Andrey Vladimiroviç Anikin
Yazılama Yayınevi – 2008 – 423 sayfa
Çeviren: Aydemir Güler
Klasikleşmiş formülasyona başvuracak olursak, Marksizmin üç temel düşünsel kaynağı mevcut: Fransız sosyalizmi, Alman klasik felsefesi ve İngiliz siyasal iktisadı… Marksizm, tüm bu düşünce okullarını yerden yere vurarak kendisini var etmiştir. Ama yalnızca bu kadar mı? Elbette değil!
Bu sorunun yanıtını bu üçayaklı düşünsel mirasın bir boyutuna odaklanarak vermeye çalışalım.
Siyasal iktisadın eleştirisine giriştiği eserlerinde pek çok kez kendisi de belirtmiştir: Marx, kapitalist üretim biçiminin “özünü” açığa çıkarma uğraşında kullandığı kavramlar setindeki pek çok unsurun kendisine ait olmadığını, kendisinin bu kavramlara kimi zaman yeni bir içerik kazandırarak kullandığını ama sonuç olarak bu unsurlarla yeni bir bütün inşa ettiğini söylemektedir. Marx, bir miras üzerinde yükseldiğini hiçbir zaman inkâr etmemiştir. Söz konusu mirasın temsilcileri Marx tarafından oldukça hırpalanmış olduğundan Marx’ın takipçisi okuyucular açısından o mirasa yaklaşımda çoğu zaman problemler yaşanmaktadır. Marx’ın söz konusu mirasın çeşitli unsurlarının burjuva karakterini reddedip onları içerirken aşan diyalektik yöntemi, mirasın zenginliğinin ve daha önemlisi Marx’ın bu miras ile kurduğu diyalektik ilişkinin görmezden gelinmesine neden olmaktadır. Kaldı ki Marx’ın eserini oluştururken değerlendirdiği, yorumladığı ve faydalandığı eserler yalnızca siyasal iktisadın “baba”larının kaleminden de çıkmamıştır. Siyasal iktisat, Adam Smith’e gelene değin çeşitli evrelerden geçmiştir. Bu alanda siyasal iktisattan siyasal iktisadın eleştirisine geçişi simgeleyen Marksizm elbette bu kümülatif süreçten hem bir kopuş hem de bu sürecin bir sonucudur. Marksizmin en büyük farkı, Marx’ın kendi deyişi ile o zamana kadar siyasal iktisatçıların sorularına yanıt olarak buldukları noktaları onun kendisine başlangıç noktası seçmesiydi.
Önemli Sovyet düşünce tarihçilerinden (iktisadî düşünceler tarihi) Andrey Vladimiroviç Anikin, Bilimin Gençlik Çağı – Marx Öncesi Siyasal İktisat adlı eserinde, Marksizm’de somutlanan bu birikimi, Marx’ın nasıl kendi “teorik sistemi”nin içerdiğine ilişkin çok önemli analizler bulunmakta. Anikin, kitaba yazmış olduğu Giriş’e şöyle bir açıklama ile başlamaktadır:
“İktisadi düşünce tarihi üzerine bir sürü veya yüzlerce bilimsel araştırma vardır; Yazarın amacı bu koleksiyona bir tane daha eklemek değil. Bu kitap en göze çarpıcı biyografik ve bilimsel ayrıntıları belirginleştirmeyi amaçlayan popüler denemeler biçiminde yazıldı.”
İlerleyen satırlarda ise uzmanlık alanı iktisat olmayan okuyucu için yazılmış bu kitapla amaçlananı şu şekilde özetlemektedir:
“Marx’ın iktisat teorisi diyalektik bir birlik içerir: Bir yandan öncüllerinin burjuva anlayışlarını reddeder, bir yandan da ortaya koydukları pozitif nitelikli her şeyi yaratıcı biçimde geliştirir. Bu kitabın amacı da bu birliği ortaya koymak ve açıklamaktır.”
Bu amaç, Marksizm’in iktisadi düşünceler tarihindeki yerinin saptanması açısından da büyük önem taşıyor. Zira, bütün entelektüel yaşantısını sömürüyü ve bunun temelindeki mülkiyet ve üretim ilişkilerini meşrulaştırmanın adı olan siyasal iktisadın putlarını devirmeye adamış, magnum opusunun alt başlığı “Siyasal İktisadın Eleştirisi” olan Marx’ı el çabukluğuyla Marx’ın Siyasal İktisat dediği klasik okulun içine sokuşturmaya çalışmak akademik camiada çok yaygın bir “alışkanlıktır”. Anikin de bu eğilimin altını çizip Marx’ın nasıl bir kopuşu temsil ettiğinin anlaşılabilmesi için de mirasın incelenmesi gerektiğini belirtiyor.
“Marx’ı sıradan (veya olağanüstü) bir Hegelci veya Ricardocuya çevirmektir. Marx’ın Ricardo’ya ve bütün klasik okula yakınlığı kuvvetle vurgulanmakta ve Marx’ın siyasal iktisatta yarattığı dönüm noktasının devrimci niteliğinin üstü örtülmektedir. İktisadi düşünce tarihi üzerine 20. yüzyılın en büyük burjuva eserlerinden birinin yazarı olan J. A. Schumpeter bu tutumu benimser. Marx’ı bir Ricardocu olarak sınıflandıran Schumpeter, Marx’ın iktisat öğretisinin Ricardo’dan pek az farklı olduğunu ve dolayısıyla aynı hataları barındırdığını ileri sürer. Schumpeter bile, arada geçerken, Marx’ın ‘bu (Ricardocu – A. A.) formları dönüştürdüğünü ve sonunda büyük ölçüde farklı sonuçlara vardığını’ kabul eder.”
Bu nokta önemlidir. Marksizmin burjuva iktisadı ve sosyolojisi ile birleştirilmesi hatta bunlar tarafından öğütülmesine dönük girişimlere karşı entelektüel boyutta mücadele vermek büyük önem taşımaktadır.
Anikin’in bu açıklaması ile dikkatimizi çeken bir başka önemli nokta ise şudur: Sovyet biliminin kapalı devre ve kuru karakteri hep eleştirilmiştir. Kimi zaman bu eleştiri bizim tarafımızdan bile dillendirilmiştir. Anikin, hakkında fazla bilgi bulamasak da Anikin’in kitap boyunca kullanmış olduğu kaynaklar ile Giriş bölümünde Marksizme dönük saldırıları örneklemek ve aynı zamanda çürütmek için kullanmış olduğu eserlerin çeşitliliğine bakarak bu suçlamanın belli açılardan yersiz olduğunu söyleyebiliriz. Rusçası 1975’te basılmış olan “Marx Öncesi Siyasal İktisat”ta, Anikin’in, esasen ölümünden sonra meşhur olan Schumpeter’in 1955 tarihli İktisadi Analizin Tarihi çalışmasına oldukça önemli bir açıdan atıfta bulunması bunun aksini gösterir niteliktedir.
“Marx Öncesi Siyasal İktisat”, yakın zamanda dinci ve liberal yayınevlerince basılmış yüzeysel ve gayrı-bilimsel iktisadi düşünce tarihi çalışmalarına karşı da birebir olduğu söylenebilir. Aydemir Güler’in sarih çevirisi ile Türkçe’ye kazandırılan Anikin’in bu önemli çalışmasını okumanızı önerirken, bir de “okumama” önerisi vererek, Marx Öncesi Siyasal İktisat üzerine yazdığımız okuma notlarına son verelim.
Liberte Yayınları’ndan çıkan Mark Skousen’in Modern İktisadın İnşası kitabında sıra Marx’ı açıklamaya gelince (Bölüm 6: Marx Çılgınlığı İktisat Bilimini Karanlık Çağa Hapsediyor) bakalım neler anlatılıyor:
“1860’larda Das Kapital üzerinde çalışırken Marx’a yılbaşı hediyesi olarak verilmiş olan, destansı ve efsanevi özelliklere sahip bir Zeus heykeli zamanla Marx’ın en değerli eşyalarından biri olmuş Londra’daki araştırması sırasında Marx onu hiç yanından ayırmamıştır. O günden sonra Marx, Zeus heykelini taklit etmeye uğraşmış, saçını kesmeyi bırakıp sakallarını da Zeus’un başının şekli ve büyüklüğüne benzeyecek şekilde uzatmıştır. Marx, kendisini evrenin tanrısı olarak resmediyordu, yıldırımlarını yeryüzüne gönderen tanrı. […]
“O günden bu yana devrimcilerin görünümlerini diğerlerinden farklı kılan sakallılık geleneğini, Marx başlatmıştır. Ne var ki, ‘her şeyin bir sonu olmak zorundadır, bu kural Zeus ve öteki Olympia tanrıları için de geçerliydi. Onların yeryüzündeki saltanatından geriye sadece yıkılmış tapınaklar ve soylu heykeller kaldı.” (sf.162)
Artı-değer falan mı? “Sakal teorisi” varken kime ne?