Gelenek 54. sayıda yayınlanan, arkadaşımız Süha Noyan’ın “Kollektif Emek Kapsamında Hizmet Sektörü” başlıklı çalışmasına ilişkin olarak İlker Belek dostumuz kısa bir açıklamasını bize ulaştırdı. Aşağıda bu açıklamayı sunuyoruz.
Sevgili Süha Noyan,
Gelenek’in 54. sayısında yer alan ve benim bundan önceki iki kitabımdaki konuyla ilgili düşüncelerimi de değerlendiren özgün yazınız için hızla yazıyorum. Yanlış anlama olarak değerlendirdiğim kimi noktaları açıklığa kavuşturmak ve tartışmanın daha ileri götürücü bir işlevi yerine getirebilmesi için…
1) Sosyal Devlet’in Krizinde şu çözümlemeyi yapmıştım: Tıbbi bakım hizmeti (kapitalist üretim ilişkileri içinde) doğrudan, klasik anlamda değer (meta) üretmez. Ancak bu sürece dolaylı olarak katkıda bulunur. Bu anlamda tıbbi bakım hizmetinin değerinden söz edilecekse, bu ancak, tedavi edilen emek gücünün emek sürecine döndüğünde ürettikleri ile ölçülebilir. Hatta şimdi geliştirerek şöyle diyebilirim: Sağlık emek gücünün tedavi ettiği emek gücünün, tedavi sırasında geçirdiği (kaybettiği) değeri (ki bu da tedavi sırasındaki zaman sırasında üreteceği metaların değeri ile ölçülen bir değerdir) tedavi için çalışan sağlıkçı emek gücünün değeridir. Bir başka türlü sağlıkçı emek gücünün değerini nasıl ölçebileceğimizi doğrusu bilemiyorum. Hele hele bu güçlük, kamu sağlık hizmeti düşünüldüğünde (ki ağırlıklı olarak böyledir) iyice kendisini ortaya koyacaktır. Buradan hareketle de halen düşündüğüm gibi, sağlıkçı emek gücünün ve sağlık hizmetinin değerinin, ekonominin asıl üretken sektörleri arasında sıkışıp kalmış olduğunu ve ancak onlar üzerinde dolayımlı bir tarzda tanımlanabileceğini önermiştim, halen de öyle düşünüyorum. Görülebileceği gibi bu kitaptaki analizlerim tamamen sağlık sektörünün konumuna ilişkindir, sağlık emek gücüyle ilgili olarak söylenmişler ise (mutlak anlamdaki sömürüye maruz kalışları dışında) yok denecek kadar azdır. Sosyal Devletin Krizi sağlık sektörünü (yukarıda sıraladığım gerekçelerden dolayı) “üretici olmayan” sektörler arasında sıralamış sağlık hizmeti değerinin üretken sektörler üzerinden tanımlanabileceği tezini ileri sürmüş ve bütün bunlarda artı-değer teorisini somutlamaya çalışmıştır.
2) Sizin de aktardığınız gibi üretken olan/olmayan biçimindeki ayrım Marx’ta da vardır. Hem de pek çok yerde. Ancak Marx emeğin kollektif niteliğini vurgulayarak ve emek sürecinin kapitalistleşmesini dikkate alarak bu ayrımın pratikte değerini yitirdiğini özellikle de bu tür sektörlerdeki emek gücünün ortak kader ve gelecekleri bakımından tamamen geçersizleştiğini, bunun için de klasik anlamda üretken olmayan emek gücü kategorilerinin de üretken emek sayılması gerektiğini belirtir (sizin s. 127’deki aktarımınızda olduğu gibi). Burada asıl önemli olan nokta işçi sınıfı tanımında ne tür bir yaklaşımın benimseneceğidir. Dolayısıyla, bana göre çeşitli ekonomik sektörlerde artı-değer ilişkilerinin (yani emek sermaye ilişkilerinin, çeşitli sermaye grupları arasındaki ilişkilerin) analizi bakımından en üst soyutlama düzeyinde üretken olan/olmayan sektör tanımlamaları oldukça işe yarayıcıdır. Aksi takdirde kapitalist devletin sağlık sektörüne, en özelleştirmeci dönemlerde bile büyük oranda el atmak zorunda kalışını açıklamak oldukça zor olmaktadır. Ve sizin de bildiğiniz gibi bu el atışın çok güçlü ekonomik gerekçeleri de (burjuvazinin bu sektörü halen kendi artı-değer ölçütleri bakımından “üretken” görmeyişi gibi) bulunmaktadır.
3) Sağlıkçı emek gücünün işçi sınıfının içine alınıp alınmayacağı tartışması benim Sosyal Devletin Krizi’nde hiç ele almadığım bir konudur ve burada iki tür tavır söz konusu olabilir. Bildiğiniz gibi bunlardan ilki Poulantzas’ınkidir. Yani ekonomik sektörler içinde sağlık sektörünün, klasik meta üretimi anlamında ve ancak üst soyutlama düzeyinde doğru kabul edilebilecek olan, üretici olmayan sektör konumunu sağlık sektöründe çalışanların sınıf analizinde de kullanmak ve üretici sektörlerde çalışanları işçi sınıfı içine dahil etmek. Dediğim gibi üretici olmayan ve üretici sektörler ayrımı bir kavramlaştırma yoludur ve ancak ekonominin genel yapısının analizinde ve belli bir soyutlama düzeyinde geçerlidir. Marx da bunu kullanmış, başka bir düzeyde ise emek sürecinin bütünselliğinden söz etmiş ve onu öne çıkarmıştır. Ekonominin üretken ve üretken olmayan sektörler biçimindeki kategorizasyonu, buralardaki emek güçlerinin (adı üstünde emek gücü) sınıfsal konumlanışları itibariyle aynı dünyalara ait olduklarını göstermez. Bu Poulantzas’ın yorumudur ve sınıf analizlerinde (Tülin Öngen’in ilk ve akademik olarak en iyi biçimde gösterdiği gibi) başka ölçütler kullanılmalıdır.
4) İşçi sınıfının analizindeki ikinci yaklaşım ise marksist olanıdır. Burada belirleyici olan emek gücünün kendisini kapitaliste satması (kiralaması) emek gücünün üretim süreci içindeki (kabaca belirtiyorum) avantajsız ve sömürüye konu olan konumu gibi temel başka kriterlerdir.
5) Esasen Sosyal Devletin Krizi’nde yalnızca sağlık sektörünün konumunu analiz etmeye yöneldiğim ve işçi sınıfı içinde sağlık emek gücünün konumunu da hemen hiç dikkate almadığım için, sağlık emek gücünün işçi sınıfı içindeki konumu bakımından, sizin yazınızda ifade ettiğiniz türden çıkarsamaların yapılabileceğini hiç düşünmemiştim. Yine de benim çözümlemelerimden kaynaklanan ve yukarıda (size ilişkin olarak) yanlış anlama şeklinde tanımladığım türden anlam kaymalarının sorumluluğunu üstlenmeliyim. Ne de olsa yazma süreci, yazan ve okuyandan oluşan aktif bir olay ve ancak okuduğumda tamamlanabiliyor.
6.7.1997