Marksizm insanlık tarihindeki büyük bir dönüşümün, Marx’ın deyimiyle “tarih öncesi”nden komünizme doğru gerçekleşen devrimin teorik kavranışıdır. Bu teorik kavrayış, tarihsel bir özne olan işçi sınıfının mücadelesiyle birleşir ve örtüşür. Komünizm ve tarihsel materyalizm, tarihsel gerçekliğin ürettiği realist ideolojiler olarak Marksist toplum bilimsel incelemelerin zeminini oluşturur. Bu realist ideolojiler Marksizm’in teorik açıklayıcı gücünün ve geçerliliğinin kaynağıdır.
Marksizm, komünizme doğru giden tarihsel devrimci sürecin ürünü olduğundan, bu yönde değişim eğilimi taşıyan mevcut toplumsal dünyayı bilimsel açıdan kavrayabilme olanağı sunar. Marksizm mevcut toplumsal dünyayı bilimsel açıdan kavramayı sağladığı için ve toplumsal dünya Marksizm’le kavranabildiği ölçüde bu dünyanın eğilimleri saptanabilir, geleceğe ilişkin sınanabilen devrimci projeksiyonlar üretilir. Kapitalist toplumu dönüştürme mücadelesinin, bu tarihsel eylemin bilinçli/teorik kavranışı olan Marksizm, bilimsel realizmin yanı sıra materyalizmle felsefi ve komünizmle siyasal realizme de sahip bir ideoloji ya da görüştür.
İnsan bilincinin dışında, ondan bağımsız bir gerçeklik vardır. İnsan aklının gerçekliği doğrulukla kavraması, var olanı kavradığı oranda değiştirmesi ve denetim altına alması mümkündür. Doğru ve gerçekçi kavrayışı gösteren kriter gerçekliği değiştirebilmek ve gerçeklik üzerinde egemen olmaktır. Bu düşünceler felsefi realizmi oluşturur. Gerçekliğin tözünün madde olduğu tezi materyalizme aittir. Materyalizm felsefi realizmdir. Marksizm’in felsefesi materyalizmdir. Marksizm siyasal ve bilimsel bir realizme de sahiptir. Bu son tez, ideolojiler alanında yapılacak kısa bir “gezinti”yle açımlanabilir.
Realist ve metafizik ideolojiler
İdeolojileri, realist ve metafizik ideolojiler olmak üzere iki kategoride sınıflandırmak mümkün ve gereklidir.1 Bilimsel düşünceler ile ideolojileri iki karşıt kutba yerleştirmekse sağlıklı değildir. Bilimsel düşünceler realisttir. Realist ideolojiler gerçekliğin çarpık ya da “baş aşağı” algılamasını sağlamaz. Bu işlev, metafizik ideolojilere aittir.
Bilim ve komünist ideoloji gerçekleştirilebilir düşünceler içerir. Bilimsel faaliyet devrimcidir; dünyamızı değiştirir-dönüştürür. Komünizm, siyasal ve toplumsal devrimle gerçekleşir. İçeriği gerçekleştirilebilir ve dönüştürücü olan düşünceler realist niteliktedir.
Komünizm, devrimci/ilerici bir ideolojidir ve toplumsal temel çelişkinin aşılması yönündeki nesnel eğiliminin ürünüdür. Komünizm, mevcut durumun dönüştürülmesini, olanaklı olana/olması gerekene doğru ilerlemeyi savunduğundan, sınıflar arası çelişkinin ortadan kaldırılmasına doğru yönelen tarihin yönüyle uyumlu bir görüştür. Komünistlerin savundukları gerçekleştirilebilir özelliktedir ve tarihin sınamasından geçmektedir.
Toplum ve gelişimi, başka bir ifadeyle insanlık tarihi, tıpkı doğa gibi bilimsel olarak kavranabilirdir. Doğa bilimleriyle gerçeklikteki nedensel mekanizmalar, nesnel yasalar düşünce ve eylemle kavranır. Bu yasalara dayanarak öngörülerde/kestirimlerde bulunulur. Gerçekliğin tarih ve toplum düzeyinde de, yine düşünsel ve eylemli bir çabayla toplumsal mekanizmalar ve eğilimler kavranır; çağımızın verileri üzerinden sosyalist devrime ve komünist topluma dair öngörülere sahip olunur. Marksizm’in doğuşuyla birlikte komünizm artık insanlık için bir ütopya değildir. Marksizm ütopik değil, realist bir görüştür.
Doğaya egemen olmakla, doğanın yasalarına tabi olmak arasında, bilimsel pratikler içerisinde oluşan çelişki, çelişkinin ilk ve ilerletici yönünün kalıcı olmayan galibiyetiyle kısmen aşılır. Bu durum, tüm toplumsal pratikler için de geçerlidir. İnsanlar, tarihin/toplumun yasalarına bağlıdır ve onlar üzerinde toplumsal süreçler belirleyicidir. Aynı anda, toplumsal süreçlerin ve toplumun işleyiş yasalarının yaratıcıları da insanlardır. İnsanların ortaya koydukları tüm toplumsal pratiklerde, bu pratiklerin ürününe kendisine ya da bu pratikleri belirleyen nesnel koşullara ilişkin; biri bunlara bağımlılık, diğeri bunlar üzerinde egemenlik kurulması yönünde olmak üzere iki eğilim vardır. Bu eğilimler arasında gözlenen sürekli bir çelişki bulunur. Çelişki oluşturan eğilim ya da yönler, insanların çeşitli toplumsal pratiklerinde durmadan yeniden üretilir. Toplumların sınıflara bölünmesi, insanların diğer insanlarla ve doğayla olan ilişkilerinde ve gerçekleştirdikleri pratiklerde, süreçler ya da nesneler üzerinde denetim kurmaları önündeki başlıca engeli oluşturur. Bu durum aynı zamanda tarihsel gelişimin başlıca itici gücüdür. Bu olgu, sınıflı toplumların temel çelişkisidir. Ancak sınıflar arasındaki karşıtlığın komünizmde ortadan kalkması, tarihsel/toplumsal süreçlerdeki ve doğa üzerinde denetim kurma pratiklerindeki tüm çelişkileri yok etmez. Doğal ya da toplumsal olsun çeşitli süreçler, nesneler, mekanizmalar üzerinde egemenlik kurma çabası bitimsizdir. Başka bir ifadeyle, ne kadar egemen olunursa olunsun insanların nesnel doğal ve toplumsal koşullara bağımlılığı yok edilemez. Bu durum, hakim olunacak mekanizmaların hem genişliğinin hem de derinliğinin sınırsızlığıyla ilişkilidir. Bu nedenle realist ideolojiler, tarihin her döneminde geliştirilerek yeniden üretilir ve komünizm döneminde de üretilecektir. Komünizmle birlikte metafizik ideolojiler insanların zihinsel kalıplarının başat öğesi olmaktan çıkacak ve egemenliği realist ideolojilere bırakacaktır. Komünizmde, realist ideolojiler, insanların zihinsel işleyişinde egemen olacaktır. Realist ideolojilerin hükümranlıkları komünizmde başat ve ebedi olacaktır. Doğal ve toplumsal olguların, süreçlerin üzerinde egemenlik kurulmasına hizmet eden pratiklerde karşılaşılan tıkanıklıklar, sınırlamalar insanların zihinlerinde metafizik ideolojilerin üretilmesine gelecekte de yarayabilir. Ancak bunlar, bir ağırlık ve kalıcılık oluşturmayacak, çeşitli araç ve kurumlarla öğretilmesi pekiştirilmesi de gerçekleşmeyecektir.
Komünizmde, metafizik, çelişkilerin algılanmasını engelleyen, statükocu ya da gerici ideolojiler ortadan kalkacak, realist ve bilimsel düşüncelerin üretilmesi devam edecektir. Bu süreç, sosyalist devletin sınıfsal baskı uygulama işlevinin (proletarya diktatörlüğü) zamanla “sönümlenmesi”, sosyalist demokrasinin gelişerek tüm emekçiler arasında kök salmasıyla ve fakat sosyalist devletin ekonominin planlanması, zelzele, kasırga gibi şimdilik önlenemez görünen felaketlere karşı acil toplumsal savunma/korunma organizasyonunun oluşturulması, eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik ulaşım vb. hizmetlerin geliştirilmesi gibi idari/yönetsel işlevlerinin ebedi2 olmasıyla birlikte düşünülebilir. Elbette dünya sosyalist devrim sürecinde, ülkelerdeki/ülkeler birliğindeki siyasal ve toplumsal devrim boyunca ve tüm dünyada komünist sistem hakim oluncaya kadarki süreçte sosyalist devletin/devletlerin içine kadrolarıyla nüfuz etmiş olan komünist partinin/partilerin metafizik ideolojilerin oluşumunun engellenmesi ve realist ideolojilerin geliştirilmesinde öncü nitelikte bilinçli politikalar izlemesi de gerekir.
Metafizik ideolojilere gelinirse… Metafizik ideolojiler çelişkilerin geriletici yanını temsil eder ve işlevleri insanları çelişkilerin yeniden üretimine katmaktır. Tüm dinler ırkçı/faşist fikirler tarihin akışı içerisinde toplumsal koşullardaki değişime tepkiyle oluşmuş muhafaza edici/gerici (reaksiyoner) düşünceler metafizik ideolojilerdir.
Metafizik ideolojiler “camera obscura”daki görüntü gibi ya da “serap” olayında olduğu gibi, gerçekliğe ilişkin bir görüntü ya da yansımadır. Metafizik ideolojiler gerçekliği olduğu gibi yansıtmaz; bu ideolojilerde gerçeklik “baş aşağı” algılanır; gerçekliğin fetişleri ürettiğine değil, fetişlerin gerçeği belirlediklerine inanılır. Metafizik ideolojiler gerçekliğin böylesi bir illüzyonlu (yanılsamalı) algılamasına ve kavrayışına tekabül eder. Metafizik ideolojilerde bir liderin; kurt, deve, inek gibi bir hayvanın; Türklük gibi bir etnik kökenin; haç gibi bir nesnenin; kurgu ürünü bir antitenin fetişleştirilmesi söz konusudur. Gerçekte öyle olmadığı halde bunlara güç, kudret, büyüklük, yaratıcılık, koruyuculuk, tılsım gibi özellikler atfedilir.
Metafizik ideolojilerin içerdikleri fikirler, hayaller veya düşler gibi test edilebilir, sınanabilir, gerçekleştirilebilir de değildir. İnsanlar bu tür ideolojilerle hayatlarına bir yön verebilir, somut faaliyetlerde bulunabilir, politik hareketlere katılabilir ancak metafizik ideolojilerinin içeriğini nesnelleştirme olanakları yoktur. Bu tür ideolojiler bireyler tarafından duygu, değer, algılama, kavrayış biçiminde deneyim olarak yaşanır.
Metafizik ideolojiler, bazı bilimsel bilgiler ya da görüşler, genel yapılarını bozmayan bazı realist ama tali görüşler içerebilir. Ayrıca, bilim tarihi ve komünist hareketin mücadele tarihi bu realist perspektiflerin kapsamına sonradan aşılmış da olsa, bazı metafizik fikirlerin girebildiğinin örnekleriyle doludur. Filojiston görüşü, esir (ether) anlayışı, dünya merkezli evren anlayışı bilimsel düşüncenin gelişiminde metafizik fikirlerin de benimsenebildiğini gösterir üç örnektir. Bilimsel düşüncelerin ve komünizmin tarihsel ilk kuruluş ve gelişmelerinde, ilki için simya, astroloji gibi ikincisi içinse; ütopik/ahlaki komünist anlayışlar gibi metafizik yönelimler de gözlenmiştir.
Faşist ideoloji ve dinci ideoloji gibi metafizik ideolojilerin kapsamındaki fikirler, toplumsal gelişmenin ana yönüyle uyum göstermez; bunlar gerici statükocu özelliktedir. Bu ideolojiler metafizik, gerçekleştirilebilir olmayan fikirler barındırır. Örneğin arı bir şeriat düzeni ya da bir turan devleti kurma ülküsü gibi… Ancak değişen toplumsal koşullarla birlikte dönemin diğer değer ve fikirleriyle eklemlenir arılıklarını yitirirler. Bu metafizik ideolojiler egemen sınıfların mevcut düzeni sürdürmelerine, kısacası statükoya hizmet eder. Bunlar doğru bir adlandırmayla “muhafazakar”dır. Olması gereken/olanaklı olan toplumsal durum ile mevcut olumsuz durum arasında var olan çelişkide birçok mekanizmayla olumsuzlukların ve mevcut “olumsuz” durumun yeniden üretimine hizmet eden “muhafazakar” ideolojilerin, toplumsal dönüşüm dönemlerinde gerici yüzü belirginleşir. Gerici/tutucu ideolojilerin fikirler yanı sıra bu fikirlere eklemlenen kendilerine has duygu ve davranış kalıpları da vardır.
İdeolojiler, sistemlileştirilmiş düşünce ve fikirler içerir. Ancak ideolojiler, fikirlerin bu organizasyon sürecinden önce insanların zihninde algı duyum tasarım soyut düşünce motifleri olarak üretilir. Bu nedenle insanların toplumsal dünyasında her spesifik ideoloji sınıflandırılıp incelenebilecek olan belirli duygu algı düşünce ve davranış kalıplarına sahiptir.
Psikoloji bilim dalının yazınında, metafizik ideolojilerden biri olan dinin, bireysel psikolojik süreçlerle olan bağı üzerinde durulmuştur. Zihinsel “homeostazis”i (dengeyi) sağlamak için bireylerin rutin olarak başvurduğu “benliğin savunma düzenekleri”nden bazıları bireylerin dinlere has duygu, davranış, algı ve düşünce kalıplarının oluşumunda saptanabilir. Bunlar arasında bastırma (repression refoulement), yadsıma (inkar-denial), yansıtma (projection), içe-atım (introjection), çözülme (dissociation), yer değiştirme (displacement), kendine yöneltme (turning toward one’s self), akla uygunlaştırma (rationalization), karşıt-tepki kurma (reaction-formation), somutlaştırma (concretization), yapıp-bozma (undoing), düş kurma (fantasy-formation day-dreaming) ve özdeşim (identification)3 düzeneği yer alır. Din ideolojisi kapsamında, bu düzeneklerin yürürlükte olduğu zihinsel ve davranışsal kalıplardan bazıları şunlardır: Tövbe etme, dua etme, günah çıkarma yoluyla bastırılmış dürtüleri rahatlatma (“tövbe estağfurullah” yinelemesi); haremlik-selamlık ayrımıyla kadınların olduğu yere erkeklerin girmemesiyle açığa vurulan cinsel dürtünün bastırılması; günahı şeytanın işi sayarak ona yansıtma, kendini ahlaklı sayıp başkalarını ahlaksız sayma ve sık sık ahlakın bozulduğundan dem vurma; kişilerin büyülenmiş olduğuna, cin çarptığına içe-atımla inanma; zikir ayininde kişiliğinden çözülerek transa geçme, günah işleyip bunu unutma; “ezen”den duyulan korkunun tanrı korkusuyla yer değiştirmesi; namaz, abdest, dua, tespih çekme gibi yer değiştirmenin gözlendiği obsessif-kompülsif davranışlar; dürtülerini doyuramadığında ve nefsin engellerle karşılaşması durumunda perhiz, oruç gibi nefsi terbiye etme yollarına başvurulması; kader/alın yazısı gibi akla uygunlaştırıcı inanışlar; günahkar insanın karşıt tepki kurarak sofu/ahlaklı görünmesi; kin duyulduğu “ezenden” nefret edildiği halde ona yönelik karşıt-tepkiyle “bir yanığına vurulduğunda öteki yanağını çevir” fikrine inanılması ve öyle davranılması; belirsizliğin getirdiği kaygıyı, korkuları nesnelerde somutlaştırarak totemlerle nazar boncuğuyla, haçla savuşturma vb…
Yine örneğin Osmanlı İmparatorluğu çözülürken yükselen turancı/milliyetçi akımların mikro düzeydeki temelinde ve oluşumunda değişen koşullara karşı direnme, gelen yeniliklerin yaşam şartlarında oluşturacağı değişimle yaşanacak sefilleşmeye tepki, geçmiş mutlu günlere duyulan özlem gibi bireysel ölçekte cereyan eden psikolojik süreçler gözlenebilir.
Metafizik ideolojilerin doktrinleşmiş düzeyinde, pratikte rutinleşmiş kalıplar haline gelen bütün bu zihinsel ve davranışsal motifler ideologlar (teolog tarikat şeyhi vaiz piskopos idealist filozof vb.) tarafından soyutlanır, genelleştirilir ve sistemli hale getirilir.
Realist ideolojik motiflerin ya da kalıpların oluşumundaysa çalışma merakı, bilme ve öğrenme tutkusu, toplum için yararlı uğraşlara yönelme gibi yüceleştirme (sublimation) örnekleri; mevcut sorunları gidermeye dönük somut düşünme ve pratik yönelim, deneycilik ve yanılgılardan ders çıkarma; saf ve kendiliğinden materyalistçe bir tutum olan basit neden-sonuç ilişkileri kurma; sorgulama, şüphecilik gibi psikolojik mekanizmaların ve özelliklerin etkili olduğu görülür.
Egemen sınıfların gözünde sefalet koşullarındaki insanların ihtiyacı olduğu ölçüde lüzumlu görülen din ve milliyetçilik gibi metafizik ideolojiler, halkın “acısını/inlemesini” dindiren, palyatif “afyon” tedavisi işlevini yerine getirmekteyse; buna karşıt olarak komünizm ve bilim, doğal ve toplumsal imkanların tüm insanların hizmetine sunulması ve toplumsal “ezikliğin/yaranın” radikal tedavisi işlevini temsil etmektedir. Dünyada genel toplumsal pratiklerin getirdiği tahribatlara karşı neredeyse her gün kimi bireylerin yeni mikro dinler hayal edip tasarladığı ve çeşitli tarikatlar kurduğu bilinen bir gerçekse, realist ideolojilerin de ancak kolektif çabalarla ve spesifik pratikler dolayımıyla geliştirilebildiği ortadadır. Komünist ideolojik mücadelede insanların günlük realist kalıplarına yönelip onların oluşum mekanizmalarını harekete geçirmek, onlarla ilişkilenmek de önem taşır.
“Gezinti”yi burada sonlandırabilir ve vurgulayabiliriz; Marksizm, bünyesindeki felsefi bilimsel ve siyasal realizm nedeniyle, realist bir görüştür.
Marksizmin bütünselliği
Marksizm ne tek başına bilim (tarih ya da toplum bilimi) ne de tek başına felsefi (tarih felsefesi) bir ideoloji olarak nitelenebilir. Marksizm, tek başına ve basitçe bir siyaset teorisine de indirgenemez. Marksizm, bilimsel, felsefi (materyalizm) ve siyasal değerlendirmeler içeren sistemli bir yapıya sahiptir. Bu teorik sistem, yeni siyasal deneyimler ve yapılan bilimsel incelemeler üzerinden geliştirilerek yeniden üretilmektedir. Marksizm, tarihsel gelişmelerle birlikte yeniden üretilen devrimci bir teoridir. Marksizm, geçerliliğini yitirmiş anakronik bir doktrin değildir; bunun kanıtı günümüzün ve geleceğin tarihindedir. Bilimsel düşünceler ve komünizm gerçekliği onu dönüştürecek tarzda açıklamamıza izin veren realist anlayışlardır. Materyalizm, felsefi realizmdir. Materyalizm, bilimsel düşüncelerle ve komünizmle uyumludur. Marksizm komünist-materyalist perspektife ve bilimsel düşüncelere sahip olan realist bir görüştür. Birbiriyle uyumlu ve birbirini tümleyen bu anlayışların bütünsel bir yapılanması olan Marksizm tarihsel hareketin içerisinde geliştirilen ve bu değişim/dönüşüm hareketine katılan bir teoridir.
Yaşadığımız dönemde sosyalist devrim mücadelesinde kullanılan bu teori tarihin komünizm döneminde de insanlığın biriktire geldiği realist ideolojilere katkısı oranında yürürlükte olacaktır. Tarihin hiçbir döneminde mutlak katılıkta ve değişmez nitelikte düşünceler/ideolojiler yoktur. Ancak bazı düşüncelerin “evrensel” nitelikte olduğu ve bin yılları aşan bir kalıcılığa sahip olduğu dikkatlerden kaçmamalıdır. Örneğin Aristo’nun ortaya koyduğu mantığın günümüzde hâlâ geçerliliğini koruduğu açıktır. Komünizmde, eşitlik düşüncesinin hep yeniden ve yeniden üretilmesi; materyalizmin kitlesel biçimde benimsenmesi; üretim planlama ve çeşitli toplumsal hizmetlerin organizasyonu gibi faaliyetlerin gerçekleştirilmesi söz konusu olacaksa Marksizm’in bu alanlara katkısı geleceğe miras kalacaktır. Gelecekte toplum bilim, iktisat bilimi, komünist düşünceler ve materyalist felsefe var olacaksa bu alanlara yaptığı katkı oranında Marksizm’in bazı önermeleri de geliştirilmiş halleriyle ve gelecekteki toplumsal yapıyla uyumlu bir biçimde yeniden üretilerek yaşatılacaktır. Komünizmin nihai aşamasında örneğin sınıflar arasındaki mücadeleden Leninist öncülükten bahsedilmeyecektir fakat örneğin “toplumsal bilinci belirleyen toplumsal varlıktır” önermesi geçerliliğini korumaya devam edecektir. Komünizmde Aristoteles’in, Hegel’in, Marx’ın eserleri okullarda okutulacaktır ama toplumsal yaşamda egemen olan düşünceler, “realist” ideolojiler olacaktır.
Marksist teorik sistemin pedagojik amaçlarla bileşenlerine ayrılması olumsuz sonuçlar doğurmaktadır. Pedagojik amaçla yazılmış el kitaplarında Marksizm’i didaktik-şematik bir tarzla öğretelim denirken sistemin “organik bütünlüğü”4 bozulmaktadır. Bu kitaplarda çoğunlukla gözlenen ve tümüyle reddedilmesi gereken bir yaklaşım biçimi bulunur. Bu yaklaşım biçiminde, tarihsel materyalizm ile diyalektik materyalizm arasına “Çin seddinin” örüldüğü gözlenir. Oysa materyalizm, bütünlüklü bir ideoloji olarak görülmelidir. Ayrıca, tarih ve toplum alanında Marksist bakışla yapılacak somut konulu araştırmalarda, ortaya çıkan yazılı ürünün, bilimsel inceleme, felsefi yorumlama ya da siyasal değerlendirme yönlerinden biri ön planda olabilir; yazar bunlardan birine ağırlık verebilir. Ancak toplum bilimsel değerlendirmelerin her zaman belirli bir felsefi ve siyasal perspektif taşıdıkları dikkatlerden kaçmamalıdır. Bu durum elbette Marksist toplum bilimsel incelemeler için de geçerlidir.
Marksizm bir dünya görüşü olarak sunulduğunda, bu çaba genellikle “Marksizm’in üç kaynağı” formülü etrafında yapılandırılır. Bu formülün Engels’in Anti-Dühring’teki (1876-1878) izah tarzından doğduğu belirtilir. Kautsky, bu şemayı 1907’de, Marksizm’in Üç Kaynağı. Marx’ın Tarihsel Eseri adlı konferansında sistemleştirir.5 Lenin’in bu formülü, 1913’de Üç Kaynak ve Marksizm’in Üç Kurucu Parçası adlı yazısında yeniden ele aldığı bilinir. Lenin burada Marksizm’in gelişiminde önemli olan üç kaynağı; İngiliz siyasal iktisadı, Almanya’daki felsefi birikim ve Fransız sosyalizmi olarak saptar.6 Marksizm bu kaynakların değerlendirilip eleştirilmesiyle geliştirilirse de bu eleştiri ve değerlendirme üzerinden varılan sonuçların eklektik bir toplamı değildir. Marksizm, bu kaynakların birbirleriyle ilişkilendirilmeden ayrı ayrı değerlendirilmesi her bir kaynaktaki verilerden yola çıkılarak birbirlerinden bağımsız soyutlamalar yapılmasıyla geliştirilmez. Marksizm, bu üç kurucu ekolün tarihsel eleştirisiyle tarihsel açıdan kapsanarak aşılmasının olanaklı duruma gelmesiyle doğar. Marksizm, siyasal iktisat, siyasal inceleme, tarihsel materyalist anlayış, diyalektik mantık gibi birbirinden bağımsız bileşenlere ya da alanlara ayrılamaz. Çünkü bu alanlar onun yapısında sistemli bir örüntüyle girifttir.7 Marksist dünya görüşü dokusundaki unsurların örüntüsüyle oluşan bütünlüklü bir teorik sistemdir. Bu bileşenler birbirlerinden ayırt edilebilir ancak bütünüyle ayrı alanlar olarak yapılandırılamaz.
Bu nedenle tarihsel materyalizme dair öne sürülen, “değişik teorik kökenlerden ve farklı disiplinlerden alınan öğeleri daha üst bir teoride bir araya getirme girişiminden kaynaklanan sorunlar mevcuttur” yaklaşımı kabul edilemez. Başka bir ifadeyle söylenecek olursa, “farklı teorik kıyıların Marx’ın düşüncesinde bir araya geldiği geniş ölçüde kabul edilmekte ancak bu durumun gerilim ve belirsizliklere kaynaklık ettiği gerçeğine çoğunlukla gereken önem verilmemektedir”8 değerlendirmesi sağlıklı değildir. Bahsedilen gerilim ve belirsizlikler, ancak aplike, eklektik şekilde bir araya getirme ya da toparlama yapıldığında mümkündür. Ancak elbette her yazarın çeşitli yazıları arasında, hatta tek bir incelemesi içerisinde, tali önemde tutarsızlıklar ve belirsizlikler saptanabilir, hatta aynı konuda birbirinden farklı ama birbirini tamamlayan yaklaşımları bulunabilir. Marksizm, tarihte koşulları oluşan ve bunun sonucunda yapılabilen bir teorik sentezin adıdır. Marksizm’i oluşturan unsurların birbirini tümlediği ve birbirleriyle uyumlu oldukları görülmelidir.
Marksizm’in bileşeni olduğu düşünülen alanların, 1848’den sonra Marx ve Engels’in yazdıkları ayrı ayrı eserlerde somutlaştırılmış olması, Marksizm’in bütünsel yapısını bozmaz. Burada yalnızca ihtiyaçların koşullamasıyla farklı değerlendirme alanlarından birinin üzerinde durularak geliştirilmesi söz konusudur. Marx ve Engels’in düşünsel gelişiminde her üç bileşendeki ya da kurucu parçadaki birikimde belirgin sıçramaların olduğundan da bahsedilebilir. 1843-46 yılları arasında tarihsel materyalizmin temel bazı yaklaşımlarının kurulmasıyla felsefede 1847-52 yılları arasında yapılan siyasal incelemelerle (Komünist Manifesto Fransa’da Sınıf Savaşımları 18 Brumaire Almanya’da Devrim ve Karşı-Devrim) ve 1871 Paris Komünü’nün değerlendirilmesiyle (Fransa’da İç Savaş) siyasal teoride, Kapital’le siyasal iktisatta ve toplum biliminde belirgin ilerlemeler gözlenir. Ancak “tarihsel materyalizm” adı verilen perspektifin kuruluşuyla birlikte Marx ve Engels’in daha sonraki bütün incelemeleri, bu perspektifle üretilip geliştirilir. Tarihsel materyalist anlayış Marksizm’in bileşenlerindeki ya da ayırt edilebilir teorik alanlarındaki somut incelemeler geliştirilirken yön verici olur ve bu alanlardaki gelişmelerle daha da zenginleştirilir. Marx ve Engels, tarihsel materyalist anlayışı oluşturduktan sonra tüm yaşamları boyunca bu perspektifi, komünist siyasal görüşlerinden ve bilimsel incelemelerinden ayırmaz.
“Tarihsel Diyalektik Materyalizm”
Marksizm’in kapsamını, tarihsel materyalizm ve diyalektik materyalizmle sınırlamak sağlıklı değildir. Marksizm’in bilimsel boyutunu tarihsel materyalizmin, felsefi boyutunuysa diyalektik materyalizmin oluşturduğunu sanmak hatalıdır. Materyalizmi “tarihsel” ve “diyalektik” nitelemeleriyle iki farklı kategoriye ayırmak da uygun değildir.
“Tarihsel materyalizm” ya da “materyalist tarih anlayışı” adlandırmasını Engels yapar. Ancak elbette, Alman İdeolojisi’nde Marx’la birlikte yaptıkları değerlendirmeleri, toplum bilimsel incelemeler için oluşturdukları paradigmatik çerçeveyi “tarih anlayışı” olarak nitelerler.9 “Diyalektik materyalizm” kavramlaştırmasıysa, Marx ve Engels’te yoktur. Bu terim, 18. yüzyıl “metafizik materyalizm”leriyle, Hegel’in “diyalektik idealizm”i göz önüne alınarak, Plehanov tarafından “Marx’ın felsefesinin en uygun adlandırması olarak” görülür ve 1894 yılında ortaya atılır.10
Bize göre, gerçeklik tektir. Gerçeklik, farklı organizasyon düzeyleri ya da katmanlardan11 oluşan, her birinde farklı yasaların hüküm sürdüğü bir bütünlüktür. Gerçekliğin her bir düzeyinde farklı nitelikte yasalar ve işleyiş mekanizmaları bulunur. Oluşan bütünlükte düzeyler, birlikte varoluş gösterir. Düzeyler arasında etkileşim vardır. Kimya, fizik, biyoloji, toplum bilim, psikoloji gibi farklı bilim alanlarının inceleme konusu olan gerçekliğin farklı organizasyon düzeylerinde, birbirine tümüyle indirgenemeyen ancak birbirine zemin oluşturan/yaslanan ve metafizik hiçbir kavrama ihtiyaç duyulmadan açıklanabilen süreçler, mekanizmalar, yasalar hüküm sürer. Farklı düzlemler içeren gerçekliğin etkileşimli ve eşitsiz gelişimi “tarih”i oluşturur. “Tarih”teki başka bir deyişle gerçekliğin gelişimindeki evrelerin sahip olduğu genel nitelikleri, bu evrelerin oluşturduğu değişik katmanların içerdiği temel mekanizmaları katmanların birlikte uyumlu varoluşunu ve aralarındaki etkileşimi bilimsel bulgular üzerinden yorumlamak felsefenin işidir. Elbette insanlar, spesifik bir pratik üzerinden bir anlamda bilimle de evreni zihinlerinde yorumlar. Felsefi düşünsel etkinlikse bilimsel pratiğin doğrudan ürünü değildir. Yine de bilimsel bulguların değerlendirilmesi felsefenin alanına girmektedir. Bu felsefi değerlendirme materyalist yaklaşımla yapıldığında “tarihsel diyalektik materyalizm” olarak adlandırılabilir. “Tarihsel diyalektik materyalizm” gerçekliğin farklı katmanlarını araştıran doğa ve insanlara ilişkin süreçleri inceleyen bilim dallarının bulgularının yorumlanmasıyla yeniden üretilir.
Tarihsel materyalizm, tarih ya da toplum bilim incelemesi değildir. Diyalektik materyalizm de tek başına doğadaki süreçlerin materyalist bir yorumuna indirgenemez. Doğanın ve toplumun farklı yasaları vardır; ancak doğal ve toplumsal süreçlerin işleyiş ve gelişim mekanizmalarında süreçler ve süreçleri oluşturan eğilimler arasındaki ilişkilerde, etkileşimlerde ortak özellikler saptanabilir. Diyalektik mantık bilimsel yasalar türünden “evrensel” ve genel “yasa”lar içermez. Gerçekliğin farklı gelişim evrelerinin ve katmanlarının incelenmesi ve yasalarının soyutlanması ayrı bilim dallarının alanına girmektedir. “Tarihsel diyalektik materyalizm”, bilim dallarının yaslandığı ve oluşturduğu genel paradigmatik kavramları ve ilkeleri içerir.
Tarihsel materyalizm, spekülatif bir felsefi sistem değildir; toplum bilimsel ve siyasal incelemelere “kılavuz” olan felsefi bir perspektif, felsefi bir paradigmadır. Felsefe, bir entelektüel uğraşı alanı, fikir jimnastiği yapılacak spekülatif bir alan ya da Feuerbach’ın deyimiyle “geviş getirilecek” bir düşünme alanı olarak görülmemelidir. Felsefe fuzuli bir düşünsel uğraşı sayılamaz. Felsefi perspektifimiz, “yaşam felsefemiz”in, dünya görüşümüzün oluşumuna katılan bir unsurdur. Marksizm bir felsefe çeşidi, örneğin bir tür tarih felsefesi değildir, fakat felsefi perspektifsiz de değildir. Ayrıca materyalizm, komünist ideolojiden ayırt edilebilir ancak ondan tümüyle ayrılamaz. Tutarlı bir materyalist, toplumsal konularda ilerici, komünist bakışa ulaşma olanağına sahiptir. Tersine, bir komünistse her zaman materyalist perspektife sahip olmak durumundadır.
Diyalektik ilkelerin pedagojik amaçlı el kitaplarında soyut şablonlarla öğretilmesi ve bunların, süreçlerden, süreçlerin oluşturduğu gelişimden soyutlanması yoluna gidilmeyip, örnek verilen bazı olaylar üzerinden işlenmesi didaktik-şematik bir pedagojik tarz oluşturmaktadır. Sol harekette didaktik-şematik tarzın başat olduğu bir eğitsel formasyon ya da teorik donanım edinen bir çok okuyucunun, akıl yürütme yetisindeki ve yaptığı incelemelerdeki sığlığın bir nedeni bu olabilir. El kitaplarındaki sorun, diyalektik kavramların ve ilkelerin soyut biçimleriyle sunulmuş olmasında değildir; diyalektik mantığın soyutlanmış biçimiyle anlatılması sırasında içerikten bir ölçüde ayrıştırılarak ele alınması kaçınılmazdır. Ancak kavramlar ve ilkeler, spekülatif-metafizik bir biçime kavuşturulmamalıdır. Diyalektik mantığın, tümüyle ayrı bir teorik bölmeyi, bilgi alanını oluşturduğu şeklinde bir illüzyon yaratılmamalıdır.12 Sorun, diyalektik ilke ve kavramların anlamlarına dair derinlikli bir kavrayışın olmaması ve oluşturulamamasıdır. Diyalektik materyalizmin ne olduğunu öğretme niyetiyle yazılmış el kitaplarında verilen örnekler tekil olaylardan ibaret olunca ortaya çiğ bir yorum çıkmaktadır. “Nicelikten niteliğe geçiş”, “karşıtların çelişkili birliği” gibi ilkeler her sürece uygulanacak, süreçleri her yönüyle ve yeterince açıklayabilen ilkeler değildir. Bunların süreçler incelenirken göz önünde tutulması ve nedensellik, belirlenimcilik/determinizm, zorunluluk, olasılık, beliriş (emergence), ilerleme ve yeniden üretim mekanizmaları (çelişki/karşıtlık, potansiyelizasyon/inhibisyon, sinerjistik etki, pozitif ve negatif geri-besleme vb.), bütünlük (totality), eşitsiz gelişme gibi birçok kavram ve ilkeyle birlikte düşünülmesi gerekir.
Diyalektik, gerçekliğin ve gerçekliğin gelişiminin incelenmesinden çıkarılan bir mantık türüdür. Başka bir ifadeyle diyalektik mantık, doğanın, tarihin ve düşüncelerin işleyiş ve gelişiminde gözlenir. Bu mantığın biçimsel olarak kavranması ve günümüzde bilimsel bilgilerin ulaştığı kapsamla zenginleştirilmesi mümkündür. Diyalektik mantık ne Marksist teorinin bir “süsü” olarak görülmeli, ne de formel mantıkla uyuşmadığı iddia edilerek mantıklı düşünmeye engel olacak bir akıl yürütme yolu sayılmalıdır. Yine o anlamını hiç kimsenin kavrayamadığı bir “fuzuli” felsefi fikir jimnastiği alanı da değildir. “Diyalektik”, “diyalektik yöntem”, “diyalektik mantık” kelimelerinin sıkça kullanıldığı, ancak bunların ne olduğunun açıkça belirtilmediği, içerik olarak ortaya koyulmadığı, sadece bazı belirli kavramları kullanarak bir tür spekülatif lafazanlığın yapıldığı yazım biçiminden uzak durulmalıdır.
Althusser Karşıtı Tezler
Toplumun ve tarihin bilimsel incelemesi belirli bir siyasal-felsefi bakış açısıyla yapılır; “(…) sınıf çatışması temeline dayanan bir toplumda, ‘tarafsız’ toplumsal bilim yoktur.”13 Toplum bilim alanında bilimsel incelemeler yapılırken, mutlaka bir ideolojik bakış açısı kullanımdadır. Felsefi-siyasal bir perspektif toplum bilimsel incelemelerin dokusundadır. Marksist toplum bilimsel ve siyasal incelemelerdeki ideolojik perspektif tarihsel materyalizm ve komünist ideolojidir. Tarihsel materyalizm, komünist siyasal perspektife açılır.
Marksizm’in kuruluşu, 1848 öncesinde tarihsel materyalist anlayışın sentezlenmesiyle birlikte başlar. 1848’den sonraki siyasal ve bilimsel ayrıntılı incelemelerde, bir paradigma ya da anlamlandırıcı bir perspektif olarak kullanılan tarihsel materyalizm, yapılan çalışmalar üzerinden daha da zenginleşir. Tarihsel materyalizmin, Marx ve Engels’in siyasal değerlendirmelerinde paradigmatik bir çerçeve oluşturduğunu gözlemek mümkündür. Örneğin Marx ve Engels, 1848 Devrimleri değerlendirmesini, 1871 Paris Komünü deneyimi incelemesini, tarihsel materyalist bir perspektifle yapar. Bu siyasal incelemelerdeki tarihsel materyalist bakış açısı komünist politik perspektiften ayrılmaz. Marx, bilimsel incelemelerini de belirli bir siyasal-felsefi perspektifle yapar. Kapitalist üretim tarzı incelenirken, komünist-tarihsel materyalist perspektif yine yürürlüktedir.
Althusser’in Marksizm’in oluşumuna dair öne sürdüğü yorumda şu şekilde bir saptama yer alır:
“Marx’ın eserinde açık seçik bir ‘epistemolojik kopuş’ , bizzat Marx’ın gösterdiği noktada, eski felsefi (ideolojik) bilincini eleştirdiği ve sağlığında yayınlanmamış eserde görülür: Alman İdeolojisi. Bu eserin ancak birkaç cümlesi olan Feuerbach Üzerine Tezler, bu kopuşun önceki uç sınırını belirtir; burası, eski bilinçte ve eski dilde, yani kaçınılmaz olarak istikrarsız ve anlamı belirsiz kavram ve formüller içinde, yeni teorik bilincin delik açtığı noktadır.
“Bu ‘epistemolojik kopuş’ , birbirinden ayrı ve teorik iki disiplini birlikte içerir. Marx tarih teorisini (tarihsel materyalizm) kurarken, aynı anda, önceki ideolojik felsefi bilincinden koptu ve yeni bir felsefe (diyalektik materyalizm) kurdu.” 14
“Yeni felsefe, yeni bilimin içinde ve yeni bilim tarafından öyle iyi içerilmişti ki onunla karışabilirdi”15 şeklinde bir uyarı da yapan Althusser, tarihsel materyalizmi “tarih bilimi” olarak niteler. Onun yorumunda, bu tarih biliminin bir felsefesi olduğu belirtilir. Bu felsefe, “diyalektik materyalizm” ya da “materyalist diyalektik” olarak adlandırılır. Hegel’in felsefesinin sui generis (kendine özgü emsalsiz) bir diyalektiği olduğu; Hegel’in felsefesinin idealist dokusunun, diyalektiğini de etkilediği vurgulanır. Tarihsel materyalizmin tarih bilimi olması nedeniyle, Hegel felsefesine içkin olan diyalektikten tümüyle farklı özellikler taşıyan, farklı yapıda bir diyalektiğe, eş deyişle felsefeye sahip olduğu öne sürülür. Althusser’e göre “yabancılaşma”, “yadsınmanın yadsınması”, “nicelikten niteliğe geçiş”, “aşma” türü diyalektik ilke ve kavramlar, Hegel’in idealist felsefesinin dokusunda bulunur. Bunların, Marx’ın bilimsel çalışmalarına sinmiş olan “materyalist diyalektiğe” ya da “diyalektik materyalizme” özgü ilke ve kavramlar olmadığı sonucuna ulaşır. Althusser ayrıca, “çelişki” kavramı ekseninde bir değerlendirme yaparak “diyalektik materyalizm” adına olumlu tezler geliştirmeye de çalışır. Örneğin “üst-belirlenim”16 kavramıyla Marksist diyalektiğe yeni bir formülün eklenmesini de önerir.17
Oysa Marksizm’in doğuşu, bir “sentezlenme süreci” olarak değerlendirilmeli, bu süreç tarihsel bir süreklilik-kopuş ekseninde kavranmalıdır. Marksizm’in ya da bilimsel sosyalist görüşün oluşumunda, 1845 yılında gerçekleştiği öne sürülen ve felsefi-ideolojik alandan tarih bilimine geçiş anlamına gelen “epistemolojik kopuş” kavramlaştırmasını kullanmak yerine üç farklı kaynağın sentezinin önemli olduğu tezi dikkate alınmalıdır. Bahsi geçen ikinci yaklaşım, değerlendirmeye farklı verilerin dahil edilmesi sırasında tutarsızlığa düşmeden geliştirilmeye ve detaylandırılmaya uygundur.18 Marksizm’in doğuşu bu yaklaşımla, tarihsel materyalist bir bakış açısıyla ele alınır. Tarihsel materyalizmin oluşumunun irdelenmesi tarihsel materyalist bir perspektifle yapılmalıdır. 1840’lı yıllarda tarihsel materyalizmin ilk oluşum ve sentezlenme süreci teorik/zihinsel bir işleme indirgenemez. Marx ve Engels’in komünist oldukları politizasyon süreci ve tarihsel materyalist bakış açısını oluşturmaları, birlikte aynı süreç içerisinde gerçekleşir. Bu süreç tarihsel/toplumsal koşullardan yalıtılamaz.
Althusser’in, genç Marx’ın düşünsel gelişiminde çeşitli idealist evreler saptaması tarihsel materyalist anlayışın doğuşunu tümüyle bireysel/psikolojik bir ölçeğe indirgemesi ve bu konuda, epistemolojik düzlemde sınırlanan bir değerlendirme yapması kabul edilemez. 1840-1848 yılları arasında 1848 devrimlerine doğru ilerleyen tarihsel süreç içindeki Avrupa’da Marx ve Engels’in tarihsel materyalist anlayışı kurarak 18. yüzyılın mekanik materyalistlerini ve Feuerbach’ı tarihsel olarak “aşma”ları, bunların yerine alternatif bir paradigmayı oluşturmaları için gerekli tarihsel öğelerin, dolayısıyla bilgi ve anlayış birikiminin üretilmiş olduğu görülmelidir.
Marx ve Engels’in Alman İdeolojisi’nde, eski felsefi-ideolojik bilinçleriyle bir ölçüde hesaplaştığı ve düşünsel bir sıçrama ya da geçişi gerçekleştirirken ulaştıkları sonuçları yazdıkları doğrudur. Ancak, buradaki “hesaplaşma” ideolojilerindeki bir gelişim olarak görülmelidir. Alman İdeolojisi’nin yazılmasından önceki süreçte Marx ve Engels’in bakışlarında, özellikle Hegel ve Feuerbach’ın görüşlerinden izler vardır. Ancak Marx ve Engels’in 1840-1845 yılları arasında, görece primitif de olsa, muhalif ve materyalist bakışları dışında başka bir perspektifleri yoktur. Bu yıllar arasında Marx ve Engels Hegel’den ve Feuerbach’tan etkilenmiş olsalar da kesinlikle Hegelci ya da Feuerbachçı değildir. 1843-1845 yılları arasında Marx ve Engels’te, komünist-materyalist bilinçten başka bir temel felsefi-ideolojik bilinç gözlenmez. Marx ve Engels, 1837-1842 yılları arasında genç-hegelci çevre içerisinde bulunduktan sonra, 1848’e kadar süren bir “sentezlenme süreci”nde, genç-hegelcilerin, Feuerbach’ın, Hegel’in, 18. yüzyıl materyalistlerinin, okudukları siyasal iktisatçıların ve Proudhon’un eleştirisini yaparken yeni bir paradigmayı kurar. 1842 yılından önceki tarihsel kesitte, henüz kendi perspektiflerini oluşturmak için çok genç olan bu iki “kafa”, Marx’ın akademik felsefe doktorası tezi dışında, teorik özgün bir üretimde bulunmaz. Dolayısıyla tarihsel materyalizmin oluşumunu Althusser’in anladığı şekilde, felsefeden bilime doğru bir “epistemolojik kopuş” olarak kavramak yanlıştır. Ayrıca tarihsel materyalist paradigmanın geliştirilmesi nedeniyle Marx ve Engels’in felsefi-ideolojik bakışlarını tamamen ortadan kaldırdıklarını ya da tümüyle felsefeye elveda dediklerini düşünmek sağlıklı değildir.
Althusser’in öne sürdüğü “tarihsel materyalizm tarih bilimidir” bildirimi ya da argümanı yanlıştır. Tarihsel materyalist anlayış, kapitalizmin tarihsel gelişimini değerlendiren ve bu gelişimdeki diyalektik mantığı içeren materyalist felsefi bir paradigmadır. Bu paradigma, toplumsal ilişkilerin bilimsel incelemesi sonucu ortaya konan bilgilerin yorumlanmasıyla ve yeni tarihsel-toplumsal olguların incelenmesiyle zenginleştirilebilir özelliktedir. Tarihsel materyalizm realist bir görüştür. Ancak, tarihsel materyalist anlayış, tarih bilimi kapsamındaki bilimsel bir araştırma/incelemenin kendisi değildir.
Tıpkı diyalektik materyalizmin, doğa bilimlerinin araştırma sonuçlarıyla özdeş olmaması gibi, tarihsel materyalizm de toplum/tarih alanındaki araştırmaların doğrudan ürünü olan yasaları içermez. “Tarihsel diyalektik materyalizm”, bu araştırmaların işaret ettiği paradigmatik ilkeleri, kavramları, yaklaşımları kapsar. Diyalektik mantık, bilimsel yasalardan, inceleme sonuçlarından ayırt edilebilir, ancak onlardan tümüyle bağımsız, spekülatif bir bilgi alanı oluşturmaz. Bu mantık, her olguya uygulanabilecek ve evrensel oldukları düşünülen, bilimsel yasalara benzer “yasa”lardan oluşmadığı gibi spekülatif nitelikte ilkelerin bir derlemesi ya da şeması da değildir. Marx’ın materyalist perspektifle incelemelerinde giderek daha yetkin biçimde yakaladığı toplumsal/tarihsel gerçekliğin diyalektiği tarihsel materyalist paradigmanın kapsamında yer alır.
Althusser’in diyalektik mantığı kavrayışı da sağlıklı değildir. Diyalektik mantığın soyutlanmış öznel bir mantık türü olarak var olmasını olanaklı kılan doğadaki ve toplumdaki süreçlerin diyalektik işleyişidir. Diyalektik gerçekliğin işleyiş ve gelişiminden çıkarılmış bir mantıktır. Bu mantığın ilk sistemli ve kapsamlı soyutlamasının yapılması için insanlığın tarihsel gelişiminde eylem ve düşüncenin, özellikle de bilimsel pratik ve düşüncelerin Hegel’in yaşadığı dönemdeki zenginlik düzeyine ulaşması gerekmiştir.19 Hegel, gerçekliğin gelişiminde bir mantığın olduğunu, öznel bir mantık olan insan bilincinin işleyişiyle nesnel gerçeklikteki mantığın birbiriyle bütünleştiğini kavrar. O, nesnel akılla öznel akıl arasındaki ilişkiyi, idealist biçimde (baş aşağı biçimde) inceler. Marx “akla uygun özü”, diyalektik mantığı ayakları üzerine koyarak devralır ve incelemeleri sonucunda zenginleştirip farklılaştırır. Aslında gerçekliğin gelişim mantığı olan diyalektik günümüze kadar gerçekliğin farklı katmanlarındaki ilişkilerin ve süreçlerin bilim dalları tarafından değerlendirilmesiyle birlikte çok daha gelişkin bir biçimde soyutlanabilir durumdadır.
Marx’ın diyalektiği kavrayışındaki yaklaşım Hegel’in kavrayışının tam tersi özellikler (materyalizmin idealizme karşıtlığı metafizik-spekülatif kavramların olmayışı anti-teleolojik yaklaşım gibi özellikler) gösterir. Bunlar dikkate alınmadığında bazı ortak kavramları ve ilkeleri (tarihsel algılayış, gelişim/ilerleme, çelişki, “organik bütün” gibi kavramları, niceliksel tedricen gelişim ilkesine karşıtlıkla niteliksel dönüşümlü, sıçramalı gelişim gibi ilkeleri) paylaştıkları gözlenir. Ayrıca, Marx’ın incelemeleriyle düşünsel olarak kavrayışımıza sunduğu, tarihsel materyalizme içkin olan diyalektik, Hegel’in soyutladığı diyalektik ilkelerden bazı yönleriyle daha farklı daha gelişkindir. Althusser Marx İçin adlı eserinde bu iki diyalektik kavrayış arasındaki farkın köklü olduğu temasını işlerse de, Marx ve Engels’in tarihsel-diyalektik kavrayışının hangi ilkelerle/yaklaşımlarla daha gelişkin olduğunu ortaya koyamaz.
Marx ve Engels’in Felsefe Anlayışı
Marx, 24-27 yaşları arasında, yani 1842-45 yılları arasındaki dönemde, Hegel’in idealist sisteminden ve okuduğu diğer görüşlerden etkilense de, esasen bir materyalisttir. Marx, Hegel’in idealist felsefesini, 1843 yılından beri (Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi, 1844 Ekonomi-Politik ve Felsefe Elyazmalar) materyalist bir bakış açısıyla, zaten eleştirmektedir. Bu dönemde Marx’ın ve Engels’in düşüncelerinde Feuerbach’ın da etkisi görülür. 1843 sonlarından itibaren, Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisine Katkı. Giriş‘in, sonra 1844 Elyazmaları’nın ve Kutsal Aile’nin yazılmasıyla birlikte, klasik felsefi düzlemden, başka bir ifadeyle eski materyalist felsefelerin düzleminden çıkışın ilk belirtileri görülür. Ancak bu eserleri, Alman İdeolojisi-Tezler’le ya da Marx ve Engels’in daha sonra yazılmış diğer eserleriyle kıyaslayarak, felsefeye ve materyalizme tümüyle elveda denildiği sonucu çıkarılamaz. Bir süreç içinde klasik felsefe anlayışından bir çıkış yapılırsa da, yeni tipte bir felsefe anlayışına, tarihsel materyalist anlayışa geçiş gerçekleşir. Tarihsel materyalizm, materyalist felsefi anlayışta bir sıçrama olmanın yanı sıra, felsefe anlayışındaki bir değişimi de beraberinde getirir. Bu değişim, materyalizmin tarihsel bir perspektife kavuşturulması sürecinde komünist politik perspektifle birleşmesiyle birlikte gerçekleşir. 1842-48 yılları arasındaki “sentezlenme süreci”nin en kritik kesiti 1843 sonu ile 1846 yılları arasındaki bu geçiş ya da sıçrama dönemidir. Bu geçiş sürecinin yetkin ürünü, polemik olma özelliği olan Alman İdeolojisi’dir. Ancak, “sentezlenme süreci”nin daha pozitif, daha tam ve yetkin olan ilk ürünü Komünist Manifesto, Marksizm’in kaynaklarının başarılı sentezinin somut belgesidir.
Tezler, Marx’ın düşünsel gelişiminde gerçekleşen sıçramayı sembolize eden bir metin olarak ele alınabilir. Aynı zamanda, klasik materyalist felsefelerin düzleminden tarihsel materyalist anlayışa geçişin ortalama tarihini de verir. Tezler, Feuerbach felsefesini ve 18. yüzyılın mekanik materyalist felsefelerini eleştirmek üzere not alınır. Bu eleştiri Marx’ın oluşum halindeki yeni paradigmatik felsefi bakış açısıyla yapılır. Tezler, Marx’ın oluşum halindeki yeni perspektifinin işlevinin ne olacağı hakkında ipuçları verir. Kutsal Aile’de, 1844 Elyazmaları’nda, Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi ve bunun Giriş’inde, yeni tipte bir bakış açısı olan tarihsel materyalist anlayışın, görece geliştirilmemiş bazı yaklaşımları görülür. Marx ve Engels Alman İdeolojisi’ndeyse, tarihsel materyalist anlayışın görece geliştirilmiş bazı temel ilkelerini, derli toplu bir biçimde açıklar. Bu metinde, toplum ve tarih üzerine, tarihsel materyalist perspektifle formüller geliştirilir. Burada, ilk kez üretim güçleri, “karşılıklı ilişki” (Verkehr) gibi kavramların kullanımı ve geliştirilmemiş ilk biçimleri göze çarpar. Bu kavramlar henüz anlamsal kesinliğe sahip değildir. Çünkü henüz yeterli bilimsel inceleme yapılmamıştır. Felsefenin Sefaleti ile daha sonraki siyasal ve bilimsel çalışmaların hepsinde, tarihsel materyalist anlayış ya da paradigmayla bilimsel araştırmanın iç içe geçmiş bir bütünlük oluşturdukları gözlenir. Marx ve Engels’in, Alman İdeolojisi’nin yazılmasından ve özellikle de Komünist Manifesto’nun yazılmasından sonra, siyasal-felsefi (komünist-tarihsel materyalist) bir perspektifle, bilimsel değerlendirme yaptıkları, dolayısıyla yaptıkları bilimsel incelemelerle bu perspektifin birlikte geliştirildiği izlenir.
Bu noktada, Marx ve Engels’in Alman İdeolojisi’nde kendi düşünsel etkinliklerini nasıl algıladığına bakmak yararlı görünmektedir:
“Gerçeğin kendisi ortaya konduğunda, özerk felsefe varlık ortamını yitirir. Onun yerini, olsa olsa insanların gösterdikleri tarihsel gelişmenin gözlemlenmesinden çıkartılabilecek en genel sonuçların bir sentezi alabilir. Bu soyutlamalar, gerçek tarihten kopartılarak kendi başlarına ele alındıklarında hiçbir değer taşımazlar. Olsa olsa tarihsel malzemenin daha kolay sınıflandırılmasını, ayrı ayrı tabakalarının sıralanışını göstermeye yarar. Ama hiçbir biçimde, felsefenin yaptığı gibi, tarihsel çağları güzelce düzenlemeyi sağlayabilecek bir reçete, bir şema veremezler.” 20
Bu cümlelerde reddedilenin ne olduğu çok açık bir biçimde ortaya konmuştur. İdealist felsefi düzlem, “özerk felsefe” (spekülatif gevezelik) reddedilir. Bu cümlelerde, Marx ve Engels’in idealist spekülasyonu, bu felsefenin skolastik fikirlerini onaylamadığı ve yerdiği açıkça hissedilir. Spekülatif ve skolastik felsefe Hegel’in ve tilmizlerinin (genç-hegelciler) felsefesidir. Marx ve Engels bilimsel çalışmayı önemsediklerini belirttikten sonra, “tarihsel gelişmenin gözlemlenmesinden çıkartılabilecek en genel sonuçların sentezi”nden de bahseder. Bu “sentez”, tarihsel materyalist anlayıştan başka bir şey değildir.
Marx, Tezler’i ve Engels’le birlikte Kutsal Aile ile Alman İdeolojisi’ni yazarken, bir “geçiş süreci”ndedir. Henüz üretim ilişkileri üretim tarzı sınıf mücadelesi gibi kavramlar tümüyle ve net bir biçimde geliştirilmiş değildir. “Geçiş süreci”nde, iktisadi incelemelerde henüz yeterince derinleşmemişlerdir. Ancak Marx ve Engels, 1843 sonları ile 1846 yılları arasındaki “geçiş sürecinde”, yeni bir anlayışın ilk formüllerini şekillendirir. Bu anlayış tarihsel, materyalist ve diyalektik bir paradigmadır; özerk yapıda (spekülatif gevezelik), kapalı bir felsefi sistem değildir. Tarihsel materyalizm, Marx’ın iktisadi toplum bilim araştırmalarına çerçeve oluşturan, bu araştırmalara uygun bir zemin sunan, kapitalist üretim biçiminin bilimsel incelemesi üzerinden daha da zenginleşen bir paradigmadır. Yaşamda bir bakış açısı anlamına gelen bu felsefi perspektif, komünist politik mücadeleyle ve dolayısıyla bu yöndeki siyasal değerlendirmelerle ilişkilidir. Örneğin Tezler’in bütününe ve Alman İdeolojisi’ne bakıldığında, düşüncelerle toplumsal pratik arasındaki diyalektik bağ kavrandığından toplumsal olaylara karşı alınacak tavırla materyalizm ilişkilendirilir ve pratikteki gerçek materyalist tutum, devrimci (komünist) politik mücadele olarak görülür. Tarihsel materyalist anlayış, “geçiş süreci”nden sonraki siyasal çalışmalarda (Komünist Manifesto ve Fransa’daki sınıfsal ilişkilerin değerlendirildiği “üçleme”de) siyasal analizin, bilimsel çalışmalarda (kapitalist üretim biçiminin analizinin yapıldığı Ekonomi-Politiğin Eleştirisine Katkı ve Kapital’de) bilimsel incelemenin dokusunda bulunur. Örneğin Komünist Manifesto’da, tarihsel materyalist anlayışla komünist politik faaliyet aşikar biçimde ilişkilendirilmektedir. Felsefi boyutun, bilimsel boyut ve politik perspektifle oluşturduğu bu düzenli örüntü Marksist teorik sistemin bütünlüğünü sağlar.
Marx ve Engels “geçiş dönemi” çalışmalarıyla, materyalist felsefe geleneğine tarihsel değerlendirmeyi ve diyalektik mantığı dahil eder. Tarihsel materyalizmin doğuşundan önce, 18. yüzyılda İngiliz ve Fransız materyalizmi gelişmiştir. Bu dönemin materyalistleri, birey ve doğanın yanı sıra toplumsal konularda da görüşlerini dile getirir; ancak onlar, düşüncelerle toplumsal koşullar arasındaki ilişkiyi mekanik/anti-diyalektik bir biçimde kavrar. Bu filozoflar “tek yanlı” yaklaşımlarıyla, insanları edilgen düşünce sahibi tekil varlıklar olarak görüp, onların toplumsal etkin pratiklerini ve oluşturduğu toplumsal ilişkilerdeki çelişkileri kavrayamaz. Yine, toplumsal ilişkilerin çeşitli ideolojilerde düşünsel temsiller şeklinde nasıl yansıtıldığı konusuna eğilmez, ideolojilerin ve düşüncelerin oluşumundaki toplumsal mekanizmayı dikkate almazlar. Bu klasik felsefeler, dönemin bilimsel gelişim düzeyi ve bilimin genel paradigmatik yapısı dikkate alındığında, doğanın bilimsel incelemesiyle uyumlu yorumlar içerir ve bu incelemeleri felsefi açıdan anlamlandıran bir temel sunar. 17-18. yüzyıl doğa bilimlerinin paradigması, Galilei, Newton, Copernicus, Kepler ve diğer bilim adamlarının paylaştığı kabullerden ve ortaya koydukları yasaların dayandığı ilkelerden oluşur. Gözlemden/deneyden bağımsız nesnel yasa anlayışı, mekanik nedensellik, atomcu/indirgemeci anlayış bu ilkelere örnek olarak verilebilir. Ancak toplumun/tarihin bilimsel incelemesi için klasik materyalist temsil, yeterli bir temel zemin ya da çerçeve sunmaz. Çünkü tarih ya da toplum öznelerin pratiğini, düşünsel temsillerin oluşumunu ve geliştirilmesini de içerir. Mekanik materyalistler, gerçekliğin bir temsilini kendi felsefelerinde, düşüncelerinde oluştururken, bu düşünce biçiminin, felsefelerin, gerçeklikteki yerini, işlevini ve sınırlarını göremez. Bir düşünsel temsilin öğelerinin tek tek nasıl oluştuğunu değil de, ayrı ayrı temsillerin nasıl oluştuğunun açıklamasını, farklı bilinç biçimlerinin gerçeklikteki yeri, işlevi ve oluşum/gelişiminin değerlendirmesini, klasik materyalist felsefeler yapamaz. Onlar daha çok, toplumun, akla uygun ve değerli saydıkları ilkeler temelinde düzenlenmesini ister.
Oysa, varlığın, gelişiminin belli bir evresinde toplumsal/tarihsel varlık durumuna gelmesi ve düşünceler üreterek kendi gelişimini kavramasında, tarihsel süreç içinde gerçekleştirdiği diyalektik ilerleme ve gerçekliğin bütünsel gelişiminde, varlıkla düşünce arasındaki etkileşimli ilişki kavranmalıdır. Bu kavrayış, ayakları üzerine oturtulmuş, idealizm yerine materyalist bakış açısıyla ele alınmış diyalektik mantığın; İdea’nın değil varlığın, gerçeklikteki gelişimin diyalektik mantığının kavranışıdır. Tarihin, toplumların gelişiminin bir mantığı olduğuna inanılması, toplumsal varlıklarla düşünceler arasındaki ilişkiyi de içeren, gerçekliğin diyalektik bir mantığının var olduğunun kavranılması, tarihsel materyalizme geçişte yakalanan kritik halkadır. Bu noktada, diyalektik mantığın ve tarihin felsefi yorumunun, Hegel felsefesinin mirası olduğu belirtilmelidir. Ancak bu miras, Marx ve Engels tarafından aynen devralınarak kullanılan bir şablon olarak görülmemelidir. Tarihsel materyalizmin sahip olduğu diyalektik mantık, zaman içerisinde Marx ve Engels tarafından giderek geliştirilir. Tarihsel materyalizm, toplumsal/tarihsel gerçekliğin diyalektiğini soyutlayan realist bir perspektiftir. Tarihsel materyalizm, toplum/tarih bilimlerindeki incelemeler için realist ideolojik bir kılavuz ya da anlamlandırıcı bir paradigma olabilmektedir.
Materyalist felsefi ön kabuller olmadan, hiçbir konu bilimsel açıdan ele alınamaz21 . İdealist felsefeler oluşturulurken, bilimsel bilgilerden yararlanılsa da, bu felsefeler bilimsel incelemeye uygun bir perspektif sunmaz. Bilimsel araştırmalarda, incelenen konuya katıksız ampirik bir yaklaşım mümkün değildir. Örneğin tarihsel materyalizm, kapitalist toplumların üstyapısal öğelerinin bilimsel incelemesi yapılırken, bu incelemeyi şekillendiren bir yaklaşım ya da paradigma olarak işlev görür.
Demek ki, Tezler’de ve Alman İdeolojisi’nde geliştirilen, bir tarih anlayışıdır.Alman İdeolojisi bir tarih araştırması/incelemesi değildir. Marx ve Engels bu eserde, tarih ve toplum üzerine sahip oldukları dönemin bilgilerine dayanarak bazı soyutlamalar yapar. Marx ve Engels bu metinde, sahip oldukları iktisadi, tarihsel, siyasal bilgileri değerlendirip idealist tarih anlayışını eleştirir; tarih ve toplum hakkında bazı soyutlamalar yaparak perspektiflerini geliştirir. Marx yıllar sonra yazdığı Ekonomi-Politiğin Eleştirisine Katkı ve Kapital gibi eserlerinde bile klasik anlamıyla bir tarih bilimi incelemesi yapmaz. Amacı kapitalist üretim biçiminin kapsamlı bir değerlendirmesini ve eleştirisini yapmaktır. İdeolojilerin, devletin, sanatsal üretimlerin, siyasal olayların birlikte kronolojik bir çizgi üzerinde bütünsel gelişimini, tarih bilimi kapsamında ayrıntılarıyla incelemez. Klasik bir tarih yazımı niyeti olmadan, daha çok kapitalizm çağıyla sınırlı, dev boyutlu bir teorik çalışmayı yapmayı planladığı, ancak ömrünün Kapital’in ilk cildini yayınlamaya yettiği bilinir. Yine de, kapitalist üstyapısal öğeler üzerine yaptığı incelemelerden, tarihsel materyalist perspektif kapsamında yer alan bazı sonuçlara ve soyutlamalara ulaşır. Engels’le birlikte, bunların işleyiş, oluşum mekanizmaları ve gelişimlerindeki temel eğilimler üzerine saptamalar yapar…
1846’dan yıllar sonra Engels’in anlayışlarına, doğa bilimlerindeki bilgileri yorumlamaya çalışarak bazı felsefi katkılar yapmaya çalıştığı, görüşlerini daha genel bir materyalist perspektife dayandırmaya çalıştığı da doğrudur (Doğanın Diyalektiği, Anti-Dühring). Ancak bu çalışmalar, fikir jimnastiği olarak görülemez ve skolastik bir doğa felsefesi oluşturmak için yapılan çalışmalar değildir. Engels, Marx’la beraber kararlaştırdıkları bir işbölümü uyarınca, doğa bilimlerindeki gelişmeleri izleme görevini kendi üzerine alır. Ancak, bu işbölümüne ve Engels’in doğanın diyalektiği üzerine değerlendirmelerine bakarak, Marx’ın bilimsel incelemeyle, Engels’in diyalektik mantık ve felsefeyle uğraştığı, birbirlerine zıt eğilimlerle çalışmalar yaptıkları sonucuna varılamaz. Pekiyi ama Engels’in, 1840’lı yıllarda gözlenen paradigmatik sıçramanın gerçekleşmesinin üzerinden yıllar geçmesine rağmen, doğa bilimleri alanıyla ilgilenip, bu alan üzerinden felsefi soyutlamalar yapma çabasına nasıl bakmalıdır?… “İhtiyar” Engels’in bu alandaki çabası, “Avrupa Marksizmi”nin “çaplı” temsilcileri tarafından çoğu kez suçlanır. Lukacs’ın yorumu buna örnektir:
“Yöntemin toplum-tarihsel gerçeklikle sınırlı tutulması çok önemlidir. Engels’in diyalektiği yorumlama biçiminden kaynaklanan yanlış anlamalar, aslında Engels’in -Hegel’in verdiği yanlış örneğe dayanarak- diyalektik yöntemi doğa bilgisine de genelleştirmeye kalkışmasından ileri geliyor. Çünkü diyalektiğin asıl belirleyicileri (determinantları) şunlardır: Özne ile nesne arası karşılıklı etkileşme teori ile pratiğin birliği kategorilerin düşüncede uğradığı değişmelerin kök-nedeni olarak onların temelindeki tözde, yani gerçeklikte meydana gelen tarihsel değişmeler.”22
Oysa, Engels’in felsefi yorumlarıyla, doğanın diyalektiği üzerine değerlendirmeleriyle ne yapmaya çalıştığını anlamak gerekir. Bu çalışmalar, özünde materyalist anlayışın ve diyalektik mantığın zenginleşmesine katkı olması niyetiyle yapılır. Özerk bir felsefi sistem oluşturmadan, doğa bilimlerindeki gelişmelerin değerlendirilmesi, felsefi açıdan yorumlanması dünyanın materyalist kavranışında ve gerçekliğin işleyiş ve gelişim mantığı olan diyalektiğin anlaşılmasında önem taşır. Tarihsel materyalistler, doğanın ve doğanın tarihinin (gelişiminin) yorumlanmasında da materyalisttir. Üstelik, tarih içerisinde, insan pratiği ve düşüncesinin doğayla etkileşiminin ürünü olan doğa bilimleri incelenerek, bu etkileşimin yolu bilimsel çalışmanın mantığı da kavranır. Elbette, Engels’in yaşadığı dönemdeki doğa bilimleriyle ulaşılan sonuçlardan bazıları günümüzde aşılmış durumdadır. Görelilik ve kuantum teorisi gibi bilimsel ilerlemelerle birlikte “paradigma kaymaları” da gerçekleşmiş bulunmaktadır. Uzun bir süredir Marksistlerin, diyalektik mantığı geliştirmek için doğa bilimlerinin sunduğu bilgileri yorumlamayı büyük ölçüde ihmal etmiş olduğu görülmektedir. Engels’in “doğanın diyalektiği” konusunda sonuca ulaştırmadığı saptamalarını ve bazı geliştirilmemiş formüllerini tekrarlamaktan başka bizim bildiğimiz kadarıyla Marksistler tarafından, bu konuda yoğun bir çaba gösterilmemektedir.
Öte yandan, Engels’in bazı cümleleri, yazdıklarının bağlamı içerisinde değil de, izole edilerek ele alınırsa yanlış sonuçlara varılabilir. Engels, Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu adlı eserinde şöyle yazar:
“Ama bu anlayış (Marksist tarih anlayışı -MB), tarih alanında felsefeye son vermiştir, tıpkı diyalektik doğa anlayışının da her çeşit doğa felsefesini gereksiz olduğu kadar olanaksız kılması gibi. Her alanda, artık, kafasında birtakım zincirlenişler kurup tasarlamak değil ama onları olayların içinde bulup çıkarmak söz konusudur. Böyle yapılınca doğadan ve tarihten sürüp atılan felsefeye, ancak salt düşünce alanı, demek ki düşünme sürecinin kendi yasalarının öğretisi yani mantık ve diyalektik kalıyor, o da salt düşünce alanının hâlâ varlığını sürdürmesi ölçüsünde.”23
Bu cümlelerden ikincisindeki “her alanda, kafasında birtakım zincirlenişler kurup tasarlamak” ifadesiyle Engels, “klasik Alman felsefesi”nin “klasik” bir özelliğini belirtir. Aktarılan satırlar, eser içerisinde “klasik Alman felsefesi”nin değerlendirilmesi bağlamında yer alır. Zaten yazdığı eserin adında da, neyin “sonu”nun geldiğine vurgu yapar. Engels aktarılan alıntıda, “tarih alanında felsefe” ifadesiyle, Hegel’in felsefesine gönderme yapar; “her çeşit doğa felsefesi” ifadesiyse, Feuerbach, Moleschott, Büchner, Vogt’un felsefelerine işaret eder. Pekiyi, “Marksist tarih anlayışı” ve “diyalektik doğa anlayışı” ifadeleri ne anlama gelmektedir?.. Alıntılanan cümlelerde “klasik” spekülatif felsefi uğraşı (spekülatif “geviş getirme”) eleştirilmekte, Feuerbach ve diğer doğa felsefecileriyle birlikte Hegel’in felsefesinin de tarihsel olarak aşıldığı belirtilmektedir. Bunlar ne ile mi aşılmaktadır? Marksist tarih anlayışı ve diyalektik doğa anlayışıyla; bahsettiğimiz “klasik” özelliği taşımayan bu perspektiflerle… Klasik Alman felsefesinden miras olan ve geriye kalanınsa, diyalektik mantık olduğu vurgulanır. Engels bu satırların biraz ilerisinde şu cümlelerle, 1848 devrimi sonrasında Almanya’nın siyasal bir gericilik dönemine girdiğini belirterek, yazdığı kitapçığı bitirir:
“1848 devrimi ile birlikte ‘kültürlü’ Almanya, teoriye yol verdi ve pratiğe geçti (…) kurgu, tapınağını hisse senedi borsasına kurmak üzere filozofun çalışma odasından gitgide daha çok uzaklaştıkça, kültürlü Almanya, en büyük siyasal gerileme döneminde, Almanya’nın şanı olmuş olan o büyük teorik anlayışını (…) (bilimsel araştırma anlayışını -MB) yitiriyordu (…) Ve felsefe de dahil, tarihsel bilimler alanında, eski uzlaşmaz teorik zihniyet, klasik felsefe ile birlikte, boş bir seçmeciliğe, kariyer ve gelir kaygılarına yer vermek, ve en bayağı bir ikbal avcılığına kadar düşmek üzere gerçekten tamamıyla yok oldu. Bu bilimin resmi temsilcileri, burjuvazinin ve bugünkü devletin ilan edilmiş ideologları oldular (…) (Sonuçta -MB) Alman işçi hareketi, klasik Alman felsefesinin mirasçısıdır.”24
Althusser’in birçok alanda sahip olduğu yanlış görüşlerinden bir diğeriyle, bu noktada da karşılaşılmaktadır. Althusser, üzerinde durduğumuz ve yukarıda aktarılan cümlelerinden yola çıkarak, Engels’i “pozitivist” olmakla niteler. Üstelik, kendi görüşlerini kabullendirmek için, Lenin’in felsefi çalışmalarını kendince yorumlarken, Lenin’in adının oluşturduğu etkiyi kullanma cüretini de gösterir. Althusser, Engels’in yukarıda alıntıladığımız cümlelerini bakın nasıl anlamaktadır:
“Felsefe görevini tamamlamıştır. Şimdi yerini bilime bırakmalıdır. Bilimler ilişkilerinin birleştirici bütünleyici organik sistemini bilimsel anlamda gösterme durumuna geleli beri, artık ne bir doğa felsefesine (Naturphilosophie) ne de bir tarih felsefesine (Geschichtephilosophie) ihtiyaç kalmıştır.
“Felsefe için ne kalır bunların dışında? Bir nesne: Diyalektik, yani düşüncenin ve doğanın en genel kanunları (ama bu kanunları da bilimler sağlar). Öyleyse bilimler tarihinden çıkarılabilecek olan düşüncenin kanunları kalıyor geriye (…) Engels (…) kendini pozitivizmden gerçek anlamda kurtarmış değildir.”25
Engels’in yazdıklarında yer alan “Marksist tarih anlayışı” ve “diyalektik doğa anlayışı” yerine, bir çırpıda “bilimler” kelimesi geçiriliverir… Elbette Engels, bilimsel çalışmaları önemser ve “zincirlenişleri olayların içinde bulup çıkarmak”tan da bahseder. Ancak Engels pozitivist değildir. Althusser’in Engels’i, “pozitivizm”le yaftalaması doğru değildir. Aslında Engels’in materyalist felsefeyle bilim arasındaki ilişkiye dair görüşünü, şu satırlar özetler niteliktedir:
“Materyalizm, doğa bilimleri alanında çağ açan her yeni buluş ile kaçınılmaz olarak biçimini değiştirmek zorundadır; ve tarihin kendisi de materyalist bir yoruma tabi tutulalı beri burada da yeni bir gelişme yolu açılmaktadır.”26
19. yüzyıldan bu yana, felsefi büyük sistemlerin kurulması yerine, bilimsel gelişmelerin doğurduğu sorunlar üzerinden felsefi tartışmaların yapıldığı görülmelidir. Örneğin, kuantum teorisi, görelilik teorisi gibi bilimsel atılımlar, idealist ve materyalist yorumcular arasında çeşitli tartışmalara yol açmıştır. Tarih/insan bilimleri alanındaysa, daha dar bölmelerde post-yapısalcılık, post-modernizm gibi bazı felsefi perspektiflerle yapılan çalışmalar yaygınlaşmaktadır. Bir yandan da dil felsefesi, pozitivizm, yapısalcılık, varoluşçuluk, bilim felsefesi gibi alanlar oluşmuştur. Materyalizm ve idealizmin tarihsel seyirle birlikte güçlendiği/zayıfladığı, atılım yaptığı/köreldiği dönemler olur. Tarihte genel ve ortalama bir eğilim olarak, materyalist/realist görüşlerin zamanla derinleşip yetkinleştiğinden bahsedilebilir. Ancak bir o kadar da, kitlelerde metafizik mistik idealist görüşlerin yaygınlaştığından bahsedilebilir. İnsanlığın çeşitli toplumsal pratikleri üzerinden türeyen realist ve metafizik ideolojiler arasındaki savaşımda realist ideolojik üretimin ve genel olarak materyalizmin nihai ve kalıcı zaferi, ancak komünizmin ileri bir döneminde gerçekleşebilecektir. Bu durum doğal ve toplumsal süreçler üzerinde ne ölçüde ve derinlikte egemenlik kurulduğuyla ilişkilidir.
Toparlanırsa; “tarihsel diyalektik materyalizm”in, doğa ve toplum bilimlerinin sunduğu verilerin yorumlanmasıyla, gerçekliğin soyutlanmış diyalektik mantığını içermesi; bilim dallarının ortak ilkelerine, kavramlarına, yaklaşımlarına işaret etmesi ve bilimsel incelemeleri anlamlandırıcı bir çerçeve oluşturması, onun “paradigma” özelliğini gösterir. “Tarihsel diyalektik materyalizm”, realist, bilimsel düşüncelerle uyumlu felsefi bir perspektif ya da paradigmadır.
“Paradigma”nın anlamı
Doğa bilimleri alanında, paradigmaların kuruluşu öncesindeki “bunalım” dönemini ilk tasvir eden Kuhn’dur. Kuhn, bilimsel ilerlemenin doğası konusunda kısmen sağlıklı değerlendirmeler yapar. O’na göre, bilimsel ilerleme birikimci bir tarzda gerçekleşmez. Bilim tek tek keşif ve icatların birikmesiyle değil, “bilimsel devrim”, “olağan bilimsel faaliyet”, “bunalım” ve “yeni bir paradigmanın kuruluşuyla birlikte gerçekleşen yeni bir bilimsel devrim”27 dönemlerinin birbiri ardına gelmesiyle ilerler. “Bilimsel gelişmedeki büyük dönüm noktaları” olan bilimsel devrimlere örnek olarak Copernicus, Newton, Lavoisier, Maxwell, Einstein gibi isimlerin çağrıştırdığı bilimsel başarılar verilir. Örneğin, Copernicus ve Kepler’in, yeni bir paradigma kurarak astronomi biliminin temellerini atmasından önce, astrolojinin ideolojik söylemleri, Tycho Brahe’nin sayısız ölçüm ve gözlemleri bulunur. Bilimsel devrim öncesinde rakip paradigmalar birbirleriyle yarışır. Her biri, inceleme konusu olan fenomenleri kısmen açıklayabilir ve her biri için kendi yapısıyla uyuşmayan gözlemler vardır. İçlerinden biri, temel bir ya da birkaç yasanın ortaya koyulmasıyla bu fenomenlerin ve aykırı gözlemlerin açıklamasını yapar. Bu paradigma, kendisinden çıkarılan öngörülerin deneyle gösterilmesiyle bilim adamlarını bir süre sonra ikna eder. Çoğu kez bu ikna süreci, eski paradigmayı savunmakta direnen bilim adamlarının dışlanması ya da ölmesiyle ve yeni kuşak bilim adamlarının yeni paradigmayı benimseyip, bu çerçevede olağan bilimsel faaliyetlerini gerçekleştirmeleriyle tamamlanır. Yeni paradigmalar, bakılan sürecin olayın farklı algılanmasını temsil eder. Kuhn bu durumu, bir görsel kalıptan (Gestalt’tan) diğerine atlama örneklerine (genç-yaşlı kadın, ördek-tavşan figürü) benzetir. Yeni paradigma, eskiden kullanılan kavramlar, terimler arasındaki ilişkileri, kavramlar setini ya da ağını deneylerin düzenlenme biçimini vb. değiştirir. Çoğunlukla, yeni paradigmanın ortaya konması bunalım belirtilerinin üzerinden birkaç yıldan daha uzun bir süre geçmeden olur. Bir/bir kaç keşif, yasa ya da teorinin ortaya konmasıyla beliren yeni paradigmayı, çoğu kez eski paradigmalardan biriyle kendini sınırlamamış çok dar bir uzmanlık alanı içine girmemiş, genç yaştaki insanlar geliştirir.28
Kuhn’un kusuru, saptamalarını toplumsal yapı içerisine oturtamayışı ya da toplumsal ilişkilerle bağlantılı bir şekilde soyutlamalarını yapamayışıdır. Kuhn, bilimsel başarıları, tarihsel dönemlerin genel dünya görüşü çerçevesi içerisinde dikkate almaz. Bilimsel ilerlemenin doğası üzerine geliştirdiği tezlerin, bilimi sanat ve felsefe gibi alanlarda kaydedilen başarılardan ayırt eden özelliklere işaret ettiğini düşünür.29 Kuhn, “bunalım dönemleri”nin “bilimsel devrim”le aşılması sürecinde,, bir paradigmanın rakip paradigmalara üstün gelmesinden bahsederken, rakip bilimsel yaklaşımları/ anlayışları da “paradigma” kelimesiyle adlandırır. Kuhn, “siyasi devrim” ile “bilimsel devrim” arasında biçimsel bir benzerlik, koşutluk bile kurmuştur.30 Ancak, bilimsel ilerlemeyi, bilim adamları topluluğuyla sınırlı bir “toplumsal” boyutta ele almanın ötesine gidemez. Yine, paradigmanın anlamını, bilimsel alan içinde kalarak genişletmek mümkün görünür.31 Ayrıca, bilimsel düşünceleri, diğer alanları da içeren daha genel bir “dünya görüşü” düzeyinde değerlendirmek de mümkün olabilir.
Bu noktada, tarihsel materyalizmin kuruluşuna ilişkin bilgilerimizi, Kuhn’un yaklaşımının getirdiği çağrışımlarla birleştirilebiliriz.
Avrupa’da ortaçağ boyunca, feodal toplumsal üretici güçler-üretim ilişkilerinin gelişimindeki göreli durgunluk, sınıflar arası çelişkilerin toplumsal ilişkileri ilerleten yönündeki güdüklük, felsefi, siyasal, sanatsal, bilimsel alanlardaki göreli durgunluğa ve çelişkilerin korunmasına, statükoya yarayan dinsel metafizik ideolojik kalıpların derinleşmesine, yayılmasına yol açar. Toplumsal yaşamda sınıflar arasındaki çelişkilerin yeterince yoğunlaştığı ve dönüşüm gösterdiği, eski feodal üretim tarzının çözülüşü ve yeni toplumsal ilişkilerdeki çelişkilerin, kapitalist üretim tarzı çerçevesinde kuruluşunun gerçekleştiği dönemde, büyük çaplı, dönemin toplumsal gerçekliğindeki değişimle uyumlu ve ilerici siyasal arayışlar, bilimsel, sanatsal, felsefi üretimler oluşur. Bu dönemde dört büyük alanda gerçekleşen üretimlerin, geniş bir ideolojik spektrum gösterdiği doğruysa da, kimi örneklerde metafizik, realist, ütopik vb. çeşitli fikirlerden oluşan karışımlar gözlenirse de, ağırlıklı olarak, dönemin toplumsal gerçekliğindeki değişim eğilimine uygun, “realist” temel eğilimler, açıklamalar/yaklaşımlar içermeleri, toplumsal ilişkilerdeki çelişkilerin ilerletici yönünü temsil etmeleri yüzündendir. Bu dönemde bunlarla, metafizik, mistik ideolojik kalıplar ve arayışlar, açıklamalar arasındaki savaşım belirgindir. Örnek olarak, kabaca Büyük Fransız Devrimi’ne kadarki dönemde Avrupa’da, bu dört alanda gerçekleşen büyük atılımlar verilebilir. 16. yüzyıldan Aydınlanma dönemine kadarki tarihsel süreçte Avrupa’da, İngiliz ve Fransız materyalist felsefesini, doğa bilimlerindeki büyük ilerlemeleri, siyasal düşüncelerdeki gelişmeleri ve edebiyat, müzik gibi alt-alanlarıyla beraber sanattaki atılımları düşünmek, bunu görmeye yeter. Bu atılımlar, çeşitli alanlarda ve alt-alanlarda az çok ortak olan özellikleri ve yönleriyle, genel hatlarıyla ilerici bir dünya görüşünün kuruluşunu gösterir. Avukatlardan, hekimlerden, politikacılardan, bilim adamlarından, filozoflardan, aydınlardan oluşan “burjuvazi”nin (yurttaşların), bütün bu ilerici üretimleri, onların “eski düzen”le (ancien régime) oluşturduğu karşıtlıkta ilerletici kutbu temsil etmeleriyle ilişkilidir. Bu alanlardaki atılımlar ya da “devrimler”, bilimsel aktivitelerdeki devrimlerin yanı başında, “toplumsal devrim”in sanat, siyaset ve felsefe alanlarındaki üst-yapısal bileşenleri olur.
Doğanın birçok temel gücü ve olgusuna egemen olmayı getiren, doğa bilimlerindeki büyük atılım dönemi Avrupa’da, kabaca “yeni çağ”la birlikte başlar. Toplumların geleceği ve tarihsel akış üzerinde insani olgular ve süreçler üzerindeyse, bu çağda “bilinçli” bir egemenlik kurulması mümkün değildir. Toplumsal ilişkilerin, ideolojilerin insani olguların oluşum ve gelişim mekanizmalarını realist bir biçimde açıklamak ancak bu oluşum ve gelişim üzerinde bir denetim kurma potansiyeli oluştuğunda mümkün olabilir. Komünizm ve tarihsel materyalizm, bu potansiyelin oluşmasıyla birlikte 19. yüzyılda doğar.
19. yüzyılla birlikte “burjuvazi”nin bir bölümü kapitalist sınıfın “organik aydını” olurken, bir kısmı da proletaryanın çıkarlarına siyasi/ideolojik bağlanma göstermeye başlar. Komünizm ve tarihsel materyalizm, kapitalizmin belirli bir gelişme aşamasında gözlenen toplumsal ilişkilerdeki çelişkilerin ilerletici yönünü temsil eder ve böylelikle ilerici bir ideolojinin/teorinin bileşeni olarak kurulur. Artık toplum bilimde, felsefede sanatta gerici tutucu egemen sınıfın yönelimine karşı ilericiliğin temsilini komünizm/tarihsel materyalizmle ilişkilenen çalışmalar yapmaya başlar. Elbette bu süreç devam etmektedir. Bu noktada, reel sosyalizmin söz konusu alanlarda gerçekleştirdiği üretimlerle emperyalist sistemin üretimlerini hatırlamak gerekir. Kapitalist toplumsal dünya, komünist toplumsal dünyaya dönüşürken, bu dünyaların, Hegel terminolojisi kullanılarak belirtilebilir ki, “ilkeleri”, “tini” ya da görüşü de değişir. Kapitalist toplumsal dünyanın görüşü ya da “ilkesi”, kendi çağının deneyimiyle test edilir, “aşılır” ya da “yadsınır”. Bu deneyim sürecinde komünist toplumsal dünyanın ana ilkesi, “tini” ya da görüşü oluşur.
Marksizm, tarih ve toplumsal gelişmeyi neredeyse tümüyle göz ardı eden klasik materyalizm türlerinden ve bu gelişmeyi idealist biçimde baş aşağı kavrayan Hegel’in felsefi anlayışından farklı olarak, yakın çağın tarih/toplumu ile bu toplumların değişim/dönüşümünü (feodalizmin çözülüşü kapitalizmin gelişimi ve devrilişini) değerlendiren farklı ve yeni bir görüş olarak doğar. Marksizm’in kurucu paradigmasıysa, tarihsel materyalizmdir. Marksizm’in ve tarihsel materyalizmin doğuşunun nasıl olduğunu açıklamak için, dar bir uzmanlık alanıyla kendilerini sınırlamamış genç yaştaki Marx ve Engels’in dünyaya geldikleri ve yaşadıkları dönemin koşulları hakkında, tarihsel bir değerlendirmeye sahip olmak gerekir.
Toplumsal değişim/dönüşümün ve kapitalist üretim biçiminin işleyişinin genel kurallarının bilinçte yansımasını bulması için, soyutlanması için değişimin siyasetin toplumsal hareketlenmelerin belirli bir gelişim düzeyine ulaşması, kapitalist üretim tarzının oluşturduğu toplumsal ilişkilerin çeşitli yönleriyle kurulmuş ve çelişkilerini biriktiriyor olması gerekir. Ayrıca, tarihsel materyalizmin kuruluşu öncesinde bu ilişkilerin ve çelişkilerin parçalı biçimde yorumlandığı, değişik fenomenlerin izole soyutlamalarının yapıldığı belirtilmelidir. Tarih/toplum bilimleri alanında organize edilmemiş, bir sistem dahilinde bütünleştirilmemiş bilgi ve yaklaşım yığını tarihsel materyalizmin kuruluşu öncesinde hazırlanmış durumdadır. Marx ve Engels’in gençlik döneminde Avrupa’da, toplum/tarih alanında çeşitli yaklaşımlar arasındaki rekabet belirgindir. Marx ve Engels’in kurduğu teorik sistem öncesinde, Alman felsefesi (özellikle G. W. F. Hegel); İngiliz iktisadi incelemeleri (Adam Smith, David Ricardo, James Mill ve diğerleri) Fransız ve İngiliz materyalistleriyle politikacılarının felsefi-siyasal görüşleri (18. yüzyıl Aydınlanma döneminin materyalistleri, Büyük Fransız Devrimi’nin siyasal kadrolarından Maximillien de Robespierre, Saint Just ve diğerleri, Saint Simon, Charles Fourier, Robert Owen, Etienne Cabet, Flora Tristan gibi ilerici ütopyacılar, Proudhon, Babeuf, Blanqui ve diğerleri); Aydınlanma dönemi aydınlarının toplumsal görüşleri (Montesquieu, Rousseau, Voltaire, Condorcet ve diğerleri) ve Fransız tarihçilerinin toplumsal sınıflar ve sınıf mücadelesi gibi kavramları betimsel tarzda da olsa kullandıkları tarih yazımı denemeleri (François Qesnay, Benjamin Costant, Augistin Thiery, Mignet, Guizot, Thiers ve diğerleri) rakip yaklaşımlar olarak halihazırda bulunur. Bu yaklaşımların sahip olduğu, akılcılık, insan aklına duyulan güven, “Robinsoncu” bakış açısı, ilerleme ve özgürlük düşüncesi, dine/metafiziğe karşıtlık gibi az çok ortak olan ilkelerden, değerlerden ve paradigmatik kavramlardan da bahsedilebilir. Yine bu yaklaşımlarla toplum/tarih konusunda birçok kavramın gözlem sonucunun, bilginin ve perspektifin biriktiği kesindir. Ortada yeterli bir eylem, bilgi, deneyim ve görüş birikimi bulunmaktadır. Bunların çoğunda, görece realist olan ama yetersiz ve dönemin koşullarını yansıtan düşünceler, sınıflar arasındaki toplumsal ilişkilerin ve insanların doğayla olan ilişkilerinin değişiminde, bu değişimin, ilerici, dönüştürücü yönü ile tutucu, muhafaza edici, gerici yönü arasındaki savaşımda, genel olarak ilerici yanı temsil eder.
Marksizm öncesi burjuva siyasal iktisatta fizyokratların, merkantilistlerin, klasik iktisatçıların oluşturduğu çeşitli ekoller bulunur. Bu ekoller, belirli tarihsel evrelere karşılık gelir ve her bir evrenin temsilcileri, bir önceki evrenin temsilcilerinin görüşlerini eleştirir. Bu eleştiriler tarihsel olarak mümkün olduğundan yapılabilir. Başka bir ifadeyle, kapitalizmin gelişim göstermesiyle birlikte oluşan toplumsal çelişkiler eleştirilerin kaynağıdır. Böylelikle, kapitalist sınıfın dünya görüşünün bir bölmesini oluşturan siyasal iktisadın yaklaşımı tarihsel gelişimle birlikte değişir. Marx’ın siyasal iktisat eleştirisiyse, tarihsel yeni bir dönemin açılışına işaret eder. Bu eleştiri kapitalist sınıfın değil işçi sınıfının çıkarları açısından yapılır. Marksizm’in kapitalizm eleştirisi devrimcidir; çünkü, Marksizm doğduğunda kapitalizmin geliştire geldiği çelişkilerin kökleriyle kavranması ve aşılma yolunun görülmesi olanaklıdır.
Sonuçta, burjuva devriminin, kapitalist üretim biçiminin, tarihsel/toplumsal gelişimin yakın dönemdeki durumunun ve gelişme/dönüşme eğiliminin en kapsamlı ve bütünsel açıklamasını Marksizm yapar. Marksizm’in kurucu paradigması olan tarihsel materyalizm bahsettiğimiz birikimin üzerinde tarihsel bir sentezle doğar. Bu paradigma eski dünya görüşünün bazı ilerici yönelimlerini muhafaza ederek geliştirir ve onları tarihsel olarak kapsayıp aşarak onlardan farklı bir görüşü oluşturur.
Toplum bilimlerinde realist ve bilimsel yaklaşımların kurulmasında, Marksizm’in yapmış olduğu büyük atılım da, emekçilerin Marksist sistemin realist düşüncelere katkılarını, çok daha zenginleşmiş ve farlılaştırılmış bir içerikle benimseyecekleri komünizm dönemiyle birlikte sürecektir. Komünizmde, “tarih öncesi”nin sınıflarıyla birlikte bu evre’nin tortusu olan gerici tutucu metafizik her türden değer ve ideoloji yok olacak; tarihin bilinçle yapıldığı evre’nin başlangıcıyla birlikte realist, bilimsel, ilerici ideolojiler düşünsel üretimde egemen olup, insanlığın biriktiregeldiği en iyi en ileri değerlerin estetik/sanatsal üretimlerin korunup geliştirilmesinin yanı başında dünyamızın görüş spektrumunu oluşturacaktır. İşte o zaman doğa bilimleriyle toplum bilimleri arasındaki uçurum ortadan kalacak ve bunlar, komünist dünyanın görüş spektrumunda, realist/bilimsel düşüncelere sahip, birbiriyle uyumlu birer bileşen durumuna gelecektir.
Dipnotlar ve Kaynak
- Realist ve metafizik ideolojiler arasında yaptığımız ayrımın, Mannheim’ın “ütopya” ve “ideoloji” arasında yaptığı ayrıma benzediği belirtilebilir. Mannheim eserinde, şunları kaydeder: “Hem ideolojinin hem de ütopyanın kıstası hayata geçmedir. Olmuş ya da yükselmekte olan bir yaşamsal düzenin üstünde maskeleyici tasarımlar olarak süzüldüklerinin daha sonradan ortaya çıktığı fikirler, ideolojilerdir; bu tasarımların, daha sonra oluşmuş yaşamsal düzene uygun olarak gerçekleşebilir durumdaki unsurları ise, göreli ütopyalardır.” (Karl Mannheim, İdeoloji ve Ütopya, Çeviren: Mehmet Okyayuz, Epos Yayınları, İkinci Baskı, 2004, s.228.) Mannheim’ın bu formülasyonu değerlidir. Mannheim bu yaklaşımını sınıf savaşımı ve toplumsal pratiklerin çelişkili doğası üzerinde kurmaz. Oysa, bunlar dikkate alınmalıdır. Ayrıca, Russel Keat ve John Urry, doğa ve toplum bilimlerine dair bilim anlayışlarını değerlendirdikleri, Marx’ın görüşlerini içerik ve metot açısından yeterince sağlıklı olmasa da irdeledikleri eserlerinde Marx’ın bir realist olduğunu doğru olarak saptar. Ancak, bu realizmin ontolojik kaynağı ve kökeni üzerinde hiç durmazlar. Onlara göre realizm bir bilim anlayışı olarak öznel bir metodolojik yaklaşımdır. (Russel Keat, John Urry, Bilim Olarak Sosyal Teori, Çeviren: Nilgün Çelebi, İmge Kitabevi, İkinci Baskı, 2001.)
- Marksizm’in devlet teorisi hakkında Gelenek’te yapılan tartışma hatırlanacaktır. Bu tartışmadan dolayı Ötküner tarafından, devlet konusunda “devrimci Marksizm”in temel argümanlarını reddetmekle suçlanmaktayız (bkz; Cenk Ötküner, “TKP’nin Gelenek’i: Revizyondan reddiyeye”, Devrimci Marksizm Teorik-Politik Dergi, sayı:1, Mayıs 2006, s. 155-175). Marx, Engels, Lenin’in konu hakkında yazdıklarını tarihsel/teorik bağlamıyla değerlendirmekten ve reel sosyalizmin devlet pratiğini hesaba katmaktan uzak duran Cenk Ötküner, bakalım yukarıdaki cümlemiz yüzünden nasıl bir yaftalama yapacaktır. Elbette, bir “papağan” bile Marksist klasik metinlerdeki ifadeler öğretilirse tekrar edebilir.
- Bahsi geçen “benliğin savunma düzenekleri”nin geniş kapsamlı açıklaması için bkz; M. Orhan Öztürk, Ruh Sağlığı ve Bozuklukları, Evrim Yayınları, İkinci Baskı, 1989, s. 43-59.
- “Organik yaşamda tikel bağımsızlıkların böylesine bir karşıtlığı söz konusu değildir: örneğin hayvanların her bir hücreciğinde yaşam genelliğiyle sürmektedir; hücreyi bütünden koparın, organik olmayan bir şeye dönüşür.” (G.W.F.Hegel, Tarihte Akıl, Çeviren: Önay Sözer, Ara Yayıncılık, Birinci Basım, 1991, s. 144.)
- Etienne Balibar, Marx’ın Felsefesi, Çeviren: Ömer Laçiner, Birikim Yayınları, Üçüncü Baskı, 2003, s. 15.
- Viladimir İlyiç Lenin, “Marksizmin Üç Kaynağı ve Üç Öğesi”, Marx Engels Marsizm içinde, Çeviren: Vahap Erdoğdu, Sol Yayınları, Üçüncü Baskı, 1997, s. 82-88.
- Birçok yazar Marksizm’in/tarihsel materyalizmin anti-eklektik bir yapıda olduğunu belirtir. İki örnek vermekle yetinelim: Plehanov ve Korsch böyle düşünür. (G.V.Plehanov, Marksizmin Temel Sorunları, Çevirenler: Erdem Buri, Selahattin Hilav, Cenap Karakaya, Orhan Suda, Sosyal yayınları, İkinci Baskı, 1994, s. 127-128; Karl Korsch, Marksizm ve Felsefe, Çeviren: Yılmaz Öner, Belge Yayınları, Birinci Baskı, 1991, s. 57-58.)
- Jorge Larrain, Tarihsel Materyalizmi Yeniden Yapılandırmak, Çeviri: S. Çeviker, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, Birinci baskı, 1998, s. 22,24. “Marx’ın düşüncesinde önemli gerilimlere kaynaklık eden dört temel alan bulunmaktadır: Diyalektik kavramı, bilinç çözümlemesi, toplumsal değişim, mekanizması ve tarih kavramı.” (Jorge Larrain, a.g.y., s. 25)
- Karl Marx, Friedrich Engels, Alman İdeolojisi-Feuerbach, Çeviren: Sevim Belli, Sol Yayınları, Beşinci Baskı, 2004, s. 65.
- Jorge Larrain, a.g.y., s. 50.
- Bu yaklaşımı Evren Asena da paylaşır. O’nun bu yaklaşımının (“gerçeklik katmanlı olarak yapılanmıştır.”) yer aldığı makale İmago’da yayınlanmıştır. (Evren Asena, “Materyalizm Marksizm ve Bilinç Biçimleri-I”, İmago, sayı: 2, Güz, 2005, s. 91-124.)
- Bu saptamayı Vefa Saygın Öğütle de yapmaktadır. Öğütle “Pozitivist Marksizm ve felsefi-politik içerimleri” adlı makalesinde, Stalin’den, Politzer’den “öğrendiğimiz” diyalektik mantığı Korsch ve Larrain’in görüşlerini kullanarak eleştirir. Öğütle’nin söz konusu makalesindeki bu saptamasına katılmak mümkünse de, adı geçen komünistlerin söz konusu çalışmalarını “pozitivist Marksizm” şeklinde nitelemesine/suçlamasına ve genel görüş açısına katılmak olanaklı değildir. (Vefa Saygın Öğütle, “Pozitivist Marksizm ve felsefi-politik içerimleri”, Praksis 13, Kış 2005, s. 203-222.)
- Viladimir İlyiç Lenin, “Marksizmin Üç Kaynağı ve Üç Öğesi”, a.g.y. içinde, s. 82.
- Louis Althusser, Marx İçin, Çeviren: Işık Ergüden, İthaki Yayınları, Birinci Baskı, 2002, s. 43.
- a.g.y., s. 44.
- Gülnur Savran, “Althusser, Yapısal Nedensellik ve Teorisizm” adlı makalesinde, yapısalcı Marksizm’in “kerteler” (instance, düzeyler) tahlilini ve dolayısıyla üst-belirlenim (overdetermination) kavramını eleştirmiştir. Bu makalenin yer aldığı 11. Tez kitabını, bugün bile sahaflarda bulmak mümkündür (Gülnur Savran, “Althusser, Yapısal Nedensellik ve Teorisizm”, 11. Tez Kitap Dizisi:5, 1987, s. 164-181). Çulhaoğlu da, yapısalcı Marksizm’i eleştirir. Çulhaoğlu, Savran’ın aksine, “üst-belirlenim” kavramının yararlı olduğunu düşünür ve ekler; “bu kavramın mekanik ya da kaba determinizme karşı bir tür panzehir işlevi görmesi için, Althusser’in tüm modelini benimseme gibi bir zorunluluk yok.” (Metin Çulhaoğlu, Binyıl Eşiğinde Marksizm ve Türkiye Solu, YGS Yayınları, İkinci Baskı, 2002, s. 120.)
- Louis Althusser, “Çelişki ve Üstbelirlenim”, “Materyalist Diyalektik üzerine” a.g.y. içinde s. 109-158, 197-265. Althusser’in görüşlerini iyi bir biçimde özetleyen bir yazı için bkz; Kubilay Hoşgör, “Althusser’in Marksizm’i ve ‘Epistemolojik Kopuş` Nosyonu”, Sınırda, sayı:5, Nisan/Haziran 2006, s. 70-73.
- Örneğin Mandel, Marksizm’in “dört katlı bir sentez” olarak ortaya çıkmasından bahseder. (Ernest Mandel, Marksizmin Tarihteki Yeri, Çeviren: Masis Kürkçügil, Yazın yayıncılık, Birinci Baskı, 1986, s. 16.)
- Ortalama Türkiye solcusu, Efesli “karanlık” Herakleitos’un (M. Ö. 540-480) doğadaki diyalektiği kavradığı yönünde bir yargıya sahiptir. Bu yargının oluşmasında felsefe okumalarının felsefeye giriş niteliğindeki kitaplarla sınırlı kalması ve ilk elden kaynakların okunmamasının etkisi büyüktür. Herakleitos’un yazdıklarından günümüze ulaşan, yazarken noktalama işaretleri kullanmadığından anlamları açık olmayan çoğu bir iki cümle uzunluğunda toplamda yaklaşık olarak yüz otuz yedi adet fragmandır. Bu apokaliptik fragmanlar hakkında, Sokrates’in yorumuna katılmamak mümkün değildir. Sokrates, kendisine Herakleitos’un yapıtını okuyan Euripides’e şöyle demiştir: “Anladıklarım çok güzel, öyle sanıyorum ki anlamadıklarım da. Herakleitos’un derinliğine inebilmek için Deloslu bir dalgıç gerekiyor.” Türkiye’de diyalektikten bahsedildiğinde neredeyse hemen daima akla ilk gelen isimlerden biri olan Herakleitos’un (diğer isim Hegel’dir) doğadaki değişimi, oluşu kavradığı, bazı ikili karşıtlıklara değindiği doğrudur. Ancak görünendeki değişimin hangi mekanizmalarla gerçekleştiğine girmez; bir süreç anlayışı geliştirmez; süreç içinde karşıt eğilimlerin varlığını tanımladığı da görülmez. Yaşadığı dönem dikkate alındığında, bunları O’ndan beklememek de gerekir. Dolayısıyla, diyalektiğin tarihin çocukluk döneminde şaşırtıcı bir sezgiyle ve derinlikli bir kavrayışla Herakleitos tarafından ortaya konduğu iddiası, doğru ve gerçekçi değildir.
- Karl Marx Friedrich Engels, a.g.y., s. 46.
- Bilim birtakım varsayımlara dayanır: “1) Kendi dışımızda bir olgular dünyasının varlığı, 2) Bu dünyanın bizim için anlaşılabilir olduğu, 3) Bu dünyayı bilme ve anlamanın değerli bir uğraş olduğu.” (Cemal Yıldırım, Bilim Felsefesi, Remzi Kitabevi, Dokuzuncu Baskı, 2004, s. 22.) Bu varsayımlar materyalizmin varsayımlarıdır. İnsanların zihinlerinin dışında nesnel bir gerçekliğin olduğunu materyalizm kabul eder. Bilgi edinmek olanaklıdır; bu tez de, materyalist yansıma ya da karşılıklılık teorisine işaret eder. Bilimsel bilgilerin doğruluğunu sınamanın ve dolayısıyla dünyayı değiştirmenin olanaklı olduğunu da materyalizm benimser.
- György Lukács, Tarih ve Sınıf Bilinci, Çeviren: Yılmaz Öner, Belge Yayınları, Birinci Baskı, 1998, s. 57-58, dipnot 6. “Diamat”ı pozitivist olmakla eleştiren Larrain’de de, benzer bir düşünce gözlenir. “Doğanın diyalektik bir mantığı yoktur”, “doğa bilimlerinin yöntemiyle Engels’in ortaya koyduğu diyalektik ilkelerin ilişkisi yoktur” türünde yorumlar yapan Larrain’in görüşlerinin (bkz; Jorge Larrain, a.g.y., s. 83-91) eleştirisi başka bir çalışmanın konusu olabilir. Bu yaklaşımlara ve Larrain’in diğer yaklaşımlarından bazılarına katılmamaktayız. Örneğin Larrain, çelişki ilkesinin doğada değil, sadece tarihte ve ancak sınıflı toplumların oluşmasıyla birlikte geçerliliği olduğunu savunur. Aslında, doğanın ve toplumların gelişiminin diyalektiğinde, gerçekliğin farklı alanları ve katmanlarındaki süreçlerde bunlara spesifik olan ve başka alanlarda/katmanlarda geçerli olmayan işleyiş mekanizmaları bilimsel yasalar vardır. Bununla ilişkili olarak, diyalektik ilkelerin ve kavramların kapsamı evrenselliği konusunda tartışılabilir. Ancak Larrain, bu tartışmayı bir yana bırakın, iki değerli formel mantığın “p önermesi hem yanlış hem de doğru olamaz” (mantıksal olanaksızlık ya da mantıksal “çelişme”) ilkesiyle, doğadaki ve toplumdaki süreçler arasında veya bir süreci oluşturan eğilimler arasında var olan “karşıtlığı”/”çelişki”yi birbirine karıştırmaktadır.
- Friedrich Engels, Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu, Çeviren: Sevim Belli, Üçüncü Baskı, 1992, s. 57.
- a.g.y., s. 57-58.
- Louis Althusser, “Lenin ve Felsefe”, Lenin ve Felsefe içinde, Çeviren: Erol Tulpar, Yayına Hazırlayan: Murat Belge, İletişim yayınları, Birinci Baskı, 2004, s. 81. Murat Belge’nin ve Birikim tayfasının yıllardır Batı Marksizm’inin yaklaşımlarını Türkiye soluna servis yaptığı bilinir. Şimdi İthaki yayıncılık Althusser kitaplarının yeni baskılarını yaparak, liboşların faaliyetiyle oluşmuş olması muhtemel bir Althusser “sempatizanları” kitlesinin üzerinden, iyi gelir elde etmeyi umuyor olabilir.
- Friedrich Engels, a.g.y., s. 25.
- Bu dizilimin, Hegel’in “yadsımanın yadsınması” ilkesiyle uyumlu olduğu söylenebilir.
- Bkz; Thomas S. Kuhn, Bilimsel Devrimlerin Yapısı, Çeviren: Nilüfer Kuyaş, Alan yayıncılık, Üçüncü Baskı, 1991.
- Thomas S. Kuhn, a.g.y., s. 152-160, 185.
- a.g.y., s. 105-106.
- “Paradigma”nın daha geniş kapsama sahip bir anlamda kullanımı için bkz; Ian Marshall, Danah Zohar, Kim Korkar Schödinger’in Kedisinden-A’dan Z’ye Yeni Bilimin Kılavuzu, Çeviren: Orhan Düz, Paradigma Yayıncılık, Dördüncü Baskı, 2006, s. 19-35.