele gücüne sahip bir parti vardır…