Kapitalist dünya ekonomisinde 1980’lerden itibaren önem kazanmaya başlayan ve giderek yaygınlaşan üretim örgütlenmelerinden biri de KOBİ’ler. Yani Küçük ve Orta Büyüklükteki İşletmeler. Kapitalistler için, ülke ve dünya ekonomisindeki krizlere daha kolay uyum sağlaması, sendikal örgütlenmenin daha kolay engellenebilmesi, esnek üretim uygulamalarının rahatlıkla hayata geçirilebilmesi gibi avantajlara sahip olan küçük işletmeler, bu nitelikleriyle ülkemizde de gelişme göstermektedir.
Yazının konusu olan, küçük sanayi sitelerindeki ya da organize sanayi bölgelerindeki işletmeler için yaygın olarak KOBİ kısaltması kullanılmaktadır. Ancak, sermayenin üretimi örgütleme amacıyla günümüzde başvurduğu yöntemlerden biri olan üretimin parçalanması ve ayrı işyerlerine bölünmesi yöntemiyle kurulmuş pek çok KOBİ de vardır ki, bunlar aynı zamanda Koç ya da Sabancı Holding gibi büyük holdinglerin de birer parçasıdır. Yazıda kullanılan KOBİ kısaltmasından BEKSA, KORDSA gibi holding tosunlarının anlaşılmamasını umarım. Zaten buralarda sendikal örgütlenme mevcut ve temel işlevi verimlilik şampiyonluğunda işverene destek olmak. Bu yazıda üzerinde durmak istediğim, küçük sanayi işletmeleri ve buralardaki işçilerin durumudur.
Türkiye’de imalat sanayisinin yapısına bakıldığında, toplam firma sayısının yüzde 99.10’unu küçük ve orta boy işletmelerin oluşturduğu görülür (1992 yılı İSO araştırması). Buralardaki istihdam oranı ise yüzde 51.57’dir. Büyük işyeri oranının yüzde 0.9 olmasına karşın işgücü istihdamı yüzde 48.43’tür. Dağınıklık, sınıfın yapısını zayıflatmakta, örgütlenme açısından çok büyük zaaflar doğurmaktadır. (Bu konuda Gelenek’in 53. sayısının 72. sayfasındaki Şefik Köroğlu’nun aktardığı tabloya bakılabilir.)
KOBİ’ler, sermayenin her fırsatta ekonomiden elini çekmesini istediği devlet tarafından da destekleniyor. Bu destekler pazar araştırması desteği; yurtdışı ofis ve mağaza açma, işletme ve marka tanıtım faaliyetlerinin desteklenmesi; çevre maliyetlerinin desteklenmesi; eğitim yardımları; istihdam yardımları; yurtdışı fuar ve sergilere katılma yardımı başlıkları altında toplanıyor. Aslında bu kadar desteğin tek anlamı, doğrudan veya dolaylı yoldan kaynak aktarım mekanizması olarak işlemeleri.
Türkiye’de sendikaların işlevlerini yerine getirmediği, ağaların işçilerden çok sermaye ve onun devletinin ihtiyaçlarına göre çalıştığı bilinen bir gerçek. İşçi sınıfının sendikal örgütleri üzerindeki bu ağa tahakkümünü kırmaya yönelik devrimci girişimlerimiz aralıksız sürüyor. Toplam işçi sayısının oldukça küçük bir kısmının sendikalı olmasına karşın, kilit sektörlerde ve belli başlı büyük işletmelerde sendikal örgütlenmenin, varlığı bu sendikalara yönelik çabaların bunca önemli olmasının nedeni.
Petrol-İş sendikasının yayınladığı yıllıklara göre, Türkiye’de sendikalaşma oranı en yüksek düzeyine 1968-1969 döneminde ulaşmış. O dönemki sendikalaşma oranı yüzde 23. Bu tarihten sonra başlayan düşme 1977 yılına kadar devam etmiş ve yüzde 16 ile en alt seviyeye inmiş. Daha sonra tekrar yükselmeye başlayan sendikalaşma oranı 1986 yılında yüzde 21’e ulaştıktan sonra, hızla azalmaya başlamış. 1996 yılında sendikalaşma oranı yüzde 9’a gerilemiş durumda. Toplam sendikalı işçi sayısı ise 1986’ya kadar sürekli yükselerek 1 milyon 500 bine ulaşmış. Bu tarihten sonra ise gene hızlı bir düşüş yaşanmış ve 1996 yılı sonunda 900 bin civarına inmiş. Sendikalar ve toplu sözleşme yasalarının çıkmasından sonra tarihteki en düşük değerine günümüzde ulaşmış sendikalaşma oranı ve sendikalı işçi sayısı. Bu rakamlar resmi kayıtlardaki rakamlar. Bir de kayıtsız-sigortasız olarak çalıştırılan işçileri eklerseniz gerçek rakamların daha da düşük olduğu anlaşılır.
Gene yayınlanan verilere göre, büyük sanayi işletmelerinde son beş yıl içerisinde istihdam artışı yüzde 9 olurken, küçük sanayi işletmelerinde bu oran yüzde 25. Yani sanayi sektöründeki istihdam küçük işletmelere doğru kayıyor. Başka bir deyişle, burjuvazi küçük işletmeleri tercih ediyor.
Küçük işletmelerdeki sendikalaşma rakamları ise, incelemeye konu bile olamayacak düzeyde, ihmal edilebilir oranlarda. Türkiye kapitalizmi, dünya kapitalizmine paralel olarak, taşeronlaşmanın ve var olan sendikaları tasfiye etmenin yanı sıra, işletmeleri de küçülterek sınıfı parçalamak, örgütsüzleştirmek, dikensiz gül bahçesinde dolaşmak amacına ulaşmaya çalışıyor.
Türkiye işçi sınıfı içerisinde, sömürü çarklarının üzerlerinde döndüğü, en alt gelir düzeyindeki, en kötü çalışma ve yaşam şartlarına sahip, insan emeğinin kolektif ürünlerinden en az yararlanabilen kesimi, küçük sanayi işletmelerinde çalışan kesimdir. Bir anlamda işçi sınıfı içerisinde zayıf halkadır bu işçiler. Örgütlenmedeki güçlüklere, süreklilikteki handikaplarına karşın küçük sanayi işletmelerinde çalışan işçilere yönelik müdahale, sosyalist hareketin kesinlikle ihmal edemeyeceği bir görevdir. Açılacak yeni mücadele kanalları, işçi sınıfının kurtuluşu yolunda önemli mevziler elde edilmesini sağlayacaktır.
Nedir bu yeni mücadele kanalları? Varolan sendikaların politikalarının kısa vadede köklü şekilde değişmeyeceği kesindir. Sendikal yapıyı değiştirmek zaman alacak bir çalışma. İhanet çeteleri ve reformizmin buralardaki engelleyici etkisi biliniyor.
Sendikal yapıyı değiştirmeye dönük mücadele kuşkusuz sürecek. Diğer yandan, Türkiye işçi sınıfını bugün içinde bulunduğu durumdan çıkarmanın mücadeleci genç kuşaklarla mümkün olacağı değerlendirmesini daha önce yapmıştık. Küçük sanayi sitelerinde yapılacak çalışmalar, sınıfın bu en zayıf halkası üzerinden daha büyük işyerlerine ulaşmamızı sağlayacak araçlardır da aynı zamanda. Komünistlerin sendika genel kurullarında konuşmalarını bile hazmedemeyen ağaların, sermaye sınıfına karşı herhangi bir karşı duruşta bulunmayacakları kesindir. Sermayeye karşı, kapitalizmin pervasızca saldırısına karşı direniş ve mücadele bayrağını yükseltmek, işçi sınıfının özlemlerine yanıt bulacağı bir dünyaya ulaşmak yolunda yürümeye niyetli çok az sayıda sendika kalmıştır artık. İşçi sınıfının içerisinden yürütülecek mücadele, bu az sayıdaki sendika ve şu anda sendikasız olan kesim tarafından omuzlanacaktır. Birkaç senedir yaşanan gelişmeler bunu gözler önüne sermektedir. Son iki-üç senedir yaşanan grev ve direnişlerin tamamı küçük işletmeler veya devrimci sendikalar tarafından yürütülmüştür.
Kayıtlı işçiler arasında istihdam oranının yüzde 50’nin üzerinde olmasına ve bu oranın giderek artmasına karşın, küçük işletmelerde sendikal örgütlenme yok denecek düzeydedir. Sadece, çalışan sayısının 100 civarında ya da daha fazla olduğu işletmelerin sınırlı bir bölümünde sendikal örgütlenme bulunmaktadır. Bu işletmelerin rekabetteki en büyük silahları olan ucuz işgücü, sendikal örgütlenme durumunda yok olacaktır. Dolayısıyla bir küçük sanayi patronu için sendika ile ölüm aynı anlamdadır. Bu doğrultuda çalışma yapan işçiler hemen işten atılmakta, diğer işçiler tehdit edilmektedir. Gizlilikle sendikal çalışma yürütülen ve toplu sözleşme yetkisi alınan işyerlerinde polis, jandarma, faşistler vb. kullanılarak ve her türlü şiddet uygulanarak sendika yok edilmeye çalışılıyor, gene olmuyorsa işyerinin kapatılması yoluna bile gidiliyor. Organize sanayi bölgeleri ve küçük sanayi sitelerinde işverenler kooperatifler aracılığıyla örgütlendiklerinden birbirleriyle iletişim ve dayanışma içerisinde bulunuyorlar. Sendikanın örgütlenmiş olduğu herhangi bir işyeri diğerleri için de örnek olacağından, tüm patronlar birleşik mücadele ve dayanışma örneği gösteriyor. Gerekiyorsa son çare olarak işyeri kapatılıyor ve bunun maliyeti tüm patronlar tarafından karşılanıyor.
Küçük işletmeciliğin mantığı gereği, patronlar dünyanın merkezine kendi işyerlerini koymakta ve ona zarar gelmemesi için her türlü yolu denemektedir. Küçük işletme işverenlerinin birbirleriyle dayanışmasını sağlamak için dünya çapında bir örgütlenmeleri bile var: Dünya Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeler Derneği (WASME). Merkezi Hindistan’ın Yeni Delhi kentinde bulunan derneğin genel sekreteri Eylül ayının başında Türkiye’ye gelerek İTO, İSO, ATO, Dış Ticaret Müsteşarlığı, Dışişleri Bakanlığı, KOSGEB ve KOSYÖV gibi kurumları ziyaret etti. WASME, dünya genelinde 107 ülkede örgütlenmiş durumda.
KOBİ’lerde, işçilerin örgütsüzlük durumuna bağlı olarak, ücretler son derece düşük; fiili olarak asgari ücret düzeyinde. Ücretlerin düzenli olarak ödenmesi yalnızca patronun keyfine kalıyor. Çalışma şartları son derece elverişsiz, sağlık koşullarına ve iş güvenliği kurallarına uyulmuyor. Bu yönde alacağı her önlem, bir maliyet artışı anlamına geliyor patron için; küçük işletmenin asıl anlamı olan ucuz işçilikten doğan düşük maliyeti ortadan kaldırıcı bir işlev görüyor. Dolayısıyla işçileri iş görebilir durumda tutmaktan öte bir önlem bulunmuyor buralarda. İşçiler için herhangi bir iş güvencesi yok, sigortalı olmak bile bir ayrıcalık, yol ve öğle yemekleri işçinin cebinden çıkıyor, 8 saatlik iş gününe fiili olarak uyulmuyor. Küçük sanayi işletmelerinin işçi arama ilanlarında şunlara sıklıkla rastlanır: Yol, yemek ve SSK vardır! Sömürünün ve vahşetin düzeyini teşhir eden bu örnekler çoğaltılabilir.
Küçük sanayi işçisinin yaşadığı yerler ise kentin varoşları. Kentin en yoksul bölgelerinde yaşayan bu insanlar, gündelik yaşamlarını sürdürebilmek amacıyla yok pahasına satıyorlar emek güçlerini. Kürt illerinde yaşanan savaş ve onun yol açtığı göçler, yedek işgücü ordusunu da kolaylıkla oluşturuyor. Son derece olumsuz şartlarda hayatlarını sürdüren bu insanlar, kapitalist sömürünün en vahşi şekliyle sürdürüldüğü küçük atölyelerde, gene son derece olumsuz şartlarda çalıştırılıyor.
Devlet güdümlü sendikalar bu duruma müdahale etmek niyetinde değil. İşçilerin talebi sonrasında sendikalaşma çalışması yürütülen birkaç örnek dışında, küçük işletmeler üzerine çalışma yapmak gibi bir gayretleri bulunmuyor bu sendikaların. Gerekçe ise patronların yukarıdaki tavrı nedeniyle girişimlerin sonuçsuz kalacağı. Yani sermayenin tavrı, fiili durum olarak kabul edilmiş oluyor. Değiştirmek, dönüştürmek çabası ise yok. Türkiye işçi sınıfı hareketinin başındaki en büyük musibet olan sendika ağaları, küçük ve orta ölçekli işletmelerde örgütlenme zahmetine katlanmayarak burjuvaziye destek oladursunlar, bilinçli işçiler, komünistler, işçi sınıfının bu en zayıf, bu en yoksul, bu en güvencesiz kesimi içinde onlara ve sermayeye karşı güçlü bir direniş ve dönüştürme eylemine girişiyorlar.
Buralarda çalışan çoğunluğu genç işçilerin önündeki somut kazanımlar elde etmiş ve dinamizmini koruyan mücadele örnekleri sınırlıdır. Bu, sanayi sitelerindeki örgütlenme çalışmasının önündeki en büyük engellerden biridir. Sınıfın bu kesiminde örgütlü bir mücadele kültürü mevcut değildir; bunu komünistler yaratacaktır. Bu işçilerin çoğu, gündelik yaşam derdinde olan gençlerdir. İşçiler, çok sık iş değiştirmekte, ya da işten atılmaktadır. Bu durum, çalışmaların ve mücadelenin sürekliliğini etkileyebilecek bir faktör olarak karşımıza çıkıyor. İşyerlerinde işçiler arasında derin farklılaştırmalar mevcuttur. Ustabaşı, usta, vasıflı işçi, vasıfsız işçi, çırak kademelendirmesi bariz biçimde yaşanmakta ve ücretlere yansıtılmaktadır. Aynı zamanda bu eşitsizlikler, sıradan işçilerin de bir gün usta olduklarında daha çok ücret alacağı ve durumunun düzeleceği yanılgılarını beslemektedir. Tabii ustalar da bir gün kendi işlerini kurma umudunu taşımaktalar. Böylece işçilerin patrona birlikte karşı koymaları zorlaştırılmaktadır. Patronla hemşeri ya da tanıdık ilişkisi olan üst seviyedeki işçiler işyerindeki gelişmeleri hemen bildirmekte, böylece patronun önlem alması kolaylaşmaktadır.
Bu engellere karşın çalışma ve yaşam koşullarının kötülüğü, ücretlerinin düşüklüğü gibi nedenlerle sosyalist politikaların doğal alıcısı konumundadırlar. Aile, çevre ya da diğer dış etkenler nedeniyle açıkça faşist olanlar dışında, işyerinde yaşanan olumsuzluklara karşı tepki örgütlemek mümkündür. Birbirine yakın, yan yana bulunan pek çok küçük işletmenin koşulları hemen hemen benzerdir. Bu bir yandan “her yerde aynı” umutsuzluğunu yaratmakta, ama öte yandan bütün işçilerin aynı sömürü kurallarına tabi olduğunu gösterme fırsatını yaratmaktadır. İşyerlerinin bu yakınlığı ve koşulların aynılığı nedeniyle herhangi bir işyerinde yaşanacak direnişin anında diğer işyerlerini de etkilemesi, oralardaki işçilerin gündemini de değiştirmesi olanağı bulunmaktadır. Bu “aynılık” durumu, sorunları aynı olanların aynı çözümde birleşmesinin de yolunu açacak bir faktördür. Aynı sitede çalışan işçiler, ya da aynı semtte çalışan işçi derneği gibi. Ücret düzeyleri ve çalışma koşulları gibi genel sorunların farklı sektörlerde farklılıklar göstermesi, buna karşın sektörün kendi içinde belirli bir homojenliğin bulunması başka bir bakış açısıdır. Örneğin plastik işçilerinin ücretleri kendi içinde çok yakındır, metal işçilerinin ücretleri kendi içinde aynıdır. Buradan hareket edilerek sektörel örgütlenmeler de oluşturulabilir. Tekstil işçilerinin kurdukları dernekler ve bunların ülke çapında bir örgütlenmeye ulaşma çabaları buna bir örnektir.
Çalışma koşulları, ücret, vb. konularda pek çok soruna sahip olan küçük sanayi işçileri, sorunlarını çözmek için herhangi bir birlik veya örgüte sahip değil. Sınıf içi eşitsizlikler, onları birbirinden ayıran önemli bir etken. Sonuç olarak patronlara karşı yalnız kalan bu işçilerin uygun mücadele araçlarına ihtiyaçları vardır. Ancak, bunca yıldır, bu araçlar kendiliğinden gelişebilmiş değildir. Bu araçları oluşturacak olan, sınıfın öncüsü olan komünistlerin yapacağı planlı müdahalelerdir.
İşyerlerinin durumuna göre uygun bir örgütlenme biçimi geliştirilebilir. Ancak, en azından başlangıçta, bir devrimci mücadele örgütü olarak ele alınmamalı bu örgütler. Sınıfın buralardaki yapısına uymayacak olan böyle bir yaklaşım, daha baştan buradaki mücadeleyi kaybetme anlamına gelecektir. Devrim mücadelesine kadro kazanma ve sınıf mücadelesinde kalıcı mevziler edinme faaliyetlerinde bulunulmalıdır. Öncelik verilmesi gereken çalışma, işçilerin yaşadıkları hayata müdahale etmeleri gerektiğini benimsetmek, işyerinde onların da sözünün geçmesini sağlamak olmalıdır. Bu amaçla işyerinde mevcut gündemlere (ücretler, kazalar, izinler, vb.) işçilerin ağırlığını koyması ve patronun karşısında bir taraf olarak bu durumun somutlaşması sağlanmalıdır. İşyeri temelinde düşünülecek olursa, kararsızlıkları ve parçalanmaları önlemek açısından bir temsilcilik kurumu oluşturulmalıdır. 10-20 kişinin çalıştığı bir işyerinde işçilerin seçimle oluşturacağı bir ya da iki kişiden oluşacak işyeri temsilciliği uygun bir temsil aracıdır. Daha kalabalık işyerlerinde ise bir işyeri komitesi oluşturulabilir.
Genellikle çok sayıda küçük işyerinin bir arada bulunduğu sanayi siteleri, ya da sanayi bölgelerinde anlamlı olacak örgütlenme biçimi, site ya da bölge komitesi olacaktır. Komiteler, dayanakları meşrulukları olan örgütlenmelerdir. Faaliyetleri ile işçilerin talep ve iradelerini hayata geçirecek olan komitelerin gücü de bu meşruluktan gelecektir. Periyodik toplantılar yaparak işyerlerindeki ve ülkedeki gelişmeleri değerlendirmeli, siyasal bir gündemi içselleştirmeli, bu gündemi işçilere yansıtarak genel olarak işçilerin siyasallaşmasını sağlamalıdır. Toplantıların yapılması ve işçilerin mesai saatleri dışında biraraya gelmesini sağlamak için yasal bir çatı olan dernek yapısı kullanılabilir (Dökümcüler Sanayi Sitesi Çalışanları Derneği gibi). Ücret artışları dönemleri gibi, tüm işçilerin sorunlarının ve gündemlerinin aynılaştığı dönemlerde, özel çalışmalarla ortak tavırların sergilenmesi sağlanmalıdır. Tek tek işyerlerine özgü gelişmeler diğer işyerlerindeki işçilere aktarılmalı, deneyimler paylaşılmalı ve zenginleştirilmelidir. Örneğin bir işyerinde meydana gelen işçi çıkarması, o işyerinde diğer işçilerin iş bırakması ya da yavaşlatması şeklinde tepkilerle karşılanmalı, işten çıkarma engellenmeye çalışılmalıdır. Sıklıkla görülen başka bir örnek de iş kazalarıdır. İş güvenliği önlemlerinin hemen hemen hiç alınmadığı bu tür işletmelerde iş kazası olmaması tamamen tesadüflere kalmıştır. Bir iş kazası durumunda, güvenlik önlemlerinin neden alınmadığı sorgulanmalı ve önlemler alınana kadar iş bırakma eylemi yapılmalıdır. Böyle durumlarda işverenler hemen iyilik meleği kesilir ve işçilerin gönlünü alacak her şeyi yaparlar. Öte yandan da kazanın dikkatsizlik sonucu oluştuğunu iddia ederler. Yapılması gereken, çabuk davranarak ajitasyon ile inisiyatifi ele geçirmektir. Böyle bir durumda kazanma ihtimali çok yüksektir ki bu da işçilerin birlik olma durumunda patronları yenebileceğini gösteren bir örnek olacaktır. Diğer işyerlerinde ise bu durumun kendileri için de geçerli olabileceği, dayanışmanın bugünden kurulması gerektiği anlatılmalı, sınıf bilinci oluşturulmalıdır. Bu tür eylemlerde dikkat edilmesi gereken en önemli konu, işçilerde bir moral bozukluğu, yılgınlık ve bıkkınlık yaratılmamasıdır. Kaybedilecek bir mücadele, deneyim ve birikim sahibi olmayan işçilerde ümitsizliğe varacak etkiler yapabilir. Sınıfın hafızası olan komünistler, mücadelenin süreklilik ve azim gerektirdiği gerçeğini aralıksız işlemelidir. Bunun için, adımlar ince elenip sık dokunarak atılmalıdır. Sınıfın bu kesiminin, somut kazanımlar görmeye son derece büyük bir ihtiyacı vardır.
Bu mücadelenin önüne çıkacak olan engellerin biri kapitalistler ise, diğerleri de onun vazgeçemeyeceği yardımcıları olan faşistler ve dinciler olacaktır.
Anti-faşist/gericilik karşıtı söylem ve hareketlenme ile, sınıfın çeşitli kesimlerinde de tutunmayı başaran faşist hareket ile dinci gericiliğin gerçek yüzü tüm çıplaklığıyla sergilenecek ve burjuvazinin işçi sınıfı içerisindeki Truva atı rolünü biçtiği, görevini de ustalıkla icra eden karşı devrimin bu iki önemli silahı alt edilecektir.
Sanayi sitelerindeki patronların siyasal eğilimleri incelendiğinde islamcıların özel bir ağırlık oluşturduğu görülür. Buralarda kendi aralarında ekonomik bir ilişki ağı kurmuşlar, kendilerini var etme ve yeniden üretme yolunda bu birlikteliğe sıkı biçimde sarılmış durumdadırlar. Aynı zamanda çalışan işçileri de mümkün olduğunca dindarlar arasından seçmekte, olmuyorsa dönüşmeye zorlamaktadırlar. İslamcı sermayenin buralardaki çalışma tarzı da kendi ideolojisine uygun biçimde yürümektedir. Namaz saatlerinde paydoslar, cuma namazlarına toplu halde gidiş, mümkünse cuma günleri işyerinin tatili, bu yaşam tarzına uymayan işçilerin çıkarılması…
Organize sanayi bölgeleri ve küçük sanayi sitelerinin ortak özelliklerinden biri, istisnasız tamamının ilk bitirilen “sosyal hizmet” binalarının camiler ya da mescitler olmasıdır. Dinsel ideolojide kişilere biçilen kulluk görevi, kapitalist ideolojide kolayca ücretli köleliği kabullenme, sömürüyü allahın bir takdiri olarak olumlama şekline dönüşebilmektedir. Olumsuz çalışma koşullarından doğan eziyet ve hayatta kalmaya yetebilecek düzeydeki ücretler de, dinci tevekkülle sineye çekilmesi gereken olgular olmaktadır. Kapitalizmin toplumda derinlemesine yarattığı eşitsizlikler, gelir farklılıkları, “allahın yarattığı kulun beş parmağının da bir olmaması” demagojisiyle olağan ve “takdir-i ilahi” bir hal almaktadır. Dolayısıyla bir kapitalist için, işyerinde dinsel düşüncenin etkili olması, kar maksimizasyonunun etkin bir aracıdır. Buralarda verilecek mücadelenin, dinci gericiliğe karşı açılacak bir cepheyi içermesi zorunludur. Mücadele, Türkiye sınıf mücadeleleri tarihinin kanlı sayfalarında şeriatçılar tarafından katledilen devrimcilerin önemli bir yer tuttuğu akıldan çıkarılmadan örgütlenmelidir.
Faşist hareketin tutunduğu en büyük dal, herkesin birlik beraberlik içerisinde olması durumunda ülkenin kalkınacağı söylemidir. Bu yüzden işçiler de görevlerini aksatmadan yerine getirmeli, solcuların oyunlarına kanmamalıdır. İşçilerle patronların sınıf düşmanı olduğunun bilince çıkarılması, eylemlerde bunun açığa çıkarılması faşistleri kapitalistlerle aynı yere gönderecektir. Herkesin eşit olduğu, özel mülkiyetin olmadığı, var olan nimetlerden herkesin eşit oranda yararlanabildiği, emekçilerin çıkarları adına örgütlenmiş bir devlet anlayışının işçilerde hakim olması ile kapitalist devletin ve faşist hareketin onunla ilişkisinin ne olduğu da ortaya çıkacaktır.
Türkiye’nin kapitalist düzeninin işçi sınıfına yoksulluk ve baskıdan başka sunacağı bir şey yoktur. Bu gerçek, küçük sanayi işçilerinin yaşamında daha da çarpıcı biçimde somutlanıyor. İşçi sınıfının gerek işyerindeki çalışma koşulları, gerekse yaşadıkları ev ve semtlerdeki hayat koşulları son derece kötü olan bu kesiminin düzenden bekleyebileceği bir şey de yok. Önceki paragraflarda belirtilen koşullara göre örgütlenme çalışmalarını planlı ve inatçı bir şekilde sürdürecek olan komünistlerin, mücadeleci genç kuşaklara buralarda da ulaşması son derece mümkün ve gerekli. Gene, mahalle çalışmaları yoluyla kurulan ilişkilerin işyerine taşınarak buraları beslemesi eksik bırakılmaması gereken bir başlık.
Türkiye işçi sınıfı içerisinde kendi yolunu açmaya çalışan, işçi sınıfının mücadele hattını örmeyi ve bu hattı, kurulu düzeni yıkmaya yönlendirmeyi amaçlayan komünist hareketin bu kesime göz dikmesi gerekiyor. İşçi sınıfının iktidar mücadelesinin, küçük sanayi işçilerinin katılımına, bu işçilerin de komünistlerin önderliğine ihtiyacı var. Bu ihtiyaçlar karşılanacak!