Geçtiğimiz Temmuz ayında önce AB Komisyonu ve ABD temsilcilerinin gözetiminde hattın geçtiği ülkelerle birlikte Nabucco Doğal Gaz Boru Hattı anlaşması imzalandı. Hemen arkasından Rusya ile Güney Akımı Projesi’ne imza kondu. Birbiri ile çelişkili gibi gözüken anlaşmalar “Güçlü Türkiye”nin diplomatik zaferi olarak sunuldu. Yükselen bir bölge gücü olarak Türkiye’nin emperyalist merkezlerden bağımsızlaşan dış politikasının başarısı olarak alkışlandı. Türkiye’nin enerji transferinde vazgeçilmez bir ülke konumuna geldiği yazıldı.
Oysa Nabucco projesine biraz daha yakından bakınca bir seri tuhaflık hemen fark ediliyor. Aşkın Süzük’ün boru hatları hakkında Gelenek’in geçen ayki sayısında ayrıntılı bir yazısı yayınlandı.1 Nabucco Boru Hattı’nın, Erzurum’dan batıya uzanması, Çanakkale Boğazı’nın altından geçerek Trakya’ya varması, sonra Bulgaristan, Romanya, Macaristan üzerinden Avusturya’ya ulaşması planlanıyor. Toplam uzunluğu 3.300 km olan ve yaklaşık 2.000 km’si Türkiye’de inşa edilecek hattın maliyeti 8 milyar avroyu geçiyor. En önemli tuhaflık, AB’nin Rus doğal gazına bağımlılığını azaltmayı amaçlayan projenin çok yüksek maliyetine karşılık, boru hattını dolduracak gazın sağlanamamış olması. Azerbaycan’ın doğal gaz kapasitesi yeterli değil. Yeterli gazın bulunabilmesi için Orta Asya ülkelerinden, İran’a ve Irak’a kadar bir seri ülkenin siyasi durumunda değişiklik olması gerekiyor. Erdoğan, projeyi tanımlarken, “yalnızca bir enerji projesi değil, aynı zamanda bir barış projesi” olduğunu söyledi. 2 İtiraf niteliğindeki bu açıklamada “barış” siyasi coğrafyayı ve kurulu denklemleri değiştirmeyi amaçlayan emperyalist bir girişimi kodluyor. Süzük haklı olarak yazısında, “bölgede işgal ve savaşları tetikleyebilecek potansiyeli içerisinde barındırıyor” tezini ileri sürmüş. 3
Bu yazıda bu tezi; Nabucco’nun bir enerji taşıma projesinin ötesinde bölgeyi ve dünyayı savaşa taşıyabilecek bir emperyalist girişim olduğunu tartışacağız. Topluma dair tezleri sınamak için deneyler yapmak mümkün değildir. Bu nedenle yaşanmış olaylar, tarihi deneyimler bir laboratuvar rolü oynar. Tarihi bir deneyimin, incelediğimiz ve nereye varacağını anlamaya çalıştığımız süreçle birebir benzemesi gerekmez, önemli olan biçim ve içerikte değil özde benzemesidir. Nabucco ile ilgili tezimizi incelemek için seçtiğimiz tarihi olay; Birinci Dünya Savaşı’nı tetikleyen en önemli emperyalist girişimlerden biri olan Bağdat Demiryolu olacak. Üstelik Bağdat Demiryolu ile Nabucco’nun özde benzemesinin ötesinde emperyalizmin Türkiye ve komşu ülkelerdeki etkinliğini bir süreklilik içinde anlamayı da kolaylaştırıyor.
Bağdat Demiryolu Türkiye yazınında iyi incelenmiş bir konudur. Okuyucu eğer süreci ayrıntıları ile öğrenmek isterse çok sayıda kaynak bulabilecektir. Bu yazıda ise sürecin ayrıntılarından çok günümüzü aydınlatacak ve Nabucco ile ilgili tezimizi tartışmaya yarayacak genellere ulaşmaya çalışacağız.
Bağdat Demiryolu’nun kısa hikayesi
Bağdat Demiryolu, Doğu sorununun bir parçası olarak, hem Osmanlı İmparatorluğu’nun paylaşılması, hem de Hindistan yolunun güvenliği ile ilgilidir. Marx 1854’de New York Daily Tribune’e yazdığı bir makalesinde, Rusya’nın İngiltere’ye sunduğu ve “Osmanlı’nın statükosunu koruyalım” diye özetlenebilecek mektubunu yorumluyor ve şöyle yazıyor: “İstenen tek şey, Türkiye’nin çöküşünün kapı eşiğine gelmesi durumunda, İngiltere ile Rusya’nın girişimde bulunmadan önce bir ön anlaşmaya ulaşmalarıdır.” 4 İngiltere, Fransa, Rusya ve Avusturya’nın paylaşma planları birbirini dengelendiği için Osmanlı gerçekten statükosunu korumayı başarmaktadır. Ancak dengeler Almanya’nın 1871’de birliğini sağlamasından ve bir emperyalist merkez olarak belirmesinden sonra bozulacak, baş döndürücü bir hız kazanacak süreç, emperyalistler arası bir savaşa ve Osmanlı topraklarının paylaşılmasına yol açacaktı.
Gelişkin sanayisini kuran ve hızla tekelleşen Almanya “doğuya doğru” (Drang nach Osten) politikası ile gözünü Doğu Avrupa’ya ve Osmanlı’ya çevirecektir. Dünya büyük ölçüde pay edilmiştir ve Almanya’nın İngiliz donanmasıyla baş etme şansı yoktur. Doğuya açılmanın bir yolu Osmanlı üzerindeki nüfuz olacaktır. Anadolu ve Mezopotamya’nın Almanya’ya bağlanmasının yanı sıra, Basra Körfezi’ne ulaşılması ile İran’a ve Hindistan’a oldukça yakın bir konuma gelinecektir. Üstelik bu yol İngiliz donanmasının top menzilinde değildir. Berlin-Bağdat Demiryolu Projesi bu derin emperyalist planın ismi olmuştur.
Alman emperyalizminden önce Osmanlı’da demiryolu yok muydu? Vardı ama bunlar, bu çapta bir emperyalist projenin ürünü değillerdi. Bir limana açılan kısa bir demiryolu ağı ile en kısa sürede ülkeyi sömürmeyi amaçlayan birer kene gibiydiler. Örneğin, İngilizlerin işlettiği İzmir-Aydın, Fransızların işlettiği İzmir-Kasaba, Beyrut-Şam demiryolları. 5 İngilizlerin Basra Körfezi’ne ulaşarak Hindistan yolunu kısaltmayı ve yeni nüfuz alanları yaratmayı amaçlayan benzer bir demiryolu projesi 1856’da gündeme gelmiş ama Süveyş Kanalı’nın açılması ve 1875’de tamamen İngiltere’nin kontrolüne girmesi ile rafa kalkmıştı.
Alman emperyalizmi ilk demiryolu imtiyazını 1893’de tamamlanan Haydarpaşa-Eskişehir-Ankara hattı ile sağlamıştır. Bu arada Haydarpaşa gar binasının neden Alman şatolarını andırdığını daha iyi anlıyoruz.
1902 yılında Bağdat demiryolu imtiyazı alınmış ve Bağdat Demiryolu şirketi kurulmuştur. Bugünün olanakları ile düşünüldüğünde Bağdat’a kadar uzanacak bir demiryolu çok önemli gözükmeyebilir. Ama o günün olanakları ile olağanüstü büyük bir projedir. Bu iş için kurulan Bağdat Demiryolu Şirketi, Rusların şiddetli itirazları nedeniyle hattı Ankara’dan değil Konya’dan geçirmek zorunda kaldı. Ruslar Anadolu’nun kuzeyinden geçecek bir hatta kesinlikle karşı çıkıyorlardı. İlk etap Konya’dan Bulgurlu’ya kadar döşendi. Bundan sonrası inanılmaz zorluklarla doluydu. Bir yandan Toroslar’ı geçme güçlüğü, diğer yandan finansman sorunları ama esas olarak, İngiliz, Fransız ve Rusların şiddetli muhalefeti ve engelleme girişimleri nedeniyle demiryolu inşası çok yavaş ilerledi. 1908 Burjuva Devrimi ile Babıâli’de Almanya hegemonyası kısa bir süre için yerini İngilizler’e bıraktı ama sonra İttihat ve Terakki çok daha kuvvetle ülkeyi Almanya’ya bağladı. Osmanlı Devleti hızla 1. Dünya Savaşı’na çekildi. Demiryolu yapımı askeri stratejinin parçası olarak savaşta da devam etti ve ancak 1918’de İngilizler işgal etmeden kısa bir süre önce Halep’e kadar varabildi. 6 Böylece Bağdat Demiryolu projesi, tamamlanmadan ama Osmanlı’nın diğer emperyalist ülkelerce paylaşılmasıyla son buldu.
Bağdat Demiryolu süreci AB emperyalizminin doğasını daha anlaşılır kılmaktadır
Alman emperyalizminin 1870’lerde doğuşu daha çok yeni ve gelişkin bir teknolojiye sahip sanayisi ile açıklanır. Bu doğru olmakla birlikte İngiltere ve Fransa ile karşılaştırıldığında, Almanya çok daha hızlı tekelleşmiş, mali sermaye ve özellikle silah sanayisi çok daha fazla bütünleşerek Alman hükümetlerini tam olarak kontrolleri altına almışlardır. Örneğin İngiltere’de farklı sermaye gruplarının çıkarlarının bileşimini temsil eden ve lobiciliğe dayanan bir yönetim varken, Almanya’da tekelci sermayenin mutlak bir iradesi söz konusu olmuştur. Tröst ve tekellere karşı diğer emperyalist ülkelerde göstermelik de olsa kanunlar varken, Almanya’da tekeller kamu himayesi görüyordu. 7 Başta Krupp olmak üzere çelik ve silah tekelleri ve Deutsche Bank’ın hegemonyasındaki mali sermaye doğrudan doğruya Almanya’yı yönetti. Bu, 1. ve 2. Dünya Savaşları’nda da böyleydi, şimdi AB’nin motoru olan Alman emperyalizmi için de böyledir. Geçen günlerde basına sızan küçük bir haber bu durumun ne kadar güncel olduğunu ortaya koyuyor. Haberde; Merkel’in Deutsche Bank’ın başkanına kamu kaynakları ile doğum günü partisi vermesinin Almanya’yı karıştırdığı bildiriliyordu. 8 Orta Avrupa’da serbest pazar yaratacak bir birlik oluşturmayı, Slav ve Osmanlı topraklarını sömürgeleştirmeyi amaçlayan Alman emperyalizmi, bu niyetini ancak küçük bir zaman dilimi içinde açığa vurdu. 1896’da Pan-Cermen Birliği’nin başkanı şöyle yazmıştı: “Gerek Anadolu halkının ve gerekse Mezopotamya ile Suriye’nin pek kalabalık olmayan Arap sakinlerinin … bir Alman egemenliğine karşı güçlük çıkarması çok zordur… ülkenin iklim ve toprak koşulları, Alman göçmenlerine kesinlikle zengin ve verimli bir çalışma alanı sağlayacaktır; Alman çalışkanlığı ve bilimi, güçlü bir Alman hükümetinin yönetimi altında, bir zamanlar eski dünyanın en bayındır ülkeleri sayılan bu toprakları, Reich’ın mülkü haline getirecektir; tıpkı Büyük Britanya’nın Hindistan’da yaptığı gibi.” 9 Ancak bu açıklık uzun sürmedi ve doğrudan Deutsche Bank’ın başkanı ve Bağdat Demiryolu projesinin de yöneticisi olan Georg von Siemens tarafından bastırıldı. Barışcı yöntemlerle yaklaşma, gerçek niyeti gizleme ve sinsilik o yıllarda Alman, bugün AB emperyalizminin başlıca karakteri oldu.
Almanya, Osmanlı’ya sızarken, hep şunu söylüyordu: Almanlar İngilizlerin yaptığı gibi hiçbir Osmanlı toprağını işgal etmemişlerdir ve Müslümanları sömürgeleştirmemişlerdir, Almanya Osmanlı’nın güçlenmesini istemektedir. “Almanya’nın emperyalist bir savaşta, Osmanlı İmparatorluğu’nu kendisine müttefik kılabilmesi için ona istilacı bir ideoloji, kendisine özgü bir emperyalizm bulması gerekiyordu.” 10 Turancılık gibi ırkçı ideolojilerin yayılmasında Alman parmağı vardı. Ne kadar korkunç! Bugün ABD emperyalizminin güdülemesi ile serpilen “Yeni Osmanlıcılık” ve “Güçlü ordu, güçlü Türkiye” sloganı ile bir emperyalist savaşa hazırlık arasındaki ilişkinin benzerliği insanı ürkütüyor. 11 Osmanlı’nın Almanya’nın hegemonyasına girişte, Alman silah sanayisinin büyük bir rolü oldu. Osmanlı kara kuvvetleri Alman egemenliği altına girdikçe başta Krupp olmak üzere silah tekelleri tarafından yönlendirilmeye başlandı. Osmanlı ordusu Prusya ordu düzenine göre yetiştirilmeye başlandı. Alman Ordusunda staj yapan Osmanlı subaylarının yanı sıra, Alman generalleri Osmanlı Ordusunda başlıca görevler aldılar. Bu generaller, sadece Alman emperyalizminin temsilcisi değil, aynı zamanda Alman silah tekellerinin bayisi gibi çalışıyorlardı. “Von der Goltz 1885 yılında Çanakkale Boğazı’nın tahkimatında kullanılmak üzere 500 kadar ağır topun Krupp’a sipariş edilmesi için Padişahı ikna etti… 1886’da Alman askeri heyetinin taleplerine karşı konmadı ve Osmanlı ordusunun yeniden silahlandırılması kararlaştırıldı. Bunun için gerekli yarım milyon tüfeği ve elli bin modern karabinayı 1887 yılında Mauser ve Loewe adlı Alman silah fabrikaları sağladı.” 12 Bu öyle bir kapandı ki Osmanlı eninde sonunda kendisini aslında Alman silah tekellerinin ve Alman mali sermayesinin yanında bir paylaşım savaşında buldu ve Osmanlı ordusu Alman Genelkurmayı’na bağlı olarak savaştı. Bugünün Türkiye Cumhuriyeti ordusunun silah envanterinin kökenini çıkarmaya herhalde gerek yok 13ama eğer Türkiye Nabucco ve buna benzer emperyalist girişimler tarafından bir paylaşım savaşına sürüklenirse ordunun ABD Genelkurmayı’na bağlı olarak savaşa gireceğini tahmin etmek hiç zor değil.
Bağdat Demiryolu Osmanlı ve Türkiye egemen sınıfları hakkında da fikir vermektedir
Son yıllarda Yeni Osmanlıcılıkla birlikte bir Abdülhamit övgüsüdür, gidiyor. Oysa, Alman nüfuzunun Osmanlıyı sarması ve Bağdat Demiryolu imtiyazının verilmesi Abdülhamit iktidarına denk gelmektedir. Osmanlı’nın sonunu getirecek bu imtiyaz aynı zamanda padişahlığın sınıfsal özelliğini de yansıtmaktadır. Aristokrasinin mülkü olan ülkenin nasıl yabancı güçlere ipotek edildiğinin bir örneği ile karşılaşıyoruz. Şirketin demiryolu inşasında kullanacağı topraklar bedava verilecek, devlet arazilerinden kum, balast gibi maddeler serbestçe kullanılacak, ihtiyaç olan ağaç devlet ormanlarından bedava kesilecek, demiryolunun geçeceği arazinin her iki yanından 25 kilometrelik mesafede madenler işletilebilecek, demiryolu boyunca arkeolojik kazı yapılabilecek ve hiç vergi ödenmeyecekti. 14Alman sermayesi için uzun vadeli emperyalist stratejinin dışında çok kârlı bir sermaye ihracı söz konusuydu. İnşa edilen her kilometre başına şirketin yüksek kârları Osmanlı Devleti tarafından garanti ediliyordu. Kilometre başına 15 bin Frank’ı bulan gelir garantisi için Abdülhamit; Urfa, Halep ve Konya illerinin aşar gelirini teminat olarak gösterdi. 15 O yıllardaki aşar gelirinin padişahın toprak kölesi sayılan yoksul köylülerden mültezimler tarafından toplanan ürün-ranta dayandığı düşünülürse hangi sınıfsal dinamiklere yaslanılarak ülkeyi felakete sürükleyecek bir projenin finanse edildiği anlaşılacaktır.
Bağdat Demiryoluyla ilgili imtiyazlardan bahsetmişken bir parantez açıp Nabucco’ya dönelim. Kısa bir süre önce imzalanan anlaşma metnini tam olarak göremedik ancak basına sızan kısmında oldukça müphem ifadeler bulunuyordu. Örneğin, “Taraf devletler, Nabucco Projesi’ne ilişkin anlaşmadan kaynaklanan yükümlülüklerinin tam olarak yerine getirilmesini sağlamak amacıyla, uygulanması için gerekli yasal mevzuatın kabulü de dahil olmak üzere gerekli tedbirlerin alınmasına çaba göstereceklerdir.” 16 Çok masum gözüken bu madde Bağdat Demiryolu’nun tarihi deneyimi göz önüne alındığında son derece şüpheli ve dikkatle izlenilmesi gereken bir sürecin başladığına işaret etmektedir.
Türkiye tarihinin önemli bir dönüm noktası olan ve Saltanat’a karşı gerçekleştirilen 1908 burjuva devrimini yapan kadroların kısa bir yalpalamadan sonra ülkeyi, Alman emperyalizminin her durumda kaybedecek müttefiki haline getirdiğini biliyoruz. Ama bu noktada ayrıntısına giremeyeceğimiz başka bir olaya değinmemiz gerekiyor. İkinci burjuva devriminde kurucu irade olarak çalışan ve yurtseverliğinden şüphe etmek için bir neden olmayan ilk meclis, 1922 yılında, Amerikalılara, Bağdat Demiryolu projesine çok benzeyen Chester projesine imtiyaz vermiştir. 17 Daha önce Almanlar için söylenenlere benzer, “ABD daha önce Türkiye’ye ait bir toprağı işgal etmemiş, Türkiye’yi sömürmemiş vb.” gerekçeler imtiyazın verilmesinde rol oynamış gözüküyor. Ne dersiniz, Türkiye burjuvazisi saf mıdır? Keşke böyle olsaydı ama burada psikolojiyle değil tarihle ilgiliyiz. Bu durumu ancak emperyalizm çağında yerel burjuvazilerin genlerine işbirlikçiliğin kazınmasıyla açıklayabiliriz. Öte yandan egemenliğini AKP iktidarına teslim etmiş bir burjuvaziye Nabucco konusunda güvenmek için gerçekten saf olmak gerekiyor.
Savaşa götüren temel fay hattını saptamak
Nabucco Projesi Rusya’yı enerji transferinde devre dışı bırakmayı amaçlarken, hemen arkasından Rusya ile imzalanan Güney Akımı ile ilgili projelerden bahsetmiştik. Bunların imzası kurumadan Türkiye çeşitli Orta Doğu ülkeleriyle enerji transfer anlaşmaları imzaladı. Bu baş döndürücü diplomasi trafiği içinden emperyalistlerin dünyayı savaşa götürebilecek temel çelişkisini çıkarmak zorundayız. Bağdat Demiryolu projesi bu açıdan da zengin bir deneyime işaret eder.
Bağdat Demiryolu imtiyazı Alman emperyalizminin ilk büyük zaferiydi ve diğer emperyalist ülkelerin bu projenin tamamlanmasına izin vermesi mümkün değildi. Bu basınç ve çalkantı içinde Osmanlı Devleti çok sayıda anlaşmaya imza attı, çeşitli ülkelere imtiyazlar dağıttı.
Bağdat Demiryolu’na başından itibaren en çok itiraz eden ülke, güneye inmeyi yaşamsal olarak değerlendiren Rusya oldu. 1891’de Rusya’nın İstanbul’daki temsilcisi Çarıkov Anadolu demiryolları ile ilgili hazırladığı raporda, İran’a uzanacak bir demiryolunun Ruslar için İran pazarının kaybı olacağını belirtiyor, Kafkaslar’a asker taşınmasının sakıncalarından bahsediyordu. Boğazlar için yazdıkları önemli: “Bu boğazların Rusya için kaybolduğu anlaşılırsa Karadeniz’in çıkışı sonsuza kadar kapanır ve evimizin, bütün güneyimizin anahtarı, ancak bir Avrupa savaşı, daha doğrusu bir dünya savaşı pahasına geri almanın olanak içinde bulunacağı ellere geçer.” 18 Henüz 1. Dünya Savaşı’na 23 yıl vardır ama rapordaki yaklaşım emperyalistlerin dışarıda sözünü etmeseler bile sürekli olarak bir savaş olasılığının etrafında dolandıklarını bir kez daha gösteriyor.
Sonunda 1910’da Postdam’da Rusya ve Almanya arasında anlaşmaya varıldı. Kısaca Postdam Anlaşması’na göre, Almanya Rusya’nın İran üzerindeki nüfuzunu tanırken, Rusya da Deutsche Bank’ın Bağdat Demiryolu üzerindeki nüfuzunu tanıyordu. 19 Dikkat edilirse artık Bağdat Demiryolu ile ilgili konularda Osmanlı Devleti devre dışında kalmaya başlamıştı, anlaşmalar taraf olan emperyalist ülkeler arasında yapılıyordu. Bu durum Nabucco ile ilgili olarak dikkat edilmesi gereken bir diğer duruma işaret ediyor. Gizli ya da açık, emperyalist ülkeler arası anlaşmalar nüfuz edilen ülkenin tamamen iradesi dışında şekillenebiliyor.
Anlaşmaların sonuncusu yine Osmanlı Devleti’ni dışarıda bırakarak İngiltere ve Almanya arasında 1914’de imzalandı. Anlaşmaya göre Bağdat Demiryolu şirketine İngilizler de ortak olacaklar ve hat ancak Basra’ya kadar uzanacaktı. Körfezdeki limanlar İngiliz kontrolü altında kalıyordu. 20 Ancak anlaşmalar barış getirmeyecekti. Ağır sanayi tekelleri ve Deutsche Bank yöneticileri, Alman tekellerinin dünyada egemenlik kurabilmesi için savaşın gerekli olduğuna inanmaya başlamışlardı.
Bu bilgiler ışığında Türkiye’den geçen enerji hatlarına baktığımız zaman, en fazla savaşa taşıma potansiyeli taşıyan ve emperyalistler arasında temel fay hattı olarak Nabucco beliriyor.
Emperyalist hegemonya makası
Aydemir Güler, Gelenek’teki makalesinde günümüz krizinin ABD’nin egemenlik krizi olduğunu ve “düzenleyici savaşların” yolunu açabileceğini yazmıştı. 21 ABD 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana emperyalizmin hegemonyasını elinde bulunduruyor. Almanya veya onun gerçekleşmiş düşü AB emperyalizmi, özellikle askeri güç ilişkileri nedeniyle bu hegemonyayı tanıyor ve aralarında zaman zaman su yüzüne çıkan rekabete ve Almanya’nın tüm emperyalist hırslarına rağmen bir ittifak ilişkisi içindeler. Emperyalist entegrasyon, soğuk savaşın ürünü olan tüm ulus devletleri emperyalizme bağımlı hale getirmeye çalışıyor. Ancak emperyalist merkezlere bağlı bir pazarın içinde erimeye direnenler var: Rusya, İran, Suriye, Lübnan, Irak direnişi ve Latin Amerika’daki sosyalizan/halkçı uyanış. Özellikle Rusya’nın devlet kapitalizmi içinde toparlanması, petrol geliri ile bir tasarruf yaratması, güçlü devlet geleneği ve Sovyetler’in mirası olan kuvvetli bir orduya sahip olması bu direncin bel kemiğini oluşturuyor. Geliştirdiği diplomatik atakla, bir emperyalist ülke adayı haline gelen Rusya; Çin ile sınır sorunlarını aşıyor, İran ile bağdaşıklık kurabiliyor, eski Sovyet Cumhuriyetlerinden bir kısmını çevresinde tutabiliyor, Suriye’de bir deniz üssü elde ediyor, Latin Amerika’nın ilerici ülkeleri ile askeri, diplomatik ilişki kurabiliyor. Almanya’nın ekonomik ilişkiler ve Rusya’nın zayıf olan sanayisine destek vermesine dayanan nüfuz geliştirme politikası ise şimdilik karşılığını bulmuşa, en azından bir egemenlik devrine yol açacağa benzemiyor.
Dünyada siyasi dengeler bu şekilde gelişirken, 2008 krizi ile Aydemir Güler’in de söylediği gibi dünya bir emperyalist hegemonya krizine girdi. ABD’ nin giderek artan bütçe açığı, bütçe açığını üreten ülkelerin tasarrufuyla finanse etmesi, mali sermayenin içinde bulunduğu çöküş ve toparlanmanın gecikmesi ABD hegemonyasını tehdit ediyor. Ergin Yıldızoğlu, Anglosakson modelinde kapasite fazlası/aşırı üretim sorunu kapıya dayanınca, tüketimi artırmak isteyen devletin, elinde para dağıtmaktan başka araç olmadığını fark ettiğini yazdı. 22 ABD’nin bunun için bir yüzyıldır bastığı dolar kadar son bir yılda dolar bastığı söyleniyor. 23 Karşılığı olmayan doların dünya parası, başka bir deyişle ABD hegemonyasının ürünü olan başatlığı giderek daha çok sorgulanır hale geldi. Ama savaşsız havada duran doları yere indirmenin olanağı yok. Ve savaşsız ABD’nin hegemonyasını sürdürme olanağı da yok. Üstelik dünyada bütün emperyalist hegemonya değişimleri savaşlar sonrasına rastlıyor.
İşte tam böyle bir dönemde, Rusya’nın abluka altına alınması, eski Sovyet Cumhuriyetleri’nin Rusya’dan koparılması, bir kısmının NATO üyesi yapılması, İran’ın bağımlı hale getirilmesi, Irak’ın bütünlüğünün bozulması ve buna karşı olan Arap direnişinin bastırılması ile boruları dolacak Nabucco, ABD-AB emperyalist ittifakının ortak projesi olarak yaşama geçirilmek isteniyor. Ve hattın 2000 km’si Türkiye’den geçiyor, Yeni Osmanlı gazıyla damarları şişirilen bir Türkiye’den. Kim inanır bunun masum bir enerji transferi projesi olduğuna, bir felaket dinamiği olmadığına?
Dipnotlar ve Kaynak
- Süzük, Aşkın, “Boru hatlarıyla bölünen Türkiye”, Gelenek, sayı:104, 2009, s. 13-18.
- http://haber.sol.org.tr/devlet-ve-siyaset/boptan-sonra-nabucco-haberi-16326
- Aşkın Süzük, agm.
- Marx, Karl, “Türkiye’nin bölüşülmesine ilişkin belgeler”, Doğu Sorunu, Marx, Engels, Çeviren:Yurdakul Fincancı, Sol Yayınları, 2. Baskı, 2008, s. 298.
- Çavdar, Tevfik, Osmanlıların Yarı Sömürge Oluşu, Gelenek Yayınları, 2000, s.127-128.
- Earle, Edward Mead, Bağdat Demiryolu Savaşı, Milliyet Yayınları, 1972, s. 316.
- Ortaylı, İlber, Osmanlı İmparatorluğu’nda Alman Nüfuzu, 9. Baskı, Alkım Yayınevi, 2006, s.3
- Merkel, Deutsche Bank Başkanı’na doğum günü yaptı, Almanya karıştı. Hürriyet, 27 Ağustos 2009, s.13.
- Rathmann, Lothar, Alman Emperyalizminin Türkiye’ye Girişi, Belge Yayınları, Çeviren: Ragıp Zarakolu, 3. Baskı, 2001, s.55.
- Yerasimos, Stefanos, Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye, Bizanstan 1971’e, Gözlem Yayınları, 3. Baskı, 1980, s.601.
- CİA ajanı ve ABD emperyalizminin akıl yürütücülerinden olan Graham Fuller’in şu cümlesi süreci açıklıyor: “… modern Türkiye Cumhuriyeti’nin – Orta Doğu ve Avrasya’dan uzun bir anormal izole olma döneminden sonra-bugün artık yeniden Orta Doğu siyasetinin bir parçası haline gelme sürecinde olduğudur. Bu süreç, Türkiye’nin dünyadaki yeni jeopolitik konumuna ilişkin genişleyen vizyonuyla bağlantılıdır.” Fuller, Graham E., Yükselen Bölgesel Aktör Yeni Türkiye Cumhuriyeti, Timaş Yayınları, Çeviren: Mustafa Acar, 5. Baskı, 2008, s.37.
- Lothar Rathmann, age, s.31.
- Bu yazı Gelenek’te yayınlanmadan hemen önce bir haber gazetelerde belirdi. ABD ile Türkiye arasında dünyada hükümetler arası en büyük silah satış sözleşmesinin imzalanması amacıyla ABD Kongresi’nden karar çıkmıştı. 8 milyar dolar tutarında Patriot füze sistemi Türkiye’ye satılacaktı. http://haber.sol.org.tr/yazarlar/alper-birdal/fuze-kalkani-abd-nin-sopasi-1808.
- Tevfik Çavdar, age, s.131.
- Lothar Rathmann, age, s.80.
- http://www.haberturk.com/ekonomi/haber/158730-Nabuccoda-6-ay-icerisinde-tum-adimlar-atilacak.aspx
- Tevfik Çavdar, age, s.153.
- Noviçev, A. D., Osmanlı İmparatorluğu’nun Yarı Sömürgeleşmesi, Çeviren:Nabi Dinçer, Onur Yayınları,1. Baskı, 1979, s. 28-29.
- Edward Mead Earle, age, s.260-261.
- Edward Mead Earle, age, s.288-289.
- Güler, Aydemir, “Emperyalizmi hatırlatma zamanı” Gelenek, sayı:202, 2009, s.5-18.
- Yıldızoğlu, Ergin, “Sanılandan daha kötü, beklenenden daha önce”, Cumhuriyet, 17.08.2009, s.13.
- Gaye Yılmaz’ın Karaburun Bilim Kongresi’nde sunduğu veri, 3-6 Eylül 2009.