Omurgayı Dik, Umudu Diri Tutmanın Kısa Tarihi: Zehra Kosova
Afitap Kuzgun
Zehra Kosova, anılarını aktardığı “Ben İşçiyim” kitabında, bizlere düşlediği dünyayı, “Hayatım boyunca bir gün, denizin durulacağını, fırtınanın dineceğini, benim gibi milyonlarca insanın sakin ve rahat bir hayata ulaşacağını düşündüm. İnsanların ezilmeyeceği, sömürülmeyeceği bir dünyanın özlemiyle yaşadım. Bugün de doksan yıla yaklaşan ömrümle aynı özlemi taşıyorum.” sözleriyle anlatır. Ancak Kosova, sadece hayal etmekle kalmaz; doksan yıllık ömrünü, hayal ettiği ülkeyi, dünyayı kurmak için, tüm zorluklara rağmen mücadele ederek geçirir.
1910 yılında Yunanistan’ın Kavala kentinde doğan Zehra Kosova, 1924 yılında ailesiyle birlikte mübadele göçmeni olarak Türkiye’ye gelir. Bağımsızlık savaşını henüz tamamlamış, Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte kuruluş aşamasında bir Türkiye’dir geldikleri. Ancak bu ilerici değerler kısa zamanda kapitalizmin taşlarıyla örtülecek, 1923 Türkiyesi burjuva karakterini gitgide keskinleştirecektir. Elbet bu keskinlik gerek sosyalist hareketin gelişmesini gerek işçi sınıfı hareketlerini olumsuz yönde etkileyecektir.
Türkiye’ye gelişlerinde Zehra Kosova ve ailesi ilk olarak İstanbul’a ulaşırlar. Kısa bir süre İstanbul’da kaldıktan sonra Samsun’a, oradan da kurada çıkan Tokat’a yerleştirilirler. Zorlu başlayan hayat Kosova’nın peşini bir ömür bırakmaz. Tokat’a yerleşmelerinden bir süre sonra, ailenin geçimine destek olmak için okulu bırakıp çalışmak zorunda kalır ve tütün işçiliğine başlar; tıpkı babası gibi, tıpkı göçüp gelen pek çok eşi, dostu, akrabası gibi. İşçi olma geleneği de mücadele geleneği de Kosova ailesinde hiç değişmez. Kavala’da sınıf mücadelesinin önemli bir parçası olan tütün işçiliğinden gelmektedirler. Türkiye’ye gelirken de 1917 Ekim Devrimi’nin estirdiği rüzgarı ülkeye taşımış, sosyalist bir bilinçle gelmişlerdir. “Türkiye’ye göç edince de bu bilincimizi koruduk. Biz oldukça kalabalık bir gruptuk ve en az yüzde yirmi beşimiz bilinçli durumdaydık. Aileler de çok aktifti. Diyebilirim ki, en militan kesim tütüncüler içinden çıkmıştır. Ve işçi sınıfını bir dönem adeta biz temsil ediyorduk.” Bu nedenle de göçmen tütün işçilerinin dönemin politik tartışmalarındaki ve mücadelesindeki rolü çok önemlidir.
Çalışmaya başlamasıyla birlikte politik olarak dönüşmeye, sınıf bilinci kazanmaya başlamıştır. Kısa zamanda iş yaşamındaki haksızlıkları görerek, bu adaletsizliklere karşı mücadele edilmesi gerektiğini kavramıştır ve mücadelede öne çıkan isimlerden birisi olmuştur. 1930’da abisinin yanına İstanbul’a giden Kosova, İstanbul’da da tütünde çalışmaya devam eder ve yavaş yavaş Türkiye Komünist Partisi’nden (TKP) birileriyle tanışmaya başlar: Conga Ali, Seyit Atılal…
Dramalı Ramazan da birlikte çalıştığı işçilerdendir, Kosova’ya hep “yoldaş” diye seslenir ama Zehra Kosova “yoldaş” kelimesinin ne anlama geldiğini bilmez. Ramazan’a sorduğunda, “Sen de tütüncüsün, ben de tütüncüyüm, onun için aynı yoldayız.” cevabını alır. Bir gün öğle paydosunda Ramazan’dan gizli, onun sandığından aldığı TKP’ye ait bir yayını okur. Yayın, işçi haklarından, sekiz saatlik çalışma sürelerinden bahsetmektedir. Zehra Kosova, yazılanları beğenmiş, hak vermiştir. Ramazan öğle paydosundan dönünce anlatır, yayını izinsiz aldığı için özür diler, Ramazansa elini öper Zehra Kosova’nın ve “İşte şimdi hakiki yoldaş olduk.” der.
Kosova’nın TKP içinden tanışıklıkları gitgide artmıştır ve fabrikada hücreler kurmaya başlamışlardır. Nihayet Zehra Kosova, TKP’ye girmiştir. Mücadele etmenin tek başına mümkün olmadığının ve mutlaka örgütlü bir şekilde yürütülmesinin farkında olarak partili olmuştur, “Partili olduğum zaman hayatta hiçbir menfaat düşünmedim. Nasıl bir insan bir insana aşık olursa, ben de öyle aşık oldum partiye.” sözleriyle de partiye olan bağlılığını ifade etmiştir. Tütün işçilerin önemli bir kısmının kadın olması nedeniyle parti tütün işçisi kadınların örgütlenmesine özellikle önem vermiştir ve bu örgütlenme çalışmalarında Zehra Kosova’nın özel bir rolü olur. 1930’lu yıllarda tütün sektöründe kadın işçilerin sayısı fazla olmasına rağmen, erkek işçilerden düşük yevmiye almaktadırlar, Zehra Kosova da ilk tutuklanmasını bu eşitsizliğe karşı çıktıkları grevde yaşar, “Biz dedik ki erkekler ne alıyorsa biz de onu alacağız. Erkek de 30 kiloluk denk yapıyor, biz de. Haftalıklarımızı eşitledik.”
1934 yılında parti kararıyla, Mustafa Özçelik ile birlikte Sovyetler Birliği’ndeki Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi’ne (KUTV) gitmiştir. KUTV, pek çok ülkeden komünistin eğitim görmek için gittiği bir yerdir. Kosova, gittiği günden dönüşüne kadar ülkeye dönmek ve mücadeleye kaldığı yerden devam etmek için sabırsızlıkla çalışmıştır KUTV’da. Kaldıkları süre boyunca öğrencilere maaş verileceğini öğrenen Zehra Kosova, ihtiyaçları zaten karşılanacağı için bu duruma karşı çıkmıştır. Paranın kendilerine ödenmesi yerine bir dayanışma fonuna aktarılmasını istemiştir. Fon, dünyanın farklı noktalarındaki komünist partilerin tutuklu üyelerine destek amacıyla kurulmuştur. Kosova’nın bu özverili davranışı hayatı boyunca da devam edecektir. Moskova’da üç yıl kaldıktan sonra, teorik olarak donanmış bir şekilde ülkesine dönmüştür Zehra Kosova.
Ülkeye dönüşüyle birlikte tütün işçilerinin örgütlenmesinde yeniden aktif rol almıştır. Moskova’dayken evlenen Kosova, eşiyle birlikte Samsun’da, Bafra’da çalışmalar yürütmüş, daha sonra İstanbul’a dönmüş ve 1946’da Tütüncüler Sendikası’nın kuruluşunda yer almıştır. Kosova, bu kuruluşla Türkiye’nin ilk kadın sendika başkanı olmuştur. Bir başka ilk ise 8 Mart 1995 yılında DİSK’in Kadın Emek Ödülü’nü almasıdır. Bu ödülü alan ilk ve tek işçidir Zehra Kosova.
Tütüncüler Sendikasının kurulduğu yıl Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi’ne üye olan Zehra Kosova, basılan bir broşür nedeniyle göz altına alınır, işkenceye uğrar. Gözaltılar, yargılanmalar sonraki yıllarda da devam edecektir. 1951’de TKP ve 1957’de Vatan Partisi davalarından da yargılanmıştır.
Gözaltılar, yargılanmalar Kosova’yı hem bedenen hem ekonomik olarak çok yıpratmıştır. Yaşamı boyunca çektiği geçim sıkıntısı, 1950’lerle birlikte tütüncülük mesleğinin yavaş yavaş ortadan kalkması sonucu bir kez daha artmıştır. Bunun üzerine tekstil sektörüne geçmiştir Zehra Kosova. 1970 yılından emekli olana kadar günümüzde de sömürünün en yoğun olduğu sektörlerden birisi olan tekstilde mücadeleye devam etmiştir. Dur durak bilmeyen mücadelesini gençlere de aktarmaya çabalamıştır. Hastalığının ilerleyen zamanlarında bir gün gençler ziyaretine gelmiştir, gençlerin oturması biraz uzayınca “Sizin işiniz gücünüz yok mu? Devrim oturarak yapılmaz. Mücadele oturarak verilmez. Hadi bakalım. Yolunuz açık olsun.” diyerek uyarısını yapmadan da duramaz.
Yaşadığı onca zorluğa, yokluğa, yoksulluğa, gördüğü işkencelere rağmen mücadeleden bir adım geri durmamıştır, çünkü 90 yıllık ömründe, işçi sınıfının haklılığından emin olarak sınıfa olan umudunu, inancını kaybetmemiştir. “… bugün de inançları uğruna her şeyi göze alanlar var, bu sadece Türkiye’de değil, birçok ülkede öyle. Daha henüz bir şey bitmedi, söylenecek son söz de söylenmedi. Belki ben ve benim gibi hayatının son basamaklarına dayanmış kişiler için noktayı koymak gerekir ama insanlığın tarihinde, işçi sınıfının mücadelesinde her zaman için yeni sayfalar açılacak ve buralara bizim gibi binlerce insanın hikayesi yazılacaktır. …”
Cenazesinde anma konuşmasını Sevim Belli yapar, yine kendisinden dinleyelim Zehra Kosova’yı, “Genç kızlık çağından bu yana, nerede bir illegal komünist örgütlenmesi olduysa Zehra abla saflarda yerini almıştır. Nerede sol nitelikte bir legal siyasi örgütlenme girişimi olduysa Zehra abla girişime katılmıştır. Tütün alanında olsun, başka üretim alanlarında örneğin tekstilde olsun sendikalaşma doğrultusunda nerede bir hareket olduysa Zehra abla oradaydı ve öncüydü. Zehra Kosova genellikle erkeklerin alanı sayılan bu alanda öncü kadınlarımızdandır. Giderek o alanda bir numaradır. DİSK Emek Ödülü’nü alan tek kişidir. Sendikacılık alanında anti demokratik koşullarda bir numara olabilmek inançlı, ciddi ve yiğit kişilik ister. Zehra Kosova’da bunların hepsi ve daha fazlası vardı. Defalarca tutuklandı, işkence gördü, yıllarca hapis yattı. Bağımlı kapitalizm koşullarında bir militanın kaderiydi onunki de…”
Bizler, bugünü yaşayanlar hem geçmişteki mücadeleleriyle bize yol açanlara hem de gelecek kuşaklara karşı sorumluyuz. Bu sorumluluğumuzun bilincinde, Nazım’ın dizeleriyle, gündüzlerinde sömürülmeyen, gecelerinde aç yatılmayan, ekmek, gül ve hürriyet günleri için mücadeleye devam etmeliyiz. Zehra Kosova’nın yaşamı da bu açıdan örnek alınmalıdır, zira omurgayı dik, umudu diri tutmanın kısa bir tarihidir Kosova’nın yaşamı…
Kaynaklar
Zehra Kosova: İşçi Kadına Övgü (Belgesel) (2017)
Kosova, Z. (2000). Ben İşçiyim, Tüstav Yayınları.