Bu yılın Mart ayı geldiğinde, içinde bol miktarda “kadın” sözcüğü bulunan bir yazı yazmak konusunda herhangi bir sıkıntıyla karşılaşmadık. Gerçi Gelenek’in mart aylarında “kadın sorunu” hakkında yazmak ya da başka aylarda yazmamak gibi bir “gelenek”i bulunmuyor; ama ayşe düzkan1 ve arkadaşları sağ olsunlar bize en azından bu yılki Mart-Nisan sayımızda meseleyi atlamama fırsatını vermiş oldular.
Postexpress dergisinin 18 Aralık-15 Ocak 2002 tarihli 2002’ye 12. sayısında, “Feministler Türkiye Komünist Partisi’ne niye üye olamaz?” tartışma bandı altında, “Papazın çelişkisi” başlıklı ve ayşe düzkan imzalı bir yazı yayımlandı. Yine TKP’yi hedef alan ve “Biz aşağıda imzası bulunanlar” başlıklı bir kutu ile birlikte…
ayşe düzkan, “Papazın çelişkisi” başlıklı yazısında, “Biz aşağıda imzası bulunanlar”ın deklarasyonunu gerekçelendirerek, mevzuyu daha iyi bir şekilde kavramamıza yardımcı oluyordu.
Öncelikle, Postexpress’in ilgili sayısını okumamış olan Gelenek okurları için, 29 kadının imzalamış olduğu metinle ilgili kısa bir bilgilendirme yapmakta yarar var.
ayşe düzkan ve arkadaşları, Türkiye Komünist Partisi Genel Sekreteri Kemal Okuyan’ın 3 Kasım seçimleri öncesinde Postexpress dergisinde yayımlanan röportajda feminist hareket ile ilgili sorulara verdiği yanıtları hedef alıyor.
Metnin başında, söz konusu röportajdan şu satırlar alıntılanıyor:
“- Bu sadece eşcinseller için değil, başka renkler için de geçerli. Örneğin bir feminist, TKP programını çok benimsiyorum dese, biz deriz ki, size saygımız sonsuz, ama üye olmak gerekmiyor TKP’li olmak için.
– Yani feministim diyen birisi parti üyesi olamaz…
– Hayır, çünkü başka bir şey bu. Feminizm, bir siyasal çizgi. Ben bu kimliğimle TKP üyesi olacağım dediği zaman, bizim açımızdan bir problem var…”
İşte bu satırların galeyana sevk ettiği feministler bir metin kaleme alarak imzaya açıyor ve 29 imzaya ulaşarak bu metni TKP Basın Bürosu’na gönderiyorlar. Metnin parti yayın organlarından birinde yayımlanması talebiyle! Ancak söz konusu metin, her nedense (!) hiçbir parti organında yayımlanmıyor. Üstüne üstlük, neden yayımlanmadığı konusunda herhangi bir açıklama da yapılmıyor.
Mart ayında feministler hakkında kırıcı sözler sarf etmemek adına, bu meseleyi bir yana bırakalım. Ama bu arada, “8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü”nü feministlerin tapulu malı olarak görmediğimizi de ekleyelim…
29 feminist, Kemal Okuyan’ın yukarıdaki açıklamalarının “partiyi bağlayıp bağlamadığı”nın açıklanmasını talep ediyor. Kendileri, bağladığı kanaatini edinmiş…
TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan gerekli açıklamayı daha önce Komünist gazetesinde yapmıştı: “Ben ya da bir başkası partiyi bağlamaz; bizi bağlayan partidir!”
Bu vesileyle, bu yazının da partiyi bağlamadığını, ama bu satırların yazarlarını partinin bağladığını belirtelim…
Eşcinsellerle ve çevrecilerle aynı kefeye konamayacaklarını vurgulayan 29 feminist, feminizmin bir “siyasal pozisyon”a sahip olduğunu söyledikten sonra, TKP’ye üye olma haklarının tanınmasını istiyor. Elbette, bu hak kendilerine tanınsa kullanıp kullanmayacakları konusunda herhangi bir açıklamada bulunmuyorlar.
Ama kullanmaya karar verirlerse, bunun ardında ne tür niyetlerin bulunacağı konusunda gereken açıklığı sağlıyorlar:
“TKP ya da başka herhangi bir karma yapı feminist siyasetin olsa olsa alanlarından birisi olabilir.”
Aynen böyle!
Kemal Okuyan ne diyordu?
“Feminizm, bir siyasal çizgi” diyor ve TKP’ye de bu nedenle üye olamayacaklarını söylüyordu.
Feministler ne diyor?
“Biz bir siyasal çizgiyiz” diyorlar.
O zaman anlaşmazlık nerede?
ayşe düzkan, bir papaz hikayesi naklediyor:
“lenin, malûm, anlatmış: bir papaz komünist partisine üye olup aynı zamanda pazarları vaazını verebilir, bu durumda bir çelişki oluşur tabii ama, lenin, yanlış hatırlamıyorsam, kabaca, ‘bu, partinin değil, papazın çelişkisidir’ diyor. kemal okuyan, sağolsun, feministlere buna benzer bir çelişkiyi çok görmüş. bunun tesadüf olmadığını düşünüyorum.”
Burada elbette bir tesadüf yok. Yok, çünkü bu örneğin tartışmayla en küçük bir ilgisi bile bulunmuyor!
Herhalde Lenin, papazın vaazlarını partinin (pazar günleri düzenlenen) genel üye toplantılarında verebileceğinden, parti içinde Hıristiyanlık propagandası yapabileceğinden, partiyi Hıristiyan dünya görüşünü yayma mücadelesinin “alanlarından biri” olarak değerlendirebileceğinden söz etmiyordu!
Eşcinsellerle ve çevrecilerle olmasa bile papazlarla aynı kefeye konmak isteyen düzkan, TKP’nin bunu neden istemediğini anlamaya da çalışıyor.
Bizim yerimize şu akıl yürütmeyi yapıyor:
“(…) tkp, (…) bize diyebilir ki, ‘bizim sosyalizm için yaptığımız çalışma aynı zamanda kadınların kurtuluşunu da hedeflemektedir. çünkü kadınların ezilmesinin ve sömürülmesinin ardında yatan sistem kapitalizmdir ve kapitalizmin yıkılması kadınların kurtuluşunu da getirecektir.’”
Çok güzel!
Eğer aynen bu şekilde düşündüğümüzü düşünüyorsa, o zaman bizden ne istiyor?
O kendi düşündüğü gibi mücadele eder, biz kendi düşündüğümüz gibi. Birbirlerimizin fikirlerine “saygı” duyar, barış ve kardeşlik içinde yaşayıp gideriz…
Peki, biz gerçekten de tam olarak böyle mi düşünüyoruz?
“Tam olarak” değil; yalnızca “büyük oranda”…
Biz, kadın sorunu, insanlığın kurtuluşuyla bağlantılıdır. Kapitalizm altında çözülemez. Sınıfsız toplum, kadının nihai kurtuluşunun da ön koşuludur, diyoruz. Bir başka deyişle, kadın sorununun sosyalist devrimin gerçekleştirildiği anda tarihe karışacağını ya da sosyalizmde nihai olarak çözülebileceğini söylemiyoruz. Buna karşın, sınıflı toplumlara ve sınıflı toplumlardan biri olan kapitalizme özgü tüm diğer sorunlar gibi bu sorunun çözümü için de her şeyden önce sosyalist devrimin gerçekleştirilmesini zorunlu sayıyoruz.
Ama bu ayrıntı bir yana, biz, anlaşamadığımız konusunda anlaşmaya hazırız!
Ne yazık ki Ayşe Düzkan bu konuda anlaşmaya yanaşmıyor!
Madem öyle, diyor, neden kadın sorunundan yeterince sık bahsetmiyorsunuz? Oturup araştırmamış ama, “içinde hiç kadın kelimesi geçmeyen sayılar” yayınladığımıza bahse girermiş!
Sonra bu durumu tahlil etmeye çalışıyor. Çalışabilir elbette. Biz, mevzudan uzaklaşmamaya çalışalım…
Ardından, “kadın kurtuluş hareketi”nin “yeni” olmadığını kanıtlamaya çalışıyor. Hiçbir itirazımız yok!
Meseleyi şu noktaya bağlıyor:
“bir sosyalist parti, bence birkaç sebeple kadın kurtuluş hareketinin, feminizmin partisi olamaz. Birincisi çok basit, feminist bir örgüt yalnızca kadınlardan oluşur. İkincisi, ücretli emeğin kurtuluşunun programıyla kadınların kurtuluşunun programı ittifak yapabilirler, zaman zaman yan yana gelebilirler, birçok noktada uyuşabilirler, ama aralarında tam bir örtüşme söz konusu olmadığı gibi, çeliştikleri noktalar da vardır ve olacaktır.”
Daha da güzel! Eğer ayşe düzkan kendileriyle ittifak yapıp yapmayacağımız konusunda bize de tercih hakkı tanıyorsa, bu söylediklerine de hiçbir itirazımız yok! Evet, TKP, “feminizmin partisi” olamaz.
Bir noktaya açıklık getirmek zorundayız.
TKP’nin programı, “ücretli emeğin kurtuluşunun programı” değildir!
En azından, TKP, kendi programını bu şekilde değerlendirmemektedir.
Sosyalizm, insanlığın, bir başka deyişle kadın-erkek, genç-yaşlı herkesin kurtuluşunu hedefler. Sosyalizm, yalnızca ücretli emek sömürüsünden değil, her tür eşitsizlik ve baskıdan kurtuluş mücadelesidir.
Bu söylenenle sosyalizmin işçi sınıfının siyasal programı olması arasında herhangi bir çelişki bulunmuyor.
Çünkü, sınıfsız-sömürüsüz toplum mücadelesine öncülük edebilecek olan tek güç işçi sınıfıdır. Kadınıyla-erkeğiyle, genciyle-yaşlısıyla…
Yani, biz böyle düşünüyoruz.
Feministlerin böyle düşünmediğini de biliyoruz.
Evet, biz “farklı” düşünüyoruz!
Yazıyı okumaya devam ettikçe düzkan’ın aslında bir tür özeleştiri yaptığı hissine kapılmamak mümkün değil. Çünkü, feminizme göre bugünün dünyasında iki ayrı ve biri diğerinden daha üstün ya da belirleyici sayılamayacak “egemenlik sistemi”nin bulunduğunu vurguluyor: “patriyarka ve kapitalizm”.
ayşe düzkan ve arkadaşları, ortak imzalı metinlerinde, ne soruyorlardı?
TKP’nin, “parti programını kabul eden” feministleri partiye kabul edip etmediğini…
ayşe düzkan’ın bu yazdıkları, asıl sorun’un soruda olduğunu göstermiyor mu?
TKP’nin, programında “patriyarka” kavramına yer verilmiyor.
Üstelik, bu eksiklik, herhangi bir boşluk ya da belirsizliğin bulunduğu anlamına gelmiyor.
Sosyalizm Programı’nda, çok açık bir şekilde yazılıyor:
“Çağımız kapitalizmden sosyalizme geçiş çağıdır. Çağımıza damga vuran dinamikler emperyalist-kapitalist sömürü ve sosyalizm mücadeleleridir. Bu dinamikler öteden beri, çağımızın diğer gerçekliklerine göre çok daha temel bir önem ve belirleyici nitelik taşımaktadır.”
Bundan daha açık bir şekilde ifade edilebilir miydi?
ayşe düzkan’ın pek güzel bir şekilde tarif ettiği feminizmi savunan bir feministin, bir an için öyle olduğu zannına kapılsa bile, TKP programını benimsemesi mümkün olabilir mi?
Zaten, ayşe düzkan ve arkadaşları da, ortak metinlerinde, TKP’nin programında, “feminizmle bağdaşmayacak şeyler”in olduğunu söylemişler.
Bu durumda, feministlerin TKP üyeliğine kabul edilip edilmeyeceği konusunda bir parti kararının bulunup bulunmadığını, eğer varsa bunun hangi parti organında ve nasıl alındığını sormalarından daha anlamsız bir şey olabilir mi?
Kemal Okuyan ne diyordu?
“Ben bu kimliğimle TKP üyesi olacağım dediği zaman, bizim açımızdan bir problem var.”
Yani, kendisini feminist zannetmekle birlikte aslında TKP programını benimseyen kişilerle ilgili bir tavır da değil söz konusu olan. “Ben bu kimliğimle TKP üyesi olacağım” diyenlere, yani ben gerçek bir “feminist” olarak bu partiye gireceğim ve bu partiyi de “feminist siyasetin bir alanı” olarak değerlendireceğim, diyenlere dönük bir yaklaşım söz konusu. Buna da mı hakkımız yok?
Görüldüğü gibi, bu garip tartışmada anlaşılmaz olan, anlaşamadığımız konusunda neden anlaşamadığımız!
En az bunun kadar anlaşılmaz olan, Kemal Okuyan’ın açıklamasının, ayşe düzkan ve arkadaşları tarafından, “feministlere yönelik bir karalama çabasının ifadesi” olarak değerlendirilmesi.
Karalama nerede?
Belki de, 29 feministin ortak açıklamasındaki şu satırları daha dikkatli bir şekilde okumalıyız:
“Kemal Okuyan, görüşlerini izah ederken, özellikle post-modern düşüncenin etkisi altında olanlarca çok sık yapılan bir hatayı tekrar ederek, eşcinseller, feministler, çevreciler hatta inançlılar, türban mağdurları diye ilk ağızda sıraladığı bir takım ‘renkler’ varsaymış ve kendilerinin bu grupları temsil eden, özgürlükçü bir parti olmadığını söylemiş.”
Bu satırlarda anlaşılmaz olan bazı şeyler gerçekten de var!
Post-modern düşüncenin etkisi nerede? TKP’nin sözü edilen renk ya da grupları “temsil eden” bir parti olmadığı vurgusunda mı?
Burada olmasa gerek…
Neyse ki izleyen satırlar biraz daha açıklayıcı.
ayşe düzkan ve arkadaşları, feministlerin, eşcinseller, çevreciler ya da türban mağdurlarıyla aynı kategoride değerlendirilemeyeceğini söylüyor.
Eşcinsellerle çevreciler aynı kategoride mi? Ya eşcinsellerle türban mağdurları? Çevrecilerle türban mağdurları?
Bu bir yana, bunların tümünün aynı kategoride olduğunu iddia eden kim? Kemal Okuyan böylesi bir şey mi söylemiş?
Herhalde kimse, Türkiye’de ve dünyanın başka ülkelerinde eşcinselleri, çevrecileri, feministleri ve hatta dincileri ve başkalarını birer “renk” olarak gören ve bunları kucaklamayı marifet sayan siyasal parti ve hareketlerin bulunduğunu reddetmeyecektir.
Kemal Okuyan da, “biz böyle bir parti değiliz” diyor.
Ne var bunda?
“Hayır”, diyor ayşe düzkan ve arkadaşları, “partinizin kapılarını feministlere açın ve sizi bir ‘alan’ olarak değerlendirmelerine izin verin.” Bunu yapmadığımız için de feministleri karalamış oluyoruz. İnsaf!
ayşe düzkan, açıklamalarına devam ediyor:
“(…) bir sosyalist parti, nasıl ki kürt ulusal hareketini meşru saydıysa ve sayıyorsa (acaba saymak zorunda kaldıysa desem çok mu fazla olur?), bağımsız bir kadın kurtuluş hareketinin varlığını ve tabii ki kadın üyelerinin bu faaliyetlere katılımını meşru görmek zorunda, çünkü bu mücadele ezilenlerin mücadelesi. ama bir sosyalist parti kendisini asla kadın kurtuluş hareketinin (ya da kürt ulusal hareketinin!) yerine koymamalı.”
Neresinden başlamalı?
Herhangi bir sosyalist partiden değil, ama TKP gibi marksist-leninist bir partiden söz ediyorsak:
Bir: Temel hedefi sosyalist iktidar olan bir parti için, asıl ve doğru olan, dillerinden, dinlerinden, mezheplerinden, ırklarından, etnik kökenlerinden, cinsiyetlerinden ve başka özelliklerinden bağımsız olarak tüm işçi ve emekçilerin sermaye iktidarına karşı birlikte ve aynı örgüt çatısı altında mücadele etmesidir. Başka her şey, en fazla, “ikincil” önem taşır.
İki: Leninist parti için asıl ve doğru olanlar, gerçek yaşamda her zaman karşılık bulamayabilir. Kapitalizm koşullarında, bazı özgün sorun başlıkları, aslında yine emek-sermaye çelişkisinin ürünü olarak, farklı siyasal dinamik ya da hareketlerin güç kazanmasına yol açabilir. Sınıf mücadeleleri tarihinin defalarca gösterdiği gibi, ulusal sorunun ve köylülük sorununun, leninist partilerin de dikkate almak, hatta ittifak yapmak durumunda kaldığı siyasal hareketlere kaynaklık etmesi mümkündür. Ama yalnızca “mümkün”dür. Tercih edilir falan değil!
Üç: Bir komünist partinin sosyalist hareket dışında da “meşru” saydığı, daha doğrusu siyasal açıdan muhatap kabul ettiği hareketlerin bulunup bulunmaması başka bir şey, bir komünist partinin üyelerinin bu hareketlerde faaliyet yürütmesi ise bambaşka bir şeydir. Komünistler (en azından TKP üyesi komünistler), ister beğenilsin isterse beğenilmesin, sosyalist iktidar mücadelesini başka her şeyin “üstünde” görür ve aynı anlama gelmek üzere, ceplerinde iki ayrı kimlik kartı taşımazlar.
Dört: TKP’nin kendisini “kadın kurtuluş hareketi”nin “yerine” koymadığından ve böylesi bir niyetinin de bulunmadığından emin olunmalıdır. Başta ayşe düzkan ve arkadaşları olmak üzere herkesin içi rahat olsun: TKP üyesi kadınlar, “kadınların kurtuluşunu getirecek olan parti” olduğu için TKP üyesi değil. Ama diğer taraftan, kimse, TKP üyesi kadın ve erkekleri, sosyalist devrimin aynı zamanda kadınların kurtuluşunun da yolunu açacağını ve bugünün Türkiyesi’nde kadınların kurtuluşu için yürütülebilecek olan en ileri mücadelenin sosyalist devrim mücadelesi olduğunu düşünmekten alıkoyamaz.
Dedik ya, farklı düşünüyoruz!
Bu vesileyle bir noktaya daha açıklık getirelim.
TKP, kadınlara, “gelin, kadın olmaktan kaynaklanan sorunlarınızı partide çözün” demiyor.
Feminist hareketin, kendisine ilişkin olarak, böylesi bir iddiası olabilir.
Varsa, bunun bir yanılsamadan ibaret olduğunu düşünüyoruz. Ama tartışmamız açısından bunun bir önemi bulunmuyor.
Önemli olan, ayşe düzkan’ın “bizler maddeciyiz. komünistler de” diyerek başlattığı tartışma.
Düzkan, “düşünce yapılarının maddi toplumsal koşullardan kaynaklandığını” hatırlatarak, “komünistin kadını erkeği olmaz” diye kestirilip atılamayacağını söylüyor.
Aynı mantıkla, komünistin öğrencisinin, gencinin, yaşlısının, işçisinin, işsizinin, küçük burjuvasının, köylüsünün, burjuvasının, Türk’ünün, Kürt’ünün, polisinin ya da askerinin de bulunduğunu söylememiz gerekmez mi?
ayşe düzkan ve arkadaşlarının bu konuda ne düşündüğü kendi sorunları…
Biz, komünistlerin kendi sınıfsal, ulusal, etnik, dinsel, cinsiyete dair ve başka her türden kökenlerini “aşan” insanlar olduğunu söylüyoruz.
“Çoktan aşmış oldukları” anlamında değil, bu doğrultuda mücadele ettikleri anlamında!
“Komünistin kadını erkeği olmaz” diyorsak, kast ettiğimiz, komünistler zaten ermiş kişilerdir ve kadın erkek ilişkilerindeki sorunlarını halletmişlerdir, gibi bir şey değil. Dahası, komünist parti üyesi işçilerin “özgürleşmiş işçiler” olduğunu da söylemiyoruz.
Komünist kimliğin aşkın niteliği bunlardan farklı bir şeydir. Yanlış anlaşılması bizim sorunumuz değil, ama maalesef bir sorun. Düzeltmek bize düşüyor.
Sosyalizm mücadelesinin insanı, -kimilerine biraz kuru gelebilir ama- kendi maddi konumundan kaynaklanan sorunlarına “duyarsız”dır (istenirse, “duyarsız” olma çabası içindedir, diye de ifade edilebilir). Sosyalizm mücadelesinin insanı, “başka” sorunlarla ilgilidir. Sıradan sorunlarla… Eşitsizlik, zorbalık, açlık… Bunlara ilişkin bir “kurtuluş projesi”ne bağlanır. Sonra da onun gereklerine.
Sosyalizm mücadelesi veren insanlara ilişkin kahramanlık öyküleri, bu tercihin ürünü olmuştur. Kendilerinin değil, başkalarının sorunlarını veri alma tercihinden.
“Siz kimin adına böyle bir hakkı kendinizde buluyorsunuz” çıkışmaları, tartışmamızın bir konusu olmasa gerek…
Bugün emperyalist sistemin içinde kendine yer açmaya çalışan kapitalist bir ülkenin “yurttaşları”ndan olan biz komünistler, kadın-erkek, insan olarak, “şu üç günlük dünyada”, “özgürce” yaşamanın yolunun bu mücadeleyi vermekten geçtiğini düşünüyoruz.
Bizim seçtiğimiz mücadele yolunun, kendi bireysel sorunlarımızdan değil, insanlık sorunlarından yola çıkarak mücadele etmenin, gerçek anlamıyla özgürleşmenin zorunlu bir koşulu olduğuna inanıyoruz.
Buradaki tartışmamız açısından, sosyalizm mücadelesinde yer alan kadınların kadın olmalarından kaynaklanan pek çok sorunu bu mücadele içinde aştığını bizzat görmüş ve yaşamış olmamızın bir önemi bulunmuyor. Burada, “teorik” bir tartışma yürütüyoruz. Sosyalizm mücadelesinin kendisinin kadınların özgürleşmesi için de en elverişli ortamı yarattığını, ayşe düzkan ve arkadaşlarına “teorik olarak” kanıtlayamayız.
Çünkü, “paradigma”larımız farklı!
Yeter ki bunu kabul etsinler, başka bir şey istemiyoruz!
Ama o bizden, kadınların kurtuluşunun yalnızca ve yalnızca “kadınların elinden çıkacak bir toplumsal devrim”den çıkacağını kabul etmemizi istiyor!
Kadın sorununun yalnızca kadınların sorunu olduğunu kabul etmemizi, kadın sorununun erkeklerin de bir sorunu olduğu düşüncesini unutmamızı istiyor.
Asıl önemlisi, “maddeci” olduğunu iddia eden bir kişi olarak, “kadın sorunu”nun kapitalizm koşullarındaki tarif edilme biçiminin de kapitalist toplumsal ilişkilerle doğrudan ilişkili olduğunu göz ardı etmemizi istiyor.
Bu arada bir de kota savunusuna girişiyor.
Biz bu tür konularda gerçekten de biraz “kalın kafalı”yız!
TKP üyesi kadınlar ve erkekler, “kota” tartışmalarını, kadınlara dönük en büyük aşağılamalardan biri olarak görmeye devam ediyor.
ayşe düzkan’ın anlamakta zorluk çektiğini anlamakta zorluk çekmiyoruz.
Ama açıkçası, anlamakta zorluk çekmesi, bizi üzüyor.
düzkan kota meselesine ilişkin olarak,
“karma siyasal yapıların, kotaların yanında çok daha başka önlemlere de ihtiyacı var tabii. biz bu uygulamayı duyup benimsedik. belki tkp’lilerin daha yaratıcı fikir ve uygulamaları vardır da, bizim haberimiz yoktur”
demiş.
TKP’nin kendisini “karma siyasal yapı” olarak tanımlamadığını söylememize gerek yok herhalde…
“Kota”dan daha “yaratıcı” fikir ve uygulamamalarımızın bulunduğunu ise kesinlikle iddia etmiyoruz.
Söylediğimiz gibi, biz bu tür konularda “kalın kafalı”yız.
Kadın-erkek hepimiz, kendimizi sosyalist iktidar mücadelesinin gerekleri doğrultusunda değiştirmeye ve geliştirmeye çalışıyoruz.
Bunu yaparken de, sahip olmadığımız nitelikleri ve bu arada “yöneticilik” yapma yeteneğini, zerre kadar “yöneticilik hırsı”mızın bulunmamasına karşın, edinmeye çalışıyoruz. Kendimiz için değil, bu mücadele bunu gerektirdiği için! Sosyalist iktidar mücadelemizde çok daha fazla kadının, çok daha fazla işçinin, çok daha fazla işsizin ve çok daha fazla öğrencinin yöneticilik yapma yeteneğini kazanması zorunlu olduğu için!
ayşe süzkan ve arkadaşlarını bu konuda inandırabilir miyiz?
Elbette hayır!
Ama zaten, onlardan istediğimiz, bize inanmaları değil. Yalan-yanlış fikirlere sahip olduğumuzu düşünmeye devam etsinler, yeter! Yeter ki, “biz sizin programınızı çok benimsiyoruz” demesinler!
düzkan, yazısını şu satırlarla bitiriyor:
“uzun lafın kısası, komünistlerin kendi yapacakları iş konusunda da feministlerden öğrenecekleri çok şey var. onlar kibirli kulaklarını kapatmayı tercih edebilirler, biz bildiğimiz gerçekleri, ezilmişliğimizi dillendirmeye devam edeceğiz. feministleri, onların eleştiri ve önerilerini dışlayan bir partinin kaybettiği muhakkak ki çok şey var.”
Estağfurullah!
Biz, kimseye kulaklarımızı kapatıyor falan değiliz. Yalnızca feministlerden değil, çevrecilerden, liberaller solculardan hatta liberallerden ve başka pek çok “siyaset”ten öğreneceğimiz pek çok şey var.
Bu konuda anlaşamamamız için hiçbir neden yok.
Yeter ki, “öğrenmek” ile “ezberleyerek tekrarlamak” arasında bir fark olduğu konusunda da mutabık kalalım.
ayşe düzkan ve arkadaşlarının ortak imzalı metni şu satırlarla son buluyor:
“Herhangi bir partinin programını kabul eden birisinin üyeliğinin kabul edilmemesi anlaşılır bir durum değildir. Partiyi ne oranda bağlayıp bağlamadığını bilmemekle birlikte, Parti Sekreteri olarak Kemal Okuyan’ın bu açıklamasının feministlere yönelik bir karalama çabasının ifadesi olduğunu düşünüyoruz. Biz aşağıda imzası bulunanlar, TKP bu konuda aksi yönde bir açıklama yapana kadar, herhangi bir TKP etkinliğine katılmayacak ve bu partiye oy vermeyeceğiz.”
Son cümleden önce söylenenleri kendimizce yanıtlamış olduk.
ayşe düzkan ve arkadaşlarının TKP dışındaki hangi partilerin etkinliklerine katılacakları ve hangi partilere oy verecekleri, elbette, kendi bilecekleri işler.
Son bir not: Yazının bütününe sinmiş olan “alaycı” üslubun provoke edici olduğunu kabul ediyoruz ve bunun doğal bir “feminen” tepki yaratacağını da…
Öngörümüz, yukarıda saptamış olduğumuz ve “keşke bitse de kardeşçe işimize baksak” diye yaklaştığımız “feminen” düşmanlık duygusunun da bundan besleneceğidir. Şimdi, “Kardeşim, madem ‘keşke bitse’ diyorsunuz, niye ortalığı karıştırıyorsunuz” denecektir. Bu da haklı bir tepkidir!
Tüm bu öngörüleri de hesaba katarak meraklı izleyicilere ve feminist dostlara hitaben, bundan sonra bu konuda yürütülecek herhangi bir tartışmaya fazla yer ve zaman ayırmamayı tercih edeceğimizi belirtmek istiyoruz.
Yukarıdaki yaklaşım, Türkiye Komünist Partisi’nin “feminist hareket”e (kadın hareketi, ya da kadın politikaları değil!) ilişkin yaklaşımının neredeyse en açık ifadesidir. Ve “bağlayıcı”dır.
Türkçesi, ülkemizdeki feminist hareketle, siyasi değerlendirmelerimizdeki yeri ve ağırlığı değişene dek, polemik yürütmek gibi bir niyetimiz bulunmamaktadır.
Bu konudaki “özel taleplere” ve provokasyonlara bundan sonra yanıt vermeyeceğiz.
“Kapitalizm ve patriyarka” sistematiğinde samimi olunduğunu kabul ederek, yolumuza “dalaşmadan” devam etme arzusundayız.
Yeterince yalın ve anlaşılır olduğumuz inancındayız.