Özgürlük Dünyası-İki Aylık Sosyalist Teori ve Politika Dergisi’nin Mart 2000 tarihli ve 98 no’lu sayısını bir kitapçının raflarında ilk kez gördüğümde, önce aklım karışmıştı; neyse sonra bu karışıklığın hafızamdan kaynaklandığını anladım da rahatladım. Aklımı karıştıran, bu sayının da bir önceki sayı gibi bir Platform yazısı ile başlamasıydı. Evet, son sayı, “Emek Platformu’nun Dünü ve Bugünü“, bir önceki sayı ise “EMEP Platformu Üzerine” başlıklı yazılarla açılıyordu. Aynı yazıyı tekrar mı basmışlar diye sordurtan belleğime kızdım; zevkle son sayıyı okumaya koyuldum.
Özgürlük Dünyası-İki Aylık Sosyalist Teori ve Politika Dergisi’nin Kasım 1999 tarih ve 97 no’lu sayısını bir süre önce okumuş ve kimi notlar almıştım. Dergi, yukarıda da andığım üzere “EMEP Platformu Üzerine” başlıklı yazıyla başlıyordu; bu makaleyi “Kitle Çalışması ve EMEP” başlıklı bir başka yazı takip ediyor, “Deprem Merceğinde Devlet” ile “Yeni Yasa ve İşsizlik Sigortası” yazılarının ardından da Aydın Çubukçu’nun kaleminden bir kitap tanıtımı “Artı Değer Teorileri” ile dergi son buluyordu. ÖD’nın Sunu’sunda açıklandığı üzere, EMEP’in iç eğitim metni olarak hazırlanmış olan ilk iki yazı ilgili partiye ilişkin önemli veriler sunuyordu okuyucuya.
Derginin son sayısı ise, bir öncekiyle benzer bir biçimde, ama bir başka platforma ilişkin bir yazıyla başlıyordu: “Emek Platformu’nun Dünü ve Bugünü“. Özgürlük Dünyası’nın bu son sayısı AB sürecinde Emperyalizm başlığında toplanabilecek yazılardan oluşuyor. Türkiye’nin AB üye adaylığı, anti-emperyalist bir bakışla değerlendiriliyor ve AB’den demokrasi, insan hakları, barış vb. bekleyenler eleştiriliyor. Bu sayıda da, Vahdet Ateş imzalı “Avrupa Birliği ve Sol” ile Kadir Yalçın imzalı “Avrupa Birliği ‘Girsek-Girmesek’ Fark Etmez mi?” yazıları özellikle ilgimi çeken yazılar oldu.
İtiraf etmeliyim ki, derginin her iki sayısında da “özellikle ilgimi çeken” diye nitelediğim aslında yazılar değil, bu yazıların kurdukları ya da kuramadıkları bütünlük içinde, beni sosyalizm ve “sol” adına rahatsız eden kimi başlıklar oldu. Bu rahatsızlıkların önemli bir kısmı, yazılarda kullanılan kimi kavramların hem kullanılış biçimleri hem de onlara taşıtılmaya çalışılan özel anlamlardır. Kısaca, saygıda asla kusur etmeyi düşünemeyeceğim bir siyasal hattın, kendini ifade ederken açık olmak yerine kavramlarla oynamayı tercih etmesi Türkiye’de solun geleceği açısından elbette ciddiye alınmalıdır. Aşağıda değerlendirmeye çalışacağım, aslında bu ciddiyet olacaktır.
Sol/Sağ Ayrımı:
“Emeğin Partisi Platformu Üzerine“1 başlığını taşıyan ve Emeğin Partisi’nin iç eğitim metni olarak hazırlandığı ifade edilen yazıda, Emeğin Partisi’nin siyasal açılımları çerçevesinde öncelik, politikada sol/sağ ayrımının aslında olmadığına dair bir teorik(!) altyapı oluşturulmaya verilip takip eden sayfalarda, bu çabanın asıl gayesi dürüstçe ortaya konmuştur!..
“Sınıf ayrılığının yerine ‘sağ-sol ayrımı’ bir çarpıtmaydı” ara başlığının ardından gelenler işte bu açıklığı özetliyor :
“EMEP’in kendisini solcu, Marksist, sosyalist olarak tarif eden değişik siyasi çevrelerden ayırırken vurgu yaptığı başlıca konulardan birisi ‘sol- sağ’ ayrımı üstünden politika yapmayı reddetmesiydi.“2
Reddiye, sağ/sol ayrımının suniliğine dair teorik dayanaklar aranışıyla devam ettikten sonra sol kavramının kirlenmişliği vurgulanmaktadır.
Aslına bakılırsa pek de haklı olarak Emeğin Partisi Platformu’na göre, özellikle ’80’ öncesinde sol içi çatışmalar başta olmak üzere bir dizi başlık nedeniyle sol kavramı kirlenmişti, kirletilmişti. Bu kirlenmede birinci dereceden pay sahibi bir hareketin, bu kirlenmeyi ifade etmesi kadar samimi bir özeleştiri mutlaka taktir edilmelidir; ancak, çözüm aranışı, kirlenmenin ancak bir arınma ile aşılabileceğine dair çabaya yöneltemiyor Emeğin Partisi Platformu’nu; bu da samimiyeti ve özeleştiriyi işlevsizleştiriyor. Bunun yerine tercih edilen bir inkar politikası oluyor ne yazık ki.
“Kuruluşundan beri partimiz (EMEP); tarihsel bakımdan aslında gerçek solda bulunan bir parti olmasına karşın, kendisini solcu bir parti olarak tarif etmemeye özen gösterdi. Çünkü; emekçi kesimlerin en geniş kesimleri için böyle bir ayrımın anlamı yoktu. Dolayısıyla da EMEP ‘solda bir partidir’ demek, kendisini sağda gören emekçilerle arasına suni bir duvar örmesi anlamına gelecekti.“3
“Suni” duvar örülmemiş, ama “kendisini sağda gören emekçilerle” görüldüğü kadarıyla da buluşulamamıştır. Eğer buluşuldu da biz ayırd edemiyorsak; buluşmanın zemini neresidir, sorusu elbette sorulmalıdır. Kısa bir akıl yürütmeyle bu zeminin marksizm ya da sosyalizm olmadığı ve olamayacağı ise kolayca anlaşılmaktadır. Anlaşılan: “Suni” sözcüğünün karşıtı olarak “doğal” bir duvarın gerçekliğidir (var olduğudur diye açıklamaya ihtiyaç yoktur sanırım…) Sorunu bu gerçekliğin ortadan kaldırılması olarak tanımlamaktansa, çözümü bu duvar yokmuş gibi davranarak çözme iddiasında bulunmak en azından hayalcilik olarak sıfatlansa gerek. Sonucu ise daha vahim: Burjuva ideolojisinin egemenliği altında kapitalist sisteme eklemlenmiş işçi sınıfının kuyrukçuluğu… Burada durup yeniden bir tavsiyeyi dillendirmek gerekiyor: Lenin’in Ne Yapmalı’sı yeniden okunmalıdır. Özellikle de ‘2. Bölüm: Yığınların Kendiliğindenliği ve Sosyal Demokratların Bilinçliliği.‘ O da olmadıysa ‘4. Bölüm: Ekonomistlerin ilkelliği ve Devrimciler Örgütü‘ şiddetle tavsiye edilmelidir.
Kirlenme’ye dönecek olursak… Sol, kimse inkar edemez, kirlenmiştir. Bu kirden arınmaya çalışmak başka, kiri benimseyip yola devam etmek başka… Örneğin: “solda bulunan bir parti olmasına karşın, kendisini solcu bir parti olarak tarif etmemeye özen gösterdi” diyebilmek için gerçekten kirli olmak gerekiyor. Siyaset; sol siyaset; sosyalist siyaset, her halde bu olmasa gerek! İşçi sınıfını aldatarak; aslını gizleyerek nereye varılabilir; işçi sınıfına ne verilebilir? Güven? Umut? Mücadele ateşi?… Takiyye yaparak siyasal hat örmek, olsa olsa burjuva siyasetine içkindir. Bir sol siyaset; aslında ben solcuyum ama işçi sınıfı solculara iyi bakmıyor, ben de solcu olduğumu saklayarak iş yaparım, derse; solu kirletmeye devam etmekten başka bir iş yapmış olamaz. Bunu demeden önce, sayfalarca sağ-sol ayrımının suniliğini, anlamsızlığını anlatmış, kendi yandaşlarını buna ikna etmeye çalışmış, sonra da aslında diye başlayıp “hakiki solcu” kavramı üretme cürretini göstermişse, kirlenmekten değil ancak bataklığa düşmekten söz edilebilir.
Bir parti, temel siyasal açılımlarına zemin teşkil etmek için kavramlarla oynuyorsa, marksist literatürü çarpıtarak yandaşlarına aktarıyor ve çarpıklığı da aynı metinde gözler önüne serecek kadar da fütursuz davranabiliyorsa; ne o yandaş bu formasyonla sosyalizm mücadelesine bir katkı sunabilir; ne de o parti… Yazıktır: Açık olunmalıdır. Yazıktır: Buradan sağlıklı bir sonuç çıkmaz. Yazıktır: Emekçilere ulaşmanın yolu eğer sağ politikalar ise, bu açık açık, dobra dobra ifade edilmelidir. Yazıktır: Kitle partisi olmak için sosyalizmden vazgeçmek hatta solculuktan vazgeçmek gerekiyorsa kimseden korkmadan vazgeçilmeli ve vazgeçilen ilan edilmelidir. Yazıktır: Sosyalizmden vazgeçilirken, solculuktan vazgeçilirken; sosyalizmi de solu da beraberinde götürülemeyeceği bilinmeli, sosyalistleri ve solcuları götürmeye çalışmaktan vazgeçilmelidir…
EMEP, sosyalizmden vazgeçerken, vazgeçmeyenleri de eleştirmeye çalışmakta; ancak yine kendi ifadelerinin kurbanı olmaktan da kurtulamamaktadır:
“SİP de, 12 Eylül öncesinin ‘sağ-sol ayrımı’ üzerinden siyaset yapmanın diğer bir odağı olarak ortaya çıkıp şekillenmiştir. Örneğin özelleştirme karşısında ‘Yağma yok sosyalizm var’ ya da seçimlerde ‘Oylar Sosyalizme’ diyerek; sosyalizmi emekçilerin, işçi sınıfının dışında, SİP’in liderlerinin kafasında var olan bir kavram olarak ortaya koymuştur. Bu anlayış; hayata SİP’liler tarafından geçirilecek ve SİP’e oy verildiğinde sosyalizme oy verilmiş olacak bir sosyalizm anlayışının temsilcisi olunmuştur.” 4
Haklıdırlar; ilk uygulamalarının demokratik ülkelerde gerçekleştirildiği özelleştirme ancak sosyalizm mücadelesi ile durdurulabilinir. Haklıdırlar; 18 Nisan seçimlerinde SİP’e oy veren on binler sosyalizme oy vermişlerdir; bu ülkedeki sosyalizm mücadelesine desteklerini vermişlerdir, demokrasi mücadelesi yerine…
Emeğin Partisi Platformu Üzerine başlıklı yazı aşağıdaki tümceyle devam etmektedir:
“Çünkü; SİP’e göre de; nasıl ‘sağ, sol’ varsa; dünya sosyalist olanlar ve olmayanlar olarak bölünmüştür“
Haklıdırlar; dünyada sosyalist olanlar ve olmayanlar olduğu gibi üstüne üstelik SİP’e oy verenler ve vermeyenler türünden bir bölünme de vardır. Tıpkı genel olarak sol partilere oy verenler (EMEP kendisini sol saymasa da) ile vermeyenler arasında bir bölünmeden söz edebileceğimiz gibi… Bu bölünmeler solun, sosyalizm mücadelesinin lehine gelişmektedir de…
Ve, SİP seçimlerde sosyalizmi temsil etmiştir.
Metinde denmektedir ki:
“SİP de işçileri sosyalist olanlar ve olmayanlar diye ayırmaktadır. Sosyalist olmayı bir mücadelenin; sisteme eski fikirlere, burjuva dünya görüşüne karşı bir mücadelenin ürünü değil; şu veya bu nedenle sosyalizmi benimseyip benimsememe sorunu olarak görmektedirler.” 5
“(…) şu veya bu nedenle sosyalizmi benimseyip benimsememe sorunu” diye yerilenin karşısına konan mücadele içinde sosyalizmi benimsemek ise, sorulmalıdır: Vahiy yoluyla sosyalizm benimsenemeyeceğine ya da anadan doğma sosyalist olunamayacağına göre (yoksa olunabilir mi?) sosyalizm propagandası yapan SİP’e oy veren seçmen nereden çıkmıştır? Akılları almamaktadır! Akılların alamadığı, SİP’in sosyalizm mücadelesi vermesidir…
Alıntımıza kaldığımız yerden devam edelim:
“Bu düz mantık, ‘sol’ görünmekten pek hoşlanan ve gençlik içinde de buradan prim yapmayı hesaplayan SİP’i MGK çizgisine kadar götürmüştür. Üniversitelerdeki kılık kıyafet üzerinden yürütülen ‘şeriat tehlikesine karşı laik, sosyal hukuk devletini koruma’ politikalarına SİP destek vererek; MGK’nın genel düşüncesiyle uyumlu politika izler duruma düşürmüştür.“
Düz mantık deyince, dinci gericilerle, faşistlerle kol kola eylem yapmayı anlayan biri için SİP’in bu eylemler karşısında sosyalizmin aklı olmaya devam etmesi ancak taktir edilebilirdi. Zaten taktir edilmiş ve haklı bulunmuştur ki, gericilerle yapılan eylemlerden bir süre sonra vazgeçilmiş, yanlıştan dönülmüştür. Türkiye solu için SİP’in müdahalesi, Sivas Katilleri ile birlikte olmayı önleyen bir etki yaratmıştır.
MGK çizgisine düşmeye gelince; öncelikle gericilerle aynı çizgiye düşen ve SİP’in uzattığı el ile bu bataktan çıkanların öncelikle susması gerekir; öte yandan, SİP, ‘Şeriata Karşı Sosyalist Türkiye’ ya da ‘Yobazların İpleri Sermayenin Elinde’ derken; nasıl oluyor da MGK çizgisine düşüyor? Dinci gericiliğin en çok 12 Eylül döneminde palazlandırıldığı yine SİP tarafından ifade edilir, sermaye-asker-gerici birlikteliği afişe edilirken; MGK çizgisine olsa olsa gericilerle işbirliği yapanlar düşmüş olsa gerekir!
.. Ancak, demokrasi ve özgürlük mücadelesi adına, EMEP, ‘Gericiliğe Özgürlük!’ demeye yeniden dönecek olursa, SİP’in bu defa da elini uzatmasını kimse beklememelidir!
Açıkçası, sol-sağ ayrımı değildir inkar edilen; dolaysızca sol, dolaysızca sosyalizmdir.
Devrim Stratejisi/Sınıf Tanımı
“İktidar mücadelesi; elbette işçi sınıfının tek başına vereceği bir mücadele değildir. Çünkü bugünkü koşullarda, demokrasi ve bağımsızlık mücadelesinin birincil görev olduğu bu aşamada; işçi sınıfı diğer emekçi sınıflarla, demokrasi ve bağımsızlık isteyen bütün toplumsal güçlerle birleşerek siyasal mücadeleyi yürütür. Bu yüzden de EMEP; aynı zamanda diğer emekçi sınıfların işçi sınıfıyla birleşmeye gönüllü ileri unsurlarını da bünyesinde toplayarak kitlesel karakterini daha da arttırabilir; arttırmak zorundadır da.” 6
Hayır, “bugünkü koşullarda, demokrasi ve bağımsızlık mücadelesinin birincil görev olduğu bu aşamada” denmesine, yani sosyalizm mücadelesi yerine bağımsızlık ve demokrasi mücadelesinin konmasına, bir itirazım olamaz. Emeğin Partisi Platformu’nun tercihi sosyalizm mücadelesi olmak zorunda elbette değildir; bunu kabul edebiliriz. Ancak, bu tercihi gerekçelendirir ve uygularken bir bütünlük gözetilmesi gerektiğini ifade etme ve bu bütünlüğü bulamadığımızda da, eleştirme hakkımız doğmaktadır.
Şöyle ki; Özgürlük Dünyası‘nda yer alan ve anılan tüm metinlerde; “işçi sınıfı ve diğer emekçi sınıflar” ifadesi yer almaktadır. Üstelik demokrasi ve bağımsızlık mücadelesi de “diğer emekçi sınıfların işçi sınıfıyla birleşmeye gönüllü ileri unsurlarını da bünyesinde toplayarak” EMEP tarafından gerçekleştirilecektir. Yani Emeğin Partisi Platformu için, işçi sınıfı kadar diğer emekçi sınıflar da önemlidir!
Burada durup bazı soruları sormak ve olası yanıtlarını değerlendirmek zorundayız.
Öncelikle; işçi sınıfı dışında tanımlanan diğer emekçi sınıfların toplumsal formasyonda işgal ettikleri yer neresidir. Açıkçası, nedir bu işçi sınıfından gayrı emekçi sınıf ya da sınıflar? Kamu emekçileri mi? Kamu emekçileri bir sınıf mı oluşturuyor? Yoksa yoksul köylülük mü? Yoksul köylüler sınıfı mı tanımlanmış? Yoksa yoksa bizim bildiğimiz küçük burjuvazi’ye mi EMEP emekçi sınıflar diyor. Öyleyse, KB bu sınıflardan sadece biridir, diğeri ya da diğerleri neler? İşbirlikçi burjuvazi dışında kalan burjuva sınıf ya da katmanlar mıdır kastedilen? İşçi sınıfı, emperyalizmle ortaklık kuramayan ve ülkenin bağımsızlığından yana olan küçük ve orta burjuvazi ile mi birleşerek bağımsızlık ve demokrasi mücadelesi vermelidir; bu mu önerilen? Eğer bu ise, dolambaçlı yollara ve küçük ve orta burjuvazinin emekçi sınıflar olarak tanımlanmasına, maksizmin iğdiş edilmeye çalışılmasına son! Açık olalım… Hem sağcılaşmış işçi sınıfına ulaşmak için solu terk edeceksiniz, hem de içinizdeki sol unsurları ikna etmek için işbirliğine gittiğiniz burjuva sınıf ya da katmanları emekçi sınıflar diye anarak onları hoş göstermeye çalışacaksınız; kimi kandırıyorsunuz? Hadi kandırdınız… bu oyundan nasıl bir sonuç alacaksınız?
Anlatmak gerekiyor… Küçük burjuvazi içinde anıla gelen kamu emekçileri, işçi sınıfının ayrılmaz bir parçasıdır; Marx’dan beri… İşsizler, kent yoksulları da öyle… Yoksul köylülük, mülk sahibi daha doğrusu üretim aracı sahibi olduğundan tereddütsüz küçük burjuvadır; küçük esnaf da öyle; Marx’dan beri… Küçük burjuvaların, emekçi karaktere sahip olabilmeleri için, mülkiyetlerine sahip oldukları üretim araçlarında sadece ama sadece kendi emeklerini kullanarak üretim yapmaları gerekmektedir; yanlarında her ne nicelikte olursa olsun ücretli işçi çalıştırıyor, emek sömürüsü uyguluyor ve böylece artı değere el koyuyorlarsa emekçi sayılamazlar. Bu açıklamalar ışığında da işçi sınıfının dışında, bir toplumsal sınıf olarak tanımlanabilecek emekçilerden bahsedilemez; sadece işçi sınıfının dışında kalan münferit bir emekçi kimliğinden söz edilebilir. Bir kimlik olarak emekçi kimliği ise elbette ki işçi sınıfını da kapsamaktadır.
Kapitalist toplumsal düzende, işçi sınıfından ayrı tanımlanabilecek bir başka emekçi sınıf yoktur, olmamıştır ve olmayacaktır. Eğer siz, “bağımsızlık ve demokrasi” mücadelenizi bu hayali sınıflarla işçi sınıfının ittifakına ya da bu hayali sınıfların işçi sınıfı ile birleşmeye gönüllü ileri unsurlarına dayandıracak olursanız, bağımsızlık ve demokrasi mücadelesini baştan kaybetmişsiniz demektir. Yok, açık açık; işçi sınıfı ile birleşmeye gönüllü küçük burjuva sınıfından ileri unsurlar arıyorsanız; öğrenciler ve aydınlar ile sınıfsal kökeni burjuvazi de olsa bağımsızlık ve demokrasi mücadelesi vermek isteyenleri kastediyorsanız, evet en azından bir şansınız var demektir. Yoksa, siyasal tercihleri bilimsel doğrular olarak göstermekle varılacak yer bellidir…
Yine de bütünlük sağlanmış olamıyor… Burada da, bir başka sıkıntıyla, demokratik devrimin Türkiye’deki güncelliği sorunuyla karşı karşıya kalıyoruz. Bağımsızlık istiyoruz, anti-emperyalizm diyoruz ancak, aydınlar, öğrenciler ve marksizmi kavramış kimi münferit unsurlar dışında, tekelci sermaye ile mücadelede işçi sınıfının dışında, onun yanında saf tutacak bir toplumsal sınıf, hatta bir toplumsal katman bulamıyoruz… Örneğin; KOBİ patronlarına anti-emperyalist cephe önerisi ile gidemiyoruz. (Yeri gelmişken, Türkiye’deki kapitalist sömürünün merkezi konumundaki, 1-10 işçi çalıştıran, mikro işletmelerin toplam işletme içindeki oranının %92 olduğunu anımsatırım. Bunların patronları da, küçük, orta ya da büyük ama burjuva!) Yani demokrasi mücadelesinin muhatabı olarak tek toplumsal sınıf, işçi sınıfı!..
Burada durup karar vereceksin; ya işçi sınıfının görevi, ortalıkta olmayan ulusal burjuvazinin çıkarlarını korumak için demokrasi mücadelesi ve/ya da demokratik devrimdir demeye devam diyeceksin; ya da sınıf perspektifinden ve marksizmden vazgeçerek, o çok eleştirilen Birikim/Bir Adım ekolleri gibi sivil toplumculuk diyeceksin; demokrasi güçlerini sınıf çelişkilerini kaale almadan platformunda toplayacaksın… Evet, tabii bir de, sosyalizm var, aklına gelirse…
Özgürlük Dünyası‘nın son sayısının anti-emperyalist bir bakışla AB karşıtlığı ürettiğini ifade etmiştik 7 . Ancak, sosyalizm mücadelesi ekseninden harekete geçilmediğinde ve demokrasi mücadelesi ile ilişkilendirildiğinde anti-emperyalizmin, bağımsızlıkçılığın da bir anlamı kalmadığını görüyoruz bu sayfalarda. Neden mi? Hedefe demokrasiyi koymuşsanız, birileri kalkıp size, alın işte demokrasi, diyebilir. Uzatın, uzatın elinizi ve AB’den alın! Hedeflediğiniz demokrasi AB’deki demokrasiden daha mı gelişkin yoksa? Almanya’da mücadele verseniz, yine demokrasi mücadelesi ile mi iştigal edeceksiniz, bir sorun! Alman demokrasisine sahip bir Türkiye’de sosyalizm mücadelesinin vakti yine mi gelmemiş olacak yoksa… Birileri haklı. Bu demokrasi mücadelesi bütünlüğünü, ancak AB’den demokrasi beklentisi tamamlayabilir. Bunun anlamı da AB karşıtlığı yapmamaktır! Anti-emperyalist olmamaktır! Emperyalistlerle işbirliğidir!
İşçi sınıfı ama asıl şu “diğer emekçi sınıflar” sosyalizm sözcüğünü duyduklarında tüyleri diken diken oluyor diye yine takiyye’ye sarılarak bari demokrasi diyelim de kitleyi ürkütmeyelimin partisinin savunulduğu gibi kitleselleşme şansı dahi yoktur. Burjuva partilerinin karşısında işçi sınıfının kitlesel partisinin de onun öncü çekirdeğinin de tek bir varlık koşulu bulunmaktadır: Bilimsel Sosyalizm!
Özetlersek; bütünlüğün yakalanabileceği tek bir çerçeve vardır: O da, marksizmin sunduğu uzlaşmaz sınıf çelişkilerinden türeyen sosyalizm mücadelesidir. Sınıfa karşı sınıftır!
Burada bir parantez ile şunu not düşmek istiyorum: Neyse ki, önce sol kirlendi sonra sosyalizm; sırada emek var, emekçi var diyenlerin tüm çabalarını boşa çıkartacak; sosyalizmi emekten ve emekçiden ayrı düşürülmesine engel olup devrime yürüyecek bir parti var!
Öncülük-Önderlik
“Marksist literatürdeki ‘öncülük’ kavramı da aslında, EMEP tarafından ‘yardım etmek’ olarak belirlenen görevin içinde yer almaktadır.” Takip eden tümcede, üstüne üstelik öncülük-önderlikle karıştırılarak şöyle devam edilmektedir:
“Çünkü; Marksizmde önderlik kavramı; 1960’lı ’70’li yıllarda olduğu gibi sınıfın dışından sınıfa dayatılan bir şey değil; tam tersine bir kitle partisine dönüşmeden önce, bizzat sınıfın en ileri unsurlarının örgütü olarak tarif edilen partinin görevidir. Ve bu anlamıyla önderlik görevi, aynı zamanda her bakımdan sınıfın eğitilmesi göreviyle; sadece partiye katılan ileri unsurların örgütlenmesinin ötesinde, tüm sınıfın, hatta tüm emekçilerin örgütlenmesi, eğitilmesi için sınıfa ‘yardım edilmesi’ fikri ile birleşir.“8
Af buyurun ama neresinden tutsanız orası dökülüyor… Sınıfa ‘Yardım etmek’ ile leninist ‘dışarıdan bilinç taşımak’ arasında kategorik bir benzerlik bulmak mümkün mü?.. Ya da; nasıl mümkün olabiliyor da oluyor ve EMEP bunu dillendiriyor? Üstelik, “Marksist literatürdeki ‘öncülük’ kavramı da aslında, EMEP tarafından ‘yardım etmek’ olarak belirlenen görevin içinde yer almaktadır” denirken, EMEP tarafından belirlenen yardım etme görevi öyle bir çerçeve içinde ki, marksist literatürdeki öncülük kavramını da kapsayabiliyor! Dayanılmaz… Öncülük, kendi başına leninizm demektir. EMEP’in yardım etmek ile kurduğu çerçeve leninizmi aşmış da -en azından kuramsal olarak- biz fark edemedik; ne büyük bir aymazlık bütün dünya marksist-leninistleri açısından… Ağzımızdan çıkanı kulağımız duymadığında, kim duyacak ki?.. Bir kez daha, Ne Yapmalı’yı tavsiye edecek samimiyeti bulamadığımı itiraf etmeliyim… Öncülük/leninizm tercihiniz olmayabilir, buna saygı duyarım; ancak, ya bilmeden konuşuyorsunuz ya da kasıt var, dayanamadığım bunlar.
Partinin İşlevi
EMEP nedir? Emep: “Bir mücadele örgütü ve öte yandan işçlerin siyaseti öğrendiği bir okul”dur.
“Herkesten önce; özgürlük ve demokrasi mücadelesi içinde deneyim edinmiş, EMEP’i kuran ve EMEP’in amaçlarıyla kendi amaçları arasında aynılık olduğunu görerek EMEP’e katılan Marksistler; her sınıftan aydınlar, sosyalistler; bir yandan EMEP’i bir mücadele örgütü, öte yandan işçilerin siyaseti öğrendiği bir okul gibi değerlendirerek (…) ellerinden geleni yapacaklardır.” 9
“EMEP Marksist, sosyalist bir parti midir? Eğer kastedilen; EMEP’i var eden dünya görüşü, EMEP’in dünyaya bakışı, politikasını oluşturduğu ideolojik zemin ise, elbette EMEP sosyalist, Marksist bir dünya görüşüne sahiptir. Ama; EMEP’e her giren Marksizmi, sosyalizmi benimsemek zorunda mıdır? diye soruluyorsa; yanıt elbette ‘hayır’dır.“
“Sosyalist olmayan, ama sermayenin gericiliği tarafından bunaltılıp sorunlarına çözüm arayan işçinin, emekçinin her gün daha çok EMEP’e katılarak, sosyalist dünya görüşüyle yüz yüze gelmesini“
sağlayacak bir platform olarak, bir okul olarak algılamamız gerektiğini anlıyoruz bu yazıdan. 10
EMEP’in sosyalistlerin de içinde bulunduğu bir kitle partisi ya da platform olduğu tasavvuru çıkıyor yazıdan. Sosyalist dünya görüşünün belirlediği bir parti merkezi tanımlanıyor ve kitleselleşme denildiğinde de ya da platform kitlesi dendiğinde ise “sermayenin gericiliği tarafından bunaltılıp sorunlarına çözüm arayan işçinin, emekçinin” akın akın aktığı bir taban tasarlanıyor. Bu tabanın, sosyalist merkez tarafından parti içinde eğitilerek sosyalizmle teması sağlanıyor.
İşçi sınıfı ve emekçilerin partiye çekilmesi için dışardan bakıldığında sermaye gericiliğine karşı nasıl bir siyasal ve ekonomik alternatif ürettiği ise belirsiz. Sadece MHP’li olup da EMEP’e kötü gözle bakmamak bunun kanıtı olarak sunuluyor. Dışardan sol görünmeyeceksiniz; sosyalizmin esamesini okutmayacaksınız sonra da işçi sınıfı ile bütünleşeceksiniz: Mümkündür. FP ya da MHP ya da DSP ve hatta CHP, nasıl bütünleşmişse öyle bütünleşebilirsiniz, soldan ve sosyalizmden uzak durarak!
Dipnotlar ve Kaynak
- EMEP Platformu Üzerine, Özgürlük Dünyası, Kasım 1999, No 97, s. 3-15
- A.g.m. s.3
- A.g.m. s. 10
- A.g.m. s. 8
- A.g.m. s. 8
- Kitle Çalışması ve EMEP, Özgürlük Dünyası, Kasım 1999, No 97, s 17
- Özgürlük Dünyası, Mart 2000, No 98
- EMEP Platformu Üzerine, Özgürlük Dünyası, Kasım 1999, No 97, s. 13
- A.g.m. s.13
- A.g.m. s.13