Giriş
Kalkınma konusunun sosyalist iktisat bağlamında ele alınması gerek ideolojik gerek araçsal açıdan kapsamlı tartışmayı gerektirir. Reel sosyalizmin öğretisi ışığında gerçekçi yaklaşım yapıldığında, sosyalizmin ya da komünizmin güçlü şekilde oturtulmadığı toplumlarda kapitalist ideoloji ve piyasa mekanizmasının bir ruh gibi etkili olarak, üretim politikasında ihtiyaca göre üretim, gelir politikasında ise, “gücüne göre, ihtiyacı kadar” görüşünün ikinci plana atılmasına yol açtığı görülebilir. Böylesi parazit süreçler,Sovyetler’deki işleyişte olduğu üzere, salt geçiş dönemine özgü olmayıp, özellikle günümüzün ileri iletişim teknolojisinin ülkeleri ve insanları birbirine bağlama etkisi altında, sosyalist ideoloji ile bağdaşmayan bireysel talepleri aşan sosyal tercihlerin yansıtılmasına da yol açabilir. Oluşabilecek bu tabloda sosyal taleplerin merkezi planlamada ihmal edilmesi, merkezi yönetim ile toplum arasını açacağından, halkın sisteme olan güven ve sadakatini zedeleyebileceği gibi, planlamaya dâhil edilmesi ise maalesef emek arzının anlamsız artışını ve kaynak israfı pahasına verimliliğin yükseltilmesini tetikleyebilir. Oysa sistem seçişinden bağımsız olarak, kalkınmakta olan bir ekonominin başarı koşulu kıt kaynaklarını israf etmeden rasyonel kullanmaktır.
Verili çerçevedeki kısıtlara rağmen, kalkınma politikalarının uygulanmasında sosyalist sistemin araçsal işlevi aşağıdaki koşullar çerçevesinde fevkalade yüksektir. 1
- Sosyalist sistemde kurallar ve değer yargıları ile ilgili kararların piyasa sürecine bırakılmayıp, emeği temsil eden parti ya da merkezi teşkilatta toplanması kaynak tahsisinde etkenlik, üretimde ise etkinlik sağlar.
- Üretim araçları toplumsal mülkiyete geçirilir. Doğal kaynaklar, ulusal üretime hâkim sanayi kuruluşları, banka ve finansal kuruluşlar parti ya da merkezi gücün mülkiyet ve yönetimine geçer. İç ve dış ticaret, merkezi yönetimin denetimi altında yapılır. Ekonominin tüm yaşamsal üretim ve ticaret kanallarının mülkiyeti ve yönetimi merkezi partiye ya da merkezi yönetime geçer. Böylece ekonomi içinde ve dış ekonomilerle ilişkide istikrar sağlanır.
- Ekonominin yönetiminden sorumlu Merkezi Planlama Örgütü bünyesinde yapılan plan ve programlarda ana hedefler belirlenir ve detay işleyişler genel hedefleri sağlayacak şekilde yürütülür. Böylece uzun dönemli yürüyüşte denge oluşturulur.
- Ekonomide gelir dağılımı, üretimden hakça pay alınacak şekilde merkezi yönetim tarafından planlanır ve uygulanır. Kapitalist sistemde geçerli olan kâr, faiz ya da rant gibi gelir türleri sosyalist sistemde ortadan kaldırılmıştır. “Herkesten gücüne göre, herkese ihtiyacı kadar” ifadesindeki komünist ilke korunmaya çalışılmakla beraber, Sovyetlerde de görüldüğü üzere, teşvik politikaları çerçevesinde, çalışanların geliri emeğin nicel ve nitel özelliğine göre saptanabilir. Böylece gelir dağılımında adalet sağlanarak, kaynak dağılımında da denge oluşturulabilir.
Reel sosyalizm uygulaması
Devrimin yapıldığı Rusya, Avrupa’nın gelişme aşamasındaki bir ülkesi olması nedeniyle, reel sosyalizm uygulamalarının kısa bir tahlili, sosyalizmin kalkınma politikalarının oluşumu ve uygulamasındaki etkisinin anlaşılması açısından ufuk açıcı işlev görür.
Reel sosyalizm uygulamasında Devrim öncesi ve sonrasında yaşanan çok ciddi sosyal çalkantılar ve savaş koşulları nedeniyle ekonomik hamle aksamıştır. 2 Ekonomik toparlanmadan sonra bir süre yol alınmış olmakla beraber işlerin pek yolunda gittiği ve giderek sosyalist sisteme uyarlanmaya çalışıldığı yönünde güçlü işaretler görülememiştir.
Sovyet Devrimi yapılırken, az sayıda bilinçli proletere karşın yığınlar halinde köylü topluluğu ile girişilen icraat ve geliştirilen politikalar üzerinden ideal sosyalist ya da komünist teori yaklaşımları oluşturulamazdı. Ne var ki teoriye göre, sosyalizm ya da komünizm, kapitalizm ertesinde ve genellikle devrim sonucunda gerçekleşeceğinden, insan davranışlarının kapitalist motifler taşıyacağı ve bu sürecin ancak birkaç nesil içinde tedricen eriyeceği dikkate alınmak zorundadır. Bu nedenledir ki, “reel sosyalizm” olarak nitelenen Sovyet Devrimi’ne nihai aşama olarak bakılamaz.
Sovyetler’de Kronstadt kalkışı ertesinde ve köylülerin ülke çapında direnişi karşısında 1921 yılı Mart ayında Yeni Ekonomi Politikası, genel adı ile NEP ilan edildi. NEP’in amacı sosyal ve ekonomik alanda harp ekonomisi koşullarından piyasa ve özel işletme sistemine geçmek idi. Bu proje çerçevesinde tarım alanında üretimin yükseltilmesine yönelik bazı çareler geliştirilmeye çalışıldı.1920 yılında Troçki tarım alanında tarımsal aynî ürün teslimi sistemi yerine, hiç değilse bazı bölgelerde, tarım üzerine bir tür vergi salınması önerisini geliştirdi. Bu öneriyi Sovyet Merkez Komitesi reddetti. Fakat kırsal alanlardan kentlere doğru savaş ekonomisi koşullarının hafifletilmesi baskısı yükseliyordu. Bunun üzerine toplanan Parti Kongresi tarım üzerine % 20 dolayında vergi salınmasını kabul etti. Tüm politik atılımlara ve çabalara rağmen, tarımdaki verim geriliği 1927-8 döneminde kentlerde yiyecek tayınlamasına yol açtı. 3 Tarım kesiminde verimliliğin yükseltilmesi salt kentsel ve sanayi alanlarının beslenmesine değil, aynı zamanda ihracat yolu ile ülkeye döviz girişi sağlamaya da yönelikti.
Sovyet Devrimi liderleri sanayi ve emek ile de uğraşmak durumunda idi. 1918 yılında Lenin ünlü ifadesinde Rus emekçilerin nasıl çalışılması gerektiğini bilmediklerini ve öğrenmeleri gerektiğini dillendirdi. Bunun üzerine 1920 yılında emek verimliliğini yükseltmek için bir dizi yönetsel önleme başvuruldu. Söz konusu önlemler arasında parça başı gelirin düşürülmesi ve üretim normlarının yükseltilmesi yanında tedrici mekanizasyon ve ihtisaslaşma uygulamaları da devreye sokuldu. Bu arada nüfus artışı nedeniyle, 1920’lerde istihdam yükseldiği halde, özellikle kadın emekçilerde olmak üzere, işsizlik de yükseliyordu. Buna rağmen, sağlık harcamalarında ve sair sosyal alanlardaki gelişmeler toplumu istikrarlı tutmayı başardı. 4
Sosyalizm ve kalkınma konusunu ütopik ele almanın yerine gerçekçi yaklaşımla odağa koyduğumuzda etkinlik, etkenlik, adalet ve yönetim dörtgeni içinde farklı alanlara savrulmak kaçınılmaz oluyor. Bir defa, kapitalizmden sosyalizme geçişte, emekçilerin bilinç düzeyi ile yeni iktidarın mantığı arasında ters ilişki söz konusudur. Bu durumu Lenin şu ifade ile ortaya koymuştur:
“Rusya’da hâlihazır durumun özgül niteliği, proletaryanın bilinç ve örgütlenme düzeyinin yetersizliği nedeniyle, iktidarı burjuvaziye vermiş olan devrimin birinci aşamasında, iktidarı, proletaryaya ve köylülüğün yoksul tabakasına devredecek olan ikinci aşamasına geçiştir.” 5
Birinci aşamanın uzun sürmesinin nedeni, kapitalist dönem alışkanlıklarının tüm toplumda yok edilmesinin nesiller boyu zaman alıyor olması ve iktidarı ele geçirmeye çalışan emekçi kesimlere karşı deneyim ve beceri birikimini kullanan eski dönem sermaye sahiplerinin oluşumu engellemesidir. Toplumsal yararın güdülmesi amacıyla etkenliğin öne çıkarılması gerekirken, etkinlik ve kârlılık peşinde koşan sermaye sahiplerinin dirençleri sistemin ilerlemesinde engel oluşturmuştur. Öte yandan, merkezi planlama sisteminde “parçalar” ile “bütün” arasında ahengin sağlanması da önemli bir konudur. Şöyle ki, merkezi planlamada hedefler bir bütün olarak tepeden belirlenip, detaylar üretim kademesinde yerine getirilirken, kademeler arasında direktifleri aktarım işlevi gören elemanların yetkisizliği direktiflerin aktarımında sorun yaratarak, bütün ile parçalar arasında uyuşmazlığa neden olabilmiştir.
Sovyet Devrimi sonrasında karşılaşılan sorunlardan biri de yatırım ve teknoloji alanında ilerleme meselesi idi. Merkezi planlama tekniği ile yatırımların yönlendirilmesi ve teknolojik atılım yapılmasına yönelik projeler ciddi sorunlarla karşı karşıya kalmış idi. 6 Birinci sorun yatırımın yan etkileri ve bölünmezliği ile ilgilidir. Yatırımın bireysel bir konu olarak ele alınması söz konusu olmadığından alt projeler için fayda/maliyet hesabı yapılamaz. Yatırım yan etkileri ile ele alındığından tümü ile toplumsal yararı dikkate alınır. İkinci önemli konu yatırımın yeni veya var olan kapasiteyi yükseltici alanda olması ile ilgilidir. Burada da toplumsal yarar doğrultusunda davranılarak salt getiri düzeyi üzerinde durulmayabilir. Üçüncü önemli konu yatırımın süresi ve ortaya çıkabilecek belirsizliklerdir. Yatırım süresi ile belirsizlik oluşma olasılığı doğrusal ilişki içinde bulunduğundan sorunun dikkatlice ve toplumsal maliyetinin yüksek olmayacak şekilde ele alınması gerekir. Dördüncü konu, fiyat ya da fiyat benzeri göstergelerin güvenilirliği ve bunların doğru algılanması meselesidir. Sosyalist sistemler fiyat mekanizmasını kullanmadığından piyasada arz talep dengesizliği kuyruklardan ya da bir malın fiyatının yükselmesinden anlaşılır. Kapitalist sistemlerde kullanılan fiyat mekanizması sosyalist sistemde bulunmadığından ve fiyatlar genellikle merkezden belirlenip uzun süre sabit kaldığından dolayı yatırımların etkinliği bu yolla ölçülemez. Bu sorun karşısında Sovyet sistemi iki ölçüt geliştirmiştir. Ölçütlerden biri yatırımın “etkenlik normu, yani sosyal amaca uygunluğu, ikincisi ise “yatırımın geri dönme süresi”dir. Yatırım miktarının belirlenmesinde Stalin döneminde “azami yatırım” ölçüsü kullanılıyordu, yani bireylerin temel zaruri ihtiyaçları ve ülkenin savunma ihtiyacı karşılandıktan sonra geri kalan kaynakların yatırıma yönlendirilmesi yoluna gidiliyordu. Daha sonraları söz konusu “bakiye” usulünden vazgeçildi ve yatırımlar aleyhine tüketime ayrılan paydayı genişletme yoluna gidildi.
Merkezi yönetim sisteminde fiyatlama da önemli bir konudur. Ancak, sosyalist sistemde fiyatlama kaynak dağılımı aracı olarak çok sınırlı işleve sahiptir. Bu bağlamda sorun fiyatların güdümlü olması ve merkezden belirleniyor olmasından öte, sosyalist sistemde kapitalist sistemde geçerli olan piyasa etkinliği kuralına uyulmamasıdır. Stalin’in anlayışıyla fiyatların kaynak dağıtımda yol gösterici rolü olmayınca, gelir dağılımı ve tüketim kalıplarını denetleme rolü öne çıkmaktadır. Hal böyle olunca, kamu firmaları arasındaki mal satış ya da devirlerinde çoğu durumda maliyet altı fiyat uygulanarak, maliyetlerin bir bölümünün kamu bütçesinden karşılanması yoluna gidilmiştir. Bununla beraber, kurumların verimli çalışmalarında bir ölçüt olarak fiyatlar kullanılmıştır. Perakende fiyatlara gelince, temel kamu mal ve hizmetleri dışında kalan tüketim ürünleri piyasada para ile satılırken tüketici tercihleri ürünlere yansıyabiliyordu. Bu durumda üretim maliyeti aynı olan iki maldan birine daha fazla talep olması durumunda o malda fiyat artışı oluyor ve firma kâr sağlayabiliyordu. Böyle durumlarda fiyatı ortalama fiyat düzeyinin üzerine çıkan ürünlere dolaylı vergi salınarak aşırı fiyat kamulaştırılıyordu. Teknolojiyi geliştirme amacına yönelik olarak, teknoloji yoğun üretim yapabilecek makine veya teçhizat üretimi bu amaca yönelik oluşturulmuş özel fonlarla destekleniyordu. Bu amaçla kurulan fonların kaynağı makine satış aşamasına salınan vergilerden sağlanıyordu.
Sovyet maliye yapısı da sosyalist sistemin işleyiş kurallarını yansıtıyordu. Şöyle ki, kapitalist sistemde özel sektör çalışanları faktör payları üzerinden kamusal harcamaların finansmanına yönelik vergi verirler. Sistem ideolojisi gereği servet vergisinin çok cüzi olduğu kapitalist sistemde kamu varidatının büyük bölümü dolaylı ve dolaysız vergilerden sağlanır. Sosyalist ya da komünist sistemlerde ise faktör gelirleri merkezi kararla belirlendiği için vergilerin bu sistemdeki yeri ve rolü kapitalist sistemdekinden çok farklıdır. Sosyalist sistemde farklı vergiler tüketim kalıplarının denetimi, işletmelerin kullandığı sermayenin verimliliğinin ölçümü ve çok farklı yeti ve bilgiye dayanan kıt emek sahiplerinin görece yüksek ücretlerinin dengelenmesinin sağlanması gibi daha çok sosyal amaç doğrultusunda kullanılır. Sovyetlerin 1940 yılındaki bütçe gelirlerinde vergi gelirlerinin oransal dağılımı şöyle idi: Muamele vergisi % 60, kârlardan alınan bir tür kurumlar vergisi % 12, kooperatiflerden alınan vergi % 0,2, tahvil satışı % 0,5, doğrudan vergiler % 0,5, sosyal güvenlik ödentileri % 0,6. 7
1960–1970 döneminde Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB), Polonya, Macaristan, Çekoslovakya, Doğu Almanya ve Bulgaristan’da ürün fiyatları, ücretlerin saptanması, tarım alanında özel mülkiyete dayalı üretime yönelme, planlamada ademi merkezi sisteme geçiş, bankacılık ve kredi alanında bazı reformlar vb. gibi değişikliler yapılmıştır. Bu değişikliklerin amacı, planlamada daha liberal uygulamaya geçiş, üretici firmalara daha geniş yetki tanınması, firma performansının ölçütü olarak kâr sistemine yer verilmesi, emeğin verimliliğinin yükseltilmesi amacıyla sosyalizmde uygulanan moral teşvikin maddi teşvikle güçlendirilmesi, ürün fiyatlarının maliyet fiyatına yaklaştırılarak kamu desteğinin azaltılması gibi gerekçelere dayandırılmıştır. 8
Reel sosyalizm dersleri ve kalkınma politikaları
Sistem sorunundan bağımsız olarak kalkınma sürecinde kaynak kıtlığı sorununun aşılması için gerekli birinci temel koşul kaynak israfının önlenmesi ve kaynak yaratıcı faaliyetlerin öne çıkarılması, ikinci temel koşul ise, kaynakların yatırım alanlarına tahsisinde kaynak yaratıcılık sağlanmasıdır.
Kalkınma sorununun toplumsal yarar doğrultusunda karara bağlanması ve kalkınma maliyetinin toplumda hakça dağıtılması piyasanın dışlandığı merkezi planlama ile yürütülen sosyalist ya da komünist sistemi gerektirir. Ekonomik kaynaklar üzerinde merkezi yönetimin maddi anlamda tasarruf hakkı olmaz ise, salt merkezi kararın ya da planın tavsiye niteliğinden öte fazla bir geçerliliği olamaz. Mülkiyetin özel kesimde olduğu durumda merkezi planla ekonominin güdülenmesi ancak teşvik ya da çeşitli şekillerde cezalandırma sistemi ile kısmen olabilir ki, böyle bir uygulama hem tepki çeker hem de istenen sonucu vermez. Bu itibarla, sosyalizm ya da komünizm veya merkezi yönetim biçimleri ve planlama özellikle kapitalist dünyada kalkınma sorunları ile boğuşan çevresel konumlu ekonomiler için birbirini tamamlayan yönetim ve uygulama sistemleridir.
İkinci Paylaşım Savaşı sonrasında da açıkça görüldüğü gibi, kapitalist blokta çevresel konumlu ülkeler hayalden öte fazla bir aşama kaydedememişlerdir. Bu konumda bulunan ülkeler yapısal olarak maddi ve beşeri kaynak açığı sorunu ile boğuştuğundan ciddi kalkınma hamlesi yapamamışlardır ve yapamazlar da. Maddi açık konusu tasarruf (kaynak) açığını, enerji açığı ve teknolojik açık konularını kapsar. Beşeri açık konusu ise uygulanan eğitim sistemi ve düzeyi yanında, yetişmiş elemanların “beyin göçü” olarak ileri ülkelere göçü ile ilgilidir. Özellikle Dünya Bankası ve IMF gibi bağımsız görüntülü “kapitalizmin kaleleri” 9 işbaşında olduğu sürece, çevresel konumlu ülkelerin ekonomik, hatta politik kararları, maalesef, gelişmiş merkezlerin doğrudan ya da dolayı etki ve çoğu zaman baskısı altında oluşur ve uygulanır. Bu tür görünmez bağımlılık durumunda ise gelişmiş ekonomilerin çıkarı gelişmekte olan ekonomilere başat olur. Sovyetler Birliği dahi, etrafını çevreleyen kapitalistlerle açık veya örtülü şekilde rekabete girdiğinden kaynak dağılımını ve gelişme planını uzun dönemli kendi çıkarları doğrultusunda yapamamıştır. Sovyetler’in çöküşünün nedenleri arasında bürokrasinin ağırlaşması vb. iç sebepler yanında kapitalist blokla kaçınılmaz olarak girdiği rekabetin sebep olduğu savrulmalar da rol oynamıştır. Hal böyle olunca, sosyalist sisteme geçmek ülkelere göreli serbesti sağlıyor olabilmekle beraber, reel sosyalizm örneğinde görüldüğü üzere, etrafın kapitalistlerce çevrelendiği koşulda dikkatli davranmak kaçınılmazdır.
Kalkınma çabası içinde bir ekonominin temel sorunu açık veya örtülü kaynak israfına meydan vermeden, kaynakların toplumsal yarar doğrultusunda ve kaynak (sermaye) üretici doğrultusunda etken kullanılmasının sağlanmasıdır. Dengesiz kentleşmenin sebep olduğu sıkışıklık ve zaman kaybı açık kaynak kaybına; koruyucu sağlık hizmetlerini ihmal edip, sağaltıcı sağlık hizmetlerinde yoğunlaşmak ise örtülü kaynak kaybına örnektir. Her iki tür kaynak kaybı da ülke içinde çarpık gelir dağılımı ve özel piyasa mantığının sonucu olabileceği gibi, güçlü kapitalist merkezlerin ülke içi politikalara doğrudan müdahale ya da dolaylı etkilemesi ile de gerçekleşebilir. Kalkınma çabalarının sosyalist düzende sürdürülmesi, temel yapı değişikliği olarak,ekonominin içte, kapitalist piyasanın ve ileri ülke etkilerinden izole edilmesi açısından önemlidir. Sosyalist ortamda çevre ekonomilerden izole olma amacı yoktur; zira sosyalist havzada ekonomiler arasındaki sermaye geçişleri ülke tercihi doğrultusunda arzulanan alanlara ve gerektiği kadar koşuluna bağlanabilir.
Kaynakların toplumsal yarar doğrultusunda optimum dağılımı, lüks tüketimin etkisiyle yatırımların toplum yararından uzak alanlara savrulmasının engellenmesi ve yararlı alanlara yönlendirilmesini gerektirir. Gelir dağılımının farklılaştığı toplumlarda görülen lüks tüketim eğilimi ve buna bağlı olarak lüks ürünlerin ithalatı da gerek yatırım alanlarının seçiminde gerek ithalat potansiyelinin kullanımında kaynak israfı oluşturur. Yatırım alanlarının seçiminde teknoloji üretimi ve uygulaması fevkalade önemlidir. Teknoloji üretimi ve geliştirilmesinin güçlüğü yanında, teknolojik buluşların ekonomik ömrünün çok kısa olması gelişmekte olan ekonomiler açısından pahalı alan olarak görülmektedir. Zaman içinde karşılaşılabilecek fiyat ya da talep riskleri nedeniyle de kısa dönem analizi ile teknoloji sorununa karar verilemez. Bundan dolayıdır ki, teknoloji üretecek eleman yetiştirilmesi ve üretim alanında istihdam edilmesi kamusal işlev olarak karşımıza çıkar. Kaynak israfının önlenmesi ve kaynakların inşaat gibi kaynak öldürücü alanlara değil, sanayi gibi kaynak yaratıcı alanlara tahsisi bir yandan tüketici değil, üretici davranış kalıplarının benimsenmesini, diğer yandan da uzun dönemli fayda/maliyet hesaplarının piyasa mantığı dışında yapılmasını gerektirir. Böyle bir süreç piyasa koşulları altında değil, ancak merkezi kamusal planlama ile gerçekleştirilebilir.
Sosyalist sistemde ekonominin işleyişinde önemli olan büyük sanayi kuruluşları kamu kesimi mülkiyeti ve yönetimindedir. Bu düzenleme gerek fiyatların istikrarlı seyri gerek emek hakları açısından ekonominin işleyişinde çok önemli düzenleyici işlev görür. Sosyalist sistemde bankacılık ve sigortacılık işlemleri ile uğraşan ve ekonominin kredi vb. gereksinimlerini karşılayarak kaynak dağılımında önemli rol oynayan kuruluşlar da kamu kesiminde konuşlandırılarak ekonominin sosyal yarar doğrultusunda işleyişi sağlanabilir. Dış ticaret de sosyalist sistemde devletin hâkim olacağı önemli bir sektördür. Büyük üretim ünitelerinin kamu mülkiyetinde olması ulusal yarar açısından iki avantaj sağlar. Bir kere kamusal mülkiyet altındaki güçlü kuruluşlara yabancı sermayenin duhulü güçleşir. Neticede, kuruluşun gelişmesi ve topluma sunduğu hizmetin niteliğinin belirlenmesinde yabancı güçler değil, ulusal çıkar doğrultusunda verilen kararlar etkili olur. Bu mantık bizi yabancı sermayenin emperyalist uzantılarının özel sektör kanalından gerçekleştiği görüşüne götürür.
Eğitim ve beşeri kaynak üretimi ve üretilen beyin gücünün ülke içinde tutulması da kalkınmakta olan ekonomiler açısından birinci derecede önemi haizdir. Bu konu, kapsamlı eğitim programlaması ve temel eğitim sürecini tamamlamış gençlerin kamusal kurum ve laboratuvarlarda araştırmacı olarak çalışmalarının sağlanmasını kapsar. Üniversite ve araştırma kurumlarının sanayi ile doğrudan etkileşime geçmesi güçlü dış sermayenin etkisine sokulması yollarındandır. Sanayi-üniversite işbirliğinin doğrudan temaslarla yürütülmesi ve yerli sermayenin güçlü yabancı sermaye etkisinde kalması, dolaylı yoldan üniversitenin güçlü dış sermayenin etkisine girerek, teknoloji üretiminde kısırlaşmasına ya da ulusal çıkara aykırı teknoloji üretimine yönelmesine neden olabilir.
Kalkınma bir yönü ile ekonomik aşama olarak görülebilirse de, sürecin ekonomik ve siyasal bağımsızlık ortamında içsel nitelik kazanması ve insan haklarına saygılı sürdürülebilmesi ancak sosyalist sistemde olası görülebilir.
Dipnotlar ve Kaynak
- Wilczynski,J. (1970), Theeconomics of socialism, George Allen and Unwin Ltd.,London, Bl. 1.
- Holz, H. H. (2008), Sosyalizmin yenilgisi ve geleceği, (Çev: Y.Orkunoğlu), Yordam Kitap, İstanbul, Bl. IV.
- Smith, S. A. (2017), Russia in revolution, Oxford University Press, s. 263-266.
- A.g.y., s. 277-281.
- Sovyet Tarihçileri (2004), Kolektif, 1917 Sovyet Devrimi,(Çev. A. Bilgi), Evrensel Basım Yayın, s. 156.
- Nove, A. (1977), The Soviet economic system, George Allen&Unwin, Sydney, s. 150-155.
- A.g.y., s. 230.
- Wilczynski, s. 27-8.
- Bu kavram Gaye Yılmaz’a aittir: Yılmaz, G. (2001), Kapitalizmin kaleleri, TMMOB Mimarlar Odası, İstanbul.