Kapitalizmin fordist birikim rejiminin yanısıra postfordizmi de uygulamaya koymasıyla, işçi sınıfının yapısında meydana gelen değişmeler görmezden gelinemez bir olgu olarak karşımızda duruyor. Bu sürece, kültür ile ideolojinin arasındaki açının hızla daralması, yani kültürün hızla ideolojikleşmesi eşlik ediyor. Hâl böyle olunca, gerek sınıf oluşumunu anlamak, gerek sınıf yapısını analiz etmek, gerekse toplumsal formasyonun bütününde sınıfa dönük dolayımları görebilmek için, sınıf ile kültür arasındaki ilişki daha fazla önem atfedilmeyi hak ediyor.
Burada, atfedilen önemin hakkı bir ölçüde verilmeye çalışılırken sınıf analizlerine dönük literatür tartışmalarına girilmeyecek; ancak, toplumsal formasyondaki belirlenim ilişkilerince hareket eden sınıftan ne anlaşıldığına dair kimi kısa kavramsal açıklamalara yer verilecektir. Yine yazının meramınca, kültür kavramının bir bütün olarak neye tekabül ettiği ya da kültürün temel ile üstyapı arasında nereye oturduğu gibi konulara girilmeyecek; ancak, kültür kavramının bir bileşeni olan popüler kültür alanının nasıl biçimlendiği ve homojen olup olmadığı gibi sorulara değinilecektir.
Peki bu yazının meramı tam olarak nedir
İşçi sınıfının bileşenleri ideolojikleşen kültürel atmosferin ortasında hareket ederken, popüler kültür alanıyla nasıl bir ilişki kurmaktadır? Sınıfın bu bileşenlerine ulaşılmaya çalışılırken, sosyalist öznelerin, bir dolayım kanalı olarak popüler kültür alanında ayak basabilecekleri bir zemin var mıdır ya da kalmış mıdır? Herhangi bir zemin kalmış ise, bu zemin popüler kültür alanının hangi bölmelerine ve ne oranda yayılmıştır?
Burada temel olarak işte bu sorulara yanıt aranmaya çalışılacak.
Toplumsal formasyon şemasına ilişkin dört temel kavram
Sınıf analizlerine dönük literatür tartışmalarına girilmeyecek olmasına rağmen, yazının akışında doğabilecek yanlış anlamaların önüne geçmek için, işçi sınıfının bileşenlerinden neyin kastedildiğini kısaca ifade etmek istiyorum.
Her şeyden önce işçi sınıfını bir bütün olarak ele alıyoruz. Bu bütünde, bir yandan egemen kültür ve ideolojiden belirlenen, diğer yandan birbirleriyle etkileşimde olan, hem formel işçi sınıfı, hem düşük ücretli beyaz yakalılar, hem de enformel proletarya bulunmaktadır. Bu bileşenlerin hangi toplumsal-ekonomik süreçlerin ürünü oldukları ve birbirleriyle ilişkileri, bu ve bundan önceki Gelenek’lerde yazıldı, tartışıldı. Bu nedenle, bu kısa açıklamanın yeterli olduğunu düşünerek devam ediyorum.
Sınıf ve kültür ilişkisine gelmeden önce, toplumsal formasyondaki ilişkilenme ve belirlenmelerin görülebilmesinde kimi netlikler sağlayabilecek iki kavram çiftine değinmek zorunlu: Üretim tarzı ile üretim ilişkileri; üretken emek ile üretken olmayan emek.
İlk kavram çiftimiz olan üretim tarzı ve üretim ilişkisi, toplumsal formasyondaki temel/üstyapı ayrımının bir yanlarıyla temelini diğer yanlarıyla da üstyapısını meydana getirmektedir. Bu bağlamda üretim tarzı (tarzları) temeli oluştururken, üretim ilişkilerinin sonuçları üstyapı elemanlarını doğrudan ya da dolaylı biçimlerde oluşturmakta, belirlenim ilişkileri içerisinde öz olarak bulunmaktadır. Kapitalist ekonomilerde çeşitli üretim tarzlarının toplumsal formasyonda eklemlenmiş bir bütün oluşturması, üretim ilişkilerini de bu eklemlenmiş bütünlüğe göre şekillendirir; dolayısıyla kültürel yapıyı da.
Üretim tarzı kavramı, çok genel olarak maddi yaşamın üretilmesi ve yeniden üretilmesi için gerekli olan unsurlara, faaliyetlere ve toplumsal ilişkilere işaret eder. Doğası gereği sınıflar-arası ilişki olarak yansıyan üretim ilişkileri, sürekli olarak yeniden üretilmektedir. Şayet sınıf ilişkilerinin yeniden üretimi, ekonominin mutlak ve doğrudan belirleyiciliğinde değilse, onun temel ile üstyapının diyalektik ilişkisinin ürünü olduğunu söyleyebiliriz. Nitekim bu vurgu Marx’ta çok açık görülür:
“İnsanların, içinde üretimde bulundukları toplumsal ilişkiler, toplumsal üretim ilişkileri, maddi üretim araçlarındaki, üretken güçlerdeki değişme ve gelişme ile birlikte dönüşerek değişir. Üretim ilişkileri, bir bütün halinde toplumsal ilişkiler denilen şeyi, toplumu ve özellikle, belirli bir tarihsel gelişme aşamasındaki bir toplumu, özgün, ayırt edici nitelikte bir toplumu oluşturur.” 1
İroniktir, sıklıkla ekonomik determinizmle eleştirilen Engels, Marx’ın ölümünden sonra yazdığı mektupların birinde aynı noktaya dikkat çeker:
“…politik, hukuksal, felsefi, yazınsal, sanatsal vb. gelişme ekonomik gelişmeye dayanır. Ama bütün bunlar, birbirini olduğu gibi, ekonomik temeli de etkiler. Bu demek değildir ki ekonomik durum nedendir, yalnızca o etkendir, bundan başka her şey ancak edilgen sonuçtur. Tersine, her zaman son kertede ağırlığını koyan ekonomik zorunluluk temeli üzerinde bir etkileşim vardır.”2
Gelelim üretken emek-üretken olmayan emek çiftine.
Kapitalizmde emek ücretli emek olma eğilimi gösterir.3 Bunun yanı sıra sınıfa ilişkin olarak kafa ve kol emeği ayrımı ile beyaz yakalıların konumu ve enformel sektör emekçilerinin sınıfla ilişkileri tartışılmaktadır. Tüm bu tartışmalar, emek ve emekçi olgularındaki temel bir ayrımdan kaynaklanır: Üretken emek-üretken olmayan emek. Bu kavram çifti sınıf yapısını, ilişkisini, kültürünü belirlemektedir. Çünkü, bu kavramlarla açımlanan sınıf unsurları yakın ya da ortak mekansal alanlarda bulunmakta ve bu durum kültürel-ideolojik etkileşimlerde katalizör görevi görmektedir.4
Marx, sadece metaları üretimine katılan ücretli işçileri üretken işçi olarak tanımlarken, kapitalist üretim sürecine katılan, ancak hizmetler alanında yer alan emekçileri üretken olmayan emek kapsamında ele alır. Bu ilk bakışta kategorik bir ayrım olarak görünebilir, ne var ki Marx, metaların üretimindeki karmaşık iş bölümüne katılanları ‘kolektif işçi’ olarak tanımlar ve bu işçilerin tamamını kollarıyla çalışmasalar da üretken emekçi olarak değerlendirir.5 Böylece Marx, emeği salt fiili üretim sürecindeki yerinin dışına taşıyarak, birincil bölüşüm ilişkilerinin yanısıra ikincil bölüşüm ilişkilerini de hesaba katıp, sınıfının kapsamını geniş bir yelpazeye yaymıştır. Sonuçta:
“Eğer (emek) sürecin tümünü, sonucu açısından, ürün açısından incelersek, hem emek araçları, hem de emek konusunun üretim araçları olduğu ve emeğin kendisinin üretken bir emek olduğu görülür” 6
Bu konu hakkında son bir cümle. Biz, Marx’ın yolunu açtığı bu doğrultudan bakıyoruz. Buna göre de günümüzde işçi sınıfının kapsamını, ne “yeni orta sınıf” tanımlamalarıyla “beyaz yakalıları”; ne bunların yanına enformel piyasadaki marjinal çalışma biçimlerinde faaliyet gösteren proleterleri de katarak, “üretken olmayan emekçiler” oldukları gerekçesiyle dışarıda bırakıp daraltmıyoruz.7
Buraya kadar yapılan kavramsal açımlamalar, sınıf ve kültür arasındaki ilişkiyi irdelerken ayak bastığımız zemini sunuyor.
Kültür ile ideolojinin arasında daralan açıya yazının başında vurgu yapıldı. Açının daralması esasında kültür olarak tarif edilen alanın tümünü kapsamamaktadır. Bu daralma daha çok özellikle 20.yüzyılın ikinci yarısında dünyada yaşanan ekonomik-siyasal-”teknolojik” dönüşümlerin etkisiyle popüler kültür olarak tanımlanan ve geniş anlamıyla kültür alanının bir parçası olan alanda yaşanmaktadır. Dolayısıyla bu daralma günümüzde en somut yansımalarını popüler kültürde göstermektedir. Hatta, popüler kültür ile kültür kavramı arasındaki ilişkinin tarihsellik boyutunun atlanarak ele alınması, bir bütün olarak kültür kavramının içinde değerlendirilen insana ait tüm düşünsel, sanatsal ürünlerle davranış normlarının bütünüyle ideolojikleştiği yanılsamasının doğmasına neden olmaktadır.
Öte yandan popüler kültür alanında yaşanan ideolojikleşmenin somut yansımaları, özellikle, ekonomik ya da ticari olarak nitelenen şeylerin bir çoğunun “kültürel” hale gelmesiyle8 görünmektedir.
Şimdi bu alana daha yakından bakabiliriz.
Tarihsel, özgül ve ideolojik yumak: Kültür, “popüler kültür”, “halk kültürü”
Kanımca kültür olgusuna yaklaşırken, onu, toplumsal formasyonun diğer parçalarıyla zorunlu iletişim kuran, bu esnada yeniden üretilen bir “anlamlandırma sistemi” olarak ele almalıyız. Bu yöntemsel bakış, hem postmodernizm bağlamlı ideoloji konulu, hem de popüler kültür-kitle kültürü konulu çalışmalarda yol açıcıdır ve halen karmaşıklaşarak ilerlemesini sürdüren kültür alanının tüm etkinliklerini incelememize imkan tanır.
Şunu belirtmeliyim: “anlamlandırma sistemi” tanımını yapısalcı ya da postmodern-liberal uçlara savrulma olasılıklarını barındırması nedeniyle ihtiyatlı kullanıyorum. Ancak, burada kültür tartışmalarında yöntemsel yaklaşımlara eleştirel bir bakış getirmeye çalışmak, bu yazının sınırlarını zorlayacaktır… Kültür kavramına dair genellemelerle devam edelim.
Bu kavram, bir halkın ya da bir toplumsal grubun bütün bir yaşam biçimini belirtir. Öte yandan, gelişkin bir zihne sahip olan “kültürlü kişinin”, kültürel ilgiler ve kültürel etkinlikler gibi gelişme süreçleriyle, bu süreçlerin sanatsal ve sosyal entellektüel çabalarına da kültür kavramıyla yaklaşılmış; böylece kavramın anlamsal alanı doldurulmuştur.9
İfade edilenlerden, endüstri toplumlarında ya da modern toplumlarda diyelim, toplulukların kültürlerinin ilk üretimini tamamen belirleyen ve kontrol altında tutan, bunlara dışardan sürekli salgı yapan olmuş-tamamlanmış bir üst kültürün varlığını reddettiğimiz anlaşılıyor. Bir üst kültürün varlığının reddedilmesi, onun, her kişi, grup, kesim ve sınıf tarafından üretilen bir şey olmasının sonucudur. Bu nedenle kültür homojen bir alan değildir ve üretimi heterojendir10 . Kaldı ki bu heterojenlik, salt belirli bir yerellikteki kişilerin, grupların, sınıfların yaşam yollarıyla ve aralarındaki genel güç ilişkileriyle de sınırlı kalmaz. Diğer ülkelerle yürütülen ilişkilerle ve özellikle emperyalizmin her alandaki etkisiyle bu heterojenliğin boyutları artar.
Burada bir parantez açmak istiyorum. Uzatmamaya özen göstererek.
Son söylenenlerin, kapitalizmin küreselleşme süreçlerinin bir boyutu olan ve kimilerince bu süreçlerin ekonomik ve siyasal boyutlarını önemsizleştirecek kadar abartılı ele alınan “kültürel küreselleşme” tartışmalarını çağrıştırdığının farkındayım. Bu sorun ve kavram etrafında yapılan tartışmaların bir yere kadar önemsenmesi, dikkate alınması gereklidir. Kapitalizmin küreselleşirken kültürel dinamikleri de kullandığı, kültürel çeşitliliği örgütlerken kendini inşa ettiği türünden tespitler elbette doğrudur. Bunun bir adım daha ilerisine giderek, yerel kültürler arasında artan içiçe geçmenin ve gittikçe karmaşıklaşan etkileşimlerin “kültürel küreselleşme”nin sonuçlarından olduğunu da söyleyebiliriz.
Ancak, madem ki küreselleşme denilen süreç kapitalist üretim ilişkilerine ait bir olgudur, öyleyse kapitalizmin kâr güdüsü gereğince, yerel kültürler arasında benzeşme eğilimi yaratılırken, bir yandan da bu kültürler farklılıkçılık, etnikçilik, ötekicilik biçimlerinde pazara sunulmak zorundadır. Nitekim öyle de olmaktadır. Diğer yandan siyasal boyutlarıyla bakılırsa farklılıkçılığın, etnikçiliğin, ötekiciliğin kimi zaman emperyalistlerin yayılma politikasında araç olarak, kimi zaman da geç kapitalistleşen formasyonların siyasal iktidarlarınca, emperyalist bloklara entegrasyonun araçları olarak kullanıldığı görülmektedir. Örneğin, özellikle 11 Eylül sonrasında ABD emperyalizminin yayılma politikalarının yarattığı olaylar dizisi, gerek işgalciler açısından, gerekse direnişçiler açısından bu bağlamlarıyla da düşünülebilir. Ya da Saddam Hüseyin’in yakalanmasının ardından diktatör-komutan kıyafetli Saddam, geleneksel Arap kıyafetleri içindeki Saddam, ezilmiş ve sindirilmiş yüz ifadesiyle çubuklu mahkum giysileriyle Saddam “bebekleri”nin ABD pazarına sürülmesi de böyle değerlendirilebilir… Bu bağlamlarda değerlendirilebilecek bir diğer örnek de daha yakınlardan, bizden. Hatırlayan vardır, İstanbul’daki NATO zirvesi sırasındaki tüm eylem ve direniş görüntüleri arasında, saraylardan birisinin boğaz manzaralı bahçesinde (geçmişin görkeminin ve bugünün modern Türkiye’sinin buluştuğu bir an’da) yabancı konuklara ve NATO’cu, AB’ci devlet erkânına bir “gece düzenlendi”. İzlemeye tahammül edebildiğim kadarıyla semazenler, semaha duranlar, zeybekler vs. birbiri ardına sahne aldı; deyişler, nefesler, yöre yöre türküler söylendi. Böylece, Türkeş’in “mermer taşı”na rahmet okuturcasına “görsel şölen havasında geçen gecede”, yerel kültürel motifler etnik çeşni, kültürel zenginlik olarak bir tür pazarlama aracına dönüştürüldü…. Tüm bunlardan sonra Sultans of the Dance dünya turnelerine, Eurovision yarışmalarında Anadolu Ateşi gösterilerine söylenecek pek bir şey kalmıyor doğrusu…
Bunlara rağmen, bütün olarak küreselleşme sancısız ve sorunsuz bir biçimde işleyemediği gibi, “kültürel küreselleşme”nin sancılı ve sorunlu yol aldığı da bir diğer gerçektir. Süreç belirli dozlarda gerilimlerin oluşmasına da neden oluyor. Keza, süreç işlerken ulusal ya da diğer yerel kimlikleri tamamen yok edememektedir. En azından uzunca bir dönem daha bunu beceremeyeceği açıktır.11 Gerilimlere neden olan bu durumun oluşmasında ne işçi sınıfının, ne de ulusal-yerel herhangi başka bir toplumsal dinamiğin şimdilik aman aman abartılacak bir katkısı olduğu sanılmamalıdır. Yaşanan gerilim daha çok küreselleşme mantığının kendisine içrek bir nedene dayanmaktadır. Bu neden yeni küresel ve yerel kimliklendirmelerin oluşması ya da oluşturulmasında aranmalıdır.
Bu noktada parantezi kapatıp, kaldığımız yerden devam ediyorum.
Kültürün her kişi, kesim ve sınıf tarafından üretilen bir şey olduğunu az önce söylemiştik. Öyleyse kültür, tüm halk kesimlerini içine alan ortak bir etkinliktir. Ancak buna rağmen kültür, kapitalist modern toplumlarda egemen sınıfın iktidarını meşrulaştıran bir araç olmuştur. Swingewood bunu şöyle açıklıyor:
“Popüler bilinç düzleminde kültür hiçbir zaman basitçe ‘halk’a, bir bölgeye aileye ya da tabi bir katmana ait değildir. Kültür tarafsız bir kavram değildir; tarihseldir, özgüldür ve ideolojiktir…. Kültür bir toplumsal oluşum içindeki özgül belirlenimden ayrı olarak varolamaz. Kültür toplumsal ilişkiler ve pratikler bütünü oluşturan toplumun ekonomik, siyasal ve eğitsel gibi çok sayıdaki düzlem ya da yapıları içinde ve bunlar aracılığıyla gelişir… Kültürel gelişmenin nitelik ve niceliğini belirleyen, sanat, edebiyat, felsefe ya da din değil, sanayi ve özgül üretim tarzıdır. Kültürün temelinde üretimini ve yeniden üretimini sağlayan maddi araçlar -yani teknoloji- yatmaktadır.” 12
Sorun, kültürün insanın avadanlıklarında cisimleşirken, zanaatçının elinde sepet olarak örülmüş olması; oradan da fabrikalarda naylon poşet halinde üretilerek, en nihayetinde emeğin kendini yeniden ürettiği “hayatın içine” nüfuz etmiş olmasıdır.
Küreselleşme süreçleriyle küçük ölçekli-geleneksel toplumlar çoğunlukla yok olmuş olsa da bu süreçler alt kültür, karşı kültür oluşumlarını artırmış; kültür şoku, etnisite, etnik grup, etnojenez gibi kavramların uygulama alanlarına olgusal zenginlik kazandırmış; popüler kültür gibi yeni inceleme alanlarının yayılımını sağlamıştır.
Popüler olan, uzun zaman geleneksellik, köylülük ve yerellik kavramlarıyla açıklanmaya çalışılmıştır. Popüler kültür çoğunluk geleneksel olana indirgenerek, sanayi öncesi halk kültürü motiflerine eşdeğer tutulmuş ya da yorumsal antropoloji ve simgesel antropoloji13 sınırlarında kalıp metin okuması yapılarak ele alınmıştır. Öte yandan popüler kavramında ortaya çıkan genişleme, özellikle kentleşme ve işçi sınıfı konulu araştırmalarla, geleneksel kültürlerle modernite arasındaki etkileşimi konu alan çalışmalarda sorunlu alan haline gelmiştir.
Hall’un, popüler kültürün bir dönemden diğerine geçişin basit bir tarihsel evrimi olmayıp, kimi uğrak ve geçişlerde tarihsel anlamda yeniden şekillendirilip dönüştürüldüğü14 vurgusu ikirciksiz katıldığım bir tespit. Ancak, bu şekillendirilip dönüştürülme, popüler kültürün her yönüyle planlanıp uygulanan bir girişim olduğu anlamına gelmez. Popüler kültür bundan daha çok, tarihsel gelişimde belli koşullarda ortaya çıkan “sistemsel bir oluşum”dur. Kapitalizm çağında bu “sistemsel oluşum” işçi sınıfının kapitalist düzenle bütünleşmesi gibi bir süreçte değil orta tabakaların metalaşmış burjuva kültürüne entegrasyonu sürecinde devinmektedir. Öte yandan, kırlardan kentlere gelen ve işçi sınıfını oluşturacak olan kitleler buralarda kendilerinden ayrı olarak belirlenen eğlence biçimlerine yönelirlerken, geldikleri yerle bağlantısı bulunan beğenilerine, değer sistemlerine sunulan beğeniyi, değerleri ekleme ya da harmanlama yoluyla popüler beğeniyi şekillendirmişlerdir ve şekillendirmektedirler.
İşin içine “kitleler” diye bir kategori girince, popüler kültürü ele alırken ister istemez halk kültürü kavramı üzerinde de netleşme ihtiyacı doğuyor.
Her iki kültür de belli özellikleri paylaşmasına karşın, popüler kültür halk kültürü değildir. Popüler kültür modern toplumsal düzenin; halk kültürü ise, görece istikrarlı geleneksel toplumsal düzenin bir ürünü olarak doğar. Dolayısıyla Fiske, halk kültürünün bizim için hep onların kültürü olarak kaldığını, çünkü kendi toplumsal üretim koşulları dışında üretildiklerini; endüstriyel bir meta olarak yabancılaşmış kökenlerine karşın popüler kültürün gene de bizim olduğunu söyler.15 Burada geçen onların ve bizim vurguları, öteki olana, etnisiteye kapı aralıyor olsa da, açıklamadaki öze hak verilmeli. Çünkü, kendilerini kullananlarca üretilmemiş kültürel kaynaklardan elde edilen popüler kültürün kökenlerine yabancılaşmadığı söylenemez. Bu yabancılaşma, popüler kültür alanının büyük kısmıyla doğrudan ya da dolaylı yoldan endüstri aracılığıyla üretilip dağıtılan metalardan oluşuyor olmasında aranmalıdır. Ancak, öte yandan halk kültürünün yok edilemeyen motifleri de popüler kültüre dönüştürülerek, dikkate değer bir kısmı alınan ve satılan metalar haline gelmektedir.
Halk kültürü ve popüler kültür kavramları arasındaki ayrımlara son vermeden önce, bir noktaya daha dikkat çekmek istiyorum. Kanımca, halk kültürü ve popüler kültürü süreklilik içinde alarak, birbirlerinin eşdeğerleri olarak değerlendirmek iki nedenden ötürü sakıncalıdır. Bu sakıncalardan birincisi yöntemde, ikincisi yapılacak siyasal çıkarımlarda saklıdır. Halk kültürü popüler kültür ilişkisi, ne tam bir kopuşla ne de tam bir süreklilikle açıklanabilir. Söz konusu ilişki yine süreklilik-kopuş diyalektiğinde ele alınmalıdır. Bu birincisi. Diğer yandan, öngörülen eşdeğerlik, bu yaklaşımın kolayca liberal çoğulculuk düşüncesi içerisinde depolitize edilmesine yol açmaktadır. Bu da ikincisi.
Neyse, biz günümüzde popüler kültür alanının büyük oranda metalarla canlılık kazanan “sistemsel oluşum” olduğu sorununa dönelim. 1960’lara kadar neredeyse hiçbir yerellikte bu özelliği hakim olmayan popüler kültür, 1960’lardaki siyasal konjonktür gereği Amerika’dan Uzak Doğu’ya kadar olan tüm coğrafyalarda, her boyutta direnişin tüm gruplara kesimlere sınıflara yayılmasıyla popüler bir direniş kültürü olarak şekillenmiştir. Çünkü, çeşitli kültürel etkileşimler sırasında egemen kültür yeniden üretilip süreklilik kazanırken, karşıt kültürler de üretilmiş ve bunlar aracılığıyla egemenlik mücadelesi verilmiştir.
Böylesi durumlarda, varolan kurumların dışarıda bırakma eğiliminde olduğu, dışladığı belli bir tür ürünün üretimi, sergilenmesi, yayınlanması için alternatif olanaklar gündeme gelir. Bunların üretimi yerleşikleşmiş kurumların tepkisine neden olduğundaysa muhalif gruplardan ve onların muhalif kültürlerinden söz edebiliriz. ‘60’lı ve ‘70’li yıllardaki toplumsal-siyasal hareketlenmeler sırasında alternatif ve muhalif kültürler arasındaki bu ilişki rahatlıkla görülebilir. ‘68’lerde varolan egemen kültürün dışarıda bıraktığı, dışladığı özellikle “gençlik” unsurları kendi kültürel üretimlerini yaygınlaştırmak için alternatif yolları deneyerek, gruplarının alternatif kültürlerini yaratmışlardır. Bu kültürler ise, gelişen kimi egemen ideolojik-siyasal etkilerle zamanla marjinalliğe itilmiş ya da kapsanmıştır.
Söz edilen şekilleniş, aynı zaman zarfında kapitalist üretim tarzında yaşanan gelişim ve dönüşümlerle ilkin ileri kapitalist formasyonlarda hızla pazar kültürü (“kitle kültür”) etkisi altına girerken, sonrasında dalga dalga ‘80’ler ve ‘90’larda tüm kapitalist formasyonlar da bu etkinin altında kalmıştır. Diğer bir ifadeyle süreç,
“…popülerin kitle kültürü denen kapitalist pazar kültürünün içine alınması ve ticari ve reklam kültürünün bir parçası yapılması sürecidir. Bu haliyle de popüler kültür aynı zaman da kitle kültürünün somut şekillerinden birisidir. Popüler kültür pazar tarafından pazarda tüketim için sipariş edilen, ısmarlama kitle kültüründe en popüler ürünleri ve tüketimleri anlatır.” 16
Popüler kültürde olanak arayışı: “Eldivenden merdivene, İbo burda her şey var!”
YKM mağazalarının çok eski bir reklam sloganını hatırlayanlar vardır. Slogan şöyleydi: “eldivenden merdivene YKM’de her şey var.” Ama zaman değişti, globalleşen dünyada sloganlar da değişti. Eski sloganlar popülerleştirilmeliydi bir biçimde. Sanırım “huh hah 12 Dev Adam”dan beş tanesini sayabilen herkes İbrahim Kutluay’ı bilir, tanır. Kaç yıl önceydi tam kestiremiyorum ama, herhalde İbo’nun “Ege’nin iki yakasındaki barış elçisi” misyonuyla donatılmasından önceydi (yanılabilirim basketbolu yakından takip etmiyorum), İbo NBA kariyeri olan siyah bir Amerikalı basketbolcu ile birlikte bir reklam filminde görünmüştü bir ara. Oh ne güzel, taa dünyanın bir ucundan kalkıp iki kültür bir araya gelmişti! Reklam aynen şöyleydi: İbo ve nedendir bilinmez siyahlara yakıştırılan şebeleklikle bizim Amerikalı, o kat senin bu kat benim mağaza içinde koşturarak deliler gibi alışveriş yapmaktadırlar. Hatta “harcadıkça kazandıran” bir de kredi kartları vardır ellerinde. Ama bizim Amerikalı hayretler içinde, yarım yamalak “sevimli” Türkçesiyle İbo’ya sürekli “İbo buda he şe va mı” diye sormaktadır. Reklamın sonunda tam bu sorunun peşine eski slogan tekrar duyulur: “eldivenden merdivene…”
Gördüğümüz gibi herhangi bir reklam filmi dahi aynı anda bir yığın kültürel ve ideolojik bombardıman yapabilmekte, bilmem kaç tane imaj ve slogan arasında bağlantılar kurabilmektedir. Ama buradaki derdimiz bir reklamın anatomisini yapmak değil. Derdimiz değişen zamana göre popülerleşen şeylerin nasıl eskiyle bütünleştirilerek yeni popüler imajlar üretilebildiği, bunun pazar ekonomisi için nasıl işlevsel kılındığıdır.
Popüler kültür alanının çözümlenmesine, bu alanın sömürülen ve ezilen sınıflar için ne gibi olanaklar sunduğuna dair bir yığın görüş, yorum ve ekol mevcuttur. Yani bu konu hakkında “eldivenden merdivene” her şey pazar çantasında bulunmaktadır. Sanırım öznenin inceleme nesnesine benzemesi de bu olsa gerek…
Neyse biz tekrar kuramın sıkıcılığına dönelim.
Detaylı tartışmalara ve literatür aktarımına gitmeden, popüler kültür alanına ilişkin değerlendirmelerin yöntemsel ayrılıklarına ve bunların genel görüşlerine ilişkin kimi değiniler yapmak gerekli. Çünkü böylece, bu alanın yapısının karmaşıklığı daha rahat görülebilecek. Böylece biz de kimi noktalarda alan temizliği yapabileceğiz.
Popüler kültüre ilişkin bir çalışma yaparken, iş özellikle görüngülerin aktarımına ve analizine geldiğinde, iki yöntemsel uçtan birisine düşmek ya da yakın durmak çoğunlukla kaçınılmaz oluyor. Sonuçta, ya tam boy nesnelci ya da öznelci yorumlara varıldığı görülüyor. Örneğin sinema, televizyon ve popüler yazılar üzerinden bir çözümleme yapılacaksa yapısalcı; iktidardaki egemen sınıfların dışında kalan sınıf ya da grupların yaşanmış-yaşanan “kültürleri” ve yaşam yolları üzerinden çözümleme yapılacaksa kültürelci yorumlara düşülebilmektedir.
Yapısalcı bir metin çözümlemesi, bu metinlerin (dolayısıyla popüler kültürün) doğrudan doğruya egemen ideolojinin taşıyıcısı olduğunu söyleyebilir. Öte yandan yaşanmışlıkların ve yaşananların kültürelci bir yöntemle çözümlenmesi, tüm bu deneyimlerin egemen kültürden bağımsızlaşarak kendi hareket alanını ördüğü; böylece “alt-kültür gruplarının”, “alternatif-muhalif kültür biçimlerinin”, “işçi sınıfı kültürünün” kendi karşılarında yer alan “egemen burjuva kültürünün” hiçbir öğesini taşımayan bir popüler kültür yığınını meydana getirdikleri söylenebilir.
Bu iki yöntemsel uçlaşmanın dışında, esasında bu ikisinin arasında salınımlarla beslenen bir üçüncü yaklaşımdan söz edilebilir. Bizim de yakın durduğumuz bu yaklaşıma göre popüler kültür, “kültür üretimi”, kültürün yeniden üretimi ve mülkiyet ilişkileri içinde ele alınmalı ve anlamlandırılmalıdır. Bu haliyle, bu yaklaşım oldukça geniş bir yelpazeyi kapsar. Nitekim, bu yelpazedeki kimi yorumlar temelin katı belirleyiciliğine dayanabilecekleri gibi; kimileri popüler kültürü ideoloji üretimiyle ilişkisi içinde ele alıp, üretilen ideolojinin ekonomik temelle ilişkileri dayanak alınarak, toplumsal formasyonda belirlenim ilişkileriyle popüler kültür oluşumunu çözümlemeye çalışmaktadır.
Son söylenen yaklaşımın geleceği nokta, popüler kültürün işlevinin onu kimin nasıl ifade ettiğine göre değişeceği; bu ifadenin denk düştüğü anlamın ise ancak ideolojik ve politik mücadeleyle belirlenebileceğidir. Bu durumda, egemenlik ilişkilerinin güç alanı dışında kalabilen, bütünlüklü, bağımsız ve gerçek bir popüler kültürden söz edilemeyeceği de açıktır. Nitekim Özbek’in de işaret ettiği gibi,
“‘Popüler’i yapan prensip, seçkin ya da hakim merkezi alan ile çevrenin (bağımlı sınıfların) kültürü arasındaki gerilimler ve karşıtlıklardır. Kültür alanını ‘popüler’ ve ‘popüler olmayan’ arasında sürekli olarak inşa eden, bu karşıtlıktır.”17
Bu karşıtlık içinde egemen kültür, popüler kültür alanında egemenliğini güçlendirirken, bunu zor ile yapmaz. Gücünü “alt-kültürel grupların”, “alternatif-muhalif kültürlerin”, “işçi sınıfı kültürünün” üzerinde, onları yeniden yapılandırarak egemen sınıfların değerleri ve ideolojileri ile ilişkide bulunarak sağlar ve pekiştirir. Ancak tüm bu süreçlerin sayılan bu “kültürleri” tamamen ortadan kaldırdığı-kaldırabileceği de söylenemez.18 Bu kültürler prekapitalist ve burjuva ideoloji ve kültürlere eklemlenebilecekleri gibi, verilecek olan ideolojik-politik mücadeleyle ilerici ideoloji ve kültürlerin de etkisi altına girebilirler.
Bu etkileşimler sırasında gündelik hayattaki etkinlikler, yaşam tarzları da önemlerini hissettirir. Lefebvre, gündelik hayatın toplumun tüm yönleriyle güçlüklerinin ve güçsüzlüklerinin yansıtıldığı bir düzlem haline geldiği söylerken,19 Fiske, işte bu gündelik hayat ile kapitalizm tarafından sağlanan kültürel kaynaklar arasındaki bölmede, popüler kültürün üretildiğini düşünmektedir.20 Ancak, Fiske ara bölmede oluşturulan popüler kültürde, bireylerin “metinlere” farklı anlamlar yükleyerek, onları en nihayetinde gündelik hayat içinde bir tür başkaldırı-direniş motifi olarak sergiledikleri anlayışını yerleştirir. Dolayısıyla, ona göre popüler kültür araştırmalarında sadece kültürel metalar değil, halkın bunları kullanma biçimleri de araştırılmalıdır. Bunun karşısına, gündelik olanın politik güçler ve toplumsal biçimler tarafından yapılandırılıp işlevselleştirilmesini de (örneğin gündelik etkinliklerin, yaşam tarzlarının tamamıyla kentsel çerçevede programlanması) hesaba katmasıyla Lefebvre’nin yaklaşımı konabilir.
Öte yandan gündelik hayatın görüngülerinde direnişçi, red edici ve hatta dönüştürücü birtakım olguları ortaya koymak için var olan görünümü sistemsel oluşumunun ötesine taşıyarak, bütünden soyutlayarak mıncık mıncık etmek, her şeyde bir keramet bulmaktan öteye geçmeyip sonuçsuz kalır. Örneğin kültürel metaların kullanım biçimlerine büyük anlamlar yüklemek, bütünlükçü ideolojik ve siyasi mücadelenin es geçilmesine neden olur. Daha fazla ayrıntıya girmemeye özen göstererek, bu sorun üzerinde bir süre daha duralım. Zira bu, bize kültür çözümlemelerinde postmodern uca savrulmanın nasıl gerçekleştiğini de gösterir. Aynı zamanda popüler kültürün postmodernizmle buluşma noktasını da…
Söylenilen şey şudur: Kültürel metalar üzerinde mücadele verilirken metalar özlerinin dışına çıkarılır ve yeniden okunup anlamlandırılır. Bu düşüncenin bir yere kadar haklı olduğu kabul edilebilir. Ancak, bu sırada kurulan ilişkiler içinde yeniden yapılandırılan bir şey daha vardır: Sıyrılma. Fiske bu kavramı irdelerken Barthes’den aldığı jouissance kavramsallaştırmasını kullanır. Jouissance kendinden geçme, orgazm ya da mutluluktan uçma şeklinde çevrilebilen bir kavramdır. Özünde bu kavramsallaştırma yönetip denetleyen öznelliğin ve onu yeniden belirleyen nesnelliğin kaybolmasına, kendinden geçiş haline, benliğin yitimine tekabül eder. Bu duruma yüklenen anlam, yitim sonucunda sadece söylemsel anlamları oluşturan ideolojilerden sıyrılmış olunacağıdır. Böylece birey, egemenlerin ürettiği metaların taşıdığı metinlerden ya da metinlerin taşıdığı metalardan kurtularak, her tür metinde kendi okuma ve anlamlandırmasını yapabilecektir.21
Anlaşıldığına göre başatlık an’ın belirleyiciliğine tanınmakta, geleceğe ilişkin kurgu ve perspektifler düşünsel alanın dışarısına atılmaktadır. Bunun doğal sonucu olarak, popüler kültür çözümlemelerinde kimi uçuşlar, kendinden geçişler yaşanmaktadır. Bu da basbayağı postmodernizmle buluşmaktır.
Bu parantezi de kapatıp devam edersek…
Şimdiye kadar bu bölümde gündelik hayat ve popüler kültür arasında kurulan ilişkiye değil, bu ilişkinin popüler “kültürel metalar” odaklı çözümlemelerine itiraz edilmektedir. Gündelik olanla popüler olan arasındaki ilişkinin tümüne değil…
Nitekim sınıfın gündelik yaşam içinde deney birikimi, kapitalist üretim ilişkilerinin doğrudan ya da dolaylı yarattığı, yeni yaşama koşullarına uyarlanım sırasında devingenleştirdiği geleneksel normları, elbette ki üzerinden atlanmaması gereken olgular sunmaktadır. Bu olgular popüler kültür alanıyla sıkı ilişkiler kurduğu gibi, aynı zamanda kimi yanlarıyla zaten bu alanın bir parçası halindedir. Bu durum tam da geleneksel halk kültürü ile popüler kültür arasında önceki sayfalarda vurgulanan ilişkiden kaynaklanır.
Bu bağlamda Thompson’ın sınıfı “dinamik bir deneyim” olarak ele alıp, toplumsal formasyondaki diğer unsurlarla etkileşimleri içinde kültürün işçi sınıfı üzerindeki etkilerini göstermeyi denemiş olması önemlidir. Thompson’ın bu duruşu sınıfın süreç içinde bir oluşum olduğu görüşünü şekillendirmektedir. Wood’a göre, oluşum kavramı ile hem üstyapının kendi bileşenleri arasındaki dolayımlı ilişkilerden hem de altyapı ile üstyapı arasındaki karşılıklı belirlenimlerden sınıfın nasıl biçimlendiği çözümlenerek anlatılabilmektedir.22
Thompson, işçi sınıfının taşıdığı ve yeniden ürettiği “sınıf kültürünü” toplumsal yaşam içinde betimlemeye çalışırken, sınıfın kazandığı deneyimini dilde ve edebiyatta, işte, birahanede ve evde, şarkılarda ve gizli ritüellerde vs. kendini gösterdiğini düşüncesinden hareket eder. Çünkü Thompson, gelenek, tören ve değerlerin yaşamın yeniden üretilme süreçlerinin ve maddi şartların bir parçası olduğu görüşündedir.23 Thompson böylece öznenin etkinliğine alan tanımaktadır.
Bunlar Thompson’ın, toplumsal öznelerin şekillenmesinin ve hareket alanın genişliğinin çözümlenmesi için sağladığı pozitif girdilerdir. Ancak, bu görüşlerin ifrada vardırılması, özellikle “işçi sınıfı kültürü” ve “popüler kültür” tartışmalarında uvriyerist yorumlara ya da tam boy bir olumsalcılığa kapı aralama riskini barındırmaktadır.
Popüler kültürün parçalılığı üzerine: Olanak nerede?
Dikkat edilirse, buraya kadar toplumsal formasyonda kültür olgusunun bir bütünlük arz etmediğini, çeşitli parçalardan oluştuğunu, bu parçalardan popüler kültür olarak tarif edilen alanında kendi içinde parçalı olduğunu söylüyoruz. Tabii her parçanın birbiriyle farklı dolayım ilişkileri yaşadığını kabul ederek.
Popüler kültür alanı parçalı bir bütündür.
Bu alanda bir yanda medya faaliyetleri ve medyatik sanatsal-edebi uğraşılar;24 bir yanda gündelik hayat içinde karşılaşılan ve yeniden üretilen “kültürel metalar” ve bunlar karşısında alınan tavırlar, davranışlar bulunmakta; bir yanda da paradoksal bir kavram gibi görünse de gündelik hayattan da beslenen, deneyimselleştirilen ve orada gözlemlenebilen devingen-geleneksel etkinlik ve davranış normları bulunmaktadır.
Kanımca, günümüzde yeni iletişim teknolojilerine de bağlı olarak popüler kültürün bir bütün olarak, öncü, yenilikçi, yıkıcı ve yapıcı nitelik taşıma olanağı daralmaktadır. Ancak yine de popüler kültürün tam boy bir olumsuzlama işleviyle donandığını söyleyemeyeceğimiz gibi, olumlama işleviyle donandığını da söyleyemiyoruz. Bu ise tam da bu alanın parçalı bir bütün olmasından kaynaklanmaktadır. Buna dayanarak, her iki işlevin birden popüler kültürde barınabileceğini söyleyebiliriz.
Az önce popüler kültüre geleneksel bazı öğelerin dahil olduğunu söylemiştik. Ancak, salt medya faaliyetleri olarak değerlendirilemeyecek kadar geniş bir alanı kapsayan popüler kültürün ve onun ürünlerinin yaşanan sistemi destekleyen ideolojilerle dolu olmasında bu geleneksel öğelerin kimilerinin de payı vardır. Örneğin insanın doğasının bencilliği, değişmezliği ya da özel mülkiyetin kutsallığı gibi üretilen kimi düşünce ve “değerler”, bu tür geleneksel öğeler arasında sayılabilir ve haliyle bu tür geleneksel öğeler, popüler kültür alanının bir parçası olarak, alanın sistem içi edilgenleştirici kültürel dinamizmine katkı koyar.
Son durumda, egemen kültürel-ideolojik alan içindeki gündelik hayatın örüntülerinden, sanatsal pratiklerden ve medya (kitle iletişim endüstrisi) faaliyetlerinden oluşan-oluşturulan popüler kültür alanına bütünsel olarak müdahalenin de sınırlılıkları kabul edilmelidir.
Bu müdahaleler, daha önce değindiğimiz üç bileşenden oluşan bütüne güçlü bir ideolojik ve siyasi mücadele olmadan, salt biçimbozma, yeniden anlamlandırma, kodlama gibi kültürel yeniden üretimler üzerinden hareketle yapılmaya kalkışıldığında, yapılan şey büyük oranda egemen kültürel-ideolojik alanın yeniden üretimi olmaktadır.
Öyleyse, popüler kültür alanının gündelik hayat örüntüleri dışında kalan bileşenleri üzerinden, herhangi bir “mücadeleye” güç verici direniş ya da yönlendirici başkaldırı beklenmemelidir. Çünkü popüler kültür alanındaki sanatsal pratikler kitle iletişim endüstrisi ile sıkı ilişki içindedir. Bu pratiklerde, popüler olanı yakalamaya dönük çabalar sizi iki sonuçtan birisine götürür: birincisi, bu çabalar sizi bir yerinden kitle iletişim endüstrisi alanıyla buluşturur; ikincisi, bağ kurulan alan sizi ve ürününüzü mas eder. Diğer yandan, bu alandaki üretim gerçek anlamıyla sanatsal bir pratik olarak gerçekleştirilmeye çalışıldığında bunlar, marjinal, elit çabalar olarak kalmaya mahkûmdur. Sonuçta, popüler kültür alanındaki medyatik-sanatsal pratikler kayıp alandır.
Popüler kültür alanının bir diğer parçası olan gündelik hayat örüntüleri ise, bu örüntüler içinde karşılaşılan “kültürel metaların” ve bunlar karşısında alınan tavır, davranışların, gerek bu metaların doğasından, gerekse birinci alanla sıkı temas noktaları kurması-kurmak zorunda bırakılmasından ötürü bir diğer nafile çaba alanıdır.
Ancak, üçüncü parçamız olan devingen geleneksel kültürün az da olsa getirebilmiş olduğu kimi kalıtlar, güçlü ve bütünlükçü bir ideolojik ve siyasi hareket üzerinden karşıt-muhalif kültür oluşturabilme olanağı mevcuttur. Öte yandan bu karşıt-muhalif kültürel değerlerin, egemen kültüre karşı mücadele ortamı içinde şekillendiği ve biçim aldığı, bazı kaynaklarını da egemen kültürden alabileceği kabul edilmelidir.25
Sonuç yerine: İşçi sınıfının devingen geleneksel kültür ile ilişkisi
Tekrar edelim. Bütün olarak işçi sınıfının tüm bileşenleri (toplumsal proletarya) toplumsal formasyondaki dolayımlarla popüler kültür alanında ideolojik ve kültürel açılardan etkilenmekte, diğer taraftan onu çeşitli biçimlerde yeniden üretmektedir. Bu yeniden üretim ister popüler alanının medya faaliyetlerini okuma ve anlamlandırma, isterse gündelik hayattaki “kültürel metalar” üzerinde biçim bozma yollarıyla olsun; son durumda daima toplumsal formasyonun egemen ideolojisi ve kültürünce, günümüzün kitle iletişim araçlarıyla yönlendirilen “kitle kültürü” içine çökertilmekte, orada mas edilmektedir. Dolayısıyla popüler kültür alanındaki mücadele ve belirleme zemini oldukça daralmıştır.
Bu daralma sonucunda, geriye, önceki bölümde sözünü ettiğimiz devingen-geleneksel kültürün kimi normları, davranış tarzları, motifleri kalmıştır.
Örneğin bir işçi ailesinin, oğullarına geleneksel sünnet kıyafetleri içinde sazlı-sözlü, yemekli, kirveli düğün yapmaları; sünnet çocuğuna aileye destek olmak için altın takılması, çocuğu avutmak için de avucuna para sıkıştırılması; ancak diğer yandan bilgisayarı olmayan aynı çocuğa internet erişim paketi, cep telefonu vb. şeyler hediye edilmesi bizi şaşırtmamalıdır. Ya da yine bir işçi ailesinin çocuklarının düğününde (mekan semt arasındaki bir düğün salonu da, evin bahçesi de olabilir) yine dayanışma mahiyetinde takılar takılırken, pop-arabesk parçalarından birisi eşliğinde sahnede ancak birkaç çift dans ederken (hemcinsleriyle dans eden çocukları ve yeniyetme gençleri saymıyoruz), yöresel-yerel enstrümanlarla olmasa da bir türkü söylenince, çoğu kişinin örneğin Çorum halayına başlamaları ve halaya çıkmayanların diğerleri tarafından kolundan bacağından çekiştirilerek halaya katılmaya çalışılması daha çok uzun bir süre göreceğimiz manzaralardır.
Bu gibi örnekleri herkes onlarca sayıda çoğaltabilir. Hatta bunlar teorik bir çerçeveye oturtularak, tüm dayanışma ağlarıyla ilişkisi üzerinden sınıfın dayanışma ritleri olarak da anlatılabilir. Ancak dikkat edilirse, burada geleneksel olana dair bir durağanlıktan söz edilmemektedir. Geleneksel olan, popüler kültürün diğer alanlarıyla çeşitli etkileşimlere girmekte, bu etkileşimlerin bütününden geleneksel bir popüler kültür fragmanı şekillenmekte ve devingenliğini tam da bu oluşum sürecinden sağlamaktadır. Tabii bu oluşum sürecinde işçi sınıfı bileşenleri aktif rol almaktadır.
İki paragrafla toparlamaya çalışarak bitirelim.
Toplumsal proletaryanın, son durumda, kapitalist üretim tarzıyla ortak bir ilişkiyi paylaşan, sömürülen bir sınıf olması, onu potansiyel olarak güçlü bir karşıt-muhalif kültür üreticisi ve taşıyıcısı yapar. Ancak, en gelişmiş-geniş ölçekli sanayi dallarında çalışan sanayi proletaryasının bile bütüncül bir ideolojiye sahip olmadığı, dolayısıyla sınıfın çıkarlarına karşıt ideolojilerin gündelik deneyimler düzeyinde her kişinin, grubun ve sınıfın bilincini yeniden ve yeniden yapılandırdığı göz önüne alınınca, popüler kültürün sınıfların ortak eksenini oluşturduğu anlaşılır. Bu durumda, proletaryanın, öncünün bulunmadığı koşullarda egemen ideolojiye eklemlenerek gelen ideolojikleştirilmiş popüler kültürün baskısıyla karşılaşması günlük, hatta anlık olaylar halinde sürüp gitmektedir.
Bu nedenle, karşıt bir kültürel üretim, ancak kendisini besleyecek bir örgütsel-ideolojik üretim ve mücadelenin sürekliliği sağlanıp, toplumsal bir siyasallaşma ile buluştuğunda, popüler kültür alanı sömürülenlerin kendi okumalarıyla anlamlandırılıp sembolleştirilerek, birer ideolojik ve kültürel saldırı aracı olarak kullanılabilir.
Bunun dışında bu alana topyekûn müdahale için gösterilecek çabalar, düğünde halaya çıkmayanı kolundan bacağından çekiştirip Çorum halayına katmak gibi olur ki, onun da ömrü az olur.
Dipnotlar ve Kaynak
- Karl Marx, Ücretli Emek ve Sermaye, (çev. S. Belli), s.31-32, Ankara: Sol, 1999.
- Friedrich Engels, “W.Borgıus’a 25 Ocak 1894 Tarihli Mektup”, Seçme Yazışmalar II, (çev. Y. Fincancı), s.297, Ankara: Sol, 1996.
- Karl Marx, Kapital’e Ek: Dolaysız Üretim Sürecinin Sonuçları, (çev. M.Topal), s.109, İstanbul: Ceylan, 1999.
- Bkz. Metin Çulhaoğlu, “Sınıf Oluşumu ve Büyük Kent Mekanı: Güncel Durum ve Olasılıklar”, Gelenek, sayı 80, Ankara: 2004; Metin Çulhaoğlu, “Varoşlar ve Kentyoksulluğu: Sınıf Mücadelesinde Mekan ve Bütünlük Sorunları”, Sosyalist Politika, Ankara: sayı 10, 1996.
- Karl Marx, y.a.g.e., s.105-108.
- Karl Marx, Kapital I, (çev.A. Bilgi), s.197, Ankara: Sol, 1993.
- Söz konusu ayrımlardan ilkini Callinicos ve Harman, ikincisini ise Poulantzas yapmaktadır. Bkz. A. Callinicos ve C. Harman, Değişen İşçi Sınıfı, (çev. O.Akınhay), İstanbul: Z, 1994; Nicos Poulantzas, Siyasal İktidar ve Toplumsal Sınıflar, (çev. S.Süer, L.Topaçoğlu), İstanbul: Belge, 1992.
- Fredrick Jameson, “Fiilen Varolan Marksizm Üzerine Beş Tez” (çev. M.Çulhaoğlu), s.173-174, Marksizm ve Postmodern Gündem, E.M.Wood, ve J.B.Foster (edt.), Ankara: Ütopya, 2000.
- Raymond Williams, Kültür, s.9-10, (çev. S. Aydın), Ankara: İmge, 1993.
- K. Alemdar ve D. Erdoğan, Popüler Kültür ve İletişim, s.171, Ankara: Ümit, 1994.
- Benzer bağlamda, popüler kültürün “kültürel küresellesme”nin ana motifi olduğu göz önüne alınınca yerel kültürlerden beslenen “ulusal popüler kültürün”, “küresel popüler kültürle” etkileşimi konusunda da “ulusal” olanın, “küresel” olanın birçok unsurunu “kendi kodlarına, sözdizimine, gramerine” uydurduğunu görmek gerekiyor. Bu nedenle tümüyle kozmopolit bir popüler kültürden söz edilemeyeceği de açıktır. Bkz. Erol Mutlu “Popüler Kültürü Eleştirmek” Doğu Batı, sayı 15, 2001.
- Alan Swingewood, Kitle Kültürü Efsanesi, (çev. A.Kansu), s.51-52, Ankara: Bilim ve Sanat, 1996.
- Bunlar simgeleştiren bir tür olarak tarif ettikleri insanın, diğer insanlarla ve doğal dünyayla etkileşimi içerisinde edindiği kod ve mesajlar sistemini inceleyen antropoloji ekolleridir.
- Stuart Hall, “Popüler Kültür ve Devlet”, (çev. Ş.Karasar), Popüler Kültür ve İktidar, N.Güngör (der.), s.99 Ankara: Vadi, 1999.
- John Fiske, Popüler Kültürü Anlamak ,(çev. S.İrvan), s.209, İstanbul: ARK, 1999.
- İrfan Erdoğan, “Popüler Kültür: Kültür Alanında Egemenlik ve Mücadele”, s.34, Popüler Kültür ve İktidar, 1999.
- Meral Özbek, Popüler Kültür ve Orhan Gencebay Arabeski, s.85, Ankara: İletişim, 1994.
- Tony Bennett, “Popüler ve Popüler Kültür Politikası”, (çev. T.Kızılok), s.70-71, Popüler Kültür ve İktidar, 1999.
- Henry Lefebvre Modern Dünyada Gündelik Hayat (çev. I.Gürbüz) Dstanbul: Metis 1998.
- John Fiske, a.g.e.
- John Fiske, a.g.e., s.65-89.
- E.Meiksins Wood, Kapitalizm Demokrasiye Karşı, (çev. Ş. Artan), İstanbul: İletisim, 2003.
- E.P. Thompson, İngiliz İşçi Sınıfının Oluşumu, (çev. U.Kocabaşoğlu), İstanbul: Birikim, 2004.
- Bu yazı kapsamında bu konuya ilişkin ayrı bir baslık açmak iki nedenden ötürü tercih edilmemiştir. Birincisi, konu kendi tarihsel seyri içinde ele alındığı takdirde, bu yazının hacmini oldukça aşmasına neden olacaktı. İkincisi, bu çalısmada popüler kültür görünümlerinin aktarımına ve çözümlenmesine girismekten kaçınılmıs olmasıdır. Şayet bu konu irdelenecekolsaydı, ister istemez popüler kültür görünümlerine iliskin detaylı gözlem, aktarım ve çözümleme yapma zorunluluğu duyulacaktı.
- K. Alemdar ve İ. Erdoğan, a.g.e., s.109