6-8 Ekim 2006’da Küba Dostluk Dernekleri Avrupa Buluşması’na katılmak için İstanbul’a gelen Kübalı iktisatçı Osvaldo Martinez’le 1 sosyalist planlama ve Küba’nın deneyimleri hakkında konuştuk:
Sizinle güncel gelişmelerden çok sosyalizmin tarihsel sorunlarını ve planlamayı tartışmak istiyoruz… Bildiğiniz gibi yalnızca burjuva iktisatçılar değil bazı solcu iktisatçılar da merkezi planlamayı verimsiz ve otoriter olmakla suçluyor. Verimlilik tartışmasından başlayabilir miyiz? Merkezi planlamaya dayalı bir ekonomi olarak Küba ekonomisi ile “serbest piyasa” ekonomilerini daha doğrusu kapitalist ekonomileri karşılaştırabilir misiniz?
Bu, Marksistlerin, Leninistlerin, komünistlerin çok uzun yıllardır maruz kaldıkları bir suçlama. Marksizme yönelik suçlamalar her zaman verimliliğe dayandırıldı. Devletin ekonomik planlaması ve devlet mülkiyeti ile verimsizliğin aynı anlama geldiğini kabul ettirmeye çalışıyorlar. Latin Amerika’da, da neoliberalizmden söz edenler belirli bir etkinlik kazandılar. İnsanların sağduyusunu değiştirerek, devlet mülkiyeti ile verimsizlik arasında denklik kurdular. Bu yaklaşım insanların otomatik bir tepkisine dönüştü…
Öncelikle, mülkiyet biçimi ile yönetim biçimini birbirinden ayırmalıyız. Bence, devlet mülkiyeti iyi yönetimle verimli olabilir ve özel mülkiyet de kötü yönetimle çok verimsiz olabilir. Diğer taraftan, merkeziyetçilik başlığında büyük ulusötesi şirketlerin yapısına baktığımız zaman gördüğümüz ve kavradığımız şey, temel kararların merkezi olarak alındığıdır. Bu konuda bir kafa karışıklığı var. Tarih boyunca yanlış teorik genellemeler yapıldı. Sovyetler Birliği’nin bazı yanlış politikaları ve aşırı merkezileşme örnekleri genel teori düzeyine çıkarıldı. Biz inanıyoruz ki, devlet mülkiyeti, doğru bir yönetim ve merkezileşme anlayışıyla birlikte, istikrarlı bir ekonominin temel koşulu. Sosyal boyutları güçlü, tüm aktörlerin yönetime katıldığı bir ekonomiden söz ediyorum…
Biliyorsunuz, sosyalist literatürde bir “hesaplama tartışması” var. Bazılarına göre, sosyalizm koşulları altında akılcı ekonomik hesaplama mümkün değil. Kaynakların optimum dağılımından söz ediyorlar ve bunun sosyalist ekonomide mümkün olmadığını söylüyorlar. Sizce kaynakların optimum dağılımını sağlamak, sosyalizmin birinci hedefi olabilir mi? Doğru bir soru mu sizce formüle ettikleri?
Bizce bu sorunun çok köklü bir ideolojik temeli var. Kapitalizm hiçbir zaman kaynakların dengeli bir dağılımını sağlamadı. Kapitalist ülkelerde yüksek oranlı işsizlik var ve bu da kaynakların kötü dağılımının bir örneği. Ben şunu soruyorum: Kaynakların silah sanayisine yönlendirilmesi iyi bir karar mı? Ya hapishane kurmaya ayrılan kaynaklar? Bunların kapitalist ülkelerin GSMH’ları içindeki payı çok yüksek. Tüm kaynakların toplumsal ölçekteki dağılımından söz ediyorsak, her yıl ticari reklamlara bir trilyon dolar harcanıyor. Gerçekte yaptıkları, insanları geliştirmek yerine düşünmelerini engellemek. Bir başka deyişle kapitalist sistem kaynakları verimli bir şekilde dağıtmayı pratikte hiçbir zaman başaramadı ve teknolojiden söz ettiğimizde bazı çok saçma örneklerle karşılaşıyoruz. Örneğin penisilin… Onu keşfettikten 15 yıl sonra kullanmaya başladılar. Çünkü başlangıçta ticari açıdan çekici değildi. Benzer pek çok örneğini verebilirim.
Sosyalizmin kaynakları verimli bir şekilde dağıtabileceğine inanıyorum. Özellikle de, verimlilikten söz ettiğimizde, aklımıza yalnızca ticaret ya da piyasa gelmiyorsa… Sosyal alandaki verimlilikten söz etmeliyiz. Yalnızca kârın düşünüldüğü bir yerde verimlilik olmaz. İşletmelerin ve bireylerin yalnızca kârı düşünmelerinden değil toplumsal verimlilikten söz ediyoruz. Toplum için refah üretirken devletin ekonomik açıdan bazı şeyler kaybetmesi bile mümkündür. Örneğin Küba devleti AIDS’e karşı çok iyi ilaçlar geliştiriyor ve bunlardan kâr edilmiyor. Bu ilaçlar ücretsiz olarak sunuluyor. Bu örneklerden yalnızca biri. Sosyalist sistemde çok verimli olan işletme örnekleri gösterebilirim size. Bence, merkezi yönetim ya da iyi işletme yönetimi ile küresel toplumsal gereksinimler arasında, eleştirilen bir kavram olan planlama aracılığıyla denge kurmak zorundayız.
İşçilerin özyönetimi konusunda ne düşünüyorsunuz? Bazı solculara göre eski sosyalist ülkelerde sorun devlet mülkiyetiyle ilgiliydi ve fabrikalar kendi işçileri tarafından yönetilmeliydi…
Bunun Marksistler için gerçek bir sorun başlığı olduğunu düşünüyorum. Bu konuda açık bir şekilde tartışmak durumundayız. Biz Küba’da devlet mülkiyetini korumayı tercih ettik. İşçileri çalıştıkları işletmede yaptıkları işler hakkında yoğun bir şekilde bilgilendirmenin yanında onların kültürel ve siyasi eğitimine büyük önem veriyoruz. Mülkiyeti bireylere dağıtmayı tercih etmedik. Tarihte olumsuz sonuçlar doğuran özyönetim deneyimleri de yaşandı. Yugoslavya örneğinde olduğu gibi. Diğer yandan şu anda Latin Amerika’da, Venezuela ve Arjantin gibi ülkelerde güçlü bir özyönetimci hareketler var. Bunlar, Arjantin’de neoliberal politikaların iflas etmesinin, Venezuela örneğinde ise burjuvazinin bir kesiminin işletmeleri terk etmesinin ürünü oldu. Bu nedenle bazı işletmeler işçilerin elinde. Gelecekte izleyecekleri yol, bu ülkelerin genel siyasi durumuna göre çizilecek. Kişisel olarak, özyönetimin gelecekte farklı toplumsal kesimler arasında çatışmalara yol açabileceğinden ve özel girişimlerin güçlenmesine yol açmasından korkuyorum. Özyönetim, toplumsal açıdan optimum çözümlere izin veremez. Uygun bir bileşim bulduğumuzu söylemiyoruz, bunu arıyoruz ama devlet mülkiyeti ve merkeziyetçilik ile sosyal alandaki başarılar arasındaki en uygun bileşimi bulmak zorundayız… İşçilerin üretim araçlarına sahip olacakları toplumsal yönetimi hayata geçirmeliyiz. Burada siyasi eğitim temel önem taşıyor. Burada sadece okul eğitiminden söz etmiyorum; ancak sosyal pratikten gelen siyasal eğitim başarılı olabilir. İşçilere çalıştıkları işletmeler hakkında mümkün olan en fazla politik bilgi vermek, kaynakların ne şekilde kullanılacağı konusunda demokratik tartışma yaratmak zorundayız. Tüm bunlar sosyal eşitlik çerçevesinde yürütülmeli. Ama ben toplumsal mülkiyetin binlerce işletmeye dağıtılmasını kişisel olarak istemiyorum. Bunlar çok derin konular…
Küba’daki planlama sistemi otoriter mi? Ekonominiz bir “komuta ekonomisi” olarak anılabilir mi? Küba halkının planlama hedeflerinin belirlenme sürecine katılımı hangi düzeyde?
Ekonomimizi bir “komuta ekonomisi” olarak tanımlayabileceğimizi düşünmüyorum. Medyanın ve düşmanlarımızın çok yaygın olarak kullandığı bir slogan bu. 47 yıllık tarihimizde ve Sovyetler Birliği’nin olmadığı son 15 yılda ABD’nin sürekli düşmanlık ve saldırganlığına rağmen ulaştığımız sonuçları düşünün… Bunlar bir “komuta ekonomisi” ile başarılamazdı. 15 yıl boyunca tüm baskılara ve ablukaya direnildi ve bu da otoriter bir ekonomiyle halkın katılımı olmadan başarılamazdı. Küba ekonomisinde planlama var ama bunu idari ve merkezi bir planlama olarak göremeyiz. Eski Sovyetler Birliği’nin planlaması maddi ürünlere, fiziksel büyüklüklere dayanıyordu. İşletmelere belirli dönemler boyunca belirli kalitede, renkte vs. belirli miktarlarda mal üretmeleri söyleniyordu. Mali kategoriler pratikte kullanılmıyordu. Küba’da daha mali bir planlama sürecimiz var. Girişimler belirli bir mali bütçe kullanarak ve belirli bir esneklikle faaliyet yürütüyor. Yani yeni bir şey icat ettik. Küba ile örneğin Polonya ya da Çekoslovakya gibi eski sosyalist ülkeler arasında da yönetsel merkeziyetçilik ve piyasa ilişkileri açısından farklar vardı. Bizim örneğimizde halkın kültürel ve siyasi eğitimi ile karar alma süreçlerine gerçek katılım büyük önem taşıyor. Bir başka çok önemli nokta partimizin yozlaşmanın yaşanmadığı bir örgüt olarak kalmış olması ve kâr arayışıyla hareket etmemesi. Bunlar sayesinde 15 yıl boyunca direnmenin ötesinde belirli bir ekonomik kalkınma sağladık. Küba’nın düşmanları, uzun yıllar boyunca, ekonomimizin Sovyetler Birliği tarafından desteklendiğini ve bu ülkenin desteği olmadan bir yıl bile ayakta kalamayacağını söylemişti…
Bugün de Küba’nın Venezuela tarafından ucuz petrolle sübvanse edildiği söyleniyor…
Bu bir armağan değil! Aldığımız petrolün karşılığını ödüyoruz. Eğitim hizmetleriyle, işbirliği programlarıyla… Bugün Venezuela’da 20 binden fazla sağlık görevlimiz var. Bunlar Venezuela hükümetinin toplumsal programlarının temelini oluşturuyor. Petrole karşılık olarak eğitim ve sağlık hizmetleri insan kaynakları sağlıyoruz. Evet burada bir değişim var ama farklı türde bir değişim söz konusu. Ticari bir değişim değil. Piyasa kategorileriyle değerlendirilemeyecek yeni bir gerçeklik, yeni bir dayanışma biçimi oluşturuluyor.
Eski sosyalist ülkelere yönelik eleştirilerden biri, karar alma süreçlerine katılım mekanizmalarının yetersiz olduğu yönündeydi. Bizse öncelikli sorunun mekanizma yaratmak değil, halka öncülük etmek olduğunu düşünüyoruz. Bir başka deyişle katılımın yasal/hukuki değil siyasi bir sorun olduğu kanısındayız…
Hem siyasal bir sorun, hem de toplumsal bilinçlilik sorunu…
Bu çerçevede Küba’da halkın planlama sürecine katılımı konusunda somut olarak neler söyleyebilirsiniz?
Halk katılımının farklı düzeyleri bulunuyor. Örneğin işletme düzeyinde katılım var. Özellikle üretim birlikleri aracılığıyla gerçekleştiriliyor. İşçiler, işletmelerin kaynakları ve resmi plan önerileri konusunda bilgilendiriliyorlar. Bu süreçte sendikalar da önemli bir rol oynuyor. İşçilerin tüm tartışmalara katılmasını sağlıyorlar. Sendikalar sayesinde yalnızca parti üyesi işçiler değil, militan olmayan işçiler de tartışmalara katılıyor. Yatırım, teknolojik değişme ve üretim planlarının üretim birlikleri tarafından onaylanması gerekiyor. İşçiler tüm işletme bilgilerini değerlendiriyorlar. İşletme yönetimleri, işçiler arasında tartışılmadan, doğrudan karar alamıyor.
Bir başka katılım düzeyi, ulusal meclis. Gizli ve doğrudan oyla beş yılda bir seçilen bir meclisimiz var. Ulusal meclis tüm yerelliklerden temsilcilerden oluşuyor. Her tür ekonomik plan ve bütçe ile ilgili en yüksek karar organımız ulusal meclis.
Tabii önemli olan, insanların temsil edildiklerini, sürecin parçası olduklarını, sürece katıldıklarını hissetmeleri. Mekanik ya da bürokratik bir süreç olamaz bu. Yine bu süreç insanların güvendiği bir siyasal önderliği gerektirir. Gerçekten de bir mekanizma kurma sorunu değil, sözünü ettiğimiz.
Emek-değer teorisi Küba’da geçerliliğini ne ölçüde koruyor?
Marksist değer teorisinden mi söz ediyorsunuz. Karl Marx’ın Kapital’in birinci cildinde tartıştığı konudan…
Evet… Değişim değerlerinin emek zamanına göre belirlenmesi…
Bana siyasal iktisatçı kökenimi, ekonomi profesörlüğü yaptığım dönemi hatırlattınız.
Marksist değer teorisinin geçerliliğine kesin olarak inanıyorum. Ekonomi tarihinin en büyük buluşlarından biri olduğunu düşünüyorum. Ama bu teoriyi, tek tek her bir işletme ya da meta için kullanamazsınız. Hesaba katmanız gereken başka eğilimler de bulunuyor. Değer teorisi, sosyalist sistemde hesaba katılır, ama toplumsal eşitsizliklere yol açabileceği de dikkate alınır. Che Guevara bu konuda çok önemli düşünceler öne sürmüştü. Ne yazık ki, Sovyetler Birliği ve bazı sosyalist ülkeler bu konuda bile bile bir yanlış yaptılar. Sosyalist sistemde çalışmanın bir değerinin bulunduğunu ihmal edemezsiniz; ama her şeyi buna göre belirleyemezsiniz. Emeği yalnızca daha verimli sektörlere değil, ama aynı zamanda toplumsal çıkarların daha fazla olduğu alanlara yönlendirmeniz gerekir.
Değer teorisi ticari toplumlarda ortaya çıkar ve en fazla geçerli olduğu toplum düzeni kapitalizmdir. Eğer bunu hesaba katmazsanız, teknolojik açıdan ileri sektörler, geri olanları sömürmeye başlar. Örneğin sanayi, tarım kesimini sömürür. Dolayısıyla sosyalizmde, denge kurmanız, eşitsizlikleri dengeleyici yaklaşımlar geliştirmeniz gerekir.
Küba’da tüm fiyatlar ve ücretler merkezi planlama ile mi belirleniyor?
Hayır. Örneğin tarımsal fiyatlar serbestçe belirleniyor. Arz ve talebe göre belirleniyorlar. Bazı tarım dışı ürünler için esnek fiyat bantları var. Belirli işletmeler söz konusu bant içinde esnekliğe sahipler. Fiyatları serbestçe belirlenen bazı sınai ürünler de var.
Parasız olarak herkese sunulan ürün ve hizmetler için kullanılan sosyal fonlar, ekonominin bütünü içinde ne kadar ağırlığa sahip?
Küba örneğinde çok önemli bir payları var. Toplumsal hizmetler Küba halkı için çok önemli. Örneğin eğitim tüm aşamalarında, ilköğretimden üniversitelere kadar ücretsiz. Kamu sağlık hizmetleri de tümüyle ücretsiz. Ve eğitim ve sağlık sistemlerimiz Latin Amerika’daki en iyileri olarak görülüyor. Özelleştirmenin verimli olmak zorunda olmadığı görülüyor. Bizde özel eğitim ve sağlık hizmeti bulunmuyor…
Başka örnekler verebilir misiniz? Eğitim ve sağlık konusundaki durumu çok büyük bir kesim biliyor…
Örneğin, toplumsal gıda sisteminden söz edebiliriz. İşletmelerdeki işçiler her gün çok düşük fiyatlarla öğle yemeği yiyebiliyor. İlaçlar sübvansiyonlu. Küba yurttaşları her ay belirli temel ürünleri sübvansiyonlu olarak alıyor…
Herkes mi yoksa yoksullar mı?
Herkes… Herkesin bir karnesi var ve gıda maddelerini sübvansiyonlu fiyatlarla alıyorlar. Çocuklar için süt çok fazla sübvanse edilen bir ürün. Spor eğitimi de ücretsiz. Kültürel etkinlikleri, performans sanatlarını izlemek, tiyatrolara sinemalara vs. girmek çok ucuz.
Küba’da zenginlerin nüfusa oranı ve zenginleşme yolları konusunda ne söyleyebilirsiniz?
ABD ve Avrupa ölçütlerine göre Küba’da zengin insanlar yok. Ülkemizde emek gücü satın alamazsınız. Sermaye biriktiremezsiniz. Toplumun belirli bir kesimi, çok küçük bir kesimi para biriktirebiliyor. Özellikle bazı çiftçilerin elinde para var. Serbest piyasada sattıkları ürünler sayesinde görece yüksek gelirleri var. Bunların yanında dışarıdan, Avrupa ya da ABD’deki akrabalarından para alanlar var. Ama Küba’da, ABD ya da Avrupa’dakilere benzer ölçekte zenginliğe sahip kimse bulamazsınız. Oralardaki zengin insanlara sorsanız, Küba’nın zenginlerinin aşırı derecede yoksul olduğunu düşünürler…
Küba’da karaborsacılık ne kadar yaygın?
Bir karaborsamız var. Size bir yüzde veremem. Ama yasadışı işlemlerin, tüm işlemlerin yüzde onunu bulmayacağını düşünüyorum. Yasadışı yürütülen faaliyetlerden söz ettiğimiz için kesin bir rakam veremeyiz tabii…
Özellikle tarım kesiminde üretim araçlarının özel mülkiyetinin geleceği konusunda ne düşünüyorsunuz?
Ülkemizin tarihiyle bağlantılı bir konu bu. Küba’da özel çiftçiler var ve bunların yasal bir konumları bulunuyor. Bağımsız özel çiftçilerin yanı sıra, kolektif üretim gerçekleştiren çiftçi kooperatifleri de var…
Tarihimizde bir açlık dönemi yaşanmıştı. Küba’da toprakların insanlara ait olmadığı bir dönemdi bu. Kuzey Amerika sermayesi, özellikle şeker plantasyonlarına sahipti. Büyük miktarda toprak onlara aitti. Devrimden önce çiftçilerin yaşam koşulları o kadar kötüydü ki, devrimden sonra toprağı almak isteyen bir hareket de çıkmadı ortaya. İnsanlar kentlere gelerek devrimin kazanımlarından yararlanmak istedi. Eğitim, sağlık vb. hizmetlerden yararlanmak istediler. Şu anda da, nüfusunun yalnızca yüzde onu kırlarda yaşayan bir toplumdan, kentlileşmiş bir ülkeden söz ediyoruz. O kadar yüksek bir eğitim düzeyi var ki, tarım kesimine gidip çalışmak bir öncelik olmaktan çıktı.
Muhtemelen teknoloji çözecek sorunlarınızı…
Haklısınız. Bu tam da bizim yapmaya çalıştığımız şey…
Küba’da herkes, her tür ekonomik işletme hakkında her şeyi öğrenebilir mi?
Herkesin tüm işletmeler hakkında her tür bilgiye ulaşması mümkün değil… Aşırı miktarda bilgi vermek, insanların düşünmelerini engellemekten başka bir sonuç doğurmaz. ABD’de şirketler hakkında o kadar çok bilgi açıklanıyor ki, insanların bunları değerlendirmesi mümkün değil. Bu da bir dezenformasyon mekanizması olarak işliyor…
Peki örneğin, sanayideki üretkenlik konusunda araştırma yapan bir akademisyenin her tür bilgiyi elde etmesi mümkün mü?
Gerçekçi bir cevap vereceğim. Mutlak olarak her tür bilgiye ulaşamaz. Çünkü sürekli bir baskı ve ABD ablukası altındayız. Her tür bilgiye herkesin ulaşmasını sağlamamız, çok naif bir davranış olurdu. Stratejik kararlardan ya da belirli ülke ya da şirketlerle ekonomik ilişkilerden söz ediyorum burada. Bunlar, ABD’nin elde etmeye çalıştığı bilgiler aynı zamanda. Ama size şunu söyleyebilirim: Akademik araştırmacılar, ekonomik analiz yapmak için gerekli temel bilgileri edinebiliyor. Küba’da bir ekonomi yıllığı yayımlanıyor. Meclise sunulan bilgiler var. Halka yönelik bilgilendirme de var.
Somut bir örnek vereceğim: ABD dolarının değerini düşürme kararımızı önceden açıklayamazdık. Açıklamamız aptalca olurdu, çünkü düşmanın eline silah vermek anlamına gelirdi.
Çok az zamanımız kaldı ve üç çok somut soruyla tamamlamak istiyoruz… Birincisi Küba iktisatçılarının önemli güncel tartışma konuları hangileri?
Tartışmak onların doğasında var ve bu nedenle de çok fazla şey tartışıyorlar! Ama son bir yıl içinde maaşlar ve fiyatlarla ilgili ciddi tartışmalar vardı. Yine Küba’nın para birimi ve döviz kurları politikası ile ilgili şiddetli tartışmalar yaşandı. İnsan kaynaklarının kullanımında verimlilik ve etkinliğinin nasıl artırılacağı tartışılıyor. İnsan kaynaklarımızın tümünü akılcı bir şekilde kullanmadığımız yönünde eleştiriler var. Son olarak, bilişim sektörünün gelişimi ve ekonomimizin dijitalizasyonu ile ilgili tartışmalar yürütülüyor.
Kübalı iktisatçıların gündeminde ne türden teorik tartışmalar var?
Özellikle ülke kalkınması konusunda teorik tartışmalar yürütülüyor. Küba, hammadde üretimine dayalı bir ekonomiden insan kaynaklarına dayalı bir ekonomiye geçmeyi hedefliyor. Özyönetim konusunda tartışmalar var. Son olarak, değer teorisine ilişkin tartışmalar da var…
Siyasal başlıklar söz konusu olduğunda, Küba’nın ve Kübalıların uluslararası düzeyde son derece aktif olduğunu biliyoruz. Ama Marksistler, sosyalistler arasındaki teorik tartışmalara katılım konusunda aynı şeyi söyleyemiyoruz. Burada İngilizce bilmeyenlerin yeterince izleyememesi mi söz konusu, yoksa gerçekten de teorik tartışmalarda çok aktif değil misiniz?
Burada farklı etkenlerin bir bileşimi söz konusu. Küba’da, iç tartışmaların bir parçasını oluşturan önemli bir teorik üretim var. Bunları dışarıya taşımak konusunda çok başarılı olamadık. Abluka altındaki bir ülke olmamızın da bunda payı var. Bizi bir tür kapalı topluma dönüştürdü abluka. Tartışmalarımızı dışarıya taşıyamadık.
Ama bir başka şeyi itiraf etmek zorundayım ki, uluslararası düzeyde çok fazla şey tartışılıyor, ama teorik tartışmaların önemlice bir bölümü, devrimin pratik sorunlarını yaşayan insanlara katkısı bulunamayacak türden tartışmalar… Teoriyi önemsiyor ve ona değer veriyorum; ama uluslararası ölçekte yürütülen bazı teorik tartışmaların yüzeysel kaldığını söylemeliyim.
Bu bir yana, söylediğim gibi, çok ciddi iç tartışmalarımız var. Latin Amerika’daki tüm tartışmalara katılıyoruz. Sosyal bilimciler arasında önemli tartışmalar var. Latin Amerika Sosyal Bilimler Konseyi’ne ciddi bir katılım gösteriyoruz. Latin Amerika’daki önemli düşünürlerle düşünce alışverişi içindeyiz… Ama bazen kapalı bir toplum gibi davrandığımızı kabul ediyorum.
Yeterli zamanımız olmadığı için sizden hızlı ve kısa yanıtlar istemek zorunda kaldık. Yine de son derece bilgilendirici bir röportaj yaptığımızı düşünüyoruz. Çok teşekkür ederiz.
Dipnotlar ve Kaynak
- 1944 yılında Küba’da doğan Osvaldo Martinez 1967’de Havana Üniversitesi İktisat Bölümü’nden mezun oldu ve ekonomi bilimleri alanındaki doktora unvanını 1985 yılında Demokratik Alman Cumhuriyeti’nin Potsdam kentindeki Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’nde aldı. “Üçüncü Dünya ve Dünya Ekonomisi” ve “ABD ve Dünya Ekonomisi” başlıklı kitapları ve farklı ülkelerde yayımlanmış çok sayıda makalesi bulunan Profesör Martinez, Küba’da planlama ve ekonomi bakanlığı yaptı, Birleşmiş Milletler’de görev aldı ve şu anda üyesi bulunduğu Küba Parlamentosu’nun ekonomik ilişkiler komisyonunun başkanlığını ve Dünya Ekonomisi Araştırmaları Merkezi’nin (CIEM) yöneticiliğini yapıyor.