“Ne kırlarda direnen çiçekler
Ne kentlerde devleşen öfkeler
Henüz elveda demediler”
Kapitalizmin 20.yüzyılın son çeyreğine adım atmasından günümüze kadar olan dönemde enformel sektörün ve yarattığı üretim ilişkilerinin kendi ağırlığını ekonomik, sosyal ve sınıfsal alanlarda iyiden iyiye hissettirdiği biliniyor. Bu yazı da, temelde bu sorundan hareketle kurgulandı.
Cevabını arayacağımız sorum şu: Enformel sektör faaliyetleri arasında geniş yer tutan küçük ölçekli üretimin yaygınlaşmasının altında belirli kültürel etmenler de yatmakta mıdır? Biz, işçi sınıfı üyelerinin kır ve kent arasındaki devinim sürecinde taşıdıkları ve yeniden ürettikleri kültür normlarının, kapitalist ekonominin yeni ihtiyaçlarına yanıt bulunmasında belirli bir zemin sağladığını düşünüyoruz. Konunun özünü Türkiye bağlamında ifade edecek olursak: Türkiye’deki küçük ölçekli işletmelerin yaygınlaşmasıyla sayıları artan ‘enformel işçi’ler, özellikle hemşehricilik, etnik kimlik, mezhep bağları, cemaat bağları (ve bunların bir sonucu olarak “dayanışmacılık”), kentsel koşullara uyarlanan aile yapısı, paternalist ve klientalist ilişkiler gibi kültürel etmenler üzerinden enformel üretim süreçlerine kolaylıkla uyum sağlayabilmektedirler.
—————-
Enformel sektörün küçük ölçekli üretimin kökeninde yatan ve kendisinin de yeniden ürettiği ilişkiler ağ yapısı biçiminde yayılmaktadır. Bu yayılışta hemşehrilik bağları akrabalık ilişkileri etnik farklılıklar gibi sosyo-kültürel olgular belirli bir zemin sağlarken söz konusu olgu ve kimliklerin bir tür grupsal “dayanışma” şeklinde işlevselleştirilmesi de ağların kurulma ve genişleme süreçlerini pekiştirmektedir. Ayrıca bu tür kimlikler üzerinden kurgulanan ilişkiler türdeşliği hızla bozulmaya devam eden işçi sınıfının sömürü temelindeki sınıfsal konumunu ayırt etmesini de engellemektedir.
Ancak söz konusu kültürel norm ve davranışların hepsine bu yazı kapsamında değinilmeyecektir. Bunun iki nedeni var: Birincisi mezhep bağları cemaat bağları gibi başlıklar elbette başka tarihsel-coğrafi etmenlerin yanısıra kırsal kökenle de ilintidir; ancak kırsal karakterlerin tamamının kapitalizmin “post-fordist birikim rejimi” gereğince sistem açısından yeniden üretilerek işlevlendirilmesi çok daha geniş kapsamlı çalışmaların konusu olabilecek ağırlıktadır. İkincisi ise çözümleme açısından bu ağırlığı ikincilleştiren bir nedendir. Çünkü Türkiye gibi kapitalistleşmenin geç yaşandığı ülkelerde işçi sınıfının oluşumu kentleşme olgusunu takiben meydana gelmiştir. Kırsal alandan kentsel alana göç olgusundan beslenen işçi sınıfı için üyelerinin kırsal alandaki deneyimleri davranışları gelenekleri kısacası kültürü her zaman için belirleyici olmuştur. Bu nedenle bu yazıda kırsal alanın kimi özellikleri göç olgusu ve kentleşme süreçlerinde değişen ya da yeni yaşama adaptasyon için yeniden üretilen aile akrabalık ve hemşehrilik gibi parametrelere odaklanılacaktır.
Göç kentleşme ve enformel sektör ilişkisine gelmeden önce yazının yöntemsel ve kuramsal sorunsalının oturduğu çerçeveyi netleştirmek için iki ara başlığa ihtiyaç var. Bu amaçla ilk önce işçi sınıfının kapsamına ve günümüzde kentsel alanlarda işçi sınıfı bileşenlerinin birbiriyle ve “kent yoksulları”yla yaşadıkları mekansal yakınlaşmanın önemine kısaca değinmek; daha sonra da enformel faaliyet alanının kapsamına ve formel enformel ve marjinal faaliyet alanlarının biraradalığına bakmak gerekiyor.
İşçi Sınıfının Kapsamı ve Mekansal Yakınlaşma
Burada sınıfı toplumsal üretim sistemi içindeki konumuyla belirlenen aynı zamanda diğer sınıflarla olan ilişkileriyle tanımlanan toplumsal grup olarak ele alıyoruz. Callinicos’a 1 göre sınıf antagonistik nesnel bir ilişkidir ve kişinin sınıfsal konumu öznel tutumlara değil kendisinin ya da başkalarının düşünebileceğinden bağımsız olarak üretim ilişkileri içindeki fiili yerine bağlıdır. Callinicos’un aktardığına göre Geoffrey de Ste Croix şöyle bir sınıf tanımı yapmaktadır: “Sınıf sömürü olgusunun sömürünün toplumsal bir yapıda somutlaşmış halinin kollektif ifadesidir.” Croix’in işaret ettiği sömürünün somutlaştığı toplumsal yapıyı Wood 2 sınıf tanımını yaparken ete kemiğe büründürmektedir:
“Sınıf doğrudan üretim sürecini ve sömürüyü belirli üretim ve sömürü birimlerini aşan daha geniş bir ilişkidir. Üretim sürecindeki ilişkiler ve karşıtlıklar sınıfın temelidir; ama üretim ilişkilerindeki benzer konumlardaki insanlar arasındaki ilişki üretim ve sömürü süreci tarafından doğrudan yaratılmaz”
Sınıfın belirli üretim ve sömürü birimlerini aşan daha geniş bir ilişki olduğu ve bu ilişkiler tarafından belirlendiği yönündeki görüşler işçi sınıfının kapsamının daha geniş ölçekte değerlendirilmesini sağlar. Günümüzde işçi sınıfının türdeşliği bozulmakla birlikte bu sınıfı oluşturan unsurların toplumsal yapıda saçaklanma göstermesi nedeniyle sınıfın kapsamı hem nicelik hem de nitelik açısından genişlemiştir. Bugün bir yanda formel ilişkilerle düzenli ve sosyal güvenceli işlerde istihdam olanağı bulan klasik işçi sınıfı üyeleriyle birlikte enformel ilişkilerle düzensiz ve sosyal güvenceden yoksun olarak istihdam olanağı bulan ya da yine düzensiz ve sosyal güvenceden yoksun olarak enformel ilişkilerle pazara girerek ufak-ticari uğraşılar yapan “enformel proleterler”in biraradalığı gerçekleşmiştir. Bu biraradalık yeni bir kavramsallaştırmaya denk düşer: Toplumsal proletarya. Başka bir ifadeyle bu kavram gittikçe karmaşıklaşan toplumsal yapı içerisinde bir yandan birbirlerinden etkilenen diğer yandan formasyonun bütününde egemen kültür ve ideolojiden belirlenen ve hem formel işçi sınıfını hem düşük ücretli beyaz yakalıları hem de enformel proletaryayı kapsayan heterojenleşmiş sınıfı işaret etmektedir.
Bugün sınıfın tüm bileşenleri üretim ve hizmet alanının dışında kalan zamanlarında sistemin topyekün ideolojik-kültürel bombardımanına maruz kalmaktadır. Ancak sayılan bu sınıf bileşenleri yakın ya da aynı mekansal paylaşımlar-ortaklıklar gösterir. Bu yakınlaşma bileşenlerin karşılıklı olarak birbirlerini etkilemesine neden olmaktadır. Bu etkileşmeler etnisite akrabalık ilişkileri kan bağı aile yapısı mezhepsel ayrışma ve “dayanışma” gibi dolaylı yollarla davranış kalıplarında ve yaşam tarzlarında etkili olabilmektedir. Tüm bunlar ise çeşitli şekillerde gerek uyarlanma tutunum geçinme stratejilerini gerekse bu stratejilerin de bir yansıması sayabileceğimiz enformel alandaki küçük ölçekli meta üretim biçimlerini belirleyebilmektedir.
Bourdieu 3 toplumsal mekandaki yakınlığın “ideolojik” yakınlaşmayı hazırladığını böylelikle mekanın kısıtlı bir alanında bulunan insanların etkileşimlerle “ideolojik” yakınlaşmaya daha çok eğilim göstereceklerini söyler. Bourdieu ayrıca bu yakınlaşma nedeniyle insanların harekete geçirilmelerinin daha kolay olduğunu ileri sürmektedir. Ancak Bourdieu bu harekete geçme halinin negatif mi yani egemenler lehine mi yoksa pozitif mi yani egemen olmayanların lehine mi olduğuna ya da nasıl olabileceğine ilişkin herhangi bir yanıt üretme amacı gütmez. Bu mekansal yakınlaşma dolaylı yolla ideolojik yakınlaşmaya da evrilebilir. Nitekim Bourdieu mekansal yakınlaşmanın doğurduğu ideolojik olarak yakınlaşmış bu kitlenin Marx’ın tanımladığı anlamıyla bir sınıfa başka deyişle “ortak amaçlar doğrultusunda özellikle de bir başka sınıfa karşı harekete geçen” gruba tekabül etmediğini de eklemektedir.
Bourdieu’nün açtığı pencere popüler kültür gibi kimi çetrefilli alanlara tam boy olumsal yaklaşımlar getirmeye de yol açabilecek yanlar taşımaktadır. Ancak öte yandan günümüzde kent yoksulları ve işçi sınıfı arasındaki hem fiziki mekan hem de toplumsal mekan açısından ortaklaşmaların yol açtığı-açabileceği dönüşümlere de ışık tutabilmesi açısından dikkate değerdir. Şöyle ki günümüzde kan bağının etnisitenin “dayanışmanın” vs. etkisiyle kentte davranış kalıpları yaşam tarzları ve tüketim normları açısından türdeş mekanların ortaya çıkarak yayılma eğilimi güçlenmiştir. Bu türdeş mekanlardaki toplumsal ve kültürel etkileşmeler kırdan göçenlerin de içinde yer alabildiği “kent yoksulları” açısından da önemli tutunum ve geçim mekanizmaları oluşturur.
Türkiye’de yoksullar çeşitli stratejilerle sınıf atlama toplumun müreffeh kesimine yükselme savaşı verirler. Bunların temelinde ağ örgütlenmesiyle oluşturulan kolektif stratejiler yer almaktadır. Işık ve Pınarcıoğlu 4 bu ağ örgütlenmelerinin iki temel pratiği olarak enformel iş piyasalarındaki ilişkilerle özellikle konut piyasasındaki gecekondu yapımında gözlenebilen ilişkileri göstermektedirler. Ayrıca ürettikleri “nöbetleşe yoksulluk” kavramının bir tür yoksulluk stratejisi olduğu ileri sürülmektedir:
“Nöbetleşe yoksulluk yoksul enformel kesimlerin dönüştürme kapasitesine sahip cemaat oluşturabilme kabiliyetleri sayesinde sistemin gediklerini bularak geliştirdikleri bir yoksulluk stratejisidir. Hemşehrilik İslam Alevilik ya da etnik köken gibi yerel aktifleri dayanışmacı ağların oluşturulmasında kullanılan oluşturulan ağlarda katılımcılarının birbirleri üzerinden para kazanmasına olanak sağlayan bir stratejidir.”
Bir genelleme olarak kentyoksulluğu üzerinden yapılan bu tespitler anlamlı girdiler sunmaktadır. Hemşehrilik etnik köken ya da aynı inanç gelenekleri üzerinden “kent yoksulları” arasında “dayanışma” ağları kurulurken bu gruplarla mekansal yakınlaşmalar yaşayan küçük ölçekli üretimdeki “enformel işçi”ler bu ağlara ya sonradan dahil olarak bu ağların yeniden üretilmesinde ya da en başından beri bu ağların oluşumunda yer alarak yeniden üretimde rol sahibi olmaktadırlar.
Eklemlenen Alanlar: Formel Enformel Marjinal Alan
Kapitalist üretim tarzının doğarken kendinden önceki üretim tarzlarını tamamen çözerek onlara son vermediğini tersine bunların bir bölümünü birbirine eklemlendiği bir toplumsal formasyonda başatlık kazandığını biliyoruz. Bu nedenle bir ekonomik sistemde çeşitli üretim tarzlarının birarada bulunabileceğini varsayıyoruz. Böylece her bir toplumsal formasyonun kendi özgüllüğünde kapitalist ve kapitalist-olmayan üretim tarzlarının ve bunların yol açtığı üretim ilişkilerinin iç dinamiklerini ve bunlar arasındaki ilişkilerin karmaşıklığını çeşitliliğini görebilme olanağına sahip olabiliriz.
Enformel sektör DİE 5 araştırmalarına göre şirketleşmemiş basit usulde vergilendirilen veya hiç vergi vermeyen ve 1-9 kişi arasında çalışanı olan tarım dışı tüm iktisadi birimlerdir. Yine bu araştırmaya göre Türkiye’de enformel sektör giderek yaygınlaşmaktadır ve toplam istihdam içerisindeki payı giderek artma eğilimindedir. Öte yandan Yücesoy-Güngör 6 de enformel sektörün tanımlanmasında en işlevli ve doğru kavramın “kurumsallaşmamış sektör” olduğunu söyler. Şu halde enformel sektör:
“…birincil amacı istihdam ve gelir yaratmak olan; kıt emek ve sermayenin büyük ölçüde aile emeği ve geleneksel çalışma ilişkilerinin egemen olduğu basit iş örgütlenmesine dayalı; sosyal güvenlik istihdam ve vergi vb. konularla ilgili yasal kayıtları bulunmayan veya yasal düzenlemelere uygun olmayan; işgücünün kurumsal yollardan elde edilebilen niteliklere sahip olmasını gerektirmeyen; örgütsüz ve korunmasız çalışan kesimlerini içeren; düşük kazanç yaratan…” faaliyetler alanıdır.
İster parça-başı işler olsun ister hane-içi üretim olsun enformel sektör bu biçimleriyle üretimin küçük ölçekte gerçekleştirilmesi aile emeğinin devreye sokulması geleneksel çalışma ilişkilerinin egemen olması boyutlarından ve düzensiz iş güvencesinden yoksun vasıfsız esnek niteliklerinden ötürü kapitalist üretim tarzının ortaya çıkışından öncesine dayanır ve ona tarihsel olarak içselleşen bir olgu olarak değerlendirilebilir. Ancak bugün farklı olarak belirleyici olan 20.yüzyılın ikinci yarısından itibaren ölçülebilir bir yaygınlığa ulaşması üretim süreçlerinin parçalanmasıyla işlerin üretim birimlerine dağılması böylece taşeron fason üretim biçimleri şeklinde kapitalizmin yeni ihtiyaçları doğrultusunda enformel sektörün sistem için önemli bir ayak haline gelmesidir. Bir başka ifadeyle küçük ölçekli üretimin hızla ağırlık kazanması kapitalist ekonomik sistemin dünya ölçeğinde yaşadığı krizden çıkma çabalarıyla eşzamanlıdır.
Türkiye’de enformel sektörün büyümesine küçük işletme ağırlıklı imalat sanayi yol açmaktadır. Öte yandan büyük işletmeler de esneklik adı altında işletmelerini küçük parçalara bölerek taşeron çalıştırmaya yönelmekte ve dünya piyasasındaki rekabet adına devlet de bu sektörün büyümesine göz yummaktadır. 7 Dolayısıyla bu önemli ayağın yeniden ürettiği üretim ilişkilerine göre de kültürel davranış ve normların uyarlanması söz konudur.
Siyasal açıdan enformel sektör sorununa kentsel büyüme sorunuyla ilişkili bakılması ön açıcıdır. Kıray ve Boratav 8 soruna bu açıdan yaklaşırlar. Ancak Kıray 1972’de İzmir üzerine yaptığı alan araştırmasında enformel sektörün iç nüansları üzerinde durmaz ve küçük ölçekli üretimle işportacılık ya da “ayak satıcılığı” gibi ufak-ticari işleri aynı kategoride değerlendirir. Kıray bu işlerin sadece tarım-sanayi ilişkileri düzenli gelişmeyen bölge-şehir bütünleşmesi içinde ortaya çıktığına dikkat çekerken bunu kentsel düzensizlik dolayısıyla örgütleşemeyen “kentsel” emek piyasası olarak değerlendirir. Boratav da marjinal olarak nitelendirilen faaliyetlerin kökenini 1946’yı izleyen hızlı büyüme yıllarına dayandırır ve bu faaliyetleri küçük üreticilik-küçük hizmetler olarak tanımlayarak Kıray gibi enformel sektör-marjinal sektör faaliyetlerinin farklılığına eğilmez.
Tekeli 9 ise marjinal alan ve sektörü kırsal ve kentsel marjinal kesimlere ayrıştırarak sorunu anlamlı bir çerçeveye oturtur. Buna göre kırsal marjinal kesim kendilerine açık olan tüm iş fırsatlarını kullanarak minimum geçinme düzeyinde gelir elde etmek durumunda kalan aileleri kapsar. Kentsel marjinal kesim ise düzensiz ve örgütlenmemiş iş olanaklarından yararlanarak şehrin modern kesimlerine hizmet ederek şehirde geçimlik gelir düzeyine ulaşabilen kesimleri kapsar.
Ayrıca kentsel marjinal kesimlerin kırsal yörelerdeki marjinal kesimle ilişki halinde olması da dikkat çekicidir. Bu ilişkiselliğin iki boyutu vardır. Kentsel marjinal kesimler bir yandan kırsal marjinal kesimin kentlere göçüyle niceliksel olarak da beslenirken; diğer yandan ekonomik ilişkilerle kentsel olan kesim kırsal kesim tarafından geçimlik kentte tutunumu destekleme düzeyinde beslenebilmektedir. Son bir önemli nokta da kırsal alanlardan göçenlerin kentsel marjinal kesimler içerisine kolayca dahil olabilmeleridir. Çünkü kentsel marjinal faaliyetler hem çok düşük sermaye gerektiren işlerdir hem de faaliyet alanları örgütlenmediğinden alana girişte kurumsal engeller bulunmamaktadır.
Tekeli marjinal kesimin kapsamını kendi hesaplarına çalışanlara kalifiye olmayan işlerde emeklerini satarak geçinen proleterlere ve kamu ya da özel kesimin örgütlü büyük üretim-hizmet kuruluşlarındaki işgücü dışında kalan tüm unsurlarına kadar genişletir. Bu tanım da bu haliyle enformel alan faaliyetlerinin heterojenliğini pekiştirir. Öte yandan marjinal kesimlerin kırsallık ve kentsellik üzerinden klasifikasyonu karşılıklı etkileşimleri gösterebilmeye olanak sağlaması açısından oldukça işlevlidir.
Enformel sektörün yayılımının özünde nispi artı nüfus sorunu yatar. Marx 10 nispi artı nüfusun üç biçiminden söz eder: Akıcı saklı durgun. Akıcı biçim büyük sanayi merkezlerinde kitlesel işten atmalarla; saklı biçim kırsal alanlarda kapitalist üretimin tarıma el atmasıyla oluşan yoksullaşmayla; durgun biçim ise faal emek ordusunun “ev sanayi” gibi düzensizlik gösteren kısımlarınca meydana gelir. Bu yazı kapsamında bu biçimlerden öne çıkanlar “saklı” ve “durgun” olarak tanımlanan biçimlerdir. Her iki nispi artı nüfus biçimi yoğun şekilde içiçe geçmiştir. Başka deyişle kırsal alanda faaliyet gösterenlerin kapitalistleşmeyle birlikte yoksullaşması ve nihayetinde kentlere göç ederek bu “saklı nüfus”un bir bölümünün kentsel küçük ölçekli üretimin parça-başı hane-içi üretim gibi varyasyonlarında enformel ilişkiler üzerinden istihdam olma imkanı bularak “durgun nüfus” biçimine dönüşmeleri olanaklıdır. Ancak bu iki biçim arasındaki dönüşüm geriye dönüşsüz değildir. Çünkü bu kitlenin tam olarak tasfiye olmamış olan köylü işletmesine dönme olanakları bulunur. İşsizlik ve bunalım anlarında bu olanak kullanılabileceği için büyük kısmı yarı-köylü olan enformel proletaryanın kimi üyeleri geri dönerek tekrar “saklı” hal alırlar.
“Direnen” Kırlar
Kent ile kır ilişkisi çoğunlukla modernleşmeci bir yaklaşımla irdelenmiştir. Bu nedenle de kent ve kır arasındaki ilişkiler “organik toplumdan mekanik dayanışmacı topluma” “cemaatten cemiyete” “tarımdan endüstriye” “geleneksel toplumdan modern topluma” geçiş dikotimileri çevresinde yapılmaktadır. Ancak eskinin ebediyen silindiği ve yeninin kesintisiz ve sorunsuz şekilde ilerlediği anlayışı bu konuda da geçerli görünmemektedir. Nitekim bu bağlamda yirminci yüzyılda gelişmiş kapitalist ülkelerde tarım kesiminin iki temel ayağa oturmuş olması da bunu yanlışlar.
Söz konusu bu ayaklar tarım işçiliğinin ve aile emeğinin egemen olduğu işletme biçimleridir. Üstelik bu ikinci ayak çok yaygın bir alanı kapsamaktadır. Ancak burada dikkati çeken şey Türkiye’de bu olguya aynı zamanda kente işgücü göndermenin eşlik etmesidir.
Küçük üreticilik ve dolayısıyla varolan tarımsal yapılar piyasaya açılırken küçük üreticilik tamamen ortadan kalkmayıp kapitalizme bağımlılaşarak varlığını sürdürür. Ancak piyasa için üretim o ulusal sınırlar içerisinde aynı hızlarla değil yerelliklerin bölgelerin kendi dinamiklerince belirlenerek farklı düzeylerde ilerler. Bu bağlamda Türkiye’nin kırsal alanları için şu gözlemlere yer verilebilir:
“Batı Anadolu’daki verimli topraklar -İzmir yöresi- ihraç ürünleri yetiştirmeye başlamışken Güney’in şimdi pamuk üretilen tarlalarında Çukurova’da hala sıtma hüküm sürüyordu. Geçimlik ekonominin ve göçebeliğin yoğun olduğu Orta Anadolu yaylası ancak 1940’ların sonunda ve 1950’lerde ulusal pazara eklemlenmişti.” 11
Ayrıca bölgeler arası farklılıkların da ötesinde bir bölgedeki köyler arasında da kapitalizme entegre olma açısından farklılıklar gözlenir. Örneğin bazı köylerin demografik özellikleri geniş ekonomik zemine basarken aksine bazıları genç nüfusunu ve ekonomik zeminini yitirmeye başlamıştır. 12 Entegrasyonu gelişmemiş ve zayıf iktisadi yaşam gücüne sahip böyle köyler yoğun olarak Doğu Anadolu ve İç Anadolu bölgelerinde bulunmaktadır.
Türkiye kırsalının yapılanmasına bakılacak olursa kaba hatlarıyla göze çarpan özellikler şöyle anlatılabilir. Kırsal alanlar köy birimlerinden ve bu köyler de birbirinden ayrı baba soylu ve patrilokal hanelerden oluşur. Köy (ve “hane”) aynı zamanda temel sosyal birimdir. Köyün her bireyi bir soy grubu üyesidir. Stirling’in 13 de belirttiği gibi kişinin hem bu gruba üyeliğiyle hem de cinsiyeti ve yaşına göre köy içindeki ilişkiler ağında yeri belirlenir. Sahip olunan meslek ve zenginlik bunlardan sonra gelir. Yerin belirlenmesinde en sona dindarlık ve (özellikle dinsel) bilgi gelmektedir. Öte yandan bunda bir erkeğin kentle ilişkilerinin genişliği ve güçlülüğü de ayrı bir etken olarak rol oynar.
Anadolu köyleri gibi nispeten kapalı küçük ölçekli toplumlarda ekonomik sistem sosyal sistemin bir parçası olarak şekillenmiştir. Ekonomi temelli davranışlar belirli sosyal ilişkiler kurmuş olan insanlar arasında yürütülür. Bu nedenle ekonomik davranış çoğunlukla salt ekonomik görünüm sergilemez. Ancak köyün sosyal organizasyonu ekonomik davranışı biçimlendirirken değişen ekonomi de geleneksel sosyal organizasyon üzerinde dönüştürücü etkilerde bulunur. Stirling temel değişimin çoğu yetişkin erkek köylü için kişisel olmayan (ya da daha az kişisel olan) sosyal ilişkilerin çoğalması olarak değerlendirir. Bu tür ilişkiler genellikle köy liderlerinin bile daha az resmi ve daha az sayıda sahip olduğu ilişkilerken kapitalist pazara entegrasyon süreçleri boyunca bu ilişkiler giderek yaygınlaşır. O halde bu değişim kaçınılmaz olarak köyün kapalı toplum yapısını zayıflatıcı ve liderlerin otoritesini azaltıcı etki gösterir. Belki de bu yüzden köylülerin köy muhtarlarına biçtikleri anlam ve önem giderek azalmaktadır; ve bu yüzden köyün varlıklı kişilerinin muhtarlığa dönük ilgileri gerek tek partili gerekse çok partili dönemin ilk yarısındaki kadar yoğun olmamıştır. Entegrasyon geliştikçe bu doğrudanlığın yerini siyasal partiler (geniş anlamıyla siyaset) üzerinden kliental ilişkilerle birarada yürüyen karmaşık dolayımlar almıştır. Böylece kırsal alanlarda liderlerin otoritesi özellikle ticari sermaye ve siyasetle içiçe girerek yeniden üretilebilmektedir.
Burada yeri gelmişken bir parantez açıp klientalist ve paternalist ilişkilere değinmek gerekiyor. Erder’in 14 Eisenstadt ve Roniger’den de aktardığı gibi genel görünüm olarak klientalizm merkezin zayıf olduğu ve toplumsal elitin kitlelere daha açık olduğu durumlarda daha zayıf ve az yıkıcı olurken güçlü bir merkezin bulunduğu ve elitin açık olduğu toplumlarda düzeni destekleyici toplumdaki “güven”i yaygınlaştırıcı rol oynamaktadır. Klientalizm Türkiye’de parti politikalarının gelişim ve yayılmasında işlevsel bir role sahip olmuştur. Nitekim siyasi katılımın yayılmasıyla klientalizm karmaşık bir şekilde siyasal partilerle etkileşime girmiştir. Göç dalgalarıyla birlikte kentlerde hızla artan kent yoksullarının varlığı kliental ilişkilerin dallanmasına da zemin hazırlamış ve kliental ilişkiler popülist politika aracı haline de gelmiştir. 15 En nihayetinde klientalizmin günümüzde örgütlü çıkar temelli politikaya evrilmiş olduğu söylenebilir.
Paternalizmin Türkiye Cumhuriyetinde oluşması ise Osmanlıdan alınan bir tür devlet halkçılığından kaynaklanır ve kendini Osmanlıdaki “devlet-teba” ilişkisinden kök alarak “devlet-yurttaş” ilişki biçiminde yeniden üretmiştir. 16 Nitekim Türkiye’de halkçılığın toplumsal tabanı da devlet-teb’a arasındaki ilişkiden kaynaklanmaktadır. Türkiye’de ulus-devletin inşa etme ve modernleşmeyi sürdürme amacı devleti paternalist anlayışı yeniden üretmeye yöneltmiştir. Öte yandan paternalist devlet anlayışının kesinkes sosyal devlet olamayacağı da açıktır ancak bununla birlikte sosyal boyut içerebilir. Nitekim 1960 Anayasasının dönemin sosyal olaylarının bir de bu gözle okunması anlamlı sonuçlara varmayı sağlar. 1960 Anayasasına ve sonra da 1982 Anayasasına geçiş geleneksel paternalizm-“sosyal paternalizm”-“entegrasyoncu paternalizm” salınım ve gerilimlerinin yansımalarından biridir.
Aralarında yakın ilişki bulunan bu iki kavramın (klientalizm ve paternalizm) 1980’li yıllar ve sonrası için ele alındığında IMF programlarının “özelleştirme” “devleti küçültme” söylemleri ve bu hedefleri gerçekleştirmenin araçlarından biri olarak siyasetteki klientalist ilişkilere son verme kurgusu ile aralarında ilk bakışta çok ciddi çakışma olduğu ve paradoksal bir alanın oluştuğu sanısına kapılmak mümkündür. Ancak dünya kapitalizmine entegrasyon için uygulanması gereken bu politikalar kırsal kesimleri yoksullaştırdıkça ve bu kesimlerin kaynaklara erişim olanaklarını daralttıkça klientalizm ve dolayısıyla paternalizm daha da zorunlu hale gelerek kendini yeniden üretmektedir.
Tüm bunlardan hareketle biraz önce kullanılan “entegrasyoncu paternalizm” kavramıyla neyi ifade etmeye çalıştığım açımlanmış oldu. Elbette ki bunun yeterli olmadığının farkındayım. Ancak bu kavramların tarihsellik içerisinde açıklanması başka başlıklar altında tartışmaya daha elverişlidir (Örneğin Kemalizmin Türk Sağı’nın ya da Türkiye’de Sosyal-Demokrasi’nin Sendikal Yapıların çözümlenmesi vb.). Şimdilik şu söylenebilir: Bugün AKP’nin gerek iktidara geliş sürecine ve stratejisine gerekse uyguladığı politikalara bakılacak olursa bunlarda klientalist ve paternalist ilişkilerin kullanımının da payı olduğunu; ya da devlet nosyonlarının temsilcisi sembolü burjuva elitisti CHP’nin Doğu Anadolu’da kimi illerde halen güçlü olmasının tarihsel kimi nedenlerin yanı sıra bu iki kavramla da ilintili olduğunu düşünüyorum. Özellikle AKP’nin yürüttüğü ekonomik uygulamalara rağmen arkasında bir kitle desteğini oluşturmaya devam etmesini hem nalına hem mıhına misali entegrasyoncu paternalist klientalist tarzın kendine özgü bir ürünü olarak değerlendirmek mümkündür.
2003 yılı II. Dönem hanehalkı işgücü anketi sonuçlarına göre Türkiye’de toplam kurumsal olmayan sivil nüfusun 606’sı kentsel yerlerde yaşamaktadır. DİE’nin istatistik göstergelerine göre 1995 yılı itibariyle iş gücüne katılma oranı erkeklerde kırda 764 kentte 666 olduğu halde kadınların iş gücüne katılım oranları kırda 485 iken kente gelindiğinde bu oran 152’ye düşmektedir. 17 Türkiye’de kentleşme açısından kırsal alanlarda küçük üreticilik ve mülkiyetin hakim olması kente yeni gelen göçmenlerin kırdaki mülklerinin bir kısmını ellerinden çıkarmadan kente gelebilmeleri ve böylece kente gelir aktarabilmelerine ve kırdan kente göçün aşamalı göç biçiminde gerçekleşmesine neden olmaktadır.
Kentsel alanla kırsal alanın tarım kesimi arasında işgücü merkezli besleme söz konusudur. Şöyle ki sanayileşme süreçlerinin başlarında tarım kesimi kırsal faaliyetlerin dışına itilmiş ve dışa itilen bu kesim emek fazlası olarak kentsel alanlara göç ettiğinde üretken olmayan faaliyetlerde bulunan marjinal kitleyi de kapsayan enformel üretimdeki kitlenin tabanını oluşturmuştur. Bu durum aynı zamanda yedek işçi ordusunun genişleyerek formel üretim alanını kuşatmasını baskı altında tutmasını da sağlamaktadır. Yarı-köylü bu kitle işsizlik ve bunalım anlarında köylü işletmesine dönme olanaklarına sahiptir. Kırla devam eden bu bağlantı ihtiyaç durumlarında kırda kalan aile emeğiyle karşılıklı bir maddi besleme ilişkisi kurabilmekte ve bu da göç sonucunda kentsel alanlara hem bir tutunum stratejisinin hem de bir tür geçinme stratejisinin oluşmasını sağlamaktadır. 18
Ancak kırsal kesimle olan bu yoğun ilişkinin 1980 öncesinde çok daha fazla olduğu söylenebilir. 19 Hem bu yoğunluğa hem de dönemin siyasal koşullarına ve sol ideolojilerin ağırlığına bağlı olarak 1980 öncesi dönemde göçmenlerin oluşturduğu ilişki ağlarının dayanışmacı karakteri ön planda yer almıştır. 1980’lerin başından itibaren ise
“…ulusal kalkınmacı dönemin sona ermesi ve tarım/gıda sektörünün küresel etkilere açık hale gelmesiyle birlikte kırsal kesimin sosyal ve ekonomik yapısının hızla değiştiğine dair önemli eğilimler görülüyor. …bu eğilimlerin başında kırsal bölgelerde yaşayanlar için tarımın tek ya da en önemli geçim kaynağı olmaktan çıkması ve tarım dışı gelirlerin kırsal haneler için gittikçe artan bir öneme sahip olması geliyor.” 20
Kır ile kentin köylü ile kentlinin birbirlerine olan mesafeli duruşları yabancılıkları güvensizlikleri göç olgusu ister yaşanmamış olsun isterse yaşanmış olsun nesnel bir temele oturur. Nesnel olan şey kırsal toplumdaki dikey sosyalleşmenin kendi dışında olan kentsel toplumla arasında kurulan yatay sosyalleşmeden daha güçlü olmasıdır. Nitekim her iki alanın tabakalaşma sistemi arasında toplumsal formasyonun bütünlüğünden kaynaklı olarak belirli derecelerde benzerlik ve uyum görülse de kolayca birbirleriyle örtüşemeyecekleri açıktır. Ne var ki bunun bir sonucu olarak kırsal yapıların kapitalist pazar ağına entegre olmaya başlamalarının ilk evrelerinde köylüler ile kentliler arasındaki ilişkilerin temelde iki yoldan geliştiği ve şekillendiği görülür. Bunlardan ilki köylülerin kentsel alanlara göçerek orada tutunmuş ya da tutunmaya çalışan hısım akraba ve “hemşehri”lerle geliştirdikleri kişisel ilişkiler; ikincisi belirli bir hizmeti talep etmek için kentteki memurlarla tüccarlarla bölge temsilcisi siyasetçilerle kurulan ilişkilerdir.
Bu bölümü toparlamak için birkaç cümle edilebilir. Kırsal yapılar halen direnmektedir ancak kapitalizme bağımlı olarak. Kırsal yapılar dönüşerek direnmektedir. Çünkü pazara entegre oldukça kentsel alanlarla ekonomik ilişkisi artmaktadır; kente gönderdiği işgücü üzerinden kentsel alanlarla sosyal-kültürel belirlenim ilişkileri yaşamaktadır. Söz konusu bu ilişkiler enformel üretim faaliyetlerinin can damarını meydana getirmektedir. Damarda ter ve kan birikmektedir…
Kentlerin “Birikimi”
Harvey’in de söylediği gibi “Kent kısmen önceki üretimde biriktirilmiş sabit varlıkların bir deposudur. Belli bir teknoloji kullanılarak inşa edilmiş ve belli bir üretim tarzı bağlamında yapılandırılmıştır.” Günümüzde emek süreçlerindeki değişimlerle birlikte bu yapılanmada kentsel işgücü çekirdek işgücü ve çevre işgücü olarak ikiye ayrılmıştır. Öte yandan çevre işgücü tam zamanlı yarı-zamanlı geçici çalışan olarak üçe ayrılmıştır. 21 Ancak her şeyden önce kentler gerek gelişmiş gerekse azgelişmiş ülkelerde ulusal ölçekte ortaya çıkan iş bölümü etrafında uzmanlaşmaktadır:
“İkinci Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan ve ulusal bir ekonomiyle çevrelenen ilişkiler içinde kentler birbirlerini tamamlayan bir ilişki içindedirler. Bazı kentler üretim üzerinde uzmanlaşırken diğerleri finansman merkezi ya da turizm kenti işlevini üstlenmekte biraraya geldiklerinde ise birbirlerini tamamlayan bir ilişki içinde olmaktadırlar. Bu tür yapılanma içinde kentler birbirleriyle yarışma ilişkisinden çok aynı yapıda bütünleşme ilişkisi içindedirler.” 22
Enformel sektör sorunu kentsel büyüme sorunuyla ilişkili olduğu gibi kentleşme sorunu da sermaye birikim süreçleriyle ilişkilidir. Tekeli 23 sermaye ile kent arasında dört ilişki ortaya koyar: 1-Kentin artı-değerin yaratıldığı üretim alanı olması; 2-Kentlerin toplumsal formasyonun yeniden üretildiği alanlar olması; 3-Kentlerin altyapı ve üstyapı nesneleriyle bizatihi kendilerinin sermaye birikimi olmaları; 4-Kentlerin yarattıkları rantlarla artı ürünün toplumda bölüşülmesini dolayısıyla kapital birikimini etkilemesi.
Özellikle geç kapitalistleşen ulus-devletlerde kentleşme sorunu büyük oranda göç sorunu ile şekillenir. Göçün nedenleri ise kabaca “itici” “iletici” ve “çekici” olarak tanımlanır. 24 Göç kırsal yapının tüm katmanlarını etki altına alır. Kentlere göç konusunda ortaklaşılan nokta Türkiye’de 48-70 arası üç dönemde gerçekleşen kitlesel göç hareketlerinin ilk olarak köylerin piyasa ekonomisi içine çekilmeye çalışılması amacıyla tarımda mekanizasyonun artırılması ve böylece tarım dışı faaliyetlerin kırsal alanlarda yaygınlaşması sonucu ortaya çıktığıdır. Bu temel etkenin yanısıra aynı zamanda kentlerin çekici etkisinin artması nüfus artışı ve miras hukukundan kaynaklanan arazi bölünmesi köylerdeki mülkiyet yapısındaki yeni biçimlenmelerin etkileri de inkar edilemez. 25 1980 sonrasında ise Kürtlerin zorunlu göçleri dışındaki göç olaylarının görece azalması kentsel alanların “çekicilik”inin azalmasının yanısıra kırsalın daha yaşanabilir bir hale gelmesi sonucunda kırsal alanların “iticiliği”nin azalmasıyla da gerçekleşmiştir. Örneğin Anadolu’nun Batı ve Güney bölgelerindeki köylerde gelir getirici faaliyetlerin çok yönlü hale gelmesi kimi kırsal alanların iticiliğinin azalması bağlamında değerlendirilebilir. Ancak yine de Türkiye’de kentlere göç olgusu inkar edilemez düzeydedir. Nitekim toplam nüfusun kentlerde yaşayan oranı 10.000 ve daha fazla nüfuslu yerleşimler kent sayılırsa 1960’ta 251’den 1990’da 584’e ve 1997’de 646’ya yükselmiştir. 26 Şayet bu oransal artış salt kentlerdeki nüfusun kendi artış hızları olarak değerlendirilemezse diğer bir etken olarak göç belirmektedir.
Bireyler için göçün ilk yıllarında kırla olan ilişki bireyin kentteki yaşamını takip eden diğer yıllara göre daha önemlidir ve önem ölçüsünde de ilişkinin daha sıkı olması gerekmektedir. Çünkü kırsal bağlantılar sosyal ekonomik ve psikolojik güvence olarak kente duyulan güvensizlik karşısında elde tutulur. Göçten sonra ilerleyen zaman diliminde hem aile yapısı devamlı değişime uğrar hem de aile içinde ve çevresinde yeni ilişkiler ve bağlar kurulmaya başlanır. Kırsal alanda varolan akrabalık ilişkilerinin yerine bu aileler yeni sosyo-ekonomik ortamda yaşabilmek ve varolabilmek için daha çok hemşehrilik kavramıyla ifade edilerek üretilen yeni tür bir “akrabalık modu”nu komşuluk ilişkilerini emeğin yeniden üretildiği mekanlardaki arkadaşları vs. geçirirler. Diğer bir deyişle kente yerleşimle birlikte birincil ilişkilerden özsavunmacı adaptatif ilişkilere doğru yönelim görülür.
Öte yandan bu ilişki biçimleri arasında hemşehriliğin tuttuğu yer diğerlerinden biraz ayrıksıdır. Özellikle eğer göç eden hane kente bireysel göç ile değil de zincirleme göç sonucu gelmiş ise hemşehrilik ağları üzerinden kentsel olanaklara ulaşmada daha avantajlı konumda olmaktadır. Bu olanakların en başında konut edinme ve iş edinme imkanı gelir. Edinilen iş ise çoğunlukla enformel faaliyet alanındadır. İş küçük ölçekli üretimde olabileceği gibi marjinal hizmet ya da küçük-ticari uğraşılar da olabilmektedir. 27
Bu bağlamda kentte kökene bağlı ilişki ağları
“kimi zaman zor durumda olanların yararlandığı ‘fedakarlık’ ve ‘vericilik’ temalarının ağırlık kazandığı ‘güven’ yardımlaşma ve dayanışma ilişkileri biçiminde kimi zaman ise… ‘patron-yanaşma’ ilişkileri biçiminde gündeme gelmektedir. …bu ilişki ağlarının ayrıntılı incelenmesi hemen her konuda parasal ilişkilerin yaygınlaştığı ticarileşmiş bir ortamda akrabalık ve hemşehrilik ilişkilerinin köydeki dayanışma ilişkilerinden çok farklı olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla bu tür ilişkilerde bulunduğu varsayılan güven dayanışma ve yardımlaşma öğelerinin içeriği anlamı ve biçimi büyük ölçüde değişmiştir. Sert ve şiddetli ilişkilerin yaygınlaştığı bu ortamda kökene dayalı ilişkilerin hem biçim değiştirdiği hem de seçici olarak işlediği gözlemlenmektedir.” 28
Ancak bugün kentlerde enformel örgütlenme ve piyasa olanakları sadece bir iki nesil öncesinde kentlere göç eden kesimler için değil çok daha önceden göç etmiş ya da kentle belirli ölçülerde bütünleşmesini sağlamış bütün kesimler için geçerlidir ve yaygın olarak kullanılmaktadır. Varolan formel ve enformel ilişkiler piyasayla içiçe yaşamaktadır.
Kentler kendisine gelen işgücünü biriktirirken bu işgücü enformel faaliyetler içerisine akmaktadır. Üstelik üretim süreçlerinde evrensel ölçekte yaşanan değişimlerin dolaylı etkileriyle akacakları formel damarlar gittikçe daralmaktadır. Biriken bu işgücü başından beri vurguladığımız gibi kimi ilişkileri kullanarak kendilerini yaşamda tutmaya çalışırken sistemin de kendi ihtiyaçlarının karşılanmasını sağlamaktadır. Ancak süreç kimi zaman sınıf-içi rekabetin kimi zaman dışlanmışlığın kimi zaman eşitsizliğin su yüzünde görünür hale geldiği anlarda öncüsünden yoksun da olsa direnci öfkeyi ve tüm olumsuzluklara rağmen örgütlenme olanaklarını da kentlerde biriktirmektedir.
Şimdi son bir başlık altında enformel üretim alanın yaygınlaşmasını sağlayan ilişkilerin şekillenişine ve hareketine biraz daha yakından bakmak yazıyı bitirmeden önce anlamlı olacaktır.
Aile Akrabalık ve Hemşehrilik
Hane-içi üretim ve parça-başı iş üretim süreçlerinin parçalanarak üretimin küçük ölçekte gerçekleştirilmesinin iki önemli veçhesidir. Her iki tür üretimde enformel faaliyet alanını büyük oranda doldurur.
Hane-içi üretim büyük oranda aile temeline dayanır. Kapitalizm erken evrelerinde kapitalist üretim tarzı ve üretim ilişkileri kişileri varolan aile hane köy cemaat vd. bağlarından kopararak sadece meta üretim birimlerine bağlanmaları yönünde zorlamıştır. Ancak hiçbir zaman bunlar tamamen yok olmamıştır. Dolayısıyla kapitalist ilişkiler altında kişilerin hayatta kalma ve uyarlanma şansları artmış diğer yandan da kapitalist üretim tarzı bu birlikteliği kimi uğraklarda kendi lehine uyarlamış ve yeniden üretmiştir. 29 Öte yandan günümüzde hanelerin emek gücüne katılımları etnik kimlik ve cinsiyet açısından da katmanlaşmıştır. Ancak yine de buradaki temel görev sistem açısından aileye düşmüştür. Aile fertlerini emek piyasasına hazırlayarak özellikle hanenin erkekleri dışındaki gerek kadın emeğinin gerekse çocuk emeğinin piyasaya ucuz emek olarak sunmaktadır. 30 Bu önemli bir noktadır çünkü söz konusu olgu hem ideolojik süreçlerde sınıf kapasitesini belirleyen bir rol oynamakta hem de ekonomik yönden sermayeye artık-değer sağlamanın yollarından birini oluşturmaktadır.
Hane kapitalistler açısından esnekliği sayesinde kısa vadeli baskıları önlemek ya da bunlara direnmek açısından çok işlevlidir. Şu halde gelinen noktada “hane” kavramına netlik kazandırmak gerekiyor. Çünkü kapitalist üretimin hane-içi üretimi eklemleyerek yaşattığı ve kimi dönemlerde bu tür üretimi kendi ihtiyaçları doğrultusunda yeniden ürettiğinden bahsederken aile ve hane kavramlarının iç içe geçtiği gözleniyor.
Aile kavramı genel olarak cinsel eşleri ve onların çocuklarını anlatırken hane kavramı bunlara ilaveten aralarında çeşitli “gerçek” akrabalık ilişkileri bulunan fertleri de kapsayan daha geniş bir kavramdır.
Hane-içi üretim sürecinde kapitalizmin temelindeki sermaye emek çelişkisinin yok gibi görünmesi bir sorun olarak ortaya çıkar. Bu görünmeme hali küçük ölçekli üretimde hane üyelerinin hem üretim araçları sahibi hem de üretici olarak faaliyet göstermelerinden kaynaklanmaktadır. Ancak yakından bakıldığı zaman bizatihi hane halkı içindeki ilişkilerin kapitalist ilişkiler olduğu görülebilir.
Küçük ölçekli üretimin yaygınlaşmasındaki bir diğer etmen ise aile ve aile yapısıdır. Çünkü aile fertlerinden kadın ve çocuklarında emeğinin ailenin geçimini sağlayabilmek için hane-içi üretimde harcandığı görülür. 31 Evrensel ölçekte gerçekleşmekle birlikte bu durumun yerel ekonomilere yansıması o yerin kendi özgünlüklerince belirlenir. Dolayısıyla yaşanan kırılmalar sırasında kültürel olarak şekillenerek varolan aile yapısı yeni ekonomik koşullara uyarlanım için kimi dönüşümlere uğrar. Bu dönüşümler sırasında genel olarak aile emeğine özel olarak da kadın emeğine olan talep de değişir. Eve iş verme sistemindeki artış bunun göstergelerinden birisidir. 32 Kadınların özellikle küçük ölçekli üretimde istihdam olanağı bulmaları kendilerini bir iş yapıyor dolayısıyla işçi olarak değil de kültürel olarak varolagelen kadın kimliğinin gereklerini yerine getirerek sadece aile geçimine ufak katkılar sağladıkları yönünde değerlendirmelerine neden olmaktadır. Kısaca olan şey artı değer üretimi için çalışmanın geleneksel aile ideoloji içinde toplumsal cinsiyet kimliğinin ifadesi şeklinde örtülmesidir. Böylece ataerkilliğin “çözülmesi”nin kadın üzerinde getirebileceği özgürlüğün ancak kapitalizmin “pazarda emeğini satma özgürlüğü”ne yerini bırakabileceği de bir kez daha görülmektedir.
Esasında aile yapısı değişen üretim ve mülkiyet ilişkileri nedeniyle değişir. Kırsal ailenin “geniş aile” mi yoksa “çekirdek aile” mi olduğu sorusu tartışmalıdır. Evrensel ölçekte bakılırsa tarihsel olarak hem toprak kıtlığının hem de bolluğunun çekirdek ailenin yaygınlaşmasını sağladığı tezi 33 üzerinde mutabakat eğilimi fazladır. Genel kanı Türkiye’de de kırsal ailelerin çekirdek aile olduğu yönündedir. UNICEF’e 34 göre Türkiye’de ailelerin 67’si kentli ailelerin de 73’ü çekirdek yapıdadır. Bu sonuç kırsal ailelerin büyük oranda çekirdek yapıda olduğuna işaret eder. Ayrıca kırsalda aile içi ekonomik bağlar genellikle köy sınırlarını aşarak kasaba ve kentlerde yerleşmiş aile fertlerini de içine alır. Gelir ise büyük ölçüde hane başkanına teslim edilmekte ancak hane tüm kaynaklarını paylaşmaktadır. 35 Hanenin tüm kaynakları paylaşması geleneği gerek kırsal yapının dönüşümünde olsun gerekse kente göç sonucu oluşan yeni durumda olsun sürmeye devam eder. Kente gelişle beraber bireyler ayrı hanelerde yaşasalar da maddi imkanları paylaşarak bitişik aileler halinde yaşayabilmektedirler. Kısaca aile kentleşmeyle beraber bazı fonksiyonları nitelik değiştirerek yaşamaya devam eder. Burada dikkatimizi çeken nokta bu tür paylaşım kanallarının kapitalizmin kentsel yaşamı içerisinde geçinme stratejisi olarak yeniden üretilmesinden dolayı kentlerde devam ediyor olmasıdır.
Aileye bakılırken önümüze önemli bir başlık tekrar çıkar: Sosyal yeniden üretimi sağlayan akrabalık ilişkileri.
Geniş akrabalık ilişkilerinin kentsel Türkiye’de önemsizleştiği-önemsizleşeceği ve “partikülarist ağ”ın modernleşme veya kentleşme süreçleriyle ortadan kalktığı varsayımı hatalıdır. Çünkü kentsel alanlarda akrabalık kavramı farklı farklı algılanır anlamlandırılır. Yeni anlamlar yeni işlevleri beraberinde getirir. Örneğin bu kavram patrilineal algılanabildiği gibi bilineal biçimde de algılanabilir. Bilineal algılama geniş akrabalık ilişkilerinin ilk elde kurularak kentte işlevsel kullanım için daha uygundur. Nitekim Türkiye’de gerek kırsal gerekse kentsel bölgelerde geniş akrabalık ilişkileri bütün toplumsal sınıflar için son derece önemli olmuştur. 36 Kentleşme ve sanayileşmenin ilerlemesi akrabalık ilişkilerini özellikle günümüzde enformel üretimin ilişkilerin ve piyasaların işlemesi için daha önemli hale getirmiştir.
Bunun da ötesinde Türkiye’de göçle kente gelen aileler hemşehrilik olarak adlandırılan yeni bir tür akrabalık bağı geliştirirler. Soy grubu üzerinden gerçek akrabalık olmayan bu ilişkiler akrabalık kodlarıyla yürütülür. Ya akrabalık terimlerine başvurularak yahut da akraba veya benzer bir aracı kullanılarak akrabalık veya hısımlık nosyonları oluşturulur. Bu kodlar mezhep etnik köken gibi belli toplumsal nitelikleri de paylaşabilmektedir. Bu ilişkiler büyük kentlerde aile ve soy akrabalık bağlarının etkisiz kaldığı durumlarda belirir. İlişkiler geleneksel formel cemaat ilişkilerinden kent ortamındaki zorunlu birincil formel ilişkilere yumuşak geçiş sağlayan tampon mekanizma görevi görür. Yani süreç içerisinde aile kentle bütünleştikçe kalıcı istihdam olanakları buldukça bu ilişkilerde önemini yitirebilmektedir. Ancak bu tür bir olasılık özellikle küreselleşme süreçlerinin yarattığı yıkımlar nedeniyle sınıf mobilitesinin daralmasına paralel olarak azalmaktadır.
Ama özünde en başından itibaren kentsel alanlarda üretilen hemşehrilik ilişkileri bazı gruplar için barınma yaşama iş bulma gibi temel varoluş koşullarında önem taşıyan ilişkiler anlamını taşırken bazı gruplar açısından kente taşıdıkları kültürel özelliklerini koruma ve yaşatma anlamını taşımaktadır. Aile akrabalık ve hemşehrilik ilişkileri birey için bir yanda kentte moral işlevi ile işlerlik kazanmakta bir yanda bireyin menfaatlerinin sürdürülmesi için ve bir yandan da kentsel alanlardaki rekabetçi mücadelelerde zemin kazanmak için kullanılmaktadır.
Hemşehrilik istihdam olanağı bulma kanalı olarak kullanılırken bu kanallar farklı nitelikteki iki grupta toplanabilir:
“Bunlardan ilki “haber alma-verme” işleviyle kullanılmaktadır… Bu tür ilişkinin parasal yönü bulunmayıp yardımlaşma niteliği ön planda gözükmektedir. Bu tür yollardan bulunan işler düzenli bir iş yerinde yürütülmeyen düşük nitelikli sürekli olmayan bireysel emek enerji ve çaba gerektiren [yani enformel] işler için geçerlidir. Bu ilişki türü alenileşmiş biçimde ve geniş bir çevre içerisinde sürmektedir. Düzenli güvenceli ve sürekli işler içinse haber verme-alma ilişkisi görece daha dar ve yakın ilişkili bir çevrede ve karşılıklı güven temelinde gerçekleşebilmektedir. Gruplardan ikincisi “birlikte çalışma” şeklinde gerçekleşmektedir. Bu tür ilişki de parasal ilişkiler söz konusudur ve dolayısıyla iş ortaklığı ya da yakın akraba yanında çalışma şeklinde gözlemlenmektedir. Bu tür ilişkiler güvene dayalı eşitsiz ve uzuz emek kullanımına dayalı ilişkiler olmalarıyla dikkat çekicidir.” 37
Ayrıca akrabalık hemşehrilik ve mezhep bağları küçük ölçekli üretimde iş edinme dışında işyerindeki ilişki sistemini yapılandırmak için de kullanılır. Bu ilişkiler üzerinden inşa edilen işyeri ilişkilerinde yöneticiler işçilerle dikey sadakat bağları kurarak geleneksel bağların ayakta kalabilmesine ve böylece işyerinde sınıf farkının önemsizleşmesine yol açabilmektedirler. Özellikle patronların işçileriyle paylaştıkları dini ve milli ahlaka köklü bağlılık duygusunun kullanımı bunun tipik örneklerindendir. 38 MÜSİAD gibi sermaye kuruluşları ya da muhafazakar değerleri temel edinen sendikal örgütlenmeler üzerine yapılacak çalışmalar bu sorun üzerinden yeni pencereler açabilme olanağına sahiptir.
Ara sonuç olarak diyebiliriz ki kentlerde küçük ölçekli üretimin tüm biçimlerinde aile akraba “hemşehri” ilişkileri bu üretimin yayılması için belirli bir zemin sağlamaktadır. Bu zemin ise kırsal yapıların dönüşümleri sırasında kültürel etmenlerin de dönüşmeleri ve kentsel alanlarda uyum sağlayıcı korunmacı araçlar olarak kullanılmalarından kaynaklanmaktadır. Ne var ki bu sayede bunlar bir yanda hem toplumsal kimliğin bir ifadesi hem de toplumsal dayanışmanın bir aracı olabilirlerken aynı zamanda kapitalist üretimin ve ilişkilerinin örtülmesinin aracı olabilmektedirler.
Sonuç
Enformel sektörün yayılımında sınıf bileşenlerinin taşıdıkları ve kentsel alanlarda uyarlanım korunma ve geçim gibi nedenlerle yeniden ürettikleri kültürel etkenlerin önemine döne dolaşa benzer cümlelerle vurgu yapmanın daha fazla gerekli olmadığını hatta sıkıcı olacağını düşünüyorum. Nitekim bu önemin ve etkileşimlerin de şimdilik yeterince gösterilebildiğine inanıyorum.
Ancak bu etkileşimlerin sonucu itibariyle siyasal anlamda neler ön plana çıkmakta. Bu bizim için kimi anlamlarda daha dikkate değerdir. Bu bağlamda tüm yazılanları arka plana alarak şunları ifade edebiliriz:
- Türkiye işçi sınıfının çoğunluğunun kökeninin tarihsel olarak köylülüğe dayandığı temel önermesinin doğruluğu özellikle göç kentleşme ve enformel sektörün yayılımı açısından perçinlenmektedir.
- Bu durumdan ötürü kırsal yapıların tasfiyesi sürecinde bu yapıların kültürel özelliklerinde de yaşanan dönüşümler kentsel alanlarda sınıf bilinci üzerindeki katmanlaşmayı artıran dolayımlar üzerinden yeniden üretilmektedir.
- Diğer yandan sınıf bileşenleri ve “kent yoksulları” arasında mekansal paylaşım ortaklaşma ve yakınlaşmalar her unsurun gerek devingen geleneksel kültürünü gerek üretim süreçleri ve ilişkileri içerisinde edindiği ürettiği kültürünü de yanyana getirerek etkileşmelerine yol açmaktadır. Bu halde kendinden menkul bir işçi sınıfı kültürü oluşumu siyasal iktidarın alınamamasının da ötesinde kapitalizmin yarattığı yeni koşullar içerisinde tam da sınıfın heterojen durumunun daha karmaşık bir hal almasından kaynaklıdır. Öyleyse kapitalizm koşullarında bir işçi sınıfı kültürü tanımlama çabasındansa yine kapitalizm koşullarında devinen egemen kültür ve ideolojinin “kitle kültürü” “popüler kültür” vb. olgularınca hem belirlenen hem de kimi alanlarda egemenlik mücadelesi vererek bunları üreten bir toplumsal proleter kültürden söz etmek ve bunu tanımlama çabası gütmek daha doğrudur.
- Tüm bu söylenenlerden toplumsal formasyonun “karmaşık bütünlüğü” kendini hissettirmektedir. Bu dolayımlı süreçlerde ise kültürün de hızla ideolojileşmesi ise ayrı bir sorun olarak belirmektedir. Kentsel alanlar ve mekanlar ise mücadele zemininin rahmi konumundadır.
- Bu yazıda daha öncede ifade ettiğimiz gibi süreç kimi zaman sınıf-içi rekabetin kimi zaman dışlanmışlığın kimi zaman eşitsizliğin su yüzünde görünür hale geldiği anlarda öncüsünden yoksun da olsa direnci öfkeyi ve tüm olumsuzluklara rağmen örgütlenme olanaklarını kentlerde biriktirmektedir. Sosyalist siyaset bu alanlara ideolojik ve örgütsel mücadele ayaklarını eşzamanlı olarak kullanarak müdahale olanaklarını denemeli zorlamalıdır.
- Bugün ülkemizde sosyalist siyasetin ana gövdesi ve taşıyıcısı olarak da bir tek Partimizin bu donanımı ve gücü vardır.
Dipnotlar ve Kaynak
- Callinicos A. ve C. Harman, “Değişen İşçi Sınıfı”, çev. O. Akınhay, s.12-13, İstanbul, Z Yay., 1994.
- Wood E. M., “Kapitalizm Demokrasiye Karşı”, çev. Ş. Artan, s.118, İstanbul, İletişim Yay., 2003.
- Bourdieu Pierre, “Pratik Nedenler”, çev. Hülya Tufan, s.25-26, İstanbul, Kesit Yay., 1995.
- Işık O. – M. M. Pınarcıoğlu, “Nöbetleşe Yoksulluk”, s.76-78, İstanbul, İletişim Yay., 2002.
- DİE 2002-2003 Hanehalkı İşgücü İstatistikleri http://die.gov.tr 2003a; DİE 2002-2003 İmalat Sanayi İstatistikleri http://die.gov.tr 2003b.
- Yücesoy – Güngör Yasemin, “Kurumsallaşmamış (Enformel) Sektör İşgücü Belirlemede Kullanılan Ölçütler ve Türkiye’de Kurumsallaşmamış Sektör İşgücü Üzerine Bir Deneme”, Toplum ve Bilim, İstanbul:66, 1995.
- Beneria L. ve M. Roldan, “The Crossroads of Class and Gender: Industrial Homework Suncontracting and Household Dynamics in Mexico City”, Chicago: University of Chicago 1987; Portes A. ve M. Castells, “World Underndeath: The Origins Dynamics and Effects of the Informal Economy”, A. Portesvd(ed.), “The Informal Economy: Studies in Advanced and Less Developed Countries”, Londra: The John Hopkins University, 1989; Demir Erol, “Türkiye’de İşçileşme Süreçleri”, Toplum ve Bilim, İstanbul:661995; Çulhaoğlu Metin, “Varoşlar ve Kentyoksulluğu: Sınıf Mücadelesinde Mekan ve Bütünlük Sorunları”, Sosyalist Politika, Ankara:10, 1996; Koray Meryem, Sosyal Politika, Bursa, Ezgi Kitabevi, 2000.
- Kıray Mübeccel, “Örgütleşemeyen Kent: İzmir”, s.74, Ankara, Bağlam, 1998; Boratav Korkut, “Türkiye İktisat Tarihi 1908-2002”, s.92, Ankara, İmge, 2003.
- Tekeli İlhan, “Türkiye’de Kentleşme Yazıları”, s.153-158, Ankara, Turhan Yay., 1982.
- Marx Karl, Kapital cilt I, s.658-665, çev.Alaattin Bilgi, Ankara, Sol Yay., 1993.
- Kandiyoti Deniz, “Cariyeler Bacılar Yurttaşlar”, çev. A. Bora vd., s.54, İstanbul, Metis, 1997.
- Keyder Ç. – Z. Yenal, “Kalkınmacılık Sonrası Dönemde Türkiye’de Kırsal Dönüşüm Eğilimleri ve Sosyal Politikalar”, s.371; A. H. Köse – F. Şenses – E. Yeldan (ed.), “İktisat Üzerine Yazılar I -Küresel Düzen: Birikim Devlet ve Sınıflar” – İstanbul, İletişim Yay., 2003.
- Stirling Paul, Turkish Village”, New York, John Wiley Sons Inc., 1965.
- Erder Sema, “Kentsel Gerilim”, Ankara, Umag Yay., 2002.
- Schüler Harald, “Particilik Hemşehrilik Alevilik”, çev. Y. Tonbul, İstanbul, İletişim Yay, 1999.
- Öğün Süleyman Seyfi, “Modernleşme Milliyetçilik ve Türkiye”, Ankara, Bağlam Yay., 1995.
- DİE. y.a.g.y 2003a; DİE, İstatistik Göstergeleri 1923-1995, s.100, Ankara, DİE Yay., 1996.
- İstanbul’da yapılan bir araştırmaya göre göç edenlerin 41’inin doğum yerleriyle ilişkileri, geride bıraktıkları akrabaları, mal-mülk ve gidip gelme bakımından yoğun olarak sürmektedir. 34’ünün doğum yerleriyle ilişkisi gevşemiş, 17’sinin ise ilişkisi kalmamıştır. Erder Sema, “İstanbul’a Bir Kent Kondu: Ümraniye”, İstanbul, İletişim Yay, 2001.
- Şenyapılı Tansı, “Bütünleşmemiş Kentli Nüfus Sorunu”, Ankara ,ODTÜ Yay., 1978; Boratav Korkut, y.a.g.e., 1981.
- Keyder Ç. – Z. Yenal, y.a.g.m., s.359.
- Harvey David, “Sosyal Adalet ve Şehir”, s.187, çev. M. Moralı, 2003; “Postmodernliğin Durumu”, çev. S. Savran, İstanbul, Metis Yay, 1999.
- Ersoy Melih, “Sanayisizleşme Süreci ve Kentler”, s.39-40, Praksis, Ankara, S.2, 2001.
- Tekeli İlhan, “Kentleşmeye Kapital Birikim Süreçleri Açısından Bakmanın Sağladığı Açıklama Olanakları”, Defter, İstanbul, S.5, 1988.
- bkz. Keleş Ruşen, “100 Soruda Türkiye’de Kentleşme Konut ve Gecekondu”, İstanbul, Gerçek, 1983.
- Keyder Çağlar, “Türkiye’de Devlet ve Sınıflar”, İstanbul, İletişim, 1999; Tekeli İlhan, y.a.g.e., 1982; Yasa İbrahim, “Ankara’da Gecekondu Aileleri”, Ankara, S.S.Y.B. Yay., 1966.
- Veriler Keleş’ten. Keleş Ruşen, “Kent Kentleşme ve Enformel Kesim”, s.11, T.Bulutay (ed.), Enformel Kesim I, Ankara, DİE Yay., 2000.
- bkz. Kıray Mübeccel, “Kentleşme Yazıları”, İstanbul, Bağlam Yay., 2000; Şenyapılı Tansı, y.a.g.e.
- Erder Sema, y.a.g.e., s.291.
- Balibar E. – I. Wallerstein, “Irk Ulus Sınıf”, çev. N. Ökten, İstanbul, Metis, 1995.
- Young M. – P. Willmott, “The Symmetrical Family :A Study Work and Leisure in the Londra Region”, Londra, Routledge, 1973; Beneria L. – M. Roldan, y.a.g.e; White Jenny, “Para ile Akraba: Kentsel Türkiye’de Kadın Emeği”, çev. Aksu Bora, İstanbul, İletişim Yay., 1999.
- Ayrıca küçük dokuma atölyeleri gibi alanlarda ücretli işçi kullanımının yanısıra aile emeği de yoğun olarak kullanılmaktadır. Bu durumda aile hem sermaye biriktiricisi hem de emekçi özelliği gösterebilmektedir. Bkz. Ayata Sencer, “Kapitalizm ve Küçük Üreticilik: Türkiye’de Halı Dokumacılığı”, Ankara, Yurt Yay., 1987.
- Lordoğlu Kuvvet, “Eve İş Verme Sistemi İçin Kadın İşgücü Üzerine Bir Alan Araştırması”, İstanbul, Friedrich Ebert Vakfı, 1990.
- Bkz. Wolf Eric, “Köylüler”, çev. A. Sönmez, Ankara, İmge Yay, 2000.
- UNICEF, “The Situation Analysis of Mothers and Children in Turkey”, Ankara, UNICEF, 1991.
- Stirling Paul, y.a.g.e.; Kandiyoti Deniz, y.a.g.e; Kongar Emre, y.a.g.e.
- Duben Alan, “Kent Aile Tarih”, çev. L. Şimşek, İstanbul, İletişim Yay., 2002.
- Erder Sema, y.a.g.e., s.266-272.
- Duben Alan, y.a.g.e., s.31-33.