Giriş
Geçtiğimiz son bir yıla, Ordu Partisi’nin Türkiye burjuvazisi adına üstlendiği restorasyon programının çok yönlü hayata geçirilişi damgasını vurdu. Programın ana hedefi, dinci gericiliği eski yerine, burjuvazinin zulasına geri yollamak ve sermaye iktidarını sağlamlaştırmak. “Zorunlu 8 Yıllık Eğitim” tartışmaları da bu kapsamda gündemimize sokuldu. Eğitimle ilgili olarak tasarlanan ”reform”ların biçimselliği bir yana, tartışmaların aslen ideolojik ve siyasal boyutlarıyla önem kazandığı ortada. Öyle ki, örneğin Ordu Partisi 8 yıllık eğitimi ülkenin aydınlık geleceğini garanti altına alan bilimsel bir atılım, kendisini de bu anlamda ilerici olarak pazarlarken, yenileme karşıtı kanat en gerici argümanlara sarılarak toplumun tutucu kesimlerinin nabzını tutmaya çabalıyor. Çiller’in “tek tip insan yetiştirilmeye çalışılıyor” feryatlarıyla zorunlu 8 yıllık eğitimi “komünist rejimlere özgü” olarak nitelemesini ise sadece bir talihsizlik olarak görmemek gerek. Bu yaklaşım iktidarıyla, muhalefetiyle burjuva siyasetçisinin sınıf bilincinin ve bu bilincin işaret ettiği sonsal (sınıfsal) hedefe her fırsatta vurma kıvraklığının bir göstergesi olarak algılanmalı.
Süregiden sınıf savaşımında işçi sınıfının öncü faktörünün yani komünistlerin müdahalesinin eksikli kaldığı saptamasını sürekli olarak dillendiriyoruz. Etkin müdahalenin önemli bir ayağını sermaye düzeninin sömürgen ve akla aykırı doğasını varolan çatlaklar üzerinden deşifre etmek ve bu çatlakları derinleştirmek oluşturuyor. Ancak ihmal etmememiz gereken bir diğer önemli ayak da sahip olduğumuz eşitlikçi ve özgürlükçü toplum idealini somut projeler üzerinden propaganda etmektir. Kaldı ki biz komünistlerin, üretecekleri toplumsal projelere referans olarak sunabilecekleri anlamlı bir deneyim birikimi de mevcuttur. Sosyalist eğitimin mihenk taşı olan Politeknik Eğitimi konu alan bu yazı salt bir burjuva siyasetçisinin attığı çamura yanıt üretmek kaygısıyla değil, bunun ötesinde sosyalist iktidarımızda eğitim alanında gerçekleştireceklerimize dair geleneğimizden ipuçları vermek, genel bir çerçeve çizmek amacıyla kaleme alınmıştır.
Eğitimin Temel İşlevleri
Eğitimin ve işlevlerinin tanımı, kullanılan yönteme bağlı olarak çok çeşitli biçimlerde yapılmaktadır. Bense hemen her yaklaşımda içerden iki temel öğeyi öne çıkarmak istiyorum. Bunlardan ilki, eğitimin bireylere, üretim sürecinin gereksindiği bilgi ve becerileri kazandırma misyonudur. İkinci olarak eğitim, bireylerin içinde yaşadıkları toplumla uyumlulaştırılmasını, sosyal normların benimsenebilmesini sağlamaktadır. Bu ikincisi, bir diğer deyişle, eğitimin ideolojik işlevidir.
Söz konusu olan özellikler, eğitimi, toplumsal yaşamın devamında rolü olan önemli bir araç haline getirmektedir. Eğitimin niteliği hakkında tartışırken, böylesi bir saptamayla yetinmeninse çok ciddi yanılgılara yol açtığı ortadadır. Örneğin kimileri, hem maddi üretim sürecine yönelik, hem de ideolojik (düşünsel) alanda bunca “iş beceren” bu kurumun iyi işletilmesinin, toplumsal-ekonomik az gelişmişlikten kurtulmanın yegane yolu olduğu iddiasını ortaya atabilmektedir. Eğitimin niteliğinin bu tek yönlü kavranışı, ona kendinde bir olumluluk atfedilmesine neden olmaktadır. Oysa eğitim, varolan üretim biçiminin koşulladığı ve tüm diğer üstyapısal kurumların da kapsandığı bir toplumsal bütünsellik içerisinde biçimlenmektedir. Bu anlamda eğitimin toplumsal hedefleri, üzerinde yükseldiği ekonomik temelin o toplum için öngördüğü menzilden dışarı çıkamaz. Eğitimin maddi ve ideolojik olmak üzere her iki zemindeki işlevi, egemen üretim biçiminin gereksinimleriyle son tahlilde uyumlu olmak durumundadır. Somutlayalım: Kapitalist toplumlarda ana hedef, artı-değer sömürüsü üzerinden sermaye birikimini sağlamaktır. Eğitim ise bu sömürüye tabi tutulacak nitelikli-niteliksiz işgücünün yetiştirilmesi ve bu işgücüne özel mülkiyet ideolojisinin kanıksatılmasının aracıdır. Kısaca sömürü “doğal”laştırılmakta, giderek sömürülenler bunun farkında bile olamamaktadır.
Sorun en temelde, eğitime yön veren üretim ilişkilerinin “insan”ı konumlandırdığı yerde düğümlenmektedir. İnsana salt işlevselliği üzerinden ve bir meta olarak bakan kapitalist üretim biçimiyle, insanı tüm bir toplumun gelişme dinamikleriyle uyumlu olarak yetkinleştirmeyi merkeze koyan sosyalist üretim biçiminin eğitime yükledikleri anlamlar da bu çerçevede farklılaşmaktadır.
Lenin, “Sosyalizm[in], kapitalizmi yalnız toplumun toplumsal ve ekonomik gereksinmelerini doyurmadığı için değil, aynı zamanda toplumun en yüksek refahını ve tüm üyelerinin özgürce, tüm yönlü gelişmesini güvence altına almak için de çözdü[ğüne]” dikkati çekmiştir 1 .
Gerçekten de kapitalizm, insanın çok yönlü gelişimini sağlamayı gerçekçi bir iddia olarak ortaya asla koyamamıştır. Kişinin yeteneklerinin parçalanması ve yabancılaşma, kaynağını kapitalizmin sınıflı toplum yapısından, kafa ile kol emeğinin ayrıştırıldığı çalışma süreçlerinden almaktadır. Oysa marksist teori, insanın çok yönlü gelişmesinin önünde engel teşkil eden üretim biçimi-üretim ilişkileri, birey-toplum, zihin-beden vb. çelişkileri tarihsel ve diyalektik materyalizmin ışığında çoktan çözümlemiştir. Sosyalist toplumun tüm kurumları ve elbette ki eğitim bu çelişkileri toplumsal mülkiyet zemininde ortadan kaldırmanın birer aracı konumundadır.
Sosyalizmde, özel mülkiyetin insanların faaliyet alanları üzerindeki egemenliği son bulduğundan, eğitimin ekonomik gelişme temelinde insanın çok yönlü gelişmesinin önünü açacak biçimde örgütlenmesi mümkün olabilmektedir. Bu bağlamda sosyalizm, eğitimin, bilimle toplumsal üretim arasındaki bağı oluşturan en önemli araç olduğu saptamasından yola çıkmaktadır. Bilimsel-teknolojik gelişmelerin üretim alanında toplumsal çıkarları yansıtacak dönüşümlere hizmet etmesini sağlamak üzere, eğitimin de yeniden yapılandırılması gerektiğini savunmaktadır. Bilimsel-teknolojik ilerlemelerin gereksindiği bu yapılanmayı kapitalizmin gerçekleştiremeyişi, eğitimi egemen azınlık için seçkin, büyük emekçi kitleler için ise niteliksiz bir biçimde kurgulamasından (belli bir oranda da hiç öngörmemesinden) kaynaklanmaktadır. Burjuva eğitimi tamamıyla sınıflı toplum nesnelliği ve ideolojisiyle biçimlenmektedir. Yaklaşık yüz yıl önce burjuvazinin bir temsilcisi tarafından dile getirilen şu sözlerin halen egemenlerin mantalitesini temsil ettiğini biliyoruz:
“Alt sınıflar, üzerine düşen görevleri yerine getirebilecek şekilde eğitilmelidirler. Onlar daha yüksek bir kültürün zenginliklerini değerlendirebilmeleri ve saygı göstermeleri için yeterli bir öğrenim görmelidirler. Üst sınıflar ise alt sınıfların önünde saygıyla eğilecekleri, kendilerine daha yüksek bir yetişme düzeyi sağlayacak, tümüyle değişik bir eğitime yönelmelidirler” 2 .
Emekçilere yönelik olarak, üretimin devamı için gereken becerileri ve patron kültürüne hayranlık duymayı öğretmekten başka misyon üretemeyen kapitalizmin eğitim sisteminde, varlıklıların tarım emekçisi çocuklarına göre 80, işçi çocuklarına göre ise 40 kat daha fazla üniversite eğitimi alma şansı olmasını doğal karşılamak gerek 3 .
Sosyalizm, bilim ve eğitimin burjuvazinin ayrıcalığı ve aynı zamanda da iktidar aracı olmaktan çıkarılabilmesi, teknolojideki her gelişmenin tüm toplum yararına kullanılabilmesi için her bireyin bilgiye ulaşmasını ve kendini yetenekleri doğrultusunda geliştirmesini güvence altına almıştır. Bu doğrultuda sosyalizmde eğitim her bireyin hakkı ve toplumsal gelişimin bir gereği olarak da sorumluluğudur.
Politeknik eğitim
Yukarıda, sosyalizmde eğitimin her birey için bir hak ve aynı zamanda da sorumluluk olduğundan bahsedildi. Kapitalizmdekine benzer bir demagojiden ibaret olmayan bu söylemin gerçeklenebilirliğinin garantisi özel mülkiyetin egemenliğine son verilmesi ve dolayısıyla eğitimin de parasız olmasıdır. Eğitimin parasız ve eşit olanaklarla herkese ulaştırılması ilkesi sosyalist eğitimin en önemli ilkelerinden biridir. Ancak sosyalizmin eğitim alanındaki olanak ve hedeflerini bundan ibaret görmemek gerekir. Sosyalizm her şeyden önce sınıfsız toplumun yaratılması doğrultusunda atılan bir adımdır. Komünist bir dünyanın sınıfsız kolektif ve çok yönlü gelişmiş bireylerden oluşan toplumunu kurmanın en önemli koşuludur. Dolayısıyla sosyalist toplumda eğitimin herkes için ulaşılabilir bir duruma getirilişini sadece teknik bir düzenlemeden ibaret görmek son derece eksiklidir. Hedeflenen, komünizmin çok yönlü gelişkin insanının yaratılmasına başlamaktır. Sosyalizm, eğitimi de bu doğrultuda araçlaştırır. Konumuz olan ve sosyalist eğitimin bir diğer olmazsa olmaz ilkesi durumundaki politeknik eğitim ilkesi de çok yönlü insanın yaratılması kaygısının ürünü ve yanıtıdır.
Yunanca “Technicos” ve “Techne” (sanat, beceri) ile “Poli” (çok) sözcüklerini kapsayan “politeknik” terimi, çok yönlü teknik beceri anlamını taşır. Bu anlam, çok yönlü insan kavramının maddi temellere yerleştirilmiş şeklinin anlatımıdır .4 .
Politeknik eğitim, bilimsel sosyalizmin kurucuları olan Marx ve Engels tarafından temellendirilmiştir. Formülasyon tamamıyla, endüstrinin gelişim dinamikleri göz önünde bulundurularak yapılmıştır. Marx ve Engels’e göre insanın çok yönlü gelişimi, kulağa hoş gelen bir ütopya olmanın çok ötesinde artık toplumsal üretimin evrildiği noktanın dayattığı bir zorunluluk haline gelmiştir. Marx, insanın çok yönlü gelişmesini talep eden toplumsal üretimin nesnel temellerini açıklarken, endüstrinin devrimci niteliği üzerinde durmuştur.
Endüstri, sürekli olarak yeni üretim teknikleri yaratmaktadır ve işçiden de her an işlevini, mesleğini değiştirebilmesine olanak sağlayacak temel bilgi ve becerileri talep etmektedir. Endüstrinin niteliği, toplumsal açıdan ayrıntı bir işlemin yalnızca taşıyıcısı olan işçinin yerine, “çeşitli toplumsal işlevleri birbirinin yerine geçen uygulama biçimleri olarak ele alan, tam anlamıyla gelişmiş bireyi koymayı” zorunlu kılmaktadır 5 . Ulaşılan endüstriyel aşama, sınıflı toplum zemininden kaynağını alan kafa-kol emeği ayrışmasının neden olduğu “yabancılaşma”nın aşılabilmesinin nesnel koşullarını da yaratmaktadır. Böylece çağın yarattığı olanaklardan ve zorunluluklardan aynı anda bahsetmiş oluyoruz. Bu ikilemin çözümü ise sosyalizmin kendisine işaret etmektedir.
Sosyalizmin politeknik eğitimi, öğrencilere bilim ve tekniğin karşılıklı ilişkilerini ve bilimsel-teknik ilerlemenin özünü kavratmayı amaçlar. Bu sayede birey, bütünü hakkında herhangi bir anlayışa sahip olmadığı üretim sürecinde sadece bir “araç” olmaktan kurtulur, sürece egemen olur. Bu aynı zamanda insanın üretim sürecine ve dolayısıyla kendine ve topluma “yabancılaşma”sına son verecek en önemli aşamadır. Politeknik eğitimde bireylere en temel teknik yöntem ve beceriler kazandırılır. Bu sayede işçi, farklı üretim alanları arasındaki temel bağ ve benzerlikleri kavrama ve bu temelden faydalanarak, karşılaştığı her türlü problem ve yenilikle baş etme olanağını yakalamaktadır. Öğretilen temel, işçinin üretim sürecinin herhangi bir kesitine esir olmasının önüne geçer, ona farklı görevlere uyum sağlama esnekliği kazandırır. Bu sayede “Kapitalizmde sermayenin kendisi serbest dolaşımdayken, sosyalizmde emek özgür dolaşma olanağına kavuşturulur” 6 .
Politeknik eğitim, öğrenme süreciyle çalışma süreci arasındaki mesafeyi ortadan kaldırmayı hedefler. Bu yüzden okul eğitimiyle toplumsal üretim sürecini kaynaştırır. Üretim sürecinde aktif olarak yer alan öğrenci hem dersleri daha iyi kavrama olanağını elde etmekte, hem de öğrenimini toplumsal planda anlamlandırabilmektedir.
Politeknik eğitimin uygulanabilmesi son derece karmaşık bir olgular ve süreçler yığınını doğru bir biçimde çözümleyebilmeyi gerekli kılmaktadır. Reel sosyalizmin pedagogları, diyalektik materyalizmin ilkelerinin yol göstericiliği olmadan bu zorlu işin altından kalkılamayacağını sürekli olarak yinelemişlerdir. Gerçekten de temel ilkelerden verilen ödünler hedeften çok ciddi sapmalara açık kapı bırakmaktadır. Politeknik eğitimin gerçekte ne olduğunu anlayabilmek için onun neleri içermediğini, politeknik eğitimin ne olmadığını bilmenin büyük önemi vardır.
Politeknik eğitim, çok-mesleklilik eğitimi değildir. Eğitim sürecinde öğrencilere birden fazla mesleğin içeriği A’dan Z’ye öğretilmemektedir. Yapılan, modern endüstrinin dayanağını oluşturan bilimsel ilkelerin kişiye kazandırılmasıdır. Bu sayede bireyler tekniğin temellerini kavramakta ve yeni işlevler devralabilme, mesleğini değiştirebilme esnekliğini kazanmaktadır. Burada yapılanı “yaratıcı potansiyel oluşturma” olarak tanımlamak mümkündür. Öğrenci temel olarak mekaniği, dinamiği, enerjinin kaynaklarını ve dönüştürülmesini vb., yani üretimin temel mekanizmalarını öğrenmektedir. Bu öğrenim süreci tekniğin yeni gelişmelerini yakından takip etmeyi ve kuramsal olarak kapsayabilmeyi gerektirmektedir. Meslek eğitimi politeknik eğitimden ayrı bir şeydir ve politeknik eğitim tamamlandıktan sonra verilmektedir. Burada politeknik eğitim sürecinde edinilen deneyim ve beceri birikimiyle öğrencinin mesleğini çok daha bilinçli ve isabetli bir biçimde seçmesinin mümkün olduğunu da belirtmekte fayda var.
Yukarıda söylenenlerden de anlaşılacağı üzere politeknik eğitim salt “pratik eğitim” de değildir. Kuşkusuz eğitim ve üretimin içiçeliği ilkesi sosyalist eğitimin en önemli ilkelerindendir. Teoriyle pratiğin uyumlu bütünlüğü çok yönlü insanın yaratılmasının önemli bir koşuludur. Ancak çubuğu pratikten yana, zorunlu olan teorik altyapının dar tutulmasına neden olacak denli bükmemek gerekmektedir. Varolan pratiğin geliştirilebilmesi, ancak onun bilimsel bir soyutlama düzeyinde değerlendirilmesi ve yeniden üretilmesiyle mümkün olmaktadır. Kaldı ki, sosyalist eğitim öğrencilerin mevcut yaşam koşullarına ve üretim etkinliklerine doğrudan uyumunu değil, bu etkinliklerin geliştirilmesine, yeni ve daha iyi toplumsal koşulların yaratılmasına aktif olarak katılmalarına hizmet etmeyi amaçlamaktadır. Kapitalizmde “dar pratikçilik”in politeknik eğitim adı altında pazarlandığı birçok deneyim yaşanmıştır. Bu deneyimlerde temel bilimlere hemen hiç yer verilmemiş, “gençliğin yaşamsal gereksinimlerini karşılama bahanesiyle, okullardaki müfredat programlarına, kimya yerine temizleyicilerin kullanılış şekillerini, fizik eğitimi yerine araçların kullanılışını ve bakımını, biyoloji yerine de hayvanat bahçesinin yolunu öğreten dersler konulmuştur” 7 .
Özellikle Amerikalıları nitelerken kullanılan, ancak temelde hemen tüm kapitalist ülke insanlarının muzdarip olduğu “işlevsel cahil”lik, kaynağını böylesi pragmatist eğitim biçimlerinden almaktadır.
Politeknik eğitimin işlevselciliğe indirgenmemesi gerektiği vurgulandıktan sonra, bunun aksi için de bir rezerv konmalıdır. Politeknik eğitim sürecinde teorik çalışmayı da mutlaklaştırmamak gerekmektedir. Okulla üretim süreci arasındaki diyalektik ilişkinin gözetilmesi zorunludur. Sosyalist eğitimde bilginin toplumsal-yararlı pratikle bütünleştirilmesi esastır. Öğrencilerin daha okul sıralarındayken üretim süreciyle tanıştırılmaları sadece edinilen teorik bilginin pratik içerisinde daha da pekiştirilmesine yaramakla kalmaz. Yetiştirilmeye çalışılan komünist bireylerin daha küçük yaşlardan itibaren kollektif koşullarda çalışmayı öğrenmesini ve sevmesini, işçiliğe saygı duymasını da sağlar.
Marx ve Engels, kişilerin genç yaşta toplumsal üretime kazandırılması gereği üzerinde ısrarla durmuşlardır. Gotha Programı’nin eleştirisinde Marx, küçük burjuva sosyalisti Lasallein çocuk emeğinin yasaklanması isteğini sert bir dille eleştirmiştir. Marx şöyle demektedir:
“Çocuk emeğinin genel olarak yasaklanması, büyük sanayinin varlığıyla bağdaşmamaktadır; ve dolayısıyla boş ve safça bir istektir. Gerçekleşmesi -olanaklı olsaydı- gerici bir şey olurdu, çünkü (…) daha genç yaşta üretken emeğin eğitimle birleştirilmesi, bugünkü toplumun dönüşümünü sağlayacak en güçlü araçlardan biridir” 8 [MARX Karl]
Üretici emeğin okulla bağlılığı sadece toplumsal üretimin artırılması için gerekmemektedir. Bu birliktelik aynı zamanda kişinin yaşama üretken müdahalede bulunmasının ve çok yönlü gelişmesinin de önemli bir koşuludur. Çocuk emek-gücünü toplumsal-ekonomik koşullarla bağıntısı içerisinde irdeleyen Marx “Modern endüstrinin her iki cinsten çocukları ve gençleri büyük toplumsal üretim işine sokması eğilimini ilerici, sağlıklı ve uygun bir eğilim olarak, ama bu eğilimin kapitalist egemenlik altında gerçekleşmesi biçimini acımasız olarak görüyoruz. Toplumun akla uygun bir durumunda, tıpkı çalışma yeteneğinde olan her yetişkinin genel doğa yasasının dışına çıkmaması gerektiği gibi, her çocuk 9 yaşından itibaren üretici bir işçi olmalıdır. Yani yiyip içebilmek için çalışmalıdır, yalnız beyniyle değil, aynı zamanda elleriyle de çalışmalıdır.” demektedir.
Reel sosyalizmde politeknik eğitimi
Sovyetler Birliği’nde politeknik eğitimin uygulamaya konması çok çetin tartışmalar sonucunda gerçekleşmiştir. Bu tartışmaların temelinde büyük ölçüde, devrim sonrasında sosyalizmin inşasının acil gereksinimleri bulunmaktadır. Şöyle bir hatırlayacak olursak; ülke yıllarca süren bir iç savaşa sahne olmuştu. Sekteye uğratılan üretimin artırılması ve halkın doyurulması en öncelikli görev olarak sosyalist iktidarın önünde durmaktaydı. Etkin ve yaygın sağlık, eğitim örgütlenmelerinin kurulması, endüstrinin geliştirilmesi, tarımsal üretimde teknik reformların uygulanması sorunları çözüm bekliyordu. Çok açıktır ki tüm bu işlerin acilen yoluna konabilmesi milyonlarca işçinin bir an önce yetiştirilmesini gerektiriyordu. Komünist Parti içerisinde, ihtiyaç duyulan bu kadar işçinin bir an önce nasıl eğitileceğine ilişkin farklı görüşler ortaya atıldı. Politeknik eğitim etrafında dönen bu tartışmalarda bir taraf, politeknik eğitimin bir ütopya olduğunu, en azından Sovyetlerin o dönemki koşulları için kesinlikle uygulanamaz olduğunu iddia etti. Onlara göre tekniğin bilimsel temellerini öğretmeye çalışmak yerine öğrencilere bir an önce somut mesleki bilgiler kazandırılmalıydı. Kimilerine göreyse tekniğin bilimsel temelleri bir yana, öğrencilere toplumun ve doğanın gelişme yasalarını ve önemli olgularını anlatan genel bir eğitim bile verilmemeli, doğrudan meslek eğitimine geçilmeliydi. Lenin materyalizmin bu kaba kavranışı karşısında ciddi bir mücadele verdi ve sözü edilen yaklaşımların temelindeki burjuva pragmatizmini deşifre etti.
Lenin, politeknik eğitimin savunusunu, komünist bireylerin yaratılmasının ertelenemez bir görev olduğu vurgusu üzerinden yaptı. Elbette ki sosyalizmin kuruluşu için büyük sanayinin temelleri bir an önce atılmalıydı, ancak, endüstri toplumunun gereksindiği çok yönlü bireylerin yetiştirilmesi gereği de gözardı edilemezdi. Ulaşılması hedeflenen gelişkin toplumun kuruluşu, bu işi gerçekleştirecek olan işçilere yaratıcılığın kapıları ardına kadar açılmadan başarılamazdı. Lenin, sorunların pratik yönlerinin yanı sıra ilkesel yönlerinin de sürekli akılda tutulması gerektiğini savunuyordu. Politeknik eğitim sadece bir okul sorunu değil, aynı zamanda politik, ideolojik bir sorundu.
Tüm bu tartışmaların ardından liselerde politeknik eğitimin tüm SSCB çapında uygulamaya konması 1950’li yılların başını buldu. Bu gecikmenin nedenleri ülke ekonomisinin politeknik eğitim için gerekli olan teknik altyapıyı oluşturmasının zaman alması, 2. Paylaşım Savaşı ve ayrıca bu çaptaki bir deneyime ilk kez girişilmesinin getirdiği zorluklardı. Ancak bu süre içerisinde genel olarak eğitim alanında kaydedilen gelişmeye bir göz atmakta fayda var.
20. yüzyılın başında Sovyet iktidarının Çarlık Rusyası’ndan devraldığı miras tüm toplumsal alanlarda olduğu gibi eğitim alanında da içler açışıydı. Çarlık Rusyası’nda eğitim hakkına yalnızca burjuva ve aristokrat çocukları sahipti. 1917’de halkın 9-49 yaş arası nüfusunun yaklaşık yüzde 80’i okur-yazar bile değildi. Bu oran çarlık tarafından sömürülen diğer milletlerden halklar arasında çok daha düşüktü. Örneğin, Özbeklerin yüzde 1.7’si, Türkmenlerin yüzde 0.7’si, Kırgızların yüzde 0.6’sı, Taciklerinse sadece yüzde 0.5’i okuma-yazma biliyordu. O güne dek kültürleri, ulusal kimlikleri asimile edilmeye çalışılan birçok milletin henüz bir alfabesi bile yoktu. Başta Sovyet iktidarının ayakta kalabileceğine dahi inanmayan batılı kapitalistler bu mirasla baş etmenin en iyi olasılıkla yüzyıllar alacağını iddia ediyordu. Elbette öyle olmadı…
Devrimin hemen ertesinde başlatılan okuma yazma kampanyasıyla çok kısa bir süre içerisinde herkese okuma-yazma öğretildi. Bu arada geri kalmış ulusların dillerinin gramer kuralları belirlenmeye çalışılıyor, alfabeler oluşturuluyordu. Hızla kurulan okullarda eğitim herkes için parasız ve zorunlu hale getirilmişti. Sovyetlerin parasız eğitimden ne anladığını açmak gerek. Öğrencilerden herhangi bir ücret alınmadığı gibi tüm okul araç ve gereçleri bedava temin ediliyordu. Özellikle kırsal kesimden gelen öğrencilerin gereksinimlerini karşılamak üzere kurulan yatılı okullarda barınma ve yeme-içme karşılıksız olarak sağlanan hizmetlerdi. Birkaç on yıl içerisinde Sovyetler Birliği’nde kreşler, anaokulları, liseler ve üniversitelerden oluşan bir yelpazeyle eğitim tüm ülke çapında yaygınlaştırılmış ve tüm yurttaşlar için okuma imkanı sağlanmıştı. Sovyet iktidarı yurttaşlarına eğitimi tam 56 dilde ulaştırmayı başarabilmiştir. 1970’ler itibariyle dünyadaki tüm bilim adamlarının dörtte birinden fazlası SSCB’de bulunuyordu.
Aşağıda SSCB’de 9-49 yaş arası nüfusun yıllara göre okuma-yazma yüzdeleri verilmiştir:
Kaynak: Education and Professional Employment in the USSR, sf:72, National Science Foundation, 1961.
Yukarıda verilen ve sadece okuma-yazma oranlarına ilişkin olan istatistikler bile Sovyetler’de eğitim alanında kısa süre içerisinde elde edilen başarının bir göstergesidir. 1959 itibariyle oranın yüzde yüze varamamış olmasının nedeni ileri yaştaki yurttaşlardı. Nitekim sonraki yıllarda nüfusun tamamı okuma-yazma bilir duruma gelmiştir.
Reel sosyalizmde politeknik eğitim, ilköğrenime kısmen ve lise öğrenimine de tamamıyla içerilmiştir. Eğitimin organizasyonu tüm toplumsal alanlarda olduğu gibi Komünist Parti öncülüğünde gerçekleştirilmiştir. Partinin öncülüğü, eğitimi ekonominin gereksinimlerine uygun bir şekilde biçimlendirmenin yanı sıra eğitime komünizmin politik-toplumsal-ahlaksal ilkelerini sindirebilmek için de bir gereklilikti.
Komünist Parti politeknik eğitimin içeriğini sosyalist kuruluş pratiğiyle ve yaşamla mutlak bir bağlılık ilkesi kapsamında kurgulamıştır. SSCB’de endüstrinin ve bu sayede sosyalizmin kuruluşunun en önemli koşullarından birinin elektrifikasyon olması nedeniyle öğrencilere elektriğin temel kavramları, mekanik ve kimya endüstrisindeki kullanımı öğretilmiştir. Fizik, kimya ve matematik derslerinin öğrenimi, bu bilim dallarının ulaştığı en son gelişim aşaması ve endüstriye sağladıkları pratik yararlar gözetilerek gerçekleştirilmiştir. Öğrenciler ülkede bir sanayi hamlesinin gerçekleştirilmesi gerektiği bilinciyle doğa bilimlerinin verilerinin tekniğe aktarıhşını çok yönlü bir biçimde öğrenmişlerdir.
SSCB’de politeknik eğitim, toplumsal açıdan yararlı işle birleştirilmiştir. Genel bir politeknik bakış açısı kazandırılan her öğrencinin üretimin herhangi bir alanında çalışması sağlanmıştır. SSCB’de kurulan büyük fabrikaların hemen tümünün yakınlarına politeknik eğitim veren okullar kurulmuştur. Bu okullarda eğitim gören öğrenciler haftanın belirli saatlerinde fabrikada çalışarak doğrudan üretime katkı sağlamışlardır. Bunun yanı sıra okullarda kurulan türlü atölyelerde öğrenciler bir yandan becerilerini geliştirirken, bir yandan da topluma yararlı ürünler ortaya çıkarmışlardır. Okullarda yapılan pratik çalışmalar asla “kendinde” bir biçimde tasarlanmamıştır. Bu yaklaşımı Makarenko şu sözlerle özetlemektedir: “Değer yaratmaya yönelik olmayan bir çalışma eğitimde olumlu bir öğe değildir.” Bu kapsamda örneğin, öğrencilerin yer aldığı “Çayka (deneme) fabrikasında üretilen ürünler, SSCB’nin 128 kentine ve yurtdışına gönderilmiştir” (9). Böylece toplum için yararlı olma istek ve sorumluluğu daha genç yaşlarda bireylerin bilinçlerine pratik içerisinde kazandırılmıştır.
Reel sosyalizmin öğrencileri politeknik eğitim sayesinde bilimin ve tekniğin temellerini endüstriye ve tarıma uyarlamayı öğrenmekle kalmamış, bu süreci kolektif bir biçimde örgütlemeyi de öğrenmişlerdir. İşçi-öğretmenlerin denetiminde kurulan ekiplerde öğrenciler kolektif çalışma, birbirleri ve üretim süreci üzerinde denetim kurma yeteneği kazanmıştır. Bu öğrenci-ekipleri dolayımıyla her yıl milyonlarca öğrenci orman kasabalarında, fabrikalarda görev almıştır. Oluşturulan gönüllü çalışma grupları ülkenin dört bir yanına dağılarak hem üretime katkıda bulunmuş, hem de sosyalizmin kuruluşunun gereksindiği ideolojik-siyasal donanımı toplumun her kesimine genç emekçi-aydınlar olarak taşımışlardır.
SSCB’de öğrencilerin öğrenmesi ve araştırması için yaratılan teknik imkanlar o zamana dek hiçbir gelişkin kapitalist ülkede yaratılamamış genişlikte ve çeşitlilikte olmuştur. Her okulda varolan atölyeler,, laboratuvarlar ve kütüphanelerin yanı sıra öğrenciler için tekniğin gelişimini gözlemleyebilecekleri küçük müzeler kurulmuştur. Buralarda buharlı makinalardan başlayarak tekniğin kaydettiği tüm aşamalar öğrenciler için sergilenmiştir. Teknolojinin pratik olarak kullanımı okullarda öğretilmiştir. Bu kapsamda örneğin otomobil, traktör, yazı makinası ve bilgisayar kullanımı ders programlarına içerilmiştir. Ülke çapında kurulan 500’den fazla araştırma enstitüsü içindeki inceleme laboratuvarlarında, uzmanlarla öğrencilerin koordinasyon halinde çalışmaları ve toplumsal açıdan yararlı üretimde bulunmaları sağlanmıştır. Okullarda ve fabrikalarda süreklileştirilen bilim-teknik konferansları ve rutin toplantılar hem öğrenciler, hem de emekçiler için aydınlatıcı olmuştur.
Sovyetler’de politeknik eğitim içerisinde kazandırılan teorik temelin, işçilerin ileriki çalışma yaşamlarında sağladığı faydalar açık olarak gözlemlenebilmiştir. Tekniğin teorik ve çok yönlü bilgisini alan işçiler kendileriyle aynı uzunlukta fabrika-çalışma deneyimi olan işçilerden belirgin bir biçimde daha üretken olmuşlardır.
“Örneğin sekiz yıl öğrenim görmüş ayarcı-montajcılar, beş yıl öğrenim görmüş meslektaşlarından yüzde 35 oranında daha yüksek bir günlük verimliliğe sahiptirler… Aynı mesleki yetişkinlik düzeyinde ve aynı kıdemde olan montajcılar, eğitim düzeylerine göre, yüzde 15 ile yüzde 20 oranında daha yüksek bir verimliliğe sahiptirler” 9 .
Bu farkı yaratan, işçinin aldığı eğitim sayesinde iş süreci üzerinde kazandığı hakimiyettir. İşçi sahip olduğu temel-teorik bilgi sayesinde daha yaratıcı ve akılcı davranabilmiş, karşılaştığı problemlerle kendisi baş ederek zaman kaybının önüne geçebilmiştir. Politeknik eğitimde bilim ve tekniğin temelleri hakkında verilen bilgiler işçilerin gelişmelere uyum sağlayabilmelerini, her yeni tekniği kolayca kavrayabilmelerini ve verimliliklerinin artışını sağlamıştır.
İş sürecinde yaratıcı olma, inisiyatif alabilme yetileri meyvelerini yalnızca üretim alanında vermekle kalmamıştır. Sosyolojik araştırmalar, Sovyet işçilerinin toplumsal ve siyasal alandaki girişkenliklerinin aldıkları eğitim oranında arttığını göstermiştir. Örneğin 1963 yılında gerçekleştirilen bir ankette aşağıdaki sonuçlar elde edilmiştir:
SSCB’de genel olarak eğitim kurumuna ve özelde de politeknik eğitime atfedilen en önemli işlev, endüstri toplumunun gereksindiği bütünlüklü ve gelişkin bireylerin yaratılmasına katkıda bulunmasıdır. Dolayısıyla eğitimde öğretmenlere düşen görev salt teknik bilgilerin taşıyıcılığını yapmak değildir. Öğretmen, öğrencilerinin zihinsel, ahlaksal ve duygusal gelişimini de komünizmin ilkeleri doğrultusunda yönlendirme sorumluluğunu üstlenmiştir. “Yerine bir makina konulabilen öğretmen bunu haketmiştir” sözü bu anlamda öğretmenin toplumsal işlevlerine işaret etmektedir. Sosyalizmin öğretmenleri “bilgili makina”lar olmamış “insan” yetiştirme kaygısını gütmüşlerdir. Profesör Balnikov öğrenim sürecinin yaratıcı ve estetik boyutunun önemini şu sözlerle vurgulamıştır:
“Öğrencilere, bulutların elektrik yüklü olduğunu gösterebilmekten kıvanç duyuyoruz. Fakat öğrenci bir yandan bu bilgiyi özümlerken, bir yandan da yine bulutlarda ‘okyanusta dolaşan yelkenli’yi görme yeteneğini kaybederse, bu çok üzücü olur.” 10
Eğitimin politeknik temellere oturtulmuş olması, genel eğitimin diğer öğelerinin önemsenmemesi sonucunu doğurmamıştır. Sosyal bilimler, sanat, spor vb. alanlarda dersler bilimsel bir içerikle ve pratik olanaklarla öğrencilere sunulmuştur. Sovyetlerin, uzay endüstrisi de dahil olmak üzere bilimin hemen tüm alanlarında insanlığa öncülük etmesinin yanı sıra dünyaca tanınan sanatçılar ve her alanda başarılı sporcular yetiştirebilmiş olması bunun en açık göstergesidir.
Sonuç
Sovyetler Birliği’nde eğitim sosyalizmin kuruluşunun ve sosyalist, çok yönlü ve gelişkin bireylerin yaratılmasının en önemli araçlardan biri haline getirilmiştir. Ancak bu, eğitimin her toplumsal formasyonda bunca olumlu gelişmeye yol açabileceği anlamına gelmiyor. Sovyetler her şeyden önce üretim araçları üzerindeki özel mülkiyeti kaldırdıkları ve bireysel kar mantığının yerine toplumun gelişimini koyabildikleri için eğitimi olumlu yönde anlamlandırabilmiştir. Merkezi planlama sayesinde eğitimi ekonominin gerekleri ve aynı anlama gelmek üzere toplumun gereksinimleriyle uyumlu hale getirebilmiştir SSCB’de bilime ve eğitime ayrılan ödeneklerin ABD başta olmak üzere kapitalist ülkelerin ayırdıklarından daha fazla olabilmesi merkezi planlamanın başarısıdır. Sovyetler kamucu ekonomi ve ideolojinin gücünü dosta düşmana göstermiştir. İngiliz profesör Flatcher, sosyalist planlamanın hakkım teslim etmek zorunda kalan burjuva bilim insanlarından yalnızca biri olarak şunu söylüyor:
“Uçsuz bucaksız bir tarım ülkesini sanayi alanında bir güç haline dönüştüren bu görkemli ilerlemenin zorunlu koşullarından biri de ekonominin ve eğitimin planlanmasındaki bütünlük olmuştur.” 11
Flatcher gibi açık yürekli davranamayanlara söyleyecek sözümüz yok; ama geleneğimizin bu üstün deneyimini çok daha gelişkin bir biçimde kendi topraklarımızda somutlayarak onlara da söyleyecek söz bırakmayacağız.
Sosyalist Türkiye’de “eğitim ile toplumsal yaşam ve üretim süreci arasında sıkı bir bağ kurulacaktır. Öğrenciler, eğitim sürecinin başlangıcından itibaren kendi mesleki tercihlerini olgunlaştıracak özgür bir ortama sahip olacaklardır. Bu özgür ortam ile toplumsal ihtiyaçlar arasındaki uyum, sosyalist düzende sömürücü sınıfların olmaması nedeniyle kolayca tesis edilecektir. Sosyalizmin gelişmesi ancak özgür, yaratıcı kuşakların yetiştirilmesi ile mümkündür.” (Kamucu Bildirge’den)
Sözümüz var. Sosyalizmin okullarını kuracağız!
Dipnotlar ve Kaynak
- Aktaran KOROLYOV F., “Lenin ve Eğitim”, Sorun Yayınları, s. 189.
- Aktaran TURÇENKO V., “Bilimsel-Teknik Devrim ve Eğitimde Devrim”, KonukYayınları, s. 31.
- a.g.e. içinde, “Uluslararası Eğitim Konferansı Belgelen”, 1970 Cenevre.
- TOPSES Gürsen, “Eğitim Felsefesi Temel Sorunları”, Dayanısma Yayınları, s. 172.
- Aktaran KOROLYOV F., a.g.e., s. 51.
- SZANİAWSKY İgnacy, “Okulun Toplumsal İşlevi”, Sol Yayınları, s. 17.
- TURÇENKO, a.g.e., s. 114.
- MARX Karl, “Gotha ve Erfurt Programları Eleştirisi”, Sol Yayınları, s. 46.
- a.g.e., s. 61.
- a.g.e., s. 158.
- a.g.e., s. 53.