Feliks Çuyev
Yordam Kitap – 381 sayfa – 2007
Tarihi anılardan öğrenmenin sakıncaları var. Öznel yargılar, aktarılan süreçler içerisinde anılarını yazan kişinin konumunun yol açtığı ve her zaman doğruya ulaştırmayan yorumlar, aradan yıllar geçmiş olsa bile kaçınılamayan meşrulaştırma çabaları, vs. tarihsel sürecin kırılarak yansımasına yol açıyor. Şüphesiz tarihi mutlak bir nesnellikle, taraf olmadan kavramanın olanaklı olduğunu ileri sürecek değiliz. Anı okumanın tarihsel süreçleri kavramak açısından geliştirici, zenginleştirici olduğu da doğrudur. Ama tarihi sadece anılardan öğrenmek; işte bu sorunlu bir yaklaşım…
Çuyev’in kitaba yazdığı önsöz bu konuda bir uyarıyla başlıyor: “Bu kitap Molotov’un anıları değil, anlattıklarının yazıya geçirilmesidir” diyor Çuyev; “Molotov bana dikte etmedi, sadece anlattı”. On beş sene boyunca yapılan 140 görüşmede zaman zaman Molotov’a neden anılarını yazmadığını da soruyor. Aldığı cevabı da önsözde buluyoruz: “Kim, nerede, nasıl ve ne demiş beni ilgilendirmiyor, Lenin anılarını yazmamıştı, Stalin de…”
Molotov öldüğünde 97 yaşındaydı ve seksen senelik bir partili olarak en kıdemli Bolşevik olarak öldü. Doğduğunda iktidarda Çar II. Aleksandr vardı, öldüğündeyse Gorbaçov… Seksen senelik partili hayatına Ekim Devrimi, sosyalist kuruluş pratiği, büyük anayurt savunması; kısacası, çözülüş hariç, Sovyetler Birliği’nin bütün tarihi sığdı. Üstelik Molotov, bu tarihin bütününe tanıklık edip inanmış bir Bolşevik olarak kalmayı başarabilen belki de tek kişiydi. Sadece uzun yaşamadı, hep sadık bir Bolşevik, inanmış bir komünist olarak da kaldı.
Yalnızca bu özellikler bile Molotov’un anlattıklarını dinlemek için yeterli sebeptir. Ama Molotov’u daha da önemli kılan şu: O, Sovyetler Birliği tarihinin çok önemli dönemeçlerinde parti yöneticisi konumunda yer aldı. Sovyet tarihinin karanlıkta kalmış pek çok sürecinin birinci düzeyden tanığı oldu. Molotov’un, Çuyev ve kendisiyle birlikte görüşmelere katılan başka bazı aydınların on beş sene boyunca bu karanlıkta kalmış konulara dair sorularına hep aynı kesinlik ve tutarlılıkla cevap verdiğini görüyoruz. Bu tutarlılık ve kesinlik, Bolşeviklere çalınan karanın reddiyesi olarak da okunmalıdır. Söylediklerinde kitabi doğrular aramak boşuna olacaktır. Çoğu zaman Sovyet gerçekliğinin kendisine atıfta bulunmakta, hangi koşullarda mücadele edildiğini vurgulamakta ve birçok hata yapıldığını da teslim etmektedir. Söylediklerinde idealize edilmiş bir Sovyetler Birliği, idealize edilmiş bir Stalin anlatısı bulunamaz; ama komünizm mücadelesini tek bir dönemeçte bile aklından çıkartmayan kararlı bir Bolşevik tavır görülebilir.
Molotov’un hayatı, aynı zamanda Sovyetler Birliği’ni çözülüşe sürükleyen dinamiklerin nasıl biriktiğine de tanıklık etmektedir. Molotov’un 1957’de Kruşçev tarafından Malenkov ve Kaganoviç’le birlikte “parti karşıtı grup” oluşturdukları suçlamasıyla partiden ihraç edilişini, partinin savaş sonrasında sağ muhalefetin eline geçmesi olarak yorumladığını okuyoruz. Stalin döneminde, özellikle de tasfiyelerden sonra yöneticilerin kendini saklamasının bir alışkanlığa dönüştüğünü saptadığını ve “troykanın” (Beria, Malenkov ve Kruşçev) başlattığı destalinizasyon hamlesinin bu gizlenen eğilimin açığa çıkması olarak yorumladığını görüyoruz. Açığa çıkanlar Bolşevik kadroları ya sindiriyorlar ya da Molotov ve Kaganoviç örneğinde olduğu gibi partiden uzaklaştırıyorlar. Molotov partiye ancak 1984’te, ölümünden iki yıl önce dönebiliyor.
Çuyev kitabın en sonunda Molotov’un cenazesini anlatıyor ve şu çok acı satırları kaleme alıyor: “Cenazenin ertesi günü Molotov’un mezarına çiçekler geldi. Yabancı elçiliklerden çelenkler. Ama bizim Dışişlerinden değil. Birçok yabancı gazete Molotov üstüne makaleler yayınladı. Ama bizim gazetelerde yoktu.
“Çelenklerin birinin şeridinde şöyle yazıyordu: ‘Molotov’a, halk’. Birisi çelengin üstüne atlayıp şeridi kabaca koparıp attı. Bu mezarlık müdürüydü.”
Molotov’la yapılan 140 görüşme Sovyetler Birliği tarihinde yapılan muazzam bir gezi niteliğinde. Tarihi sadece anılardan öğrenmek sakıncalıdır, ama öldüğünde en kıdemli Bolşevik olan Molotov’un anlattıkları Sovyetler Birliği’ne dair kavrayışımızı başka bir kaynaktan edinemeyeceğimiz ölçüde zenginleştirecektir.