Çukurova’ya, yasaklarla çevrilmiş bir bölgenin göçmenleri olarak yerleştiler. Kiminin toprağı vardı, bağı bahçesi… Kiminin küçükbaş – büyükbaş hayvanları. Kimisinin hiçbir şeyi. Şimdi hepsi, Çukurova’nın narenciye bahçelerinde ırgat. Onların öyküsü, soğuk kış günlerinde ihtiyaç duyulan vitamin deposu portakalın, mandalinanın, limonun öyküsü biraz da…
Irgatın ve Vitaminin Öyküsü
Sinan Araman
Tarım işçileri dendiğinde bir zamanlar aklımıza özellikle Çukurova’daki yaşamı anlatan romanlar gelirdi. Günümüzde mevsimlik tarım işçileriyle ilgili kaza haberleri üzerinden medyaya taşınıyor tarım işçilerinin dramı. İlginçtir ki, çalıştırılmak üzere kamyonlara tıkıştırılan onlarca insanın yaşam kavgası bir tarafa bırakılarak, trafik kurallarının çiğneniyor oluşu eleştiriliyor. Genç kız ve kadınların neredeyse karın tokluğuna çalışmak için her şeyi göze alarak ve hiçbir güvenceleri olmadan kamyonlarla yola düşmesi, eni konu bir trafik kuralı ihlali olarak görülüyor.
soL dergisindeki bir röportajında Çukurovalı tarım işçisi Fatma Nergiz, yaşam kavgalarını anlatırken, işlerinin hava koşulları ne olursa olsun siparişleri yetiştirmek olduğunu, Çavuş adı verilen aracıların keyfi ve dayatmacı uygulamalarına maruz kaldıklarını, sigortasız çalıştıklarını, kamyonlarla işe gidip gelirken sıkça kaza geçirdikleri için sakatlanabildiklerini, kadın işçilerin erkekler kadar çalıştırıldıklarını, kendi aralarında dayanışma ve tepki gösterme geleneklerinin olmadığını, sendikalaşamadıklarını ve sendikalardan ilgi görmediklerini sıralıyordu. 1
Tarımın tasfiyesi ve bunun ürünü olarak ortaya çıkan yoksullaşma, yeni iş kanunu tasarısı ile ilgili olarak yürütülen kapsam tartışmaları ve sosyal güvenlik kurumlarının yeniden yapılandırılması arayışları, tarım işçilerini gündeme getiriyor. Tarım işçilerinin sınıfsal kimliğinde, siyasal eğilimlerinde ve örgütlenme koşullarında değişimler yaşanırken, Türkiye işçi sınıfının bir parçası olan tarım işçilerinin siyasal ve örgütsel süreçlerdeki yerine ilişkin değerlendirmeler yeniden önem kazanmış durumda.
Türkiye solu kırsal kesimdeki emekçi dinamikleriyle Türkiye işçi sınıfının ilişkisini uzunca bir süre genel olarak ittifaklar başlığı altında tartışmıştır. “Bu yıl köylü yılı olacak” türünden “milliyetçi sol” politikalar bir tarafa bırakılırsa, işçi sınıfına yönelik kimi ağırlık kaydırmalarına karşın süregelen ittifak arayışının günümüzdeki nesnesi esas olarak kırlarda yaşayan Kürt emekçileridir. Güneydoğu Anadolu Projesi, boşaltılan köyler, kentlere yoğun göç ve mevsimlik tarım işçileri arasında Kürt emekçilerinin sahip olduğu ağırlık, bu yönelimin haklı dayanakları olarak karşımıza çıkmaktadır.
Kuşkusuz, tarım işçileri söz konusu olduğunda, büyük tarım işletmelerinde çalışan geçici ve daimi işçilerin de değerlendirme kapsamına alınması gerekmektedir. Büyük tarım işletmelerindeki kamu ağırlığı, içinde bulunduğumuz süreçte geriletilmeye çalışılmaktadır. Tarımsal kamu kurum ve kuruluşlarının tasfiyesine ve kamuya ait tarım işletmelerinin özelleştirilmesine yönelik girişimler, örgütlü bir güç olarak tarım işçilerinin Türkiye işçi sınıfı saflarındaki yerini de önemli kılmaya başlamıştır.
Öte yandan, tarım sektöründe çalışanlar ile sanayi ve hizmet sektörlerinde çalışanlar arasındaki geçişkenlik artmıştır. İlgili mevzuata da yansımaya başlayan bu değişim, sendikal hareketi de tarım işçilerine yönelik politikalarında değişiklik yapmaya zorlamaktadır. Ancak yıllardır sosyal güvenlik mekanizmalarından dışlanan, iş kanunlarından yalnızca istisnalar kapsamında yararlanabilen tarım işçileri, her ne kadar önemli ölçüde sendikalılaşmış görünseler de, “ikincil işgücü” uygulamalarına maruz kalmaya devam edecektir.
Nihayet, özellikle Latin Amerika’daki siyasal tarım işçileri hareketleri, tarımın emperyalist tekellere peşkeş çekilmesine direnen Avrupalı köylüler ve Asya ile Afrika’daki kır emekçilerinin itildiği koşullar, tarım işçilerinin sınıf mücadelesinde üstlenebilecekleri rollere ilişkin ipuçları sunabilmektedir.
Dünya Ticaret Örgütü ile bölgesel ekonomik toplulukların dayatmaları sonucu tarım sektörleri adeta çökertilirken, tarım işçileri çeşitli kanallardan siyasallaşmanın ve örgütlenmenin yollarını zorlamaktadır. Ancak, reel sosyalizmin güçlü bir kutup oluşturmadığı bir dünyada, kır emekçilerinin, işçi sınıfının asli unsurlarının mücadelesine bağımlı olduğu da daha belirgin hale gelmektedir.
Kısacası, tarım işçilerinin sınıf mücadelelerindeki yeri güncel bir tartışma başlığıdır. Bu güncellik, tarım işçilerinin sınıf kimliğinin ve kırlardaki toplumsal yapının yeniden değerlendirilmesini gerektirmektedir. Bu çalışma bu tür değerlendirmeler için bir çerçeve oluşturma amacıyla hazırlanmıştır.
Tarım işçilerinin sınıfsal kimliği
Sınıf tanımlarından yola çıkmak, tarım işçilerinin sınıfsal kimliğini tartışırken işimizi çok fazla kolaylaştırmayacaktır. Tarımda kapitalist gelişmenin tarihsel ve güncel boyutlarından hareket etmek daha verimli bir yaklaşım olacaktır.
Tarımda kapitalist gelişimin izlediği rota, bugüne taşınan sonuçlar ve yakın geleceğe dair tartışmalar elinizdeki dergide yer alan diğer yazılarda ayrıntılı olarak ele alınıyor. Bu yazıda kapitalist gelişmenin ürünü olan proleterleşme olgusu ön plana çıkarılacak ve tarım işçilerini tarih sahnesine çıkaran ve bugüne taşıyan sürecin önemli uğrakları üzerinde durulacak.
“Tarımsal kapitalizmin en belirgin özelliği modern teknik kullanımının yanı sıra artan işgücü kullanımı ve işgücü hareketleridir.” 2
Bu yaklaşımdan hareket edersek, tarımda kapitalizmin gelişiminin emek gücü açısından ne anlam ifade ettiğini üç başlık altında inceleyebiliriz. Bu başlıklardan ilki, modern tekniklerin kullanımı ve sonuçlarıdır. Teknolojinin gelişimine bağlı olarak, ücretli emek kullanan büyük ölçekli tarımsal işletmeler ortaya çıkmaktadır. Ancak tek başına teknolojik birikim, büyük ölçekli ve ücretli emek kullanan tarımsal işletmelerin egemenliğini sağlamamaktadır.
İkinci başlık, kırsal kesimdeki nüfus ve dolayısıyla işgücü artışıdır. Artan nüfusa toprak paylaşımı yoluyla sağlanabilecek çalışma olanaklarının doğaldır ki sınırları olacak, işlenen topraklar genişletilemediğinde, yeni kuşakların istihdam ve geçiminde sıkıntılar yaşanacaktır. Kısmen kente göç yoluyla kompanse edilen nüfus artışı, tarım işçiliğine yönelen bir kitlenin ortaya çıkmasına da yol açmaktadır.
Üçüncü ve en az diğerleri kadar önemli olan bir başka başlık ise bölgesel ve bölgeler arası emek gücü hareketleridir.
Konuyla ilgili tartışmalarda, köylülüğün küçük meta üreticiliğine dönüşümünün ardından yoksullaşan küçük meta üreticilerinin önemli bir bölümünün işçileşme sürecine girdiğine dair tez belirli bir ağırlık oluşturmaktadır. Diğer yandan bir çalışmada, Bernstein’ın “küçük meta üreticiliğinin günlük, yıllık ve kuşaklar arası yeniden üretimi, parçalanmayı, çözülmemeyi, birikimi ve yapısal dönüşümleri de içeren bir süreçtir” tespitine gönderme yapılarak, 1980 sonrasındaki küçük meta üreticilerinin 1960’lardaki küçük meta üreticileri olmadığı savunuluyor, mevsimlik döngüsel göç ve ücretli işçiliğin kırlarda kalan küçük meta üreticileri için tercih edilen bir gelir kazanma yolu olduğu vurgulanıyor. Bu yaklaşımın sahibi, tarımsal üretimin ticarileşmesi ve mekanizasyonu ile hükümet politikalarının tarımdaki küçük meta üreticileri üzerindeki etkisinin türdeşleştirici değil; farklılaştırıcı olduğunu savunuyor:
“Hane hayat döngüsü ile daha büyük topraklı meta üreticileri parçalanmışlar ve küçük meta üreticilerinin saflarına katılmışlardır. Mevsimlik ücretli işçilik ve hane işbölümünün yeniden yapılanması tarımsal üretim dışı gelir kaynaklarına bütünleşmeyi gerektirmiş ve bu hem zamanın hem de yerleşim yerleri ve bölgeler arası hareketliliğin yeniden örgütlenmesini beraberinde getirmiştir.” 3
Küçük üreticiliğin genel kapitalist ilişkilerin basıncı altında yaşadığı dönüşümün taşıdığı öneme işaret eden bir başka yazar olan Yücel Çağlar ise, kapitalist bir üretim biçimi olmamasına karşın, küçük üreticiliğin kapitalist ilişkilerin genel olarak egemen olduğu toplumlardaki bölüşüm ilişkilerinin etkisi altında kalmasının, köylük yerleşmelerdeki ekonomik yoksunlukların açıklanmasında taşıdığı önemi anımsatmaktadır. 4
Tarım işçisinin kaderinin tarımın özel şartlarından çok sanayideki genel yayılma ritmine bağlı olduğunu ileri süren Mandel, kırsal emek gücü incelenirken yedek sanayi ordusunun durumunun gözardı edilmemesi gerektiğini söylemektedir:
“Bu ritm, yedek sanayi ordusunun azalmasına yol açınca tarım işçileri akın akın göç ederler. Buna karşılık yedek sanayi ordusu zamanla artma eğilim gösterince yılda birkaç aylığına bir iş bulabilmek için kendi aralarında amansız bir mücadeleye girişen tarım işçileri en düşük ücretle, hatta boğaz tokluğuna bile çalışmaya razı olurlar. Birçok ülkede büyük çiftçilerin, geniş ölçüde bir mevsim işçileri göçü düzenleyerek tarımsal işgücü bolluğunu suni olarak yaratmaya çalıştıklarını eklemek gerekir. İkinci Dünya Savaşı’ndan önce Almanya’da Polonyalı işçilerin çalıştırıldığı herkesçe bilinir. Yarım milyona yakın braceros’un (çoğu zorla toplanan Meksikalı mevsim işçileri) saat başına 16 sentten düşük bir ücret karşılığında çalıştığı, bundan dolayı da diğer faaliyet kollarındaki ücretlerden yüzde 50 aşağı olan tarım işçileri ücretlerinde bir azalmanın meydana geldiği, Birleşik Devletler’de bugün bile böyle bir yola başvurulduğu açıkça görülmektedir.” 5
Kimileri kapitalizmin gelişme süreci içinde küçük üreticiliğin asli yapısının önemli ölçüde aynı kaldığını, kimileri de giderek yoksullaşan küçük üreticinin artık “yarı-işçileşmiş” sayılması gerektiğini iddia etmektedir. Bu karmaşadan uzaklaşmanın yolunun kavramlar olmadığını düşünen bir araştırmacı, tarımsal dönüşümün getirdiği beklenmedik biçimlenmelerin salt küçük tarım işletmelerindeki işbölümünün yeniden yapılanması ile açıklanamayacağını ileri sürerek, heterojenleşmeye ve hane içi dinamiklerin artan önemine işaret etmektedir. 6
Bir başka çalışmada, kırsal alandaki dönüşümün toprağın mülkiyetini değil ama ekonomik denetim biçimini değiştirdiği ve tarımdaki ticarileşme sürecinin de aynı sonuca yol açacağı ileri sürülmektedir. 7
Kısacası, kırsal alandaki sınıfsal dönüşüm sürecine ilişkin yaklaşımlar bir hayli farklılaşıyor. Kuşkusuz, bu yaklaşımların tümü birbirlerinin karşısına konacak türden değil. Ancak kimi ara sonuçları ve kalkış noktalarını belirlemek için sadeleştirmeye gitmek gerekiyor.
Bir: Proleterleşme süreci emeğin niteliksizleşmesi, kendi içinde parçalanması ve işçilerin kolektif emeği denetleyen araçlardan soyutlanmaları olarak ele alınırsa proleterleşmeyi geciktiren ve hızlandıran süreçler bir arada yaşanmaktadır. 8
İki: Tarımsal arazilerin mülkiyet yapısını değiştirecek kadar etkili bir dönüşüm süreci yaşanıyor olsa da, bu süreç yoksullaşma ve tekelleşmeye işaret ediyor olsa da, tarım kesimindeki küçük üreticilerin başta toprak kayıpları olmak üzere mağduriyetleri proleterleşmenin yegane kanalı olarak görülemez.
Üç: Sosyalist politika açısından kırlardaki yoksullaşma sürecinin kendisi değil, sonuçları önemlidir. Bu anlamda sosyalist hareket köylülüğün topraksızlaşma ve yoksullaşma sürecinin engellenmesini temel alan bir mücadele yürütmez. Bunun yerine, köylülüğün ayrışma dinamiklerini ve ayrışan kesimlerin emek-sermaye çelişkisi içindeki yeni konumlarını temel alan politika geliştirir. 9
Emek-sermaye çelişkisi ve tarım işçileri
Tarım işçileri kapitalist gelişmenin bir ürünü olarak ortaya çıkar ve Türkiye’de bu süreç 1800’lü yıllarda başlamıştır. İlhan Akalın, 1800’lü yıllara ilişkin olarak şu değerlendirmeyi yapmaktadır:
“Tarımda ücretli işçinin ortaya çıkması, pazar için üretimin gelişmesine bağlıdır. Bu anlamdaki gelişmelerin Adana yöresi ile Ege bölgesinde 1800’lerden itibaren ortaya çıktığı gözlenir… 1850’lerden sonra yabancı uyruklular, özellikle İngilizler, Ege’de çiftlik satın almaya başladılar…Toprakta yabancı özel mülkiyetin önemi, tarımda kapitalist ilişkilerin gelişmesini hızlandırmasıydı. Özellikle pamuk, kenevir ve tütün ekilen çiftliklerde tarım alet ve makinelerle yapılmaya, ücretli emek kullanılmaya başlandı. Toprağı köylülere kiralama durumunda ayni ücret, yarıcılık, ortakçılık ve benzerlerinin yerini, para ve ürünlerinin bir bölümünün toprak sahiplerine satılması şartı aldı. Ürünün kirayı karşılamadığı yıllarda köylüler borçlandılar. Bunların büyük bir bölümü zaman içinde ücretli işçi konumuna geldi. Yabancıların toprakları satın almaları ve modern çiftlikler kurmaları, bu bölgede mülksüzleşen ve ücretli işçi olmaya hazır insanların çoğalmasını sağladı. Böylece üretim ve geçim araçlarını yitiren köylülülerin bir bölümü kentlere göçerken, daha büyük bir bölümü tarım işçisi niteliği kazandı.” 10
Türkiye’de tarımın dünya ölçeğindeki gelişmelerin ve dönemsel yönelimlerin etkisiyle inişli-çıkışlı bir hat izleyen kapitalistleşme süreci, esas olarak bir “tarım devrimi” modeline oturmadı. Diğer yandan, küçük üreticiliğin yaygınlığını koruması nedeniyle tarım işçilerinin oranı düşük kaldı. Ancak, Dünya Bankası’nın 1977 tarihli Türkiye Tarım Raporu’nda, Türkiye’nin Meksika ve Brezilya ile birlikte dünyanın en adaletsiz kırsal gelir dağılımına sahip ülkeleri arasında yer aldığı belirtiliyordu.
Tarım işçilerinin kaderi ise, tarım sektörüne yönelik yaklaşım ve politikalarla yakından ilişkilidir. Petrol-İş’in bir çalışmasında, tarımın 1980 öncesinde yerli sanayiye girdi, ucuz işgücü ve sermaye sağlayan, dışsatımlarıyla döviz kazandıran bir sektör olarak algılanmasına karşın, 1980 sonrasında sadece ucuz işgücü ve gıda sağlama görevlerini üstlenmesi istendiği için tümüyle “serbest piyasa” koşullarının yıkıcılığına terk edildiği anlatılmaktadır. 11
Tarım işçileri genelde işçi statüsünde, emek güçlerinin karşılığında ücret alarak çalışanlar olarak tanımlanmaktadır. Daha geniş kapsamlı tanımların kullanımı ise giderek yaygınlaşmakta ve iş yasalarına da girmektedir.
Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) çeşitli karar ve raporlarında tarım işçisi terimini, ücretli tarım emekçilerinin yanı sıra, kiracılar, ortakçılar ve küçük toprak sahiplerinin tümü için kullanılır. Örneğin, 1975’te kabul edilmiş olan Kırsal İşçi Kuruluşları Sözleşmesi’nde, ücretli işçi veya kendi hesabına çalışır olmalarına bakılmaksızın kırsal kesimde, tarım veya ilgili bir işte çalışan herkes kırsal işçi sayılmaktadır. ILO sözleşmelerinde tarım işçisi yerine kırsal işçi teriminin kullanılması ormancılık sektöründe çalışan kesimi de kapsamak içindir. 12
Yine ILO’nun 11 No’lu Sözleşmesi tarım işçilerinin örgütlenme haklarına ilişkindir:
“Milletlerarası Çalışma Teşkilatı’nın bu sözleşmeyi onayan her üyesi, tarımda çalışan bilumum şahıslara, sanayi işçilerinde olduğu gibi dernek kurma ve birleşme haklarını aynen sağlamayı ve tarım işçileri bakımından bu hakları tehdit edici kanuni veya sair hükümleri ilga etmeyi taahhüt eder.” 13
Türkiye’de ise, ILO sözleşmelerinin birçoğuna imza atılmış olmasına karşın, bu sözleşmelerin içerdiği hükümler iş yasalarına yeni yeni taşınmaya başlamıştır. 1475 sayılı iş kanununda tarım işçilerinin bir tanımı yoktur. Kanun, tarım sektöründe çalışanları kapsam dışında tutmuştur. Bununla birlikte tarım işkolunda örgütlenme, toplu iş sözleşmesi yapma grev ve lokavt hakları 1963 yılında kabul edilmiştir.
Tarım işkoluna giren işyerleri esas olarak 1475 Sayılı İş Kanunu’nun kapsamı dışında bırakılmıştır. İstisnalar şunlardır: Tarım alet ve makinelerinin yapıldığı tarım sanatları, tarım sanayisi ile ilgili işler, tarım işletmelerinde yapılan yapı işleri, halkın faydalanmasına açık veya işyerlerinin müştemilatı durumunda olan park ve bahçe işleri. Ayrıca denizlerde çalışan su ürünleri üreticileri ile ilgili işler. Bu işyerlerinde çalışan işçiler İş Kanunu’nun tanıdığı bütün olanaklardan yararlanmakta iken, diğer işçiler haklarını almak için örgütlenmek durumundadır. Tarım işçilerine İş Kanunu’nda tanınan tek hak, devletin belirleyeceği asgari ücretten yararlanmaktır. 1973-1988 yılları arasında asgari ücret tarım ve orman işçileri için ayrı olarak ve diğer işçilerden daha düşük miktarlarda belirlenmekteydi. 1989 tarihinden itibaren tüm sektörler için tek bir asgari ücret biçimde belirlenmeye başlamıştır.
2821 sayılı Sendikalar Kanunu İşkolları Tüzüğü’nde tarım, hayvancılık, balıkçılık ve avcılık işkolu 1 No’lu işkolu olarak tanımlanmıştır. Tüzükte işkoluna dahil olan işler şu şekilde sıralanmıştır: Tarım ve hayvan yetiştirme, ormancılık ve tomrukçuluk, her türlü teraslama işleri, tarım ve bahçevanlık okulları hizmetleri, avcılık ve av hayvanlarının üretilmesi, balıkçılık, süngercilik ve benzeri su ürünlerinin çıkarılması işleri. 14
1978 yılında “Tarımda İş Bulma Aracılığı Hakkında Tüzük” çıkarılarak aracılar denetim altına alınmaya çalışılmıştır. 1983 yılında SSK Kanunu’nun kapsamı genişletilerek kamu sektöründe çalışan bütün tarım işçilerinin sigortalı olması zorunlu hale getirilmiş, özel sektör çalışanları ise isteğe bağlı sigortalılık hükümlerine tabi kılınmıştır. 1989 yılında kabul edilen bir değişiklikle, iş yasasının ücretlere dair hükümlerinin tarım işçilerine ne şekilde uygulanacağı netleştirilmiştir. Nihayet 2925 sayılı yasa ile tarımda ücretli çalışanların tümü sosyal güvenlik kapsamına alınmıştır.
Geçtiğimiz günlerde kabul edilen “İş Güvencesi Yasası” ile “Yeni İş Kanunu Yasa Tasarısı”nda tarım işçilerine ilişkin bölümler de yer almaktadır.
Sendikal örgütlülük ve tarım emekçilerinin eylemleri
2000 yılı verilerine göre, tarım sektöründe 4 bin 164 işyerinde 133 bin 627 işçi çalışmaktadır. Sektörde örgütlü bulunan sendikaların üye sayıları ise ortaya ilginç bir tablo çıkarmaktadır. Türk-İş’e bağlı Tarım-İş’in 48 bin 504 ve Orman-İş’in 87 bin 254, Hak-İş’e bağlı Öz-Tarım İş’in 588, DİSK’e bağlı TİS’in 224 ve bağımsız Emek Tarım-İş’in 3 bin 203 üyesi bulunmaktadır. Bu sayılara göre tarım işçilerinin yüzde 104’ü (!) sendikalıdır.
Kamuda çalışan 126 bin 709 işçiye karşılık özel sektör sadece 10 bin 402 işçi istihdam etmektedir. Kamuda memur statüsü ile çalışanların sayısı 60 bin 257’dir. KESK 12 bin kamu emekçisini örgütlerken, Türkiye Kamu-Sen’in örgütlediği kamu emekçilerinin sayısı 29 bin 544 olarak bildirildiği için işkolu bazındaki toplu görüşmelere Türkiye Kamu-Sen’e bağlı sendika davet edilmiştir.
DİE’nin 2000 yılı verilerine göre tarımda devlete çalışmak daha avantajlı. Devlete ait tarım işletmelerinde çalışan işçilerin ortalama ücret düzeyi, özel tarım işletmelerinde çalışan işçilerin ortalama ücret düzeyinin iki katından yüksek. Özel tarım işletmelerinde çalışan sürekli işçilerin 2000 yılındaki aylık ortalama ücreti 139 milyon 486 bin lira, devlete ait tarım işletmelerinde çalışan sürekli işçilerin ortalama ücreti ise 397 milyon 249 bin liraydı. Aynı dönemde, özel işletmelerde çalışan mevsimlik işçilerin günlük ortalama ücreti 5 milyon 248 bin lira, devletin tarım işletmelerinde çalışan işçilerin günlük ortalama ücreti ise 11 milyon 539 bin 834 liraydı.
Tarım kesimindeki köylü-işçi eylemleri 1967-1971 döneminde bir yoğunlaşma yaşamış, 1975 yılında Söke’de Toprak-İş Sendikası’nda örgütlenen işçiler, Ceyhan’da Çapa-İş Sendikası işçileri, Nusaybin’de de Devrimci Toprak-İş üyesi işçiler haklarının gasp edilmesine karşı eylem yapmışlardır. 1980 sonrasında ise grevler ağırlık taşımıştır.
1995 yılında tıkanan toplu iş sözleşmesi görüşmeleri sonrasında 29 işyerinde 22 bin 600 tarım işçisi greve çıkma kararı almış, ancak Türk-İş’in kamuya ait diğer işyerlerinde anlaşma sağlanması üzerine grev durdurulmuştur. 1997 yılında Beykoz ve Sarıyer fidanlıklarında Tarım-İş üyesi 100 tarım işçisi özelleştirmeye karşı toplu basın açıklaması yapmış, 1998 yılında Tarım-İş’in örgütlü olduğu Hayrettin Karaca Çiftliği’nde sendikalaşma nedeniyle 15 işçinin işten atılması üzerine direnişe geçilmiştir. 1999 yılında KESK’e bağlı Tarım-Sen üyeleri ücretleriyle ilgili olarak Tekel Genel Müdürlüğü önünde 250 emekçinin katıldığı bir eylem gerçekleştirmiştir.
Tarım-İş Sendikası’nın öncelikleri, tarım işçilerinin İş Kanunu kapsamına alınması, özellikle kamuya ait işyerlerinde giderek yaygınlaşan taşeronlaştırmanın durdurulması, kamudaki geçici işçilerin daimi statüye geçirilmesi, özel sektör örgütlenmesi için vazgeçilmez önem taşıyan iş güvencesinin sağlanması, kamuya ait tarım işletmelerini özel sektöre kiralama girişimlerinden vazgeçilmesi olarak belirtilmektedir.
Tarım işçilerinin sınıfsal konumu
Tarım işçileri ile kırsal kesimdeki diğer katmanlar arasında ciddi bir geçişkenlik söz konusudur. Yine de yoksul köylüler, mevsimlik tarım işçileri ve tarımsal işletmelerde çalışan sözleşmeli ve kadrolu işçiler tarım işçileri olarak tasnif edilebilir görünüyor.
Yoksul köylülük, Boratav’ın bir çalışmasında şöyle tanımlanmaktadır;
“(…) malik olduğu toprak ve iş aletleri, ailenin yeniden üretimi için yetersizdir. Bu nedenle bu grup, ya toprak kiralayarak veya işgücünü diğer işletmelere satarak varlığını sürdürebilir. İkinci özelliği, yani sınırlı süreler için de olsa işgücünü satma zorunda olması, yoksul köylülüğü orta köylülükten ayıran en önemli özelliktir. Bu grubu tek bir üretim ilişkisine bağlamak güçtür. İşgücü piyasasına girdiği ölçüde kapitalist ilişkilerle bütünleşir; toprak ağalığına bağımlı bir ortakçılık durumunda yarı-feodal ilişki içine girmiş olur; küçük ve orta mülk sahiplerinden toprak kiralayarak varlığını sürdürebilen ve piyasaya üretim yapan yoksul köylünün ise, belli ölçülerde küçük meta üretimini içerdiği söylenebilir.” 15
Yoksul köylülük, yoksullaştığı oranda işçi sınıfı saflarına itilen bir toplumsal tabaka olarak düşünülmemelidir. Ne kadar yoksullaşsa da küçük köylülüğün başka iş arama güdüsünün oldukça zayıf olduğu tezinin savunulduğu bir araştırmada, iç içe geçmişlik öne çıkarılmaktadır:
“Küçük köylülerin tarım işçiliğine başvurmaları kendi üretimlerini de sürdürebilmeleri koşulu ile olmaktadır. Genellikle sebze, meyve ve narenciye işinde çalışan köylüler, bahar aylarında kendi işlerinin başında olmakta, yaz sonunda ise işletmenin başına ailenin yaşlı üyelerini gözcü olarak bırakarak geri kalan aile üyeleri ile birlikte tarım işçiliği yapmaktadır.” 16
Boratav’ın bahsi yukarıda geçen çalışmasında “toprak işçisi” şu şekilde tanımlanıyor:
“(…) tamamen veya büyük ölçüde işgüçlerini satarak yaşayan, dolayısıyla kapitalist ilişkileri temsil eden bir gruptur. Sınırlı ölçülerde toprak mülkiyeti olsa dahi bunu bizzat işleme gücünden yoksundur ve bu hallerde toprak kiraya vermesi beklenir.” 17
Kırlardaki yoksullaşma sürecinin kendisini değil sonuçlarını önemseyen Sosyalizm Programı’nda şu satırlar yer almaktadır:
“Köylülüğün yoksullaşma ve proleterleşme süreci, coğrafi bölgeler açısından önemli farklılıklar göstermektedir. Küçük üreticiliğin yaygınlığını korumasına karşın, topraksızlaşma sürecinde köylülüğün bir bölümü sanayi işçisi, bir bölümü tarım proleteri, bir bölümü hizmet sektöründe eğitimsiz işgücü, bir bölümü kent ve kasabalarda marjinal sektörlerin parçası ve bir bölümü de işsizler ordusunun parçası olarak yeni bir sınıfsal kimlik kazanmaktadır.” 18
Bölgesel ve mevsimsel etkenler, kırsal emek gücünün hareketini önemli ölçüde belirlemektedir. Mevsimlik tarım işçileri, geçimini emek gücünü satarak sağlamaya çalışanlar arasında önemli bir ağırlığa sahiptir.
Irgatın ve Vitaminin Öyküsü’nde, Çukurova’da çalışan mevsimlik tarım işçile-rinin yaşam kavgası oldukça başarılı bir şekilde betimleniyor. Uzunca bir alıntı yapmayı haklı çıkaracak kadar:
“(..) Ne gece ne de sabah. İkisinin arası bir zaman. Gecenin zifiri karanlığının dağılmaya yüz tuttuğu, şafağınsa henüz sökmeye başladığı saatler. Tarım işçilerinin yeni ve yorucu bir güne uyandığı saatler. Hasat dönemlerinde, günü saat dört gibi başlar tarım işçilerinin. İkişerli, üçerli, beşerli gruplar halinde evlerden çıkanlar arasında her yaştan insan görmek mümkün. Yüzleri puşi ve tülbentlerle sıkı sıkıya sarılmış. Ellerinde azık doldurulmuş torba ve sepetlerle yüzlerce, binlerce insan, bozulmuş, kırık-dökük asfalt ve kaldırımların üzerinde birikiyor. Kimi gecenin felç edici soğuğundan korunmak için yaktıkları ateşin etrafında ısınmaya çalışıyor. Hepsi kendilerini tarlalara taşıyacak kamyonları bekliyor. Öbekler halinde mahallenin anacaddesinde gecenin bir saatinde biriken insan kalabalığı…
Kamyonlar, pamuk ve narenciye hasadında insan nakliyatı yapıyor Çukurova’da. Pamuğu tarladan, narenciyeyi dalından toplayan çocuk, genç, yaşlı binlerce insanın nakliyatı. Elçilerin denetiminde kamyon kasalarına binen tarım işçilerini, bir saati aşkın bir yolculuk bekliyor. Kasalarda yapılan bir iş yolculuğu bu! Ateşe körükle gider gibi, dondurucu soğuğa bir de asfaltın soğuğu ekleniyor, bu yolculuklarda. Kamyon içindeki derin öksürüklerden ağır hastalıkların işaretini yakalamak için doktor olmaya gerek yok. Ciğerlere işleyen soğuklar yüzünden astıma, zatürreeye, vereme vs. hepsine genç yaşta yakalanıyor tarım işçileri. Sağlık hizmetleri lüks bir harcama olarak kalıyor, tarım işçilerinin gündelikleri yanında. Kamyon kasasının arkasından, Çukurova’nın etekleri üzerinde yükselen Toroslar, kışın yağan karla, tablolardaki resimlerden daha da canlı duruyor ovada. Asfaltın üzerinden hızla ilerleyen kamyondan, birbiri ardına dizili Toroslar görünüyor. 2 saat kadar süren iş yolculuğu boyunca, kamyon kasaları tarım işçilerinin sıcak sohbetlerine tanıklık ediyor. Bu sohbetlere katılmayan genç kız, delikanlı ve kimi anaların ise derin düşüncelere daldığı yüzlerindeki tebessümden, bakışlarındaki donukluğa kadar her hallerinden anlaşılıyor. Hayaller, umutlar, özlemler…
Yaşam serüvenleri, kamyon kasasının arka yüzünden hızlı bir şekilde akan beyaz örtülü Toroslar gibi akıyor, tarım işçilerinin belleğinden. Yol kenarlarında yeşil narenciye bahçeleri, bulutlu gökyüzüyle birleşen kar ve sisle kaplı Toroslar, işçilerin derin, buruk ve donuk bakışları arasında hızlı akan bir nehir gibi geçiyor, yolculuk boyunca.
Elçi denetiminde iş yolculuğunun ardından bahçe kenarlarına yanaşan kamyonlardan bir bir inip, tek sıra halinde diziliyorlar. Bahçe sahibi ya da tüccarın gözetiminde sayım veriyor tarım işçileri. Bu sayımın ordudaki içtimadan bir farkı yok. Elçi, işçileri saydıktan ve hepsinin eline narenciye toplamaya yarayan birer makas ve boş bir sepet tutuşturduktan sonra narenciye yaprakları arasında kayboluyorlar. Kimisi ağaçların yere sarkan dallarından, kimisi ağacın tepesinden topluyor meyveleri.
Gün boyunca elçilerin denetiminde portakal, mandalina, limon ağaçlarının arasında yüksek bir tempo ile çalışmak zorundalar. Çünkü istenen miktar toplanamazsa eğer, gözden düşecek ve ücretlerinden kesintiye uğrayacaklar. Patronla işçi arasında aracı görevini gören ve işçileri anlaştığı tüccarın hizmetine sunan elçi, parasını her bir işçinin gündeliğinden belli bir kesinti yaparak alıyor. İşçileri yakın takibe alarak, komutan gibi direktifler yağdırıyor sürekli.
Eskimiş çizme ve lastikler, ıslanmış toprağı aşındırıyor gün boyunca. Yağmur birikintilerinin bataklığa dönüştürdüğü zeminde, çizmesi olmayan kimi genç kızlar terliklerle aşındırıyor, bu çamuru…” 19
Marmara ve Ege bölgelerinde mevsimlik olarak ihtiyaç duyulan tarım işçileri başta Doğu Karadeniz olmak üzere Karadeniz ve kısmen İç Anadolu bölgelerinden sağlanmaktadır. Çukurova’da, istihdam olanaklarının sınırlı olmasına karşın, mevsimsel olarak bölge dışından tarım işçilerine ihtiyaç duyulmaktadır. Karadeniz Bölgesi ise hem dışarıdan mevsimlik tarım işçisi almakta hem de dışarıya mevsimlik tarım işçisi vermektedir.
Mevsimlik tarım işçileri, işçilik yaptıkları dönemlerde çalışmak dışında herhangi bir toplumsal etkinliğe katılma şansına sahip değildir. Dahası, yaşamlarının geri kalan kısımları da oldukça zor şartlar altında geçmektedir:
Genel olarak mevsimlik tarım işçilerinin toplumsal yapılarına bakıldığında, onları adeta tek pencereli bir kapalı yapı içinde görmek olasıdır. Tüm çevre ile ilişkileri iş bulma ile sınırlanmış gibidir. Mevsimlik tarım işçileri için asıl amaç çapa ve toplamada iş bularak çalışmaktır. İşin az bulunduğu mevsimlerde ise, mevsimlik tarım işçileri eğer yörede kalmışlarsa kahvelerde iş beklemekle günlerini geçirirler. Bu bekleyiş sonucu zaman zaman bulabildikleri işler genellikle kısa ve günübirlik işler olur. Kimileri ise işportacılıkla, özellikle karpuz, sebze satarak zamanlarını geçirirler.” 20
Bütün büyük ve orta işletme sahipleri, “tutma” adı verilen sürekli tarım işçileri çalıştırır. Ancak bunlar genellikle işletme başına birkaç kişiyi geçmez. Devlete ait tarımsal işletmelerde çalışan sürekli tarım işçilerininse hem toplam sayısı hem de oranı daha yüksektir. Diğer yandan, özellikle Devlet Üretme Çiftliklerinde, çalışmanın yoğun olduğu mevsimlerde, sürekli tarım işçilerine oranla çok yüksek sayılarda mevsimlik tarım işçisi çalıştırmaktadır.
Tarım işletmelerinde çalışan geçici ve daimi işçilerin neredeyse çok büyük bir bölümü kamu kurum, kuruluş ve işletmelerinde çalışanlardan oluşmaktadır. Tarım işletmelerinde çalışanların yüzde 85’ine tekabül eden bu kamu ağırlığının özelleştirme girişimleri ve uygulamaları sonucunda nasıl bir dönüşüm yaşayacağı açıktır.
Tarım işçilerinin geleceği
İlk olarak vurgulanması gereken nokta şu: Tarım işçilerinin geleceğini, kapitalist gelişim dinamiklerinin yanı sıra, Türkiye işçi sınıfının öncüsü ile birlikte yürüteceği iktidar kavgası belirleyecektir.
Devam etmeden önce, iki parantez…
Birincisi, dünyadaki bazı özgün deneyimlerin Türkiye’de yinelenebileceğine ilişkin veriler yetersizdir. Örneğin, topraksızlaşma sürecinin ürünü olan siyasal hareketlenmeler söz konusu olduğunda, akla Bolivya Topraksızlar Hareketi (BTH) gelmektedir. 140 topraksız aile Mayıs 2000’de 235 dönümlük terk edilmiş bir araziyi işgal ederek bu hareketin tohumlarını attı. Eylemci ailelerin çoğu, yıllar boyunca yakınlardaki çiftliklerde çalışmıştı. BTH ise bir ay sonra kuruldu. Sonrasında topraksız işçiler Chaco’da yedi ayrı yerleşim yeri kurdular. Şube sayısı giderek artan BTH, ABD güdümlü tarım programlarına karşı mücadele eden köylülerin eylemlerini koordine ediyor. Brezilya’daki Topraksızlar Hareketi ile de ilişki içindeler. Brezilya’daki hareket 500 bin aileyi örgütlemiş durumda. 21
İkinci parantez: Bilindiği gibi Güneydoğu Anadolu Projesi, Güneydoğu Anadolu’yu kalkındırırken Kürt sorununu da çözme iddialarıyla 1984’de başlatılmıştı. Proje açıklandığında GAP’ın 2000 yılına kadar bölgedeki gelirleri beş kat artıracağı ve 5.5 milyon kişiye iş olanağı yaratacağı söyleniyordu. GAP gerçeği ise bundan çok farklı. O günden bu yana bölge insansızlaştırıldı, 3 bin köy boşaltıldı. Emperyalist tekeller bölgedeki toprakların önemli bir bölümüne göz dikerek harekete geçti… Ancak, GAP’ın yalnızca bölgesel dinamikler bağlamında değerlendirilmesi mümkün değildir. Türkiye işçi sınıfı siyasete ağırlık koyduğu oranda, bölgeye ve GAP’a dair kritik açılımlar gerçekleştirilecektir.
Bu iki parantezin ardından, çalışmamızı tarım işçilerinin geleceğine ilişkin bazı saptamalarla tamamlayabiliriz:
Bir: “Tarım kesiminde sosyalizm mücadelesinin en önemli taşıyıcıları, belirli bölgelerde giderek yaygınlaşmakta olan kapitalist işletmelerdeki tarım proleterleridir. Tarım proleterlerinin ikinci, üçüncü ve dördüncü kuşak sanayi proleterlerinin ideolojik, siyasal ve kültürel birikimine sahip olmadığı açıktır. Ancak bu durum, tarım proleterlerinin kırlardaki sınıf mücadelelerinin sürükleyici gücü olmasına engel değildir.” 22
İki: Tarım işçilerinin ikincil işgücü olarak kavranması doğru olmayacaktır. Başta Türkiye işçi sınıfının asli unsurları olan sanayi işçileri ve hizmet sektörü işçileri ile iç içe geçmişlikleri, tarım işçilerinin kendi dünyalarında yaşayan işçiler olarak ele alınmalarını zorlaştırmaktadır. Söz konusu geçişkenlik, tarım işçilerini Türkiye işçi sınıfının genel siyasal ve ideolojik yönelimlerini paylaşmaya giderek daha açık hale getirecektir.
Üç: Endüstri bölgeleri ve serbest bölgeler önümüzdeki dönemde emperyalist dayatmaların da ürünü olarak Türkiye gündeminde daha fazla yer işgal etmeye başlayacaktır. Bu bölgeler, özellikle verimli tarım alanlarında kurulmaları bir tarafa tarım işçileri ile işçi sınıfının diğer kesimleri arasındaki geçişkenliği daha da artıracaktır.
Dört: Tarımsal üretimin çökertilmesi sürecinde tarım işçilerinin sınıfsal konumu ve yönelimleri de önemli dönüşümlere uğrayacaktır. Bu dönüşümler Türkiye işçi sınıfının bütünü üzerinde de belirli etkilerde bulunacaktır.
Beş: Tarım işçilerinin sınıf mücadelelerinde üstlenceği roller, bölgeler bazında farklılaşabilecektir. Özellikle Kürt emekçilerinin yoğun olarak yaşadığı bölgelerde yaşanacak olan dönüşümler ve bu dönüşümlerin ürünü olarak Kürt emekçilerinin sınıfsal kimliğinin ön plana çıkması, Kürt ve Türk emekçilerinin ortak mücadelesini örgütlemek konusunda kimi yeni olanaklar sağlamaya adaydır.
Dipnotlar ve Kaynak
- “Tarım İşçisi Çavuş’a Emanet”, soL, 24, 19 Şubat 1999, s.21.
- Esin BUDAK, “Tarımsal Üretim ve Sosyal Sınıflar”, Diyalektik Yay., 1991 s. 56.
- Bahattin AKŞİT, “Kırsal Dönüşüm ve Köy Araştırmaları: 1960-1980”, Türkiye’de Tarımsal Yapılar (1923-2000), der: Şevket PAMUK – Zafer TOPRAK, Yurt Yay., Ankara, Ağustos 1988, s. 191.
- Yücel ÇAĞLAR, “Köy, Köylülük ve Türkiye’de Köy Kalkınması Sorunu”, TZD Yay., 1986 s. 59.,
- Ernest MANDEL, “Marksist Ekonomi El Kitabı”, c. 1, Ant Yay. 1970, s. 301.
- Nefise BAZOĞLU, “İşçileşmeye Karşı Köylülüğün Devamı Tartışması ve Düşündürdükleri””, 11. Tez, 7 Kasım 1987, s. 30.
- Ronnie MARGUILES – Ergin YILDIZOĞLU, “Tarımsal Değişim, Geçiş Sürecinde Türkiye”, der: Irvin Cemil SCHICK – Ertuğrul Ahmet TONAK, Belge Yay., İstanbul, 1990, s. 308.
- Tülin ÖNGEN, “Prometheus’sun Sönmeyen Ateşi”, Alan Yay., İstanbul, 1996.
- “Sosyalizm Programı ve Temel Siyasi Tezler”, Gelenek Yay. İstanbul, 3. Baskı, 2001.,
- İlhan AKALIN, “Tarımda İlk İşçileşme”, Türkiye Sendikacılık Ansiklopedisi, c.3, Kültür Bakanlığı ile Tarih Vakfı’nın ortak yayını, İstanbul, 1988, s. 145.
- “’90 Petrol-İş (Yıllık)”, Petrol-İş Yay., İstanbul, s. 139.
- Yasemin GÜNGÖR, “Tarım İşçileri”, Türkiye Sendikacılık Ansiklopedisi, c.3, a.g.y., s.144.
- Kamil ATEŞOĞULLARI, “Uluslararası Çalışma Örgütü ve Türkiye”, Petrol-İş Yay., İstanbul, 1997.
- www.ssk.gov.tr
- Korkut BORATAV, “Tarımsal Yapılar ve Kapitalizm”, Birikim Yay., İstanbul, Haziran, 1981, s. 79.
- Murat ŞEKER, “Tarım İşçilerinin Toplumsal Bütünleşmesi”, Değişim Yay., 1986, s. 86.
- Korkut BORATAV, a.g.y., s. 79.
- “Sosyalizm Programı ve …”, a.g.y., s. 26.
- Sinan ARMAN, “Irgatın ve Vitaminin Öyküsü”, Yeni Evrensel, 22 Ocak 2002.
- Murat ŞEKER, a.g.y., s. 136.
- Peter LOWE, “Bolivyalı Topraksızların Yürüyüşü – Topraksızlar Hareketi”, çev: Taylan Bilgiç, Evrensel, 24 Haziran 2002.