Bu yazıda 1917 Büyük Ekim Sosyalist Devrimi’ni yapan Bolşevik Partisi’nin Rusya’daki ulusal soruna getirdiği çözümün teorik ve siyasal mirasını tartışacağım. Yazının temel tezleri şunlardır: 1)Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) tarihte yeni bir devlet tipini temsil eder, bağımsızlık, bölgesel özerklik, kültürel özerklik ve federalizm çözümlerinin bir kombinasyonudur, ulusal soruna yaratıcı çözümler getirmiştir ve bir Sovyet uygarlığı yaratmıştır; 2) Lenin’in ulusal sorun hakkındaki yazıları ve Sovyet deneyimi, sorunun çözümünde bize muazzam bir teorik ve pratik temel sağlar ancak bu mirasın her güncel konjonktürde ve her durumda uygulayabileceğimiz değişmez bir formülü yoktur; ve 3) SSCB halkları 1991’de bağımsızlık peşinde koşmadı, SSCB’yi yıkan güçler, ülke kaynaklarınıyağmalamak isteyen, parti ve devletin en tepesindeki kapitalist güçlerdi.
Çarlık Rusyası ilk kez Fransız yazar Astolphe de Custin tarafından 1843’te yayımlanan bir kitapta kullanılan ve yaygınlaşan ünlü bir deyişle bir “halklar hapishanesi”ydi.1 Uluslaşmanın farklı aşamalarındaki yüzden fazla halk veya etnisite Rusya İmparatorluğu içinde yaşıyordu. Bu halklar arasında, geçmişinde devlet ve hatta imparatorluk olan, sanayileşmiş Polonyalılar olduğu gibi Sibirya’nın avcı toplulukları ve Orta Asya’nın göçebe Kazakları da vardı. Bu halkların bir kısmı az çok kompakt bir bölgede yaşarken bir kısmı (örneğin Yahudiler) dağınık yaşıyordu. Çarlığın idari sistemi içinde bu halkların yönetim biçimleri de farklıydı. İmparatorluk içindeki Finlandiya Dükalığı’nın, Baltık eyaletlerinin ve Polonya Krallığı’nın, Kafkasya naipliğinin çeşitli derecelerde özerkliği vardı. Egemen ulus olan Velikoruslar (Büyük-Ruslar) ülke nüfusunun %45’ini ancak oluşturuyordu. Şubat 1917 Devrimi ve İmparator 2. Nikolay’ın tahttan feragat etmesinin ardından Rusya ile birliği sağlayan imparator (çar) ortadan kalktığı için Finlandiya Dükalığı, Polonya Krallığı ve Baltık ülkeleri neredeyse otomatik olarak Rusya’dan ayrılmış bulunuyordu. Polonya ve Baltık ülkeleri zaten savaşta Rusya’nın elinden çıkmıştı ve Şubat Devrimi’nin ardından kurulan Geçici Hükümet Polonya’nın bağımsızlığını zaten kabul etmişti. Finlandiya’nın bağımsızlığını tanıyan ilk devlet ise Lenin önderliğindeki Sovyet Rusya oldu. Güney Kafkasya ve Ukrayna’da ise egemen olan Menşevik ve küçük burjuva milliyetçilikleri sayesinde bu bölgeler, bağımsızlığını ilan eden ilk bölgeler oldu. Başta Türki halklar olmak üzere Müslüman halkların Mayıs 1917’de Moskova’daki kongresinde ise bağımsızlık değil Rusya içinde özerklik görüşü egemendi. Rusya klasik anlamda sömürgeci bir imparatorluk değildi, ancak Çarlık rejimi halkların (örneğin Polonyalıların) özgürlük mücadelesini kanla bastırıyor, Yahudilere belli yerlerde yerleşme hakkı bile tanımıyor, aristokrasinin ayrıcalıklarını koruyor, bazen yumuşayıp bazen sertleşen bir Ruslaştırma siyaseti güdüyordu.
İkinci Enternasyonal’in 1896’daki kongresinde kabul ettiği “ulusların kendi kaderini tayin hakkı (UKKTH)” Bolşeviklerin içinden çıktığı Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nin(RSDİP) de 1898’deki kuruluşundan itibaren programında yer alıyordu. Ancak program bu hakkın nasıl ve kimler tarafından kullanılacağına ilişkin ayrıntıya girmiyordu. Ayrıca Bolşevikler parti içinde olduğu gibi devlet içinde de demokratik merkeziyetçilikten yanaydılar, federasyona karşıydılar. Lenin ve Bolşevikler ulusal sorunu ancak Şubat Devrimi’nden sonra ve Ekim Devrimi’nde iktidara gelince somut olarak ele aldılar. Öte yandan Bolşevikler RSDİP içinde ulusal sorunun bir çeşidini 1903’ten beri yaşıyorlardı. Yahudi işçilerinin örgütü olan özerk yapıdaki Bund kendisini Yahudi işçilerin tek temsilcisi, RSDİP’i de bir federasyon olarak görüyor ve pratikte işçi sınıfını bölüyordu. Açıktır ki Bund proleter enternasyonalizm kılıfı altında küçük burjuva milliyetçiliği yapıyordu. Nitekim sosyalizm kılıfı içinde milliyetçilik yapan hareketlerin ortak özelliği aynı fabrikada çalışan işçilerin sendikalarını ve partilerini bölmeye çalışmak olmuştur. Kültürel özerklikçiBundçular Yahudi çocuklarının ayrı okullarda okumasını da savunuyorlardı. Yahudiler Rusya’da hiçbir bölgede çoğunlukta olmadıkları ve her tarafa dağılmış oldukları için Bund bu duruma uygun olarak bir bölgeye dayanmayan (ateritoryal) kültürel özerkliği savunuyordu. Ancak bu politika pratikte işçilerin birliğini bölmeye yarıyordu.
Lenin, ulusal sorundaki en önemli polemiklerini Polonyalı sosyal demokratlar (Marksistler) ve özellikle Rosa Luxemburg ile yaptı. Luxemburg, UKKTH’nin soyut, ütopik ve metafizik olduğunu savunuyor, Polonya’nın bağımsızlığı yerine Rusya’da kurulacak bir cumhuriyet içinde bölgesel özerkliği talep ediyordu. Polonya ekonomisi üzerine doktora tezi yazmış olan Luxemburg’a göre, Polonya sanayisi Rusya pazarları sayesinde gelişmişti ve Polonya ekonomisi Rus ekonomisinden bağımsız bir biçimde var olamazdı, dolayısıyla bağımsızlık Polonya burjuvazisi veya proletaryasının değil küçük burjuvazinin gerici bir düşüydü. Açıktır ki Luxemburg’un görüşü siyaseti ikinci plana iten ekonomist bir görüştü. Ancak Luxemburg, Osmanlı egemenliğindeki Balkan halkların ulus devletler halinde ayrılmasını savunuyordu, çünkü onlar “Türkiye”den daha üstün bir ekonomik, toplumsal ve kültürel gelişim düzeyindeydiler ve “Türk imparatorluğunun” çözülmesi kaçınılmazdı. Luxemburg aynı gerekçenin Rusya İmparatorluğu içindeki Polonya için de geçerli olabileceğini düşünmüyordu.
Otto Bauer gibi Avusturya Marksistleri ise ne pahasına olursa Avusturya İmparatorluğu’nu korumayı amaçlıyor ve ulusal sorunu siyasal içeriğinden soyutlayıp salt hukuki ve kültürel bir soruna indirgiyorlardı. Onların ulusal soruna çözümü ise belli bir toprak parçasına (bölgeye) dayanmayan kültürel özerklikti. Lenin Avusturya Marksistleriyle polemik işini Stalin’e vermişti, Stalin’in Marksizm ve Ulusal Sorun adlı eserini 1913 başında Viyana’da Lenin’in yönlendirmesiyle yazdığı biliniyor. Stalin’in yazdığı gibi Avusturya Marksistlerinin kültürel özerklik teorisi Avusturya’da sosyal demokrat işçi partisinin milliyetler temelinde altıya bölünmesine yardım etmişti.2 Kültürel özerklik teorisi eğitim öğretim işini devletin yerine kültürel cemaatlere bırakmayı öngörüyordu ki bu da devlet okullarında herkese parasız eğitim verilmesini savunan Bolşeviklere aykırı geliyordu.
Luxemburg ve Derjinskiy gibi Polonyalı Marksistler esas düşman olarak Polonya burjuvazisini ve Polonya milliyetçiliğini görürken Lenin onlara Velikorus (BüyükRus) şovenizminin daha büyük bir tehlike olduğunu hatırlatıyordu. Bu noktada son tahlilde Lenin haklı olmakla birlikte bazı yerelliklerde küçük (ezilen) ulus milliyetçiliğinin kendi içindeki başka milletlere veya daha da küçük ve daha da ezilen milliyetlere karşı egemen ulus milliyetçiliğinden (Rus şovenizminden) daha katı davrandığı da gerçektir. Örneğin Polonya milliyetçileri kendileri Rus emperyalizminden yakınırken Polonya’da yaşayan Yahudilere eşit yurttaşlık hakları vermeye yanaşmıyorlardı. Azerbaycan ve Ermeni milliyetçileri birbirine katliam yapıyorlardı. Gürcü milliyetçileri de Rus emperyalizmine lanet okuyor ama Abazaların ve Osetlerin özerkliğini kabul etmiyorlardı. Lenin, proletarya enternasyonalizmi ile birlikte ulusların ayrılma özgürlüğünü tanımanın gönüllü bir birliğin ilk koşulu olduğunu savunuyordu. Lenin’e ve Bolşeviklere göre ezen ulusun bilinçli proletaryasının, ezilen ulusun kendi kaderini belirleme hakkını savunması gerekiyordu. Örneğin Polonya sorununda Rusya proletaryası ayrılma özgürlüğünü savunacaktı, Polonya Marksistleri ise birleşme özgürlüğünü. Bu da ezilen ulus içindeki düşmanlık ve kuşkuların ortadan kalkmasına yardım edecek ve her iki ulusun proletaryasını burjuvaziye karşı uluslararası mücadelede birleştirecekti. Nitekim Mayıs 1917’deki bir konuşmasında Lenin’in de kabul ettiği gibi, Polonya’daki anti-Rus hissiyat çok güçlüydü. Bu hissiyatın kırılması için Rusya proletaryasının güven vermesi gerekiyordu. Lenin devamında şunu iddia etti:
“Eğer bir Ukrayna Cumhuriyeti ve bir Rusya Cumhuriyeti olursa aralarında daha çok bağ ve daha çok güven olacaktır. Ukraynalılar bizde bir Sovyetler cumhuriyeti olduğunu görürlerse, ayrılmayacaklardır, ancak bizdeki bir Milyukov cumhuriyeti olursa ayrılacaklardır”.3
Açıktır ki Lenin’in bu sözleri biraz naif ve sınıfsal analizden uzak görünüyor. Hangi Ukraynalılar ayrılmayacaktır? Ukraynalılar bir bütün müdür? Sovyet Rusya’nın iyi niyet gösterileri acaba Ukrayna, Finlandiya ve Polonya burjuvazileri ve milliyetçi küçük burjuvalarını Sovyet proletaryasıyla güçlü bağlar kurmaya ikna edecek midir? Yoksa bu milliyetçiler ne olursa olsun Sovyet Rusya’ya düşmanlığa devam mı edeceklerdir?
Kısa vadeli baktığımızda olaylar Lenin’in beklentilerini yalanlamıştır: Bu üç ülkede de milliyetçi burjuvazi ve küçük burjuvazi Sovyet Rusya’ya düşmanlığa devam etmişler, hatta bunun için Alman emperyalizmiyle işbirliği yapmışlardır. Örneğin Ukrayna milliyetçileri Ukrayna’daki Sovyetleri dağıtmak için Almanya ile antlaşma yapmışlar, Alman ordusu buna dayanarak Ukrayna’ya girmiş ve Sovyetleri dağıtmıştır. Ancak uzun vadede ve uzun bir iç savaştan sonra Bolşevikler Ukrayna’da Sovyet iktidarını kurmuşlar, Polonya ve Finlandiya’da ise milliyetçiler on binlerce işçi katlederek Sovyet cumhuriyeti kurulmasını engellemiştir. Dolayısıyla Bolşeviklerin ilkeli tavrı kısa vadede yarar sağlamasa bile uzun vadede yararlı olmuştur. Bolşeviklerin bu ilkeli tavrı olmadan iç savaşta Beyaz ordular ve emperyalist müdahale karşısında zafer kazanmaları olanaksızdı.
Mart 1917’de Rusya’da Çarlık rejimi yıkıldı ve Duma içinden çıkan burjuva Geçici Hükümet ile askerler ve işçiler arasında gerçek güç olan Sovyetler arasında bir ikili iktidar durumu ortaya çıktı. Rusya’nın birçok yerinde işçi, asker, köylü Sovyetleri yanında Rus olmayan küçük burjuva milliyetçilerin önderliğinde ulusal Sovyetler ve bölgesel hükümetler (Kuban, Terek, Sibirya gibi) kurulmaya başladı. Bu ulusal Sovyetler ve hükümetler burjuva karakterliydiler ve toplumsal devrime karşıydılar, sadece kendi hükümetlerini kurmak istiyorlardı. Bu milliyetçiler fırsatını bulunca başka yerleri işgal etmekten ve emperyalistlerle işbirliğinden de kaçınmıyorlardı. Örneğin Güney Kafkasya’da Gürcü milliyetçileri Alman emperyalizmiyle, Ermeni milliyetçileri İngiliz emperyalizmiyle ve Azerbaycan milliyetçileri de Osmanlı emperyalizmiyle işbirliği içindeydi.
Nisan-Mayıs 1917’deki 7. Bolşevik Parti Konferansı’nda Stalin ve Pyatakov ulusal sorun üzerine rapor sundular. O zamana kadarki parti çizgisine uygun davranan Stalin Mart 1917’de Pravda’daki bir makalesinde federalizme karşı çıkmıştı.4 Konferansta Stalin UKKTH’yi tanımanın ayrılıktan yana olmak anlamına gelmediğini, proletaryanın birliğinden yana olduklarını, Rus olmayan halkların bölgesel özerkliğini savunduklarını belirtti. Pyatakov ise “kahrolsun sınırlar” sloganını öne sürdü.5 Lenin Pyatakov’un sloganını anarşist bularak kesin bir dille reddetti, devlete karşı olmadıklarını ve her devletin sınırları olması gerektiğini ifade etti.6 Konferans sonuç belgesinde partinin geniş bölgesel özerklik, zorunlu devlet dilinin ilgası ve özerk bölgelerin sınırlarının bölge halkının kendisi tarafından ekonomik ve ulusal koşullara göre belirlenmesini talep ettiği ifade ediliyordu ancak federasyon sözü geçmiyordu. Lenin daha sonra Haziran 1920’deki Komintern İkinci Kongresi’nde federasyonun pratikte uygun bir çözüm olduğunu gösterdiğini belirtecekti.7 Stalin de Aralık 1924’te partinin federalizme karşı görüşlerinin zaman içinde evrim geçirdiğini ve bunun üç sebebi olduğunu ekledi: Birincisi, Ekim Devrimi döneminde Rusya’daki milliyetlerin birçoğu birbirinden o kadar uzaklaşmıştı ki artık federasyon, birliğe doğru bir adım sayılıyordu. İkincisi, Sovyet devleti inşasında ortaya çıkan federasyon biçimleri eskiden düşündüklerinin aksine ekonomik birliğe zarar vermiyordu. Üçüncüsü ve belki de en önemlisi de ulusal hareketlerin göreli ağırlığının ve ulusları birleştirmenin yolunun eskiden göründüğünden daha ciddi ve daha karmaşık olduğunun ortaya çıkmasıydı.8
Geçici Hükümet başka birçok sorunda olduğu gibi ulusal sorunun çözümünü de toplanacak olan Kurucu Meclis’e bırakıyordu. Haziran 1917’deki Birinci Tüm-Rusya Sovyetler Kongresi’nde Lenin, Geçici Hükümeti, Finlandiya ve Ukrayna’ya karşı ilhak politikasını sürdürmekle suçluyordu.9 Lenin, burada ilk kez “özgür cumhuriyetler birliği” ifadesini kullandı.
7 Kasım 1917 Ekim Devrimi’nin ardından Lenin hükümeti Finlandiya ve Polonya’nın bağımsızlığını tanıdı. Polonya o sırada Alman işgali altında olduğu için bu tanıma, Polonya açısından biçimsel görünse de anlamı büyüktü. 15 Kasım 1917’de Lenin ve Stalin’in imzalarıyla yayımlanan “Rusya Halklarının Hakları Beyannamesi” bütün Rusya halklarının eşitliğini ve ayrılma dahil olmak üzere kendi kaderini tayin hakkını tanıyor, bütün ulusal ve dinsel imtiyazları kaldırıyor, ulusal azınlıkların özgürce gelişimini destekliyordu. 25 Ocak 1918’de Üçüncü Tüm-Rusya Sovyetler Kongresi’nin “Emekçiler ve Ezilen Halkın Hakları Beyannamesi” Sovyet Rusya Cumhuriyeti’nin özgür ulusların özgür birliği, ulusal Sovyet cumhuriyetlerinin federasyonu olarak tanımlanıyordu. Böylece Sovyet devletinin federatif niteliği ilk kez Sovyet yasama organı tarafından ifade edilmiş oluyordu. Sovyet hükümeti Çarlık Rusyası ile savaş halinde olan Almanya, Avusturya, Bulgaristan ve Osmanlı devletiyle de derhal barış görüşmelerine başlamış ve Rusya’nın ilhak ettiği yerlerden çekildiğini bildirmişti. Rusya ordusu o sırada Trabzon–Erzincan–Muş–Bitlis–Van hattının doğusunu kontrol ediyordu. Sovyet hükümeti hemen savaş öncesi sınırlara çekilmeyi kabul etti ancak aynı zamanda o zamanlar Türkiye Ermenistan’ı olarak adlandırılan Doğu Anadolu’da yaşayan Ermenilerin haklarının da güvenceye alınmasını istedi.Ne var ki Anadolu’daki ordu komutanlığı Bolşevik hükümetini tanımıyordu ve erler de zaten Bolşevikler ne derse desin firar ederek cepheyi terk edip evlerine dönüyorlardı. Rus ordusu çekildiği zaman yöredeki Ermenileri koruyacak bir güç kalmıyordu çünkü İttihatçı hükümet Ermenilere yönelik soykırım politikasını sürdürüyordu. Mart 1918’de imzalanan BrestLitovsk Antlaşması ile Rusya Osmanlı ile savaş öncesi sınırların da gerisine çekilerek 1878’de işgal ettiği Kars, Ardahan ve Batum sancaklarını da Osmanlı devletine bırakıyordu. Almanya Sovyet hükümetine ayrıca Ukrayna’dan da askeri birliklerini ve Kızıl muhafızları çekmeyi dayatıyordu. Sovyet hükümeti için mecburi bir ödün olan bu antlaşmadan en büyük zararı Ermeniler gördüler, Ermeni halkı yeniden yollara düştü, adım adım gerileyerek aç ve sefil bir halde bugünkü Ermenistan sınırları içine çekildi. Kuşkusuz Doğu Anadolu’da yaşayan Müslüman halk da Ermeni çetelerinden zarar gördü ancak bu zarar Ermeni halkının 1915’te yaşadığı büyük felaketle orantılı değildir.
10 Temmuz 1918’de kabul edilen Sovyet Rusya’nın ilk anayasası “Emekçiler ve Ezilen Halkın Hakları Beyannamesi”ni onayladı ve devletin adını Rusya Sosyalist Federatif Sovyet Cumhuriyeti olarak belirledi. 1918’in ilk yarısı boyunca Kuban, Terek, Türkistan, Tatar-Başkurt ve Kazak-Kırgız bölgelerinin özerkliği gündemdeydi. Sovyet hükümeti bir Tatar-Başkurt cumhuriyeti kurmak isterken Başkurt milliyetçilerinin önderi Zeki Velidi Togan, ayrı bir cumhuriyet istiyordu.10 Başkurtlar ve Tatarların birbirine çok yakın Türki halklar olduğu düşünülürse milliyetçiliğin ayrıştırıcı etkisi daha iyi anlaşılır. Bu nokta önemlidir çünkü Türkiye’de Türk-İslam sentezci gericiler hep Sovyetler Birliği’nin Türki halklara karşı “böl yönet” taktiği uyguladığını iddia etmişlerdir. Ancak bu örnekte görüldüğü gibi bölünmek isteyen milliyetçilerin kendisidir. Sovyet hükümeti Aralık 1918’de Estonya, Letonya ve Litvanya Sovyet cumhuriyetlerinin, Ocak 1919’da da Beyaz Rusya Sovyet Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını tanıdı. Ancak İngiliz emperyalistleri Baltık ülkelerini yeniden işgal ettiler. Estonya’da İngiliz askerleri ile İsveç, Danimarka ve Finlandiya’dan toplanmış paralı askerlerle birleşen Estonyalı karşıdevrimciler Sovyet iktidarını yıktılar. Bu arada Rusya içinde Beyaz ordular İtilaf güçlerinin yardımıyla Sovyet iktidarına karşı savaşıyordu. Ancak Beyaz hareket UKKTH’yi tanımadığı için Rus olmayan milliyetçilerden destek alamadı.
Güney Kafkasya’da Sovyet iktidarı Azerbaycan ve Ermenistan’da 1920 yılı sonunda ve Gürcistan’da Şubat 1921’de kurulabildi. Sovyet iktidarı ilk önce Kafkasların sanayi, petrol ve işçi kenti Bakü’de Mart 1918’de kuruldu ancak kısa ömürlü oldu. Şehirde MusavatPartisi yanlısı Türkler ve TaşnakPartisi yanlısı Ermeni güçleri arasında çıkan çatışmalarda çoğu Azerbaycan Türkü olmak üzere binlerce insan öldü. Aynı tarihlerde Gürcü Menşevikleri de Abhazya’daki isyanı kanla bastırdılar. Eylül 1918’de Bakü’ye giren Osmanlı Kafkas İslam Ordusu ve Musavatçılar bu kez Ermeni katliamı yaptılar. Bakü nüfusunun %35’i Rus, %21’i Azerbaycan Türkü ve %19’u Ermeni’ydi. Kafkasya’nın öteki şehirleri ve kırsal nüfusu da böyle parçalıydı. Görece en kompakt yaşayan halk Gürcülerdi. Yine de Tiflis’in nüfusunun %30’u Ermeni’ydi, Gürcüler başkentte çoğunlukta değildi. Erivan’da bir zamanlar çok sayıda olan Azerbaycan Türkleri aradaki savaş yüzünden kaçmışlardı. Güney Kafkasya’nın üç ulusu arasında çeşitli sınır kavgaları da oluyordu, Ermeni Taşnaklar ve Gürcü Menşevikler arasında da kısa süreli bir savaş oldu. Sovyet iktidarı öncesinde 1918-1920 yıllarında milliyetçilik Güney Kafkasya halklarına ancak savaş, karşılıklı nefret ve katliamlar getirdi.
Rusya’da iç savaşın bittiği 1922 yılında Avrupalı kapitalistler o zamana dek resmen tanımadıkları Bolşevik hükümetinin artık devrilemeyeceğini anladıkları için ekonomik ilişkileri düzenlemek üzere Cenova’da düzenledikleri konferansa Sovyet cumhuriyetlerini ayrı ayrı davet ettiler. Ancak Sovyet Rusya, Beyaz Rusya, Ukrayna, Gürcistan, Azerbaycan ve Ermenistan Sovyet cumhuriyetleri birleşik bir delegasyonla katıldı. 1922 yılı aynı zamanda Sovyet Rusya ve öteki Sovyet cumhuriyetleri arasında birlik kurma çalışmalarının hızlandığı yıl oldu. Milliyetler Halk Komiseri Stalin’in planı bütün cumhuriyetlerin eşit haklara sahip özerk cumhuriyetler olarak Rusya Federasyonu içine girmesiydi (avtonomizatsiya). Ağır hasta olan Lenin yine de 1922 Eylül’ünde işe el attı ve Gürcistan ve Ermenistan’dan özerklik ve bağımsızlık yanlısı Bolşeviklerle çeşitli görüşmeler yaptı. Lenin, Stalin’in avtonomizatsiya planı yerine bağımsız cumhuriyetlerin gönüllü birliği olarak Avrupa ve Asya Sovyet Cumhuriyetleri Birliği’ni önerdi. Bunu mevcut yapının üstüne bir kat daha çıkıp eşit haklara sahip sosyalist bir federasyon yaratmak olarak nitelendirdi. Bu birliğin organlarının neler olacağı ve cumhuriyetlerdeki organlar ile ilişkilerinin nasıl düzenleneceği sorusu da çözüm bekliyordu. Stalin, Lenin’in önerisini kabul etti ancak o ve partinin Güney Kafkasya bürosu başkanı Orconikidze, Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan’ın bu birliğe ayrı ayrı değil, kurulacak Güney Kafkasya Federasyonu aracılığıyla girmesinden yanaydılar. Stalin Politbüro üyelerine gönderdiği bir notta “Yoldaş Lenin’in ulusal liberalizmi”nden yakınıyordu. Lenin hastalığı yüzünden konuyla sürekli ilgilenemiyordu. Doktorlar Lenin’e siyaseti yasaklamışlardı. Bu sırada Orconikidze ile Gürcistan Komünist Partisi (KP) Merkez Komitesi(MK) arasındaki çekişme sertleşmişti, Tiflis’te Orconikidze bir MK üyesine görünüşte siyasal olmayan bir sebepten tokat attı. Bunun üzerine parti Derjinskiy başkalığında bir komisyonu Tiflis’e gönderdi. DerjinskiyOrconikidze’yi haklı buldu ama Lenin onun da tarafsızlığına güvenmiyordu. Lenin bağımsızlıkçılara müsamahakar davranmaktan yanaydı. Gürcistan KP MK çoğunluğu Gürcistan’ın tek başına SSCB’ye katılmasını istiyordu. Haksız da değillerdi, o sırada Beyaz Rusya Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti (SSC) nüfusu Gürcistan nüfusundan daha azdı. Beyaz Rusya tek başına birlik üyesi olurken Gürcistan neden olamıyordu? Stalin ve arkadaşları ise Kafkas cumhuriyetlerinin kaynaşmasını hızlandırmak için federasyon olarak girmesinin daha yararlı olacağı fikrindeydiler. Nitekim 1936’da SSCB anayasası yenilenirken Kafkas cumhuriyetleri de ayrı ayrı SSCB’nin üyeleri oldular.
Uzun tartışmalar ve görüşmelerden sonra 1922 Aralık ayı sonunda Lenin’in yine hastalıktan dolayı katılamadığı 1. SSCB Sovyetleri Kongresi toplandı. Kongre delegelerinin milliyetlere göre dağılımı nüfusun genel dağılımıyla uyumluydu. Bunun tek istisnası nüfusun %1-2 sini oluşturan Yahudilerin kongre delegelerinin %10’unu oluşturmasıydı. Delegelerin %90’ı Bolşevikti. Ortalama yaşları oldukça gençti, %45’i 21-30 yaş arasındaydı ve %90’ı 40 yaşın altındaydı. Böylece genç devleti kuranlar da gençti. Ancak kadın delegelerin oranı sadece %3.5 idi. %44’ü işçi, %28’i aydın ve %26’sı köylü idi. Çoğunluğu köylü olan ülkede köylü delegelerin az olması devletin işçi karakterini yansıtıyordu. Ancak bu işçilerin neredeyse tamamı eski işçiydi, şimdi devlette yönetici olmuşlardı.11 Kongrede Beyaz Rusya SSC, Rusya Federe SSC, Ukrayna SSC ve Güney Kafkasya Federe SSC arasında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği antlaşması imzalandı. Böylece tarihte ilk kez görülen yeni tipte bir devlet ortaya çıkmış oldu. Bu devlet, proletarya enternasyonalizmi, UKKTH ve federalizm ilkeleri üzerinde yükseliyordu. Cumhuriyetlere Birlik’ten kendi isteğiyle ayrılma hakkı tanınmıştı. Avrupa ve Asya ifadesi birliğin adından çıkarılmıştı. Cumhuriyetlerin kendi bütçesi olacaktı. SSCB Merkez Yürütme Komitesi (Yüksek Sovyeti) ve SSCB hükümetinin kararları Birlik cumhuriyetlerinde “ortak kullanımda olan dillerde”, yani Rusça, Ukraynaca, Beyaz Rusça, Gürcüce, Ermenice ve “Türki” dilde yayımlanacaktı. Burada kullanılan Türki (tyurkskiy) ifadesinden kasıt Azerbaycan Türkçesiydi ancak terim olarak herhangi bir Türki dil anlamına da geliyordu.
Kasım 1923’te Birlik ve cumhuriyet bakanlıkları belirlendi. Dışişleri, dış ticaret, ulaştırma ve savunma bakanlıkları (narkomatları) tüm-Birlik bakanlığı olarak belirlendi. Öteki bakanlıklar ise her cumhuriyetin kendi hükümetine bağlıydı. Cumhuriyet hükümetleri SSCB hükümetine bağlıydı. 26 Ocak 1924’te, Lenin’in ölümünden beş gün sonra SSCB Sovyetleri 2. Kongresi başladı. Bu kongrenin delegelerinin %61’i Rus, %12’si Ukraynalı, %2’si Beyaz Rus, %7’si Türk halkları, %7’si Yahudi, %5’si Kafkas halkları, vd. idi.12 Ülkedeki genel nüfusuna göre kongrede fazla temsil edilenler yine sadece Yahudilerdi. Bu kongrede en yüksek yasama organı olarak iki ayrı yüksek Sovyet organı seçildi: Birlik Sovyetinisbi temsile göre seçildi. İlk kez kurulan Milliyetler Sovyeti ise Birlik cumhuriyetleri ve özerk cumhuriyetlerden beşer, özerk bölgelerden de birer temsilci esasına göre seçildi. Böylece Milliyetler Sovyeti’nde çeşitli milliyetler nüfuslarına bakmaksızın eşitlenmişlerdi. Bu Sovyet’te Rusların oranı sadece %13’tü. Yasalar iki Sovyet’ten de onaylanarak yürürlüğe girecekti. Kongre SSCB anayasasını da nihai olarak onayladı. Bu anayasa 1936’ya değin yürürlükte kalacaktı. Anayasada partinin rolüne dair bir madde yoktu ancak pratikte Bolşevik partisi bütün kurumlara hakimdi. Anayasaya Komünist Parti’nin öncü rolüne dair madde 1977’de Brejnev tarafından eklenecekti. 1924’te Rusya Federatif Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti (FSSC) içinden ayrılarak Özbek SSC kuruldu. 1925’te Türkmen SSC, 1929’da Tacik SSC ve 1936’da Kazak ve Kırgız SSC’ler kuruldu. Bu son ikisi 1936’ya dek birlikte Rusya FSSC içinde bir özerk cumhuriyet idiler. Tataristan ve Başkurtistan Rusya Federasyonu içinde ayrı özerk cumhuriyetler oldular. Sahalar (Yakutlar), Kalmıklar gibi halklar da özerk yapılara kavuştular.
SSCB’de ulusal sorunun çözümü olarak o günkü koşullarda merkeziyetçilik ve federalizmin optimum kombinasyonu bulunmuştu. Bu çözümün sınanması 2. Dünya Savaşı oldu. Kırım Tatarları ve bireysel işbirlikçiler dışında Sovyet halklarının ezici çoğunluğu savaşta Sovyet hükümetini canla başla destekledi. SSCB’de Rus olmayan halklara pozitif ayrımcılık uygulandı. Bir örnek: SSCB’nin en büyük şehirleri olan Leningrad, Moskova ve Kiev’den sonra dördüncü metro Tiflis’te yapıldı. Oysa nesnel nüfus ölçütlerine göre Harkov’un nüfusu daha çok olduğu için önce oraya yapılması gerekiyordu. Başka bir örnek: Nüfusunun yarıdan çoğu Slav olan Kazakistan’da kurulan cumhuriyete Kazakistan SSC değil Kazak SSC adı verildi. Aynı şekilde SSCB Türkmen, Özbek, Tacik, Kırgız halklarından birer ulus yarattı. Türkiye’de Kürtlerin kimliğini bile uzun süre kabul etmemiş olan Türk-İslam sentezci faşistlere bakarsanız SSCB Türkleri bölmek için bunu yapmıştı. Ancak gerçekte bu halkların her biri kendi ulusal cumhuriyetini kurmak istiyordu. Tatar ve Başkurt halkları örneğinde olduğu gibi SSCB aksine onları birleştirmek istemişti ancak onlar ayrı cumhuriyet olmayı tercih ettiler. Bununla birlikte SSCB’de yeni tipte Sovyet insanı yaratmayı engelleyen, milliyet kategorisini katılaştıran uygulamalar da vardı. Örneğin kimlik belgelerinde milliyet hanesi vardı ve oraya babanın milliyeti yazılıyordu. Oysa anne ve babası ayrı milliyetlere mensup olan ve kendisini sadece Sovyet insanı olarak gören insanlar da mevcuttu. 1980’lerde bu tür karma evliliklerin oranı %15’e ulaşmıştı. Sosyalist bir devlette kimliklerde milliyet gibi bir hanenin bulunması bence gereksiz ve yanlıştı. Laik bir devlette kimliklerde din hanesinin bulunması gibi yanlıştı. Bu uygulama SSCB’nin kuruluş yıllarında pozitif ayrımcılık için kullanılmıştı ancak olgun sosyalizmden söz eden SSCB önderliğinin artık kimliklerden bu haneyi kaldırması gerekiyordu.
1980’lerde Gorbaçov ihaneti SSCB’yi yıkarken de halkın büyük çoğunluğu SSCB’nin sürmesinden yana oldu. 17 Mart 1991’de yapılan referandumda halkın %76’sı birlikten yana oy verdi. Ancak partinin beynine girmiş olan ihanet SSCB’yi yıkmayı başardı. Aradan geçen onca yıl sonunda yeni bir nesil yetişti ancak Sovyet halklarının büyük çoğunluğunun SSCB özlemi anketlerde hala kendini net bir biçimde gösteriyor. Günümüzde Rusya devlet başkanı Vladimir Putin ve başkaları SSCB’nin kuruluşunda Ukrayna ve Beyaz Rusya’ya Birlik cumhuriyeti statüsü ve SSCB’den ayrılma hakkı verdiği için Lenin’in devletin temeline bomba koyduğunu iddia ediyorlar. SSCB’yi dünya kapitalizmine peşkeş çeken, kamu malını yağmalayan oligarşinin temsilcisi Putin’in burjuva milliyetçi bakışını reddetmekle birlikte, bugünden bakınca Ukrayna ve Beyaz Rusya’nın Rusya’dan ayrı uluslar olarak tanınması gerçekten hata gibi görünüyor. Ancak Lenin’in kendi ilkeleri açısından ve dünya halklarına örnek olmak açısından o zaman başka türlü hareket etmesi zordu. Ayrıca o zamanki Ukrayna ve Beyaz Rus milliyetçilikleri ile mücadelede bu gerekliydi. Belki de Stalin İkinci Dünya Savaşı’nın ardından bu iki cumhuriyeti Rusya içinde özerk cumhuriyetler haline getirebilirdi ancak Lenin’in muazzam otoritesi buna izin vermedi.
Dipnotlar ve Kaynak
- De Custin, A. (1843), La Russie en 1839, 1843, Bruxelles. Fransa’da monarşi yanlısı olan yazarın Rusya’yı hapishane olarak niteleme sebebi Rusya’nın Fransa gibi ulus-devlet olmayışıydı. Ancak Avrupa-merkezci bu yazar Fransız ulus devletinin oluşumunun da şiddet içerdiğini hatırlamak istemiyordu. Lenin Rusya için “halklar hapishanesi” ifadesini Aralık 1914 tarihli bir yazısında kullanmıştı. Bkz. Lenin, V. İ.(1980), “O natsionalnoygordostivelikorossov”, PolnoeSobranieSoçineniy, C. 26, İzdatelstvopolitiçeskoyliteraturı, Moskova, s. 107. Türkçe metin için bkz. Lenin, V.İ. (1992), Ulusların kaderini tayin hakkı, 8. Basım, Sol Yayınları, Ankara, s. 110.
- Stalin, I.V. (1946), “Marksizm i natsionalnıyvopros”, Soçineniya, C. 2, OGİZ, Moskova, 331-332.
- Lenin, V.İ. (1981), “Reçponatsionalnomuvoprosu 29 Aprelya (12 Maya)”, PolnoeSobranieSoçineniy, C. 31, İzdatelstvopolitiçeskoyliteraturı, Moskova, s. 432-36. Lenin bu konuşmasında Derjinskiy’in Polonya’da herkesin şovenist olduğunu söylediğini de aktarıyor. Türkçe metin için bkz. Lenin, Ulusların Kaderini Tayin Hakkı, s. 179-183. Burada Lenin’in Rusya Cumhuriyeti ifadesi “Rus Cumhuriyeti” şeklinde yanlış çevirilmiştir.
- Stalin, I.V. (1946), “ProtivFederalizma” [Federalizme Karşı], Soçineniya, C.3, Moskova, 23-28.
- Grosul, V. Ya. (2007), Obrazovanie SSSR (1917-1924 gg.), İzdatelstvo İTRK, Moskova, s. 22.
- Lenin, PolnoeSobranieSoçineniy, C. 31, s. 435.
- Grosul, s. 28.
- Stalin, “ProtivFederalizma”, s. 30-31.
- Lenin, PolnoeSobranieSoçineniy, C. 32, s. 286.
- Bkz. Togan, V. V. (2015), Hatıralar, Türkiye Diyanet Vakfı, Ankara, 1vd.
- Grosul, s. 131-133.
- Grosul, s. 186.