Der.: Alfredo Saad Filho
Yordam Kitap – 2007 – 320 Sayfa
Çeviren: Emel Kahraman, Şükrü Alpagut, Aslı Zengin,
Cihan Gerçek, Defne Orhun, Erkal Ünal, Hasan Böğün
Marksist siyasal iktisat ile ilgilenenler bu kitabı oluşturan makalelerin yazarları ile mutlaka tanışmışlardır. Alfredo Saad-Filho, Costas Lapavitzas, Ben Fine, Paul Zarembka, Fred Moseley, Saad-Filho tarafından derlenen bu kitaba katkı koyan “meşhur” marksist siyasal iktisatçılardan yalnızca bir bölümü. Kitap başlığından da anlaşılacağı gibi bir “giriş” kitabı. Marksist siyasal iktisadın kimi kavramlarına aşina olmak, marksist siyasal iktisada giriş yapmak için iyi bir başlangıç niteliğinde olan bu kitap, siyasal iktisada aşina olanlar için de önemli çalışmalar barındırıyor. Saad-Filho’nun kitap için kaleme almış olduğu giriş bölümü kimi problemler taşısa da “küreselleşme”, kalkınma, ulus-devlet ölçeğinde mücadele gibi başlıklarda önemli ve haklı vurgulara sahip.
Kitap, üç temel kısımdan oluşuyor. İlk kısım “Sömürü ve Çelişki” başlıklı. Bu kısımda emek-değer kuramına ilişkin tartışmaların yanı sıra sömürü, para, rekabet, kâr, teknolojik gelişme gibi iktisadî kavram ve fenomenleri içeren makaleler mevcut. Bu kısım özellikle marksist siyasal iktisadın çerçevesi ile yeni tanışanlar için hazırlanmış ve bu çerçeve içinde yapılan kimi güncel tartışmalara bir giriş niteliğinde.
İkinci kısım ise “Küresel Kapitalizm” başlıklı. Kapitalizmin tarihine daha doğrusu kapitalizmin tarihinin yazımına dair marksizmde tuttuğu yer hâlâ tartışmalı olan “ilkel birikim”i merkeze alan bir çalışma ile başlayan bu kısım, Perelman’in kaleminden kapitalizmin doğasına ilişkin şöyle bir uyarıda bulunuyor: “Kapitalizmin tarihte ortaya çıkışı ile sürmekte olan işleyişi arasında ayrıma gidilmesinin bazı olumsuz sonuçları oldu. Böyle yapıldığında kapitalizmin başlangıcının bir olay (doğum gibi) olduğu ilkel birikim bundan sonra durduğu ima edilmiş oluyordu. Bu ‘Büyük Patlama’ asla gerçekleşmedi. Onun yerine, ilkel birikim uzun bir süre başlattı.” (sf.152) Bunun ardından kapitalizmin tarihsel eğilimlerinin ve kurumlarının (kapitalist devlet, savaş, uluslararası sömürü vb.) güncel yansımaları tartışılıyor. Bu bölümde yer alan Simon Clarke’ın “Küreselleşme ve Sovyet Üretim Biçiminin Sermaye Kapsamına Alınması” isimli çalışması adından başlayarak çürütülmeyi hak eder nitelikte. Sorun yalnızca yazarın antisovyetik bakış açısı değil. Esas sorun, yazarın, antisovyetizmini teorize ederken marksizmin de canına okuyor olması. Sovyet “üretim biçimi”ne ilişkin olarak yazarın yaptığı şu tanım dahi ne demek istediğimizi anlatacaktır: “Bu sistem, temelde, devletin ve her şeyden önce de askeri teşkilatın maddi ihtiyaçlarına tabi kılınmış, parasal olmayan bir fazlalığa el koyma sistemiydi.” (sf.230) Yazarın bundan sonra feodalizm ve Sovyet “üretim sistemi” arasında kurduğu paralelliklere değinmiyoruz bile.
Kitabın son kısmı ise kapitalizmin nasıl aşılacağı sorusu üzerine kurulmuş durumda. Marksist kriz teorilerine ilişkin iki çalışmaya yer verilen bu kısımdaki ilk çalışma Paul Zarembka’ya ait. Rosa Luxemburg ekolü ile olan düşünsel bağını hiç gizlemeyen Zarembka, kapitalizmin içsel kriz mekanizmasının “aşırı üretim”de olduğuna dikkat çekmekte ve “eksik tüketim” ile “kar oranlarının düşme eğilimi”nin kapitalizmdeki krizlerin tesadüfî sebepleri olabileceğini savunmaktadır. Zarembka’ya göre bu eğilim ya da olgular kriz yaratabilir de yaratmayabilir de; oysa sermaye birikiminde esas sorun yaratan aşırı üretimdir. Hemen bu makalenin ardından gelen Fred Moseley’nin makalesi hem daha zengin hem de bize kalırsa marksizme daha “sadık” bir çerçeve içinde kaleme alınmış. ABD ekonomisine ilişkin yapmış olduğu ampirik çalışmalardan bir demet sunan Moseley, burada ABD ekonomisindeki temel kriz dinamiğinin “kar oranlarının düşme eğilimi” olduğunu da ampirik olarak gösteriyor. Zenginlik kısmı ise marksist siyasal iktisadın genelde daha düşük bir profil çizdiği ampirik çalışmalarına ilişkin… Bu bölümde esas eleştirilmesi gereken nokta ise kapitalizmin aşılması konusunda Lenin’in neredeyse görmezden gelinmiş olması. Marksizmin “devrim teorisi”ne ilişkin yapılmış olan en önemli katkının böyle bir çalışmada es geçilmiş olması bir hata olarak not düşülmeyi hak ediyor. Michaeal Lebowitz’in şu cümleleri kitabın “yarım” kalışının itirafı gibi:
“Uzun lafın kısası işçiler, sermayenin gereksinimlerini ‘kendinden menkul doğal kanunlar’ olarak görürlerse ve ücretli emeğin yeniden üretilmesinin sermayenin yeniden üretilmesine ihtiyaç duyacağı bir ilişkinin sınırları içinde işlemeye devam ederlerse, krizlere verilen tepki, bu krizler ister ekonomik güçlerin ister sermayenin gasp edilmesinin sonuçları olsun, inisiyatifi ele almaktan çok teslim olmaktır. Burada, özetlenmiş haliyle sermaye ilişkisini takviye etmeyi hiçbir zaman bırakmayan sosyal demokrasinin içler acısı hikâyesi var.” (sf.290)