Zimmerwald, İsviçre’nin yaklaşık olarak ortasında, Bern kantonuna bağlı bir kenttir. Pek bilinen bir yer olduğu söylenemez, turist potansiyeli de herhalde çok yüksek değildir. Zimmerwald’ı tarih kitaplarına geçiren olay ise 1915 yılının Eylül ayında sosyalistlerin, Birinci Savaş devam ederken, savaşı ve savaş karşısında sosyalistlerin tutumunu tartışmak için bir araya gelmeleridir. Konferans, sosyalistlerin arasında artık ertelenemez hale gelen çözülüşün, net bir şekilde su yüzüne çıkmasına vesile olur.
Daha konferansın öncesinde ayrımlar nettir aslında. Bu ayrımların farkında olan Lenin, daha sonra “Zimmerwald Solu” olarak bilinen küçük grubu örgütlemiştir bile. Lenin önderliğindeki grubun hazırladığı her iki bildiri de, konferans tarafından reddedilir ve Zimmerwald Konferansı, savaşın kınanmasıyla yetinen Troçki’nin kaleme aldığı bir manifestonun yayınlanmasıyla sona erer. Lenin’in düşünceleri, yalnızca Zimmerwald esnasında tartışma yaratmamıştır. Üstelik tartışmanın İsviçre’de sonlandığı, savaşın lanetlenmesiyle bittiği de söylenemez. Zaten daha Zimmerwald Konferansı sırasında bölünen gruplardan sol ve sağ seksiyonlar çıkmıştır bile.
Savaşın başlamasının hemen ardından yaptığı çıkışla polemiği tetikleyen Lenin’in fikirleri, dönemin sosyalistlerini bölmeye ve birleştirmeye savaş boyunca devam edecektir. Bu bölünme ve birleşmelerin sabit ve kalıcı olduğu da söylenemez. Dahası, Lenin için bile, savaş boyunca ilk fikirlerine sadık kalmadığı, onun da savaş sürerken düşüncelerini değiştirdiği iddiası vardır.
Oysa büyük Rus devrimcisi, savaş boyunca, sosyalist devrimi aramayı sürdürecek, bu arayışta enternasyonalizm elindeki en büyük silahlardan birisi olacaktır.
İşçi sınıfı enternasyonalizmi ve savaş
Lenin’in savaş sırasında izlediği tutumun, marksizmin genel sistematiğinin dışında olduğu söylenemez. Lenin, bu sistematiğin içinde kalarak yaratıcı olmayı başarmış ve partisini zafere taşımıştır. Savaş söz konusu olduğunda, sosyalist hareket içinde geleneksel olarak varolan iki akım, Birinci Dünya Savaşı sırasında da ortaya çıkmış, Lenin bu akımlardan Marx ve Engels’in de içinde yer aldığı tarafı seçerek ilerlemiştir.
Çok kabaca, sosyalist gelenek içinde, idealist bir bakış açısıyla savaşın külliyen reddedilmesi gerektiği üzerine kurulu, pasifist ve sürekli barış yanlısı bir damar, bir de her savaş için, öncelikle savaşın ne uğruna verildiğine bakarak karar veren, duruma göre savaşta taraf olan veya yine koşullara göre savaşa karşı çıkan bir akım vardır. Bu iki taraf Marx ve Engels’ten önce de sosyalist gelenek içinde gözlenebilir. Ütopik ve idealist olarak nitelendirilebilecek bakış açısının daha eskiye uzanacağını doğası gereği kolaylıkla tahmin edebiliriz; ikincisi için savaşları, halklar uğruna mı yoksa monarşi veya otokrasi için mi verildiğine bakarak sınıflandıran Fransız devrimcilerini rahatlıkla örnek verebiliriz.
Aslında Marx ve Engels’in de, savaş söz konusu olduğunda başladığı yer, Fransız devrimcilerinin bıraktığı yerdir. Ancak 1848 Devrimleri’nden sonra, işçi sınıfı rüştünü ispatlayıp burjuvaziye karşı bir siyasi odak olarak tarih sahnesine çıktığında bu bakış açısı onlar için yetersizdir artık. Bundan sonra, esas olan genel olarak bir demokrasi davası değil, doğrudan sosyalizmin ve işçi sınıfının çıkarlarıdır. Ustalar, ikinci tip yaklaşıma sınıfsallığı enjekte etmişler, pek çok örnekte görüldüğü gibi, başı üzerinde duran bu yöntemi de ayakları üzerine oturtmuşlardır.
Rus otokrasisine karşı aldıkları tutum da bu sınıfsallıktan bağımsız değildir. Hayatları boyunca tutarlı bir Çar karşıtı olan ustalara bakıldığında, sınıfsallık kolaylıkla seçilemiyor olabilir. Ancak bu durum yanıltıcı olmamalıdır. Mesele tamamen, Rus gericiliğinin Avrupa’daki sosyalizm mücadelesi için bir engel olarak görülmesi ile ilgilidir. Marx veya Engels’in Rus otokrasisine karşı demokrasi havariliği yapmak gibi bir düşüncesi yoktur. Zaten demokrasi havariliği adına Rus-Osmanlı savaşında, Osmanlı’nın yanında yer almak, kolay açıklanabilir bir durum olarak görülemez. Niyet de o değildir.
Yalnız, Rus Çarı karşıtlığı konusu, sonraları, pek çokları için bir ilham olacak, ustaların bu tutumu pek çok çarpıtmanın ana malzemesi haline gelecektir. Her defasında marksizmin savaş karşısındaki genel ilkesi olan savaşın hangi sınıfın çıkarına olduğunun incelenmesi şartı görmezden gelinerek elbette…
Marksizmin savaşa bakışını, savaşın niteliği üzerine çözümlemeler yapmakla sınırlamak haksızlık olur. Marksistlerin, karşı taraftan, idealist ve pasifist kamptan ayrıldıkları ilk nokta elbette savaşları kategorik olarak reddetmek yerine, her savaşın sınıfsal karakterine bakmalarıdır. Ancak, devrimci bir teori olarak marksizm, bu niteliklerin incelenmesiyle yetinemez. Onun için aynı zamanda önemli olan, savaşın işçi sınıfı açısından devrimci bir olanak olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceğidir.
Ama ustalar savaşların toplu olarak değerlendirilmesi konusunda olağanüstü bir tutarlılık içinde hareket etseler de, savaşın devrimci bir olanak olarak değerlendirilmesi hususunu teorize edemediler. Marksizmin içindeki bu boşlukların, sonrasında örneğin II. Enternasyonalcilerin hainliklerini meşrulaştırdığını, yine ustaların tutarlı bir şekilde savaş hakkında formüle ettikleri tezler nedeniyle söyleyemeyiz elbette, ancak bu boşlukları ustaca ve marksist sistematik içinde kalarak dolduran Lenin’in hakkını da teslim etmeliyiz. Üstelik Lenin’in karşılaştığı durumun öncekilere benzemediğinin de mutlaka altını çizmeliyiz. Çünkü o zamana kadar her savaşta, devrimci olanak konusu yeterince vurgulanmadığı için, savaşın taraflarından birisinin yanında yer almak konusunda bir eğilim vardır. Lenin ise bu denklemi savaşın hiçbir tarafını destekleyemeyeceğimiz koşullarla karşılaştığımızda ne yapacağız sorusunu ortaya atarak kökünden değiştirecektir. Büyük Rus devrimcisi, soruyu, savaşı devrimci bir olanak olarak tanımlayarak yeniden kurgulayacaktır.
Enternasyonal içindeki tartışmalar da ustaların kendi görüşlerini aktarmakta ve kabul ettirmekte ne kadar zorlandıklarının göstergesidir. Bakunincilerin hiçbir ayrım gözetmeksizin tüm savaşlara karşı eylem çağrısı bunun en bilinen örneklerinden birisidir. Bu karar, Marx ve Engels’e rağmen, Enternasyonal tarafından onaylanmıştır. Oysa Enternasyonal’in kuruluş amaçlarından birisi zaten tüm işçilerin kardeşliğinin ve barış içinde bir arada yaşamasının sağlanmasıdır. Ama enternasyonalizm kardeşlik ve barış sloganlarına indirgenemez. Tüm dünya işçilerinin kardeşliğinin ve barış içinde bir arada yaşaması için yerine getirilmesi gereken görevler, esas olarak enternasyonalizmi tanımlar.
Savaşlarla enternasyonalizmin ilişkisi de böylece kurulmuş olur. Savaşın öncelikle niteliği tanımlanmalı, sonrasında bu görevler bağlamında, savaşın bir olanak olarak kullanılıp kullanılamayacağı değerlendirilmelidir. Enternasyonal anlayış bunu gerektirmektedir, boş barış ve kardeşlik sloganlarının arkasına sığınıp pasifizme davetiye çıkarmayı değil…
Ancak sol içindeki tüm ayrımlar, II. Enternasyonal’e taşınacaktır. Üstelik II. Enternasyonal, Marx ve Engels’ten yoksun bir örgüttür. Marx’ın liderliğinin olmadığı koşullarda, İngiliz pasifistlerden, Fransız savaşa karşı grev savunucularına, işçilerin kendi yurtları için çarpışmalarını savunan Almanlardan, yalnızca barış yanlısı propaganda ve ajitasyon faaliyeti yürütmeyi hedefleyenlere kadar her rengi barındıran II. Enternasyonal, zaten tehlikeli bir bombayı andırmaktadır. O bombanın pimini Birinci Savaş’ın patlak vermesi çekecektir.
Bin dokuz yüz on dört
Savaşın başlangıcından Büyük Sosyalist Ekim Devrimi’ne kadar süren dönemde, Lenin’in savaş ve savaş karşısında solun tutumu üzerine yazdıkları, genelde yalnızca doğrudan bu konular üzerinde ürettikleri mercek altına alınarak incelenir. Oysa Lenin’in yaklaşımı, devrimci bir çıkışı arayan bir lider olarak bütünsel biçimde ele alınmalıdır. 1914 yılının Lenin’i o ana kadar düşündükleri ve ürettikleriyle bir bütündür. Dahası, 1914’ten sonra savaşı, devrimci bir stratejinin oluşturulması konusunda haklı olarak merkezi bir konuma oturtan Lenin, konuya tarihsel ve örgütsel olarak çok geniş açıdan bakabilen tek adamdır. Savaş hakkında düşünceleri de, örneğin “Emperyalizm: Kapitalizmin En Yüksek Aşaması” veya “Nisan Tezleri”ne bakmaksızın anlaşılamaz.
1914 yılında, savaşın başlamasının ardından Alman Sosyal Demokrat İşçi Partisi, parlamentoda savaş lehine oy kullanır; Fransız ve Belçikalı sosyal demokrat liderler ise, burjuvazinin savaş hükümetlerinde yerlerini alırlar. Bu gelişmelere karşı Rus sosyal demokratlarının ilk açıklaması, “Bir Grup Sosyal Demokratın Kararları” başlığıyla 1914 yılının Ağustos ayında kaleme alınır.1 Lenin tarafından yazıldığı bilinen bildiri, İsviçre’nin Bern kentindeki bolşeviklerin bir araya gelip tartışmasıyla son halini almıştır. Rusya’nın yenilgisinin savunulması da ilk kez burada formüle edilir.
Rusya işçi sınıfı ve halkları açısından, Polonya, Ukrayna ve Rusya’nın halklarını baskı altında tutan çarın monarşisinin ve ordusunun galibiyeti, bu gerici ve barbar hâkimiyeti güçlendireceğinden dolayı, çarın savaştaki mağlubiyeti, ehven-i şerdir. Rus sosyal-demokratları, bu bağlamda, savaş sırasında aralıksız olarak çarcı ve monarşist şovenizme ve liberal, Kadet, Narodnik ve onları destekleyen her kim varsa, tüm gruplara karşı bir mücadele yürütecektir.
Tam bu noktada temel bir sorun hemen açığa çıkar; Bolşeviklerin Rus Çarı’nın yenilgisinden yana tavır aldığı açıktır. Ancak madem ki ortada bir savaş vardır; Rus Çarı’nın yenilgisi, örneğin Almanların galibiyeti anlamına gelmeyecek midir? Öyleyse, Lenin ve bolşevikler, Alman hükümetini destekleyen sosyal demokratlara niye kızmaktadır?
Bu soru, Lenin ve takipçilerine savaş boyunca sorulacaktır.
Bildirinin kısalığına rağmen, üç nokta önemlidir:
Birincisi; hem Fransız hem Alman hükümetlerinin savaştaki gerçek niyetine, bildiride, çarın yenilgisinin istendiği maddenin öncesinde kısa da olsa yer verilmiştir. Anayurdun savunulması, başka topraklara özgürlük götürme yalanlarının havada uçuştuğu bir dönemde, emperyalist niyetlerin savaşın arkasında yatan gerçek neden olduğu bildiride vurgulanmaktadır. Ancak Lenin, henüz emperyalizmle ilgili vurucu formüllerini geliştirmemiştir. Eksiklik aslında buradadır. Yoksa Lenin ve arkadaşlarının, emperyalist ülkelerin bu savaşı çıkarırken sahip oldukları emeller hakkında kafalarında bir soru işareti yoktur.
İkincisi; Rus bolşevikleri, her şeyden önce kendi ülkelerindeki mücadele için bir hat geliştirmeye çalışmaktadır. Ancak, askerlerin silahlarını emekçi kardeşlerine değil, gerici ve burjuva partilere yöneltmeleri çağrısı enternasyonal bir çağrıdır. Hatta bu çağrı, enternasyonal niteliği olmaksızın anlamsızdır. Rus komünistleri, Alman ve Fransız askerlerine de aynı çağrıyı yapmaktadır. Bildirinin yedinci maddesindeki enternasyonal vurgu açıktır; Bolşevikler savaşın tarafı haline gelen tüm orduların içinde illegal hücrelerin oluşturulması için çağrı yapmaktalar, üretim tüm propaganda ve ajitasyon malzemelerinin yine bu savaşa bulaşmış tüm ulusların dillerinde yapılması gerektiğine dikkat çekmektedirler.
Üçüncüsü; Lenin’in daha önce yazdığı bir makalede ortaya attığı “Avrupa Birleşik Devletleri” sloganına2 , halkların kendi kaderlerini tayin hakkıyla birlikte yapılan vurgudur. Ama her defasında düşülen hataya bu noktada da düşülmemelidir. Bu bildiride de, her iki vurguyu birleştiren hat sosyalist devrimdir. Üstelik örgütlere halkların kendi kaderini tayin hakkını savunmayı salık veren maddede, sekiz saatlik iş günü hedefi bile unutulmamıştır.
Bu üç noktaya rağmen, kısa bildirinin açıkta bıraktığı pek çok husus vardır. Örneğin, komünistlerin güncel mücadele pratikleri meselesinin tam olarak çözüldüğü söylenemez. Bolşeviklerin, ordu saflarında çarpışmama çağrısı net olsa da, cephe gerisinde çarın ordularına karşı mücadelede bir belirsizlik vardır. Çarın ordularına karşı sabotaj düşünülecek midir mesela? Bu tür eylemler, çarın Almanlara karşı yenilgisi, ehven-i şer olarak tarif edilse bile, Rusya’daki devrimci mücadele için doğru eylemler midir?
Sorular çoğaltılabilir… Bu kısa ilk bildiriden, bu denli karmaşık sorunlara çözüm beklemenin kendisi bir hata olsa dahi, asıl sorun uzun ve zor bir mücadelenin siyasi ve ideolojik arka planının bir defada oluşturulma beklentisidir. Lenin’in ve arkadaşlarının düşüncelerinde savaş boyunca elbette değişiklikler görülecektir. Düşünceler bazen değiştiği gibi, bazen değişmese de olgunlaşacak ve derinleşecektir.
Savaşla ilgili düşüncelerin, emperyalizm ve devrimci durum ve kriz ile ilgili yaklaşımlardan besleneceği hiç unutulmamalıdır.
Bolşevikler, savaşın çıkmasının ardından kendi ülkelerine ve ulusal çıkarlara karşı tavır alan ilk örgütlü grup olmuştur.
Çarın ülkesinde bu tavrın kolay olduğu düşünülebilir. Öyle ya, çar nasıl olsa marksist literatürün lanetli figürü, eski dünyanın gericiliğinin değişmez sembolüdür. Marx’ın ve Engels’in yazılarında da bu vurgu vardır. Osmanlı-Rus savaşında bile ikirciksiz bir biçimde Osmanlı’ları destekleyen ustaların, Rus gericiliğine karşı tepkileri iyi bilinir. Üstelik 1904-1905 Rus-Japon savaşında çarın yenilgisi Rusya’da demokratik devrimi tetiklemiştir.
Alman ordularının galibiyetinin, Rusya’ya özgürlük getireceğini, Alman reformistleri de yüksek sesle söylemektedir.
Ancak Lenin bir savaş durumu söz konusu olduğunda, hâlâ bir çelişki gibi görünse de, bir Alman galibiyetinden değil, çarın yenilgisinden söz etmektedir. Bu çelişkinin nasıl çözüleceği, bu çelişkinin içinden çıkan enternasyonalizmin nelere kadir olduğu zaman içinde görülecektir. Ama Lenin ve bolşeviklerin önlerinde hala nur topu gibi sorun vardır. Üstelik Rus komünistleri, Alman ve Fransız sosyal demokratlarına açtıkları yaylım ateşini hiç kesmemişlerdir; tersine reformistlere karşı mücadeleyi şiddetlendirmektedirler.
Hemen hemen aynı günlerde yazdığı bir diğer makalesinde Lenin polemiğin dozunu arttırır.3 Avrupa’nın her ülkesinde reformistler ikiyüzlü davranmaktadır. Örneğin Fransızlar, Alman emperyalizmini tanımlarken ne kadar yetkinlerse, Britanya ve Fransız emperyalizmi söz konusu olduğunda aynı maharetle, bu iki ülkeyi temize çıkarabilmektedir. Rus çarının gericiliği konusunda Almanların hiç şüphesi yoktur; ama peki Alman emperyalizmi az mı gericidir?
Lenin bu soruları yöneltirken, bir grup Rus sosyal demokratı olarak imzaladıkları bildiride eksik olan önemli bir hususun altını çizer. Metindeki bütün vurgular Lenin’e aittir:
“Rus sosyal demokratları ‘kendileri için’ çarın yenilgisinin ehven-i şer olduğunu söylemekte haklıdırlar; çünkü ‘onların’ acil ve öncelikli düşmanı Büyük Rusya şovenizmidir; ancak her bir ülkenin oportünist olmayan sosyalistleri, ana düşmanlarını ‘kendi ev yapımı’ şovenizmlerinde görmelidirler.”4
Büyük Rus devrimcisi herkesi önce kendi burjuvazisiyle hesaplaşmaya çağırmaktadır. Enternasyonalizmin başlangıç noktası aslında tam olarak burasıdır.
Burjuvazi ve emperyalizm her yerdedir. Rus Çarı’nın marksist çevreler arasındaki ünü ve tartışılmaz gericiliği, Alman veya Fransız emperyalistleri için bir temize çıkma gerekçesi olamaz.
Birinci Savaş sırasında kendi ülkesini bırakıp tüm savaşta sadece Rus Çarı’nın yenilmesi gerektiğini söylemek yalnızca ve yalnızca Rus bolşeviklerinin savunabileceği bir siyasi hattır; çünkü aslında onları birbirine bağlayan somut bir mücadele zemini vardır: Rus toprakları ve devleti. Alman sosyal-demokratlarının, kendi ülkelerinin galibiyetini, Rus Çarı’nın yenilgisini savunması ise yine Lenin’in deyişiyle oportünizmdir. Buradaki ortak nokta, Rus Çarı’nın yenilgisi olamaz; tam tersine farklı ülkelerin solcularının kendi ülkesinin galibiyetini isterken Rusya’nın mağlubiyetini savunması çok ciddi bir ayrım noktasıdır.
Lenin için esas olan Rus topraklarındaki devrimci mücadeledir. Savaşın patlamasına da bu çerçeveden bakar. Alman sosyal demokratlarının, Rus Çarlığı ve gericiliğine karşı savaşan askerlerini destekleme yalanına karşı çıkarken, bu savaşın Rus Çarı’nın yerini sağlamlaştırmasına sebep olabileceğine dikkat çeker.5 Savaşın Rus demokrasisine, işçi sınıfı mücadelesine en azından başlangıçta hiçbir faydası yoktur. Fransa ve Britanya’nın desteğini alan Çar, 1914 yılının Eylül’ünde bir yıl öncekine göre daha güçlüdür. Yoksa Lenin’in savaşın yaratabileceği olanaklar hakkında aklı açıktır ama Alman sosyal-demokratlarının iddiasının tersine, savaş 1914 yılında Çar’ın işine gelmektedir.
Rus sosyal demokratlarının işini zorlaştıran yalnızca savaşın ilanı ve emperyalizmin Çar’a verdiği destek değildir. Hemen her ülkede, reformistlerin kendi ülkelerinin ordularına ve hükümetlerine verdikleri destek de, Rus devrimcilerini zor durumda bırakmaktadır. Şoven basın, Avrupa’daki örnekleri kullanarak bolşevikleri vatan hainliği suçlamasıyla sıkıştırmaya çalışırken, Rus polisi de işçi derneklerinin ve muhalif basının üzerindeki baskıyı artırmıştır. Savaş, tutuklamaları da kolaylaştırmıştır. Tüm bunlara baktığında, Lenin’in yalnızca olanaklardan değil, zorluklardan da söz etmesi doğaldır. Üstelik Avrupa solu da izlediği çizgiyle kendilerine yardımcı olmuyorken…
Rusya’nın koşullarının Avrupa’nın geri kalanından farklı olduğu konusunda, Avrupalı solu her fırsatta uyaran Lenin, Avrupa’daki ileri ülkeler için sosyalist devrimin güncel bir hedef olduğu konusunda ısrarcıdır. Emperyalist savaşı, iç savaşa dönüştürmek tüm ülkelerin işçileri için esas hedeftir. Rus proletaryası, bu bağlamda, çarın yenilgisini bir koşul olarak görürken, bu uğurda, hiçbir emperyalist merkezi de desteklemeyecektir. İç savaş şartlarını oluşturmak elbette kolay değildir; ancak bu durumda dahi, devrimciler sistematik ve ısrarlı bir şekilde bu koşulların hazırlanması için çalışmaya devam edeceklerdir.
Lenin, yine Rusya’yı esas alarak tüm Avrupa’ya hitap etmektedir aslında. Rusya’nın koşullarından hareketle, kendi çizgilerinin tarihsel doğruluğunu anlatırken, Avrupalı devrimcilerden de bir hareket beklemektedir.
II. Enternasyonal’in çöküşü oportünizmin çöküşü olarak da görülebileceğinden, Lenin daha 1914 yılında “Yaşasın III. Enternasyonal” diyebilmektedir.6 Ama bu slogan bile, Rus liderin beklentisinin ve çağrısının göstergesidir. Enternasyonal çalışma olmaksızın devrimci mücadele olmaz. Ama enternasyonalizmin ön şartı, her bir partinin kendi ülkesinde üzerine düşen sorumluluklarını yerine getirmesidir. Savaşın başladığı yıl, Lenin ve partisi bu anlamda yalnız kalmıştır. Ancak Lenin, II. Enternasyonal’in çözülüşünün oportünizmi de çözeceğinden umutludur. Emperyalist bir savaşın tarafları olarak Fransız ve Alman sosyal demokratlar birbirini yerken, sosyalist devrimci bir hattın önünde bir şans vardır.
Lenin bu zorlu günlerde Avrupa’daki solu kabaca üç grupta toparlar.7 İlk grupta savaş destekçisi, burjuva hükümetleriyle işbirliği halindeki sosyal demokrat gruplar vardır. İkinci grup, emperyalist savaşı, iç savaşa çevirmek için çalışmaya başlamış devrimcilerdir. Üçüncü grupta ise, kafası karışık ama şimdilik reformistlerin peşinden gidenler bulunur. Savaş, tarihsel bir kriz olarak, birikmiş tüm çelişkileri açığa çıkardığı gibi yeni bir dönemin de başlangıcıdır.
Birinci Savaş’ın zorlu günlerinde, pasifist bir barış çağrısı da en az II. Enternasyonalcilerin işbirlikçiliği kadar yanlıştır. Kapitalist restorasyon koşullarında barış, işçilerin çıkarına olmayacak, yalnızca geçici bir durumu ifade edecek, işçiler başka savaşların tehdidi altında yaşamaya devam edeceklerdir. Bolşevikler, savaş sırasında barış değil; iç savaş demektedir. Çünkü asıl barışı getirecek olan proletaryanın burjuvaziye karşı vereceği iç savaştır. III. Enternasyonal’in görevi aslında şimdiden tarif edilmiştir. Kuruluş için birkaç yıl daha bekleyecek olsalar da III. Enternasyonal, sosyalist devrimcilerin örgütleneceği bir çatıdır.
Yılın sonuna doğru, boşluklar dolmaya başlamıştır.
Bolşevikler, Çar’ın yenilgisini savunup kendi ülkelerinin mağlubiyetini ehven-i şer olarak nitelerlerken, bu savaşı nihai olarak noktalamak için, emperyalist savaşı, iç savaşa çevirmenin yollarını arayacaklardır. Bunun kolay olmadığı açıktır.
Bin dokuz yüz on beş
1915’in başında Lenin’e göre artık herkes söyleyebileceğini söylemiştir; şimdi kim kiminle birlikte hareket edilecek, buna karar verme vaktidir.8
Rusya’da da sosyalistlerin her şeye karşın birlikte hareket etme kabiliyetini yitirmemeleri gerektiğini iddia edenler vardır. Ancak savaş ve II. Enternasyonal’in tutumu, dönüşü olmayan bir ayrımın tohumlarını atmıştır. Bolşevikler, özellikle dönüşün olmaması konusunda ısrarcıdır. Çünkü pek çok çevre hâlâ, bu ayrımın geçici olduğu, geçmişte de benzer ayrılıklar yaşandığını iddia etmekte, yeni bir Enternasyonal’in yine herkesi kapsayacak şekilde örgütlenmesi gerektiğini iddia etmektedir. Birlikçilik virüsü, solun tarihine damga vurmuş bir virüstür.
Rus komünistleri, o günlerde birliğin ancak ayrılarak sağlanabileceğini söylerlerken haklıdırlar. Oportünistler, reformistler ve savaş çığırtkanlarıyla, burjuva hükümetleriyle işbirliği yapıp milyonlarca işçinin kanının dökülmesinden sorumlu hale gelenlerle yolları ayırmadan, devrimcilerin bir araya gelmesi mümkün değildir.
Enternasyonalizm, her ne olursa olsun, tüm dünyadaki solcuların bir araya gelmesi, birlikte hareket etmesi değildir. Solu terk edenlerle, solculuğa ihanet edenlerle, enternasyonalist dayanışma veya işbirliği olamaz. Elbette enternasyonalizm, bütün başlıklarda, tek bir sesin çıkması değildir. Ancak, hayati başlıklarda ortaklaşmak, birlikte mücadelenin olmazsa olmaz koşuludur.
1915’in başında savaş karşısındaki tutum, devrimci hareketin önündeki en yaşamsal mücadele konusudur. Enternasyonalizmin başlangıç noktası da savaş konusunda solun izlemesi gereken siyasi ve ideolojik hat konusunda anlaşmaktır.
1914’te ortaya çıkan ve artık 1915’te geri dönülemez bir noktaya gelen ve II. Enternasyonal’in çözülüşüyle imlenen ayrım, aslında yeni yüzyılın enternasyonalizminin de başlangıç noktasıdır. Rusya’da görünürde değişik ama aslında aynı nedenlerle daha önce açığa çıkan ve bölünmelere yol açan farklılıklar, tüm Avrupa’ya hızla yayılmıştır; tüm Avrupa solu bir karar vermek zorundadır. Devrimcilerle reformistler bir daha asla bir araya gelmeyecektir.
Şubat 1915’te İsviçre’de bir araya gelen bolşevikler, yayınlandıkları konferans kararlarıyla, o ana değin savundukları tezleri toparlamış olurlar.9 Savaşın emperyalist karakteri açıktır. Lenin, kendi emperyalizm teorizasyonunun arifesindedir ve kitabında toparlayacağı tezleri siyasi yaşantısında kullanmaktadır. Bolşevikler, “anayurt savunması” adı altında emperyalist savaşa verilen desteğin meşrulaştırılmasına ve rasyonalize edilmesine karşıdırlar. Gündemde olan, anayurdun savunması değil, işçi sınıfının burjuvaziye karşı enternasyonal mücadelesidir. Proletaryayı aydınlık yarınlara taşıyacak olan da budur. Emperyalist savaşın iç savaşa dönüştürülmesi konusunda ise, zaman geçtikçe bolşeviklerin cesurlaştığı görülür. Savaş ve savaş koşullarının işçi sınıfının örgütlülüğüne büyük bir darbe vurduğu gerçek olsa da, devrimci bir krizin olgunlaştığı artık söylenmeye başlamıştır. Oportünizme ve II. Enternasyonal’in işbirlikçiliğine karşı çıkılırken, yeni ve devrimci bir Enternasyonal’in oluşturulması için çalışmalar sürdürülmektedir. Bolşeviklerin, soyut ve pasifist barış çağrılarına kulakları kapalıdır. Kalıcı bir barış ancak devrimci bir mücadelenin sonunda sağlanabilecektir. Bolşeviklerin gözünde tüm bunlar enternasyonalizmin değişmez ilkeleridir.
Ancak 1915 yılında da, tıpkı 1914’te olduğu gibi, tüm taraflar yaptıklarını enternasyonalizmle açıklamaktadır. Enternasyonalizm savunusu yapan yalnızca Lenin ve bolşevikler değildir!
Kautsky’den Plehanov’a, Lenin ve örgütünün ateş püskürdüğü pek çok lider veya aydın, kendi konumlarının teorik ve ideolojik altyapısını enternasyonalist ilkelerden oluşturma iddiasındadır.10
Marksizmin savaşa bakışında, savaşın taraflarından birisinin yanında yer almak rastlanılmayacak bir olgu değildir. Ustalar hayatları boyunca bunun pek çok örneğini vermiştir. Marksistler bir savaşta, kimin kazanması gerektiğini veya kimin kaybetmesi gerektiğini söyleyebilirler ama bunlar ilk bakışta aynı gibi görünseler de bunları birbirine eşitlemek ya da başka bir deyişle, bir savaşın mutlak surette bir kazananı bir de kaybedeni olacağını söylemek her durumda doğru değildir. Emperyalistlerin dünyayı yeniden paylaşmak için başlattıkları Birinci Savaş bunun en güzel örneğidir.
Savaşın emperyalist niteliği görmezden gelindiği takdirde, tartışmaların bir anda marksistlerin arasındaki bir polemikten, şovenistlerin karşılıklı atışmasına dönüşmesi kaçınılmazdır. Kitaplar ve belgeler, Alman, Fransız, Rus veya Britanyalı reformistlerin buna benzer sayısız tartışmasıyla doludur.
Lenin ve partisi tartışmayı bu çerçevenin dışına taşıyabildikleri için başarılı ve etkili olmuşlardır. Hem de onlar da bir tarafın yenilgisini savundukları halde…
Tabii bolşevikler, kendi ülkelerinin yenilgisini savundukları için eşsizlerdir. Alman sosyal demokratları da kendi pozisyonlarını gerici Rus Çarı’nın yenilmesi gerektiğini söyleyerek açıklamaya çalışırlar.
Ancak kaçırdıkları nokta şudur: Emperyalist bir paylaşım savaşının tarafı olan bir ülkenin komünistleri veya devrimcileri öncelikle kendi ülkelerine sırt çevirmek zorundadırlar. Birinci Savaş’ta söz konusu ülkelerde bunun istisnası yoktur. Britanya, Rusya, Fransa veya Almanya’da herhangi birini emperyalist savaşın mağduru olarak kimse gösteremez. Emperyalist Almanya’nın, gerici ve monarşist Rusya’ya özgürlük götüreceği iddiasına destek bulmak imkânsızdır.
Bolşevikler de kendi ülkelerinin mağlubiyetinden yanayken, Almanya’nın galibiyetinden yana olmamayı işte böyle başarmaktadır. Onlar, savaşı devrimci bir krizi olgunlaştıracak bir fırsat olarak değerlendirme yanlısıdırlar. Çar’a karşı Almanya’yı değil, Çara karşı işçileri ve onların liderliğinde bir sosyalist devrimi desteklemektedirler.
Enternasyonalizm, savaşta bir tarafı tutmak anlamına gelmez. Hatta savaşta bir tarafın yenilgisini istemek de tek başına yeterli değildir. Zaten bolşeviklerin savaş sırasında izlediği siyasi hattı, yalnızca bir tür “yenilgicilik”le açıklamak da yanlıştır. Elbette, Lenin’in her fırsatta dediği gibi, her devrimci örgüt öncelikle kendi ülkesinde vereceği mücadeleden ve kendi ülkesi için verdiği kararlardan sorumludur. Ancak, Lenin ve partisinin Avrupa’ya bakışını bir bütün olarak anlamaksızın, Lenin’in devrimci enternasyonalizmini idrak etmek mümkün değildir.
Lenin’in tezleri olgunlaşmakta, örgütünün duruşu sağlamlaşmaktadır. 1914’te Çar’ın yenilgisinin ehven-i şer olduğunu söylerken, bıraktıkları boşluk artık dolmaktadır. Alman sosyal demokratları da Çar’ın yenilgisini savunuyor, dolayısıyla bolşeviklerin tutumu sosyal-şovenizmin tersine çevrilmiş halidir demek basbayağı boş laftır.
Savaşa taraf olmuş tüm hükümetlerin devrilmesi; istenen ve hedeflenen budur. Emperyalist savaşın iç savaşa çevrilmesi yalnızca Rusya için konulmuş bir hedef değildir; en başından bu yana Lenin ve yoldaşları tüm Avrupa’ya, savaşa taraf olmuş ya da bu savaştan mağdur olmuş tüm ülkelere bir çağrı yapmaktadır. Hiçbir reformist grubun bu çağrıya kulak verecek cesareti yoktur; bu nedenle yine hiçbir reformist grup enternasyonalizmden bahsetmeye cüret etmemelidir.
Eski gruplaşmaların bir dönüşümden bahsettiğini söylemek doğrudur. Lenin isimleri koyarken ayaklarını yere sağlam basmaktadır: “Enternasyonalistler” ve “sosyal-şovenistler”.11
Dahası, bolşeviklerin demokrasi havarisi barışseverlere karşı da cesareti artmaktadır.12 Enternasyonalist ve devrimci çizgilerinden aldıkları özgüvenle, devrimci bir krizin olgunlaşmasına engel olacak, kapitalizm koşullarında bir barışı, her ne pahasına olursa olsun reddetmektedirler. İleride barış taleplerine de cevap üretmeye başlayacak olan Rus devrimcilerinin, yola çıkış noktaları önemlidir. Çünkü yola buradan çıkmamış olmaları durumunda, o taleplere hiç cevap veremeyecekleri unutulmamalıdır. Gerçek bir barışa giden yolu insanlara anlatabilmek, ancak başlangıçta bu radikallikte, barış isteklerine karşı çıkmakla mümkündür. Bu güven ve cesareti, yine aynı noktada, devrimci enternasyonalizmden almaktadırlar. Aslında bu adımı yalnızca, öncelikle kendi ülkelerinin hükümetine sırt çevirmiş, ama bunu yaparken emperyalizmin emellerine alet olmamayı başarmış bir örgüt atabilir.
Savaşın ikinci yılında, gidişattan rahatsız olan bazı büyük burjuvaların sorunları demokratik yoldan halletmek için girişimlerde bulunması anlaşılabilir. Çünkü yetkin kafalar, bu savaşın devrimci bir krizi doğurabileceği endişesini taşımaktadırlar. Ama bu girişimin peşine düşen reformistleri kimse anlayamaz. Üstelik savaştan rahatsız olan, barış isteyen insanların sayısının her geçen gün arttığı, ama yine aynı insanların, varolan düzenin barış sağlayabileceğinden umudu yavaş yavaş kestiği günlerde… Bolşevikler işte bu olanağı ve boşluğu görmüşlerdir. Barış isteğiyle, düzen değişikliği talebi arasındaki ilişkiyi kurmayı başaran özne, devrimci bir krizde, öne çıkmayı başaracaktır.
Birinci Savaş, kimse ama kimse için bir sürpriz değildir. Çatışmalar herkesin beklediği bir dönemde başlamıştır. Belki birkaç ay önce, belki birkaç ay sonra… Böylesine beklenir bir olay öncesinde sosyalistler savaşı elbette tartışmışlardır. Üstelik bu konuda yazılı belgeler de mevcuttur. Aynı belgeler, pek çok solcunun savaş sırasında nasıl yön değiştirdiğinin de ispatıdır. 1912 tarihli Basle Kararları, bunun belki de en bilinen örneklerinden birisidir. Gayet isabetli bir öngörüyle, yaklaşan savaş hakkında tahlillere yer veren Basle Belgesi, bu savaşın hiçbir şekilde emekçi toplulukların lehine olamayacağına da işaret etmişti. Basle Kararları, özetle, savaşın iktisadi ve siyasi bir kriz yaratacağını, işçilerin birbirlerini kapitalistlerin çıkarları uğruna vurmasının bir suç olduğunu ve bu durumun işçiler arasındaki devrimci eğilimleri güçlendireceğini, sosyalistlerin görevinin bu eğilimlerden ve adı geçen krizden faydalanıp bir ayaklanma örgütleyerek, kapitalizmi devirmeye çalışmak olduğunu söylüyordu.13 Bütün hükümetler savaşa kendi çıkarları için girerdi ve yine bütün hükümetler bir işçi devriminden korkardı ve hiç kimse Paris Komünü’nü ve 1905 Devrimi’ni unutmamıştı. Basle’da bu kararları formüle eden sosyalistlerin hiçbiri devrimi garanti etmiyordu elbette; ancak eğilimlerin ve gerçeklerin altı kalınca çizilmişti. Savaş, devrimci bir olanağa çevrilebilirdi.
Basle Kararları’na gönderme yapmak için bolşeviklerin bir yıl kadar beklemesi bir rastlantı değildir.14 1915, devrimci kriz formülasyonlarının ayyuka çıktığı yıldır. 1914’te savaş karşısında alınacak tutum tartışılırken, henüz bu kavramlar ortada yoktur.
1915 yılının sonunda, II. Enternasyonal çoktan çökmüş haldedir, Avrupa’nın resmi sosyal demokrat partileri bir bir ulusal liberal-sol partilere dönüşmüştür. Bu yeni bir yüzyılın başlangıcında, bir dönemin kapanışı ve aynı zamanda başka bir dönemin açılışıdır. Avrupa solunun bir kısmının, artık burjuvaziyle resmen birleşmesiyle, emperyalizmin hüküm sürdüğü koşullarda, sosyalist devrimciler ile emperyalizmin nimetlerinden yararlanan liberal öğelerin aynı partide varolmalarının imkânsız olduğu açığa çıkmıştır. Reformizmin, solu hızla terkettiği dönem, aslında reformizmin sola karşı bir saldırısı olarak da okunabilir. Reformizm, solu ele geçirmeye çalışmaktadır. Lenin’in tüm teorik ve siyasi enerjisini, bu mücadeleye adaması, büyük devrimcinin bu tehlikeyi gördüğünün ispatıdır. Ancak bu saldırının zamanlaması, başka bir gelişmenin de göstergesidir; emperyalizm çağında, burjuvazi, bir proletarya devriminden ölesiye korkmaktadır. Bu korkunun nesnel temelleri vardır. Sosyalist devrimler çağı, bir daha kapanmamak üzere açılmıştır.
Kendi ülkesinin çıkarlarını reddetmek ve enternasyonalizmi savunmakla işe başlayan bolşevikler, emperyalist savaşı iç savaşa çevirmek hedefini ortaya atmışlar ve tartışmayı buradan sürdürmüşlerdir. Ama artık sıra, devrimci bir durumun nasıl değerlendirileceğine gelmiştir. Henüz bütün değerlendirmeler çok geneldir, tersi de zaten mümkün değildir. Ancak teorik olsa dahi, marksizmin devrimci durum olmaksızın devrimin olmayacağı şiarının hatırlatılması önemlidir. Dahası, her devrimci durumun, devrimle sonuçlanmayacağı kaydının düşülmesi de bir rezerv olarak değil, örgütsel ve siyasi bir mülahazanın neticesi olarak değerlendirilmelidir. Teorik ve siyasi cesaret ile koşulların doğru değerlendirilmediği durumlarda karşımıza çıkan acelecilik birbirine karıştırılmamalıdır.
Lenin, şimdi, devrimci durumun nesnel koşullarını, ezilen sınıfların yönetilmek istemediği ve aynı zamanda ezen sınıfların da yönetmeyi beceremediği, ezilen sınıfların acılarının ve bu acıdan kaynaklı değişim isteklerinin her zamankinden fazla açığa çıktığı ve son olarak kitle hareketlerinin her zamankinden daha fazla arttığı koşulları aramaya başlamaktan söz etmektedir.
Basle Kararları, önemli ölçüde doğrulanmıştı. Reformistler, Basle’ın ruhundan kaçıyorlardı. Çünkü, Basle’da özetlenen objektif koşullar oluştuğuna göre, sosyalistlerin görevi açıktı: Kitleleri bir ayaklanma için örgütlemek… Tersi, burjuvazinin yanında olmakla aynı anlama geliyordu. Bunu ister “ultra-emperyalizm” teorileriyle yapın, ister “anayurdun savunması” masallarıyla…
Birinci Savaş, bitiminin ardından ulusal karakterde başka mücadeleleri tetikledi; ancak Birinci Savaş’ın hiçbir anında ulusal karakter varolmadı. Savaş sırasında, bu olguya dair verilebilecek tek karşı örnek, Sırpların, Avusturya’ya karşı verdikleri mücadeleydi. Yalnızca bu savaş için ve yalnızca bu savaşın Avrupa’da süregiden savaştan bağımsız olması koşullarında, Sırp burjuvazisine ulusal kurtuluş mücadelesinde destek verilebilirdi. Ancak Sırp-Avusturya savaşı da Britanya, Rusya ve Almanya’nın çıkar çatışmaları ile bağlantılı hale gelmişti ve bu çatışmayı, Avrupa’dakilerden izole etmek olanaksızdı. Dahası, Sırp burjuvazisinin mücadelesi, Avrupa’daki genel savaş düşünüldüğünde, bu dinamikler içinde bir ağırlığa sahip değildi. Devrimciler bu savaşta Sırpları dahi destekleyemezlerdi.
Bu nedenle geriye tek seçenek kalıyordu, tüm devrimciler, bütün tarafların kaybetmesi için uğraşacaklardı. Kazanması ve dolayısıyla desteklenmesi gereken tek taraf vardı: Proletarya!
Desteklenilecek tek tarafın işçi sınıfı olarak gösterilmesi hafife alınacak bir tutum değildir. Bu saptama, yine, diğerleriyle birlikte okunmalıdır.
Bu politikanın her bir ülkedeki somut karşılığı siyasi kimi güçlükler yaratıyordu elbette. Bu güçlüklere oynayanlar da eksik olmuyordu. Troçki’nin, Lenin’i sosyal-şovenizmin siyasi metodolojisine bağlı kalmakla suçlaması bunun en bilinen örneklerinden birisidir. Lenin’in yanıtı yalnızca bu sorunla ilgili olması bakımından değil, genel olarak siyaset dersleri içermesi açısından da önemlidir.15
Peki Troçki ne demektedir o dönemde? Troçki, savaşa karşı-devrimci mücadeleyi savunmaktadır. Görünüşte herkesin katılacağı bir cümle olan bu tezin, herkesin katılacağı pek çok tez gibi aslında hiçbir somut anlamı yoktur. Lenin ve arkadaşları, savaşa karşı devrimci mücadeleye karşı değillerdir ki. Ancak onların bu mücadelenin nasıl gerçekleşeceğine dair somut önerileri ve bu önerileri ortaya atacak ve aynı öneriler için eyleme geçecek siyasi yetenek ve cesaretleri vardır.
Emperyalist savaşı iç savaşa çevirmek, hiçbir ülkede, o ülkenin hükümetine karşı mücadele etmeksizin mümkün değildir. O ülkenin hükümetine karşı mücadele etmenin, emperyalist savaş koşullarında, ülke çıkarlarına karşı harekete geçmek ve ülkenin savaşta yenilgisini savunmaktan başka bir yolu olamaz.
Dahası, hep unutulan, hep üzerinden geçilen bir ilkeyi hatırlamanın tam vaktidir: Devrimci siyasette, devrimci perspektif, başka bir ifadeyle iktidar perspektifi esastır. Bu perspektif olmaksızın, bu perspektifin varlığının ışığında bakmaksızın, herhangi bir sosyalist devrimci örgütün, herhangi bir zamandaki siyasi adımlarını doğru anlamak imkânsızdır.
Lenin ve arkadaşlarının yenilgiciliği, işte bu nedenle üç olguyla yakından bağlantılıdır: Öncelikle, bu savaş gerici ve emperyalist nitelikli bir savaştır. İkincisi; bu savaş devrimci bir duruma yol açabilir. Üçüncüsü; bütün ülkelerin sol hareketleri aynı ilkeler etrafında hareket edemez durumdadır.
İlk ikisi çok açık olsa da, sonuca odaklı hareket eden Rus devrimcileri için enternasyonal mücadelenin içinde bulunduğu hal reddedilemez ve dikkate alınması gereken bir durumdur. Üstelik Lenin dahi, 1915 yılının ortalarında Rus devriminin kaderi için kısa vadede, ihtiyatlı konuşmaktadır. Ama şurası açıktır: Bir ülkenin ordularının emperyalist bir savaşta kazandığı durumda, devrimci bir krizin tırmanması olasılığı yoktur. Yalnızca bir mağlubiyetin yaşandığı koşullarda, savaşın, iç savaşa dönme olasılığı vardır. Bu bağlamda, “ne yenilgi, ne zafer” sloganlarının da emperyalist savaşın sürdüğü bir konjonktürde burjuvazinin işini kolaylaştırmak dışında hiçbir yararı yoktur.
Zimmerwald’a giderken Lenin ve arkadaşlarının elinde bu tezler vardır. Zimmerwald’da bu tezler hakkında yapılan en ilginç eleştiri, İtalyan delegenin, bu tezlerin devrimci koşullar oluşmadığı için erken ya da savaş başladığı için geç kalmış olduğunu söylemesidir.16
İtalyan delege o cümleleri eleştirmek için kurmuştur belki ama devrimci bir siyasetçi için daha iyi bir övgü olamaz herhalde. Lenin de fırsatı kaçırmaz, dalgasını geçer zaten: “Devrim başladığında, hem liberaller, hem devrim düşmanları zaten onu fark edecektir; ihanet başka türlü nasıl mümkün olabilir?”
Bin dokuz yüz on altı
1916, Lenin’in emperyalizmle ilgili tezlerini somut ve olgun bir biçimde kağıda döktüğü yıl olur. Aslında, daha 1914’ün sonunda ve devamında 1915 yılında, Lenin, özellikle savaş konusundaki yazılarında ve tartışmalarda, bu tezleri kullanıyordu. Kautsky’nin Lenin’in emperyalizmle ilgili tezleriyle arası da daha en başından iyi değildi. Tersi de olamazdı zaten. Çünkü savaşla ilgili takınılan tutum ile emperyalizm tahlilleri ayrılmaz bir bütündür.
Emperyalizmin, kapitalizmin bir aşaması olduğunu söylemek ile emperyalizmin kapitalizmin dönemsel bir siyasi anlayışı olduğunu söylemek arasında dağlar vardır.17
İlkini söylerseniz, savaşta, hükümetinizin yenilgisini savunabilir, savaşın bir iç savaşa çevrilmesi olasılığını görebilir, devrimci durumun koşullarını ve bu koşulların içinde sosyalist bir kalkışmayı arayabilirsiniz. İkincisinin tarafındaysanız, emperyalist taraflardan birinin yanında yer alabilirsiniz ve umudunuzu emperyalistlerin barış içinde yaşayacağı bir ultra-emperyalizm dönemine saklarsınız; işçilerin kaderini kapitalistlerin eline bırakırsınız.
Bunların ilki devrimci enternasyonalizmdir, ikincisi ise işbirlikçi sosyal-şovenizm…
Savaşın emperyalist niteliğini görmek için emperyalizmin ekonomik, siyasi ve tarihsel olarak bütünsel bir çerçevede tahlilini yapmak zorunludur. Emperyalizm, kapitalizmin dönemsel bir tercihi değildir. Tekeller çağında, kapitalizmin eşitsiz gelişimini formüle eden Lenin, sosyalist devrimler çağının başladığının farkındadır, ancak Rusya’yla ilgili değerlendirmelerine bakıldığında hâlâ Nisan Tezleri’nden uzak olduğu görülmektedir.
Ancak 1916 yılında, süren savaşla ilgili Lenin ve arkadaşlarının izledikleri siyasi ve örgütsel hattın, teorik arka planının tamamlandığı artık söylenebilir. Emperyalizm tahlilleri ile savaş arasındaki ilişki kurulduğu ölçüde, emperyalizmle ilgili öne sürülen tezlerdeki derinlik arttıkça, teorik çerçeve tamamlanmaktadır.
İki yılın ardından savaş hala kafa karıştırmaya devam etmektedir. Bu savaşın gerici karakterini kabul etmeyenler olduğu gibi, tam öbür uçta, bütün savaşların gerici karaktere sahip olduğunu söyleyenler de çıkabilmektedir. İlkinin sonucu bu savaşın ilerici öğelerine bakmaya çalışmak, bulunduğu düşünülen ilerici öğelere sarılmak ve bu illüzyondan hareketle savaşta taraf olmaktır. İkinci bakış açısının ise tek çıktısı olabilir; bütün savaşlara karşı mutlak bir silahsızlanmayı savunmak… 18
Hangi açıdan ve hangi saikle yapılmış olursa olsun, idealize edilmiş bir düşünce sistematiği, idealize edilmiş, tarihsellikten kopuk sonuçlar üretir.
Komünist ve enternasyonalist bir ideal olan “silahsızlanma” emperyalist bir savaşa çözüm olarak savunulduğunda boş bir lafızdan ötesi değildir. Burjuvazinin silahlı olduğu, emperyalizmin silahlarla halkları birbirine kırdırdığı bir dönemde, işçi sınıfının yanında olanlar nasıl “silahsızlanma”yı savunabilir? Savaşın taraflarına yapılan, silahsızlanma çağrısı, devrimci hedeflerle de bağı kurulamayacak bir çağrıdır. Devam eden savaşla, devrim arasındaki ilişkiyi kuramayan bir siyasi manevra, ne gerçekçi olabilir, ne de devrimci. Geriye kalan oportünizmin ve reformizmin boş hayalciliğidir.Savaş döneminde Leninistleri gerçekçi yapan budur; onlar savaş ve devrim arasındaki bağı kurabildikleri için gerçeğin ve zamanın dışına düşmemişlerdir. Lenin ve arkadaşları, emekçilerin silahsızlandırılamayacağını savunurken, devrimci bir perspektiften uzaklaşmadıkları için haklıdırlar. Daha o dönemde gündeme gelen profesyonel ordu taleplerine karşı çıkarlarken akıllarındaki saik de budur.
Dönemin, sol hareket içindeki tüm sorunlarının emperyalizmle ilişkili olduğu görülmektedir. Lenin de, çağın temel sorununun, emperyalizm ile işçi sınıfı hareketi içerisinde mevzi kazanan oportünizm arasındaki bağlantı olduğunu belirtmektedir.19
Yeni bir Enternasyonal’in embriyosu olarak görülebilecek Zimmerwald’ın çuvallamasının temel nedeni de budur aslında. Zimmerwald, görünürde bir başarı olarak, sosyal-şovenizmi lanetlese ve mahkum etse de, emperyalizm ile sosyal-şovenizm arasındaki bağlantıyı net olarak açığa çıkaramadığı için yarım bir girişimdir. Çünkü Zimmerwald bunu yapabilse, sosyal-şovenizme karşı mücadele ile emperyalizme karşı mücadele ayrılmaz bir bütün haline gelir. Oysa Konferansın çıktısı bu değildir. İlki hala sol içi bir mücadelenin konusu olarak nitelendirilirken, diğeri daha büyük ve genel bir hedeftir. Sol Zimmerwaldcıların çabası, bu ikisinin yan yana gelmesi için yeterli olmamıştır.
1916, bu iki mücadelenin ayrılamazlığının tescillendiği, Zimmerwald’ın eksikliklerinin gün yüzüne çıktığı yıldır. Artık, sosyal şovenizm, sol içi bir kavganın konusu değildir. Emperyalizme karşı verilen mücadelenin alt başlıklarından birisidir.
Yeni bir Enternasyonal, Zimmerwald’da doğmayacaktır. Yeni bir Enternasyonal’in doğması için artık çok daha büyük bir sarsıntıya, emperyalizme vurulacak köklü bir darbeye ihtiyaç vardır.
Savaş ile devrim arasındaki ilişki tüm açıklığıyla kurulmuş, tüm siyasi alan, bu ilişki çerçevesinde değerlendirilmeye başlanmış olsa da, bu darbenin zamanlaması hakkındaki ihtiyat halen sürmektedir.
1916 yılının karanlığına bakıldığında, örgütsel ve siyasi tüm ilerlemeye rağmen, bu ihtiyattan dolayı Lenin’e kim kızabilir ki?
Bin dokuz yüz on yedi
1917 yılı, bazı burjuva hükümetlerinin “barış” çağrılarıyla açılır. Savaş uzadıkça bu tür adımların artması kaçınılmazdır. Burjuvazinin tüm tarafları, savaştan çıkar sağlayabilecek durumda değildir. Savaşın kitleler üzerindeki yıkıcı etkisi yoğunlaştıkça, sınıfın savaştan zarar gören kesimlerinin seslerinin daha çok çıkması olağandır. Üstelik büyüyen rahatsızlığın devrimci bir kriz yaratabileceğinden endişe eden burjuva temsilcilerinin de sayısı hiç az değildir.
Burjuvazi tarafından gelen bu çağrıların solda da bir karşılığı vardır. Hatta dünya siyasetindeki bu dönüşümün, sosyalist hareket içindeki gelişmelerle çakıştığı söylenebilir. İki yönlü bir çakışmadır bu.20 Çağrı hem pasifist çevrelerde, hem savaşın başından bu yana işbirlikçi ve şovenist bir çizgi izleyen II. Enternasyonalciler arasında karşılık bulur. Dolayısıyla, bu iki grubun birbirine yaklaşması kaçınılmazdır. Bir Alman zaferi için ter döken Kautksy, artık pasifist nutuklar atmaya başlamıştır.
Üçüncü yılına yaklaşmakta olan savaş, güçler dengesinde değişikliklere yol açmıştır. Kautsky’nin dönüşümünün de bu değişiklikle uyumlu olduğu söylenebilir. Alman emperyalizmi, 1917 başındaki konumunu korumaktan mutlu olacaktır. Gelecek günlerin neler getireceği belli değildir. Almanların o günkü konumları, işgal ettikleri topraklar, yeni bir bölüşümde ellerindeki kozdur; Almanlar “barış” masasına, arkalarına o gücü alarak oturacaklardır.
Devrimci siyaset açısından savaşın başındaki durumla şimdiki durum ilkesel olarak aynıdır. Daha başka bir deyişle, enternasyonalizm yine yol göstermektedir. Demokratik ve barışçı pasifist ikiyüzlülüğü deşifre etmek için tüm devrimciler kendi hükümetlerine ve kendi ülkelerinde hüküm süren burjuvaziye karşı mücadele etmelidir. Tıpkı savaşın başlarında olduğu gibi… Emperyalist savaşın tarafı ülkelerde siyaset yapan solcular için, savaş koşullarında ulusal çıkarlar ilk mahkum edilmesi gereken olgudur. Bu çerçevenin değişmesi için bir neden yoktur. Emperyalist savaş sürmektedir ve Avrupa’da henüz bu savaşın gerici karakterinin dışına çıkabilmiş bir çatışma söz konusu değildir.
Barışın sağlanmasının tek yolu, hâlâ, işçilerin birbirlerine çevirdikleri silahların, hükümetler ve burjuvaziye karşı dönmesidir. Bu nedenle, gerçek bir barış çağrısı hiçbir zaman bu denli ciddiye alınır bir çağrı olmamıştır. Bolşevikler, bu çağrının hakkını verdiklerinde, barış için mücadelenin devrimci şiddetini herkes hissedecektir.
Üç ay geçmeden, 1917 Mart’ında yeni hükümetin kurulmasından hemen sonra, Lenin’in taslak tezlerindeki açık vurgu bunun ispatıdır:
“Yeni hükümet Rusya halklarına (ve savaşla Rusya’ya bağlanmış uluslara) ne barış, ne ekmek, ne de tam özgürlük verebilir. Bu yüzden, işçi sınıfı sosyalizm ve barış mücadelesine, yeni oluşan durumu mümkün olan geniş biçimde kitlelere anlatarak devam etmelidir. Yeni hükümet halka barış veremez; çünkü kapitalistleri ve büyük toprak sahiplerini temsil etmektedir ve dahası yeni hükümet İngiliz ve Fransız kapitalistlerine anlaşma ve finansal sözleşmelerle bağlanmıştır. Bundan dolayı, Rus sosyal-demokrasisi, enternasyonalizme sıkı sıkıya bağlı kalarak, barış isteyen insanlara, öncelikli olarak, barışın bu hükümetle sağlanamayacağını anlatmalıdır.”21
Mart’ta öldürücü adımlardan biri de, bolşeviklerin somut bir barış programıyla ortaya çıkmasıdır. O ana kadar barışla ilgili somut bir program ortaya koymayan Rus devrimcilerinin bu tutumu ileriye doğru atılmış çok cesur bir adımdır.
Bütün kolonilerden, işgal edilen topraklardan koşulsuz çekilmeyi ve bütün ulusların özgürleşmesini öngören bir ateşkes öneren Lenin ve arkadaşları, bu programın bir işçi hükümeti dışında kimse tarafından uygulanamayacağının farkındadırlar. Çünkü ancak kendi ülkesinin ezilen kesimlerinin temsilcisi olan ve savaştaki diğer ülkelerin devrimci işçileriyle işbirliği yapabilen bir hükümet böylesi bir programı hayata geçirebilir.
Lenin ve örgütü, bir devrim programını inşa ederken, enternasyonalizmi ve barış talebini bu programın hayati bir unsuru haline getirmiştir. Yalnızca bu hükümetin değil, demokratik bir burjuva cumhuriyetçi hükümetin dahi bu işin altından kalkamayacağını şimdiden ilan eden bolşevikler, düzenin ikinci seçeneğini boşa çıkarmak arzusundadırlar.
Lenin’in mektuplarında yeni hükümetten barışı sağlamasını talep eden Gorki’ye kızması da bundandır.22 Barışın sağlanması için iktidarın işçi ve yoksul köylülerin eline geçmesinden başka bir yol yoktur. Savaş onların savaşı değildir; savaştan kar sağlayan onlar değildir, üstelik savaşın bedelini kan ve yoksullukla onlar ödemektedir; ne sermayeyle bağları vardır, ne de herhangi bir kapitalist ülke veya grupla gizli anlaşmalar imzalamışlardır. Dahası, başka ülkelerin veya ulusların sömürülmesinden çıkarı olanlar da işçiler ve köylüler değildir. Bu savaşı bitirecek tek güç de onlardır.
Nisan Tezleri’nde yeni hükümetin savaşla ilgili politikasına kesinlikle ödün verilmeyeceğini söyleyen Lenin devrimci kendini savunma durumunun ancak belli koşullarda mümkün olacağını söylüyor ve bu koşullar olmaksızın bu politikaya ödün verilmemesi konusunda herkesi uyarıyordu. Bir savaş ancak proletaryanın isteklerini yaşama geçirecekse desteklenebilirdi. Bu isteğe samimi olarak hiçbir art niyet taşımadan tabi olan geniş halk kesimleri ise bu defa Lenin’in gözünde büyük bir çalışma alanıydı. Onlara sabırla doğrular anlatılmalıydı: Sermaye hükümranlığı devrilmeden gerçek bir barış mümkün değildi.
Bu çalışmanın enternasyonalist yanı ihmal edilemezdi. Lenin Nisan Tezleri’nde yine ısrarla yeni bir Enternasyonalin oluşturulması için inisiyatif alınması gerektiğini belirtirken savaşla ilgili siyaset geliştiren bir öznenin enternasyonalizme değmeden hiçbir iş yapamayacağını bir kez daha söylemiş oluyordu. Kendini savunma fiili emperyalist savaşın bir tarafı haline gelmişken devrimcileşemezdi.
Ortada kesinlikle hafife alınamaz bir durum vardı. Rusya, devrimci bir dönüşümün içinde debeleniyordu ve bu insanların kafasında Rusya’nın savaştaki pozisyonuyla ilgili soru işaretleri yaratıyordu. Burjuvazinin temsilcileri, Rusya söz konusu olduğunda, Çar’ın devrilmesiyle birlikte, savaşın sosyal ve siyasi karakterinin değiştiğini iddia ederken, Lenin, bir savaşın karakterinin, insan veya grupların ve hatta ulusların niyetleriyle değil, savaşı sürdüren sınıfın pozisyonuyla ilgili olduğunu söyleyerek, Rusya’nın kendini savunmasının yanında yer almanın, hala, enternasyonalizmle taban tabana zıt olduğu konusunda herkesi uyarıyordu.23
Savaş bir koşulda bitebilir, barış yalnızca tek bir koşulda gerçek olabilirdi: Şubat-Mart Devrimi, bolşeviklerin uzun zaman önce, daha savaşın ilk günlerinde ortaya attığı, emperyalist savaşı iç savaşa çevirme hedefi için bir ilk adımdı. Sıra ikinci adıma, devlet erkinin proletarya tarafından devralınmasına gelmişti. İnsanları savaştan kurtaracak adım buydu.
Bolşevikler, savaşın başında “anayurt savunması”nı savunanlarla mücadele ederken, 1917 yılında, Çar’ın devrilmesinden sonra, “devrimci savunmacılığa” karşı mücadele etmek zorunda kalmıştı. Oysa Çar devrilse de, bu değişim, Rusya’da iktidardaki sınıfı değiştirmemişti. Bu Rusya için savaşın karakterinin de değişmediği anlamına geliyordu.
Lenin ve arkadaşları, son ana kadar, sosyalist devrimle iktidarı fethedene kadar, savaş konusunda hiçbir taviz vermediler. Savaş konusunda hiç taviz vermeyerek, kitlelerin barış isteklerine önderlik etmeyi, bu talepleri devrimci bir şekilde dönüştürmeyi ve hedefe yöneltmeyi başardılar. Bolşeviklerin savaşla ilgili geliştirdikleri siyaset, onları başarıya taşıyan en önemli araçlardan birisi oldu.
Ekim ve yurtseverlik
Lenin’in savaş boyunca sarıldığı ilke sosyalist devrimler çağının açıldığı ve bir sosyalist devrimin yakın olduğu teziydi. Büyük Rus devrimcisi, kimi zaman kötümserleşse ve bunu saklayamaz hale gelse de bu tezinden hiç vazgeçmedi ve bolşevikler savaş boyunca mücadele hatlarını hep bu tezin etrafında kurdular.
Lenin’in enternasyonalizmi de bu tez olmaksızın anlaşılamaz. Birinci Savaş sırasında, sol cenahta hemen herkesin, ne yapıyorsa, enternasyonalizm adına yaptığı hatırlanacaktır. Ancak Lenin bu tartışmalarda, enternasyonalizme kıskançlıkla ve bütün saldırganlığıyla sahip çıkan taraftır. Onun enternasyonalizmi, yalnızca burjuvazinin milliyetçiliğini değil, sol içindeki işbirlikçileri ve sosyal-şovenistleri de karşısına almıştır. Ama enternasyonalizm zaten bu karşıtlıklar olmadan güçlenemez, tanımsal olarak bu karşıtlıkları içermek zorundadır. Elbette, tanım yalnızca bu tür bir karşıtlığa daraltılamaz. Sosyalist devrimci vurgu, bu anlamda, enternasyonalizmi tamamlayan, olmazsa olmaz bir vurgudur. Ancak, bu durum, karşıya alınanların önemini azaltmamaktadır. Enternasyonalizmin zaman içindeki yolculuğu karşısına ve yanına aldıklarıyla okunabilir.
Örneğin, belki de tarihin ilk enternasyonalistleri olarak nitelendirilebilecek aydınlanmacıların, Amerikan ve Fransız devrimcilerinin, karşılarında geçmişin mirası dururken, yanlarında hep yurtseverlik vardı. Bu cumhuriyetçi yurtseverliğin millet tanımı özünde siyasi bir nitelik taşıyordu. Nihai olarak da barış içinde bir arada yaşayacak milletlerin yaratılmasını hedefliyordu. Bu yaklaşımın pratik sonuçları, bu tür aydınlanmacılıktan etkilenen her mücadelede görülecekti. Pek çok aydınlanmacı yurtsever, zaman boyunca, yalnızca kendi ulusunun kurtuluşu için değil, başka ülke ve ulusların kurtuluşu için de çarpışmaktan çekinmeyecekti.
Aslında işçi sınıfının tarih sahnesine çıkmasından önce varolan ve bir tür erken enternasyonalizm olarak nitelendirilebileceğimiz bu akım, işçi sınıfının sınıflar mücadelesinde bir aktör olarak devreye girmesinden ve işçi sınıfı ile burjuvazinin karşı karşıya gelmesinden sonra gündemden düşecek, yerini marksizmin enternasyonalizmine bırakacaktı.
Ancak marksizmin tarif ettiği şekliyle enternasyonal mücadelenin de 19. yüzyıl boyunca ulusal mücadele ile iç içe geçtiği pek çok örneğe tanık olduk. En önemli örnek hiç şüphesiz, Paris Komünü’dür. Ama 19. yüzyılın marksist enternasyonalizmini, öncülünden farklı kılan çok önemli bir özellik vardı: Yurtseverlik ile enternasyonalizmi, bir siyasi kategori olarak “ulus”un kendisi değil, o ülkedeki işçi sınıfı bağlıyordu.
Bu günümüzde de geçerli olan radikal bir farklılıktır. İşçi sınıfının devreye girmesi ve işçi sınıfının siyasi bir ideali olarak sosyalist devrimin tanımlanmasıyla, enternasyonalizmin yanında ve karşısında yer alan olguları belirleyecek olan işçi sınıfının çıkarları ve sosyalist devrimci mücadelenin gerekleridir. Bu sanıldığı gibi yalnızca pratik bir olgu da değildir.
Emperyalizm çağında bu olguyu pratik bir çerçeveye hapsedemezsiniz. Kapitalizmin en yüksek aşaması olarak tarif edilen emperyalizm koşullarında enternasyonalizmin tanımsal alanı teorik de bir sorundur. Lenin’in meselesi de budur!
Birinci Savaş sürerken, Kautsky’den Troçki’ye çok farklı “enternasyonalizm” varyantlarının işbirlikçilikten sosyal-şovenizme, pasifizmden altı boş ve hedefsiz kuru devrimci sloganlara kadar pek çok değişik biçimde ifade edilen bu “enternasyonalizm”lerin 19. yüzyıl marksizmi ve enternasyonalizminin takipçisi olduğunu iddia ederlerken, temel sorun yalnızca sınıfın çıkarlarını yanlış yerde aramaları veya sosyalist devrimin yakıcılığını hissedememeleri değildir. Problemleri, aynı zamanda, bu konuyu temelde bir pratik sorun, bir siyasi taktik tartışması olarak algılamalarıdır. Teorizasyon çabaları, bu adımdan sonra geliyordu. Oysa Lenin, bu ilişkiyi hiç kopartmamış, teorik çalışmalarını da buna göre şekillendirmişti.
Birinci Savaş sırasında, Lenin’in yurtseverlik tartışmalarına hiç girmemesi, bu konuda son derece rahat olması bundandır. Lenin’in özellikle savaşın başında yazdığı makalelerde, kitleleri “sahte yurtseverliğe” karşı uyarması elbette bir veridir. Ancak, Birinci Savaş ve yurtseverlik tartışması söz konusu olduğunda bu veriyi kullanmak bizler açısından kolaycılıktır. Yurtseverlik ile enternasyonalizm arasındaki ilişkiyi incelerken, Lenin’in zaman zaman kullandığı “sahte-gerçek” ayrımı önemsizdir.
Önemli olan, Lenin’in emperyalist savaşın, hiçbir tarafının birbirine yeğ tutulamayacak kadar gerici bir olgu olduğunu vurgulaması ve bu bağlamda bu savaş sırasında “yurtsever” tutum alınamayacağını, buna kalkışan herkesin işçi sınıfına ihanet edeceğini söylemesidir. Lenin’in makalelerinde sıklıkla rastlanan Sırbistan örneği bu konuda oldukça açıklayıcıdır aslında. Başka koşullarda, desteklenilebileceğini düşündüğü Sırp burjuvazisi için bile bolşevik liderin uyarısı açıktır: Savaş sırasında, yeni serpilen Sırp burjuvazisinin çıkarları dahi emperyalist devletlerin çıkarları ile ayrılmaz bir bütün haline gelmiştir. Bir diğer örnek, savaşın hemen sonrasında verilen ulusal kurtuluş mücadelerinde, emperyalist devletlerin çıkarları ile geçici de olsa sorunlar yaşayan burjuva sınıflarına karşı sergilenen tutumdur. Bilinen bir örnek için fazla uzağa gitmeye gerek yoktur.
Yurtseverlik ile enternasyonalizm arasındaki ilişki asla sabit ve durağan bir ilişki olarak görülemez.
Yurtseverlik marksizme içkin bir kavram değildir. Oysa enternasyonalizm marksizmin doğal bir parçasıdır. Ancak, koşullar gereği bir ülkede yurtseverliğin sosyalist devrimci kimliğin önemli bir bileşeni haline geldiği dönemlerde, yurtseverliğin enternasyonalizmi bütünler bir siyasi yaklaşım olduğu hiç unutulmamalıdır. O dönemlerde, yine o ülke için, yurtsever tarafı olmayan bir enternasyonalizm düşünülemez. Çünkü, tekrar hatırlatmak gerekiyor, enternasyonalizmin yanında ve karşısında olan olguları tarif edecek olan, işçi sınıfının çıkarları ve sosyalist devrimci mücadelenin gerekleridir.
Yurtseverliğin enternasyonalizm ile kategorik olarak karşı karşıya konulacağı iddiasının hiçbir teorik geçerliliği yoktur. Ancak ikisini bir araya getiren teorik, siyasi ve ideolojik zemin her dönem için mutlak surette yeniden gözden geçirilmelidir.
Yine unutulmaması gereken bir nokta bunlardan birisinin ağırlık kazandığı durumda bunun her zaman enternasyonalizm olacağı gerçeğidir; enternasyonalizmden ödün verilerek, yurtsever olunamaz. Tam tersi doğrudur. Yurtseverlik vesilesiyle enternasyonal mücadeleye katkı koyulabiliyorsa, yurtseverlik geçerli bir kimliktir.
İşte bu nedenle, kapitalizmin en yüksek aşaması olarak tarif edilen emperyalizm koşullarında enternasyonalizmin tanımsal alanının teorik de bir sorun olması çok önemlidir. Bu teorik sorun, günümüzde de yakıcılığını koruyor. Tıpkı, Ekim Devrimi öncesinde, tüm ülkelerde ulusal çıkarlara savaş açma çağrısı yapan Lenin ve bolşeviklerin zamanında olduğu gibi… Lenin ve arkadaşları, sorunu, sosyalist devrimin güncelliğine dayanarak, emperyalist savaşı, proletarya ile burjuvaziyi karşı karşıya getirecek iç savaşa dönüştürmenin yollarını hem teorik hem siyasi zeminde arayarak çözmüşlerdi.
Emperyalist hiyerarşinin altlarındaki ülkelerin sisteme bağlanma şekillerinin yeniden yapılandırıldığı bir dönemde, yurtseverliğin sosyalist devrimi arayışın bir parçası olduğu koşullarda, dönemsel farklılıklardan korkmadan, o çözümdeki zenginliğe, teorik ve siyasi cesarete tekrar tekrar bakmakta büyük fayda var. Emperyalizm çağında açılan sosyalist devrimler çağının kapanmadığını, işçi sınıfının çıkarlarını savunmanın ve sosyalist devrimci mücadelenin gereklerinin yol gösterici olduğunu hiç unutmadan…
Dipnotlar ve Kaynak
- V.I.Lenin, “The Tasks of Revolutionary Social-Democracy in the European War” http://www.marxists.org/archive/lenin/works/1914/aug/x01.htm
- Bu slogan için bkz. V.I.Lenin, “On the Slogan for a United States of Europe”, http://www.marxists.org/archive/lenin/works/1915/aug/23.htm. Metnin Türkçe versiyonu için bkz. V.İ.Lenin, “Avrupa Birleşik Devletleri Sloganı Konusunda (23 Ağustos 1915)”, Ekim Devrimi Dosyası, Ankara: Sol Yayınları, 1999, 13-16
- V.I.Lenin, “The European War and International Socialism” http://www.marxists.org/archive/lenin/works/1914/aug/x02.htm
- Bkz. a.g.y.
- V.I.Lenin, “The War and Russian Social-Democracy” http://www.marxists.org/archive/lenin/works/1914/sep/28.htm
- V.I.Lenin, “The Position and Tasks of the Socialist International” http://www.marxists.org/archive/lenin/works/1914/oct/x01.htm
- V.I.Lenin, “Dead Chauvinism and Living Socialism”, http://www.marxists.org/archive/lenin/works/1914/dec/12.htm
- V.I.Lenin, “What Next: On the Tasks Confronting the Workers’ Parties with Regard to Opportunism and Social-Chauvinism”,http://www.marxists.org/archive/lenin/works/1915/jan/09.htm
- V.I.Lenin, “The Conference of the R.S.D.L.P. Groups Abroad”,http://www.marxists.org/archive/lenin/works/1915/feb/19.htm
- V.I.Lenin, “The Social-Chauvinists’ Sophisms”,http://www.marxists.org/archive/lenin/works/1915/may/01.htm
- V.I.Lenin, “The Question of the Unity of Internationalists”,http://www.marxists.org/archive/lenin/works/1915/may/01b.htm
- V.I.Lenin, “Bourgeois Philanthropists and Revolutionary Social-Democracy”, http://www.marxists.org/archive/lenin/works/1915/may/01c.htm
- V.I.Lenin, “The Collapse of the Second International”,http://www.marxists.org/archive/lenin/works/1915/csi/ii.htm#v21pp74h-212
- V.I.Lenin, a.g.e.
- V.I.Lenin, “The Defeat of One’s Own Government in the Imperialist War”,http://www.marxists.org/archive/lenin/works/1915/jul/26.htm
- V.I.Lenin, “Revolutionary Marxists at the International Socialist Conference, September 5-8, 1915”,http://www.marxists.org/archive/lenin/works/1915/sep/05.htm
- V.I.Lenin, “Imperialism, the Highest Stage of Capitalism: VII. Imperialism as a special stage of capitalism”,http://www.marxists.org/archive/lenin/works/1916/imp-hsc/ch07.htm
- V.I.Lenin, “The ‘Disarmament’ Slogan”,http://www.marxists.org/archive/lenin/works/1916/oct/01.htm
- V.I.Lenin, “Imperialism and the Split in Socialism”,http://www.marxists.org/archive/lenin/works/1916/oct/x01.htm
- V.I.Lenin, “Theses for an Appeal to the International Socialist Commitee and All Socialist Parties”,http://www.marxists.org/archive/lenin/works/1916/dec/25.htm
- V. I. Lenin, “Draft Theses March 4(17) 1917”,http://www.marxists.org/archive/lenin/works/1917/mar/04.htm
- V.I.Lenin, “Letters From Afar – How to Achieve Peace”,http://www.marxists.org/archive/lenin/works/1917/lfafar fourth.htm#v23pp64h-333
- V. I. Lenin, “The Tasks of the Proletariat in Our Revolution: Revolutionary Defencism and Its Class Significance”,http://www.marxists.org/archive/lenin/works/1917/tasks/ch05.htm