Uzunca bir süredir Türkiye sol yazında, Marksist teorinin kendi bütünselliği içinde tartışıldığı görülmüyor; görünen, teorinin farklı departmanlarının kendi teorik, pratik sınırları içinde ele alınıp tartışıldığıdır. Tek ülkede sosyalizm, sosyalist demokrasi tartışmaları ilk akla gelenler. Bu tartışmalarda teorik perspektif içerilmiş fakat, ayrıca ortaya konmamıştır. Marksist teori, kendi içinde, inceleme nesneleri farklı soyutlama düzeylerine sahiptir. Bu anlamda bu düzeylerin her biri ayrı tartışma konusu olabilir, ancak bütünselliğinden koparılamaz. Bu çalışmanın amacı, teoriyi kendi bütünselliği içerisinde ele almak ve bu yöndeki tartışmalara kapı aralamaktır.
Marksizm tarihte ilk kez, teori ile pratiğin tutarlı birliğini sağlamasıyla diğer dünya görüşlerinden ayrılır. Tutarlılığın bizce iki nedeni mevcuttur: Marx’ın teorisini üzerine inşa ettiği teorik miras ve sınıf mücadelelerinin belli bir anında kendini ortaya koyan, insanın kurtuluşu projesi. Marx’ın teorisi üzerine inşa ettiği temeller, Klasik Alman Felsefesi, Klasik İngiliz Ekonomi Politiği ve Fransız devrimci öğretileriyle birleşmiş, Fransız Sosyalizmi’dir. Marx’ın bunların üzerine yeni olarak koyduğu: “1.Sınıfların varlığının ancak üretimin gelişimindeki belirli tarihsel evrelere bağlı olduğunu; 2.Sınıf savaşımının zorunlu olarak proletarya diktatörlüğüne vardığını; 3.Bu diktatörlüğün kendisinin bütün sınıfların ortadan kaldırılmasına ve sınıfsız bir topluma geçişten başka bir şey olmadığını kanıtlamak olmuştur.”1 Marx’ın bu sonuçlara varırken tüm teorik çalışmalarına ve pratiğine yön veren ana proje, ta başında “insanal özün insan tarafından ve insan için gerçek temellükü”, yani insanın kurtuluşudur.2 İnsanın kurtuluşu ise ancak dünyanın değiştirilmesi ile sağlanır ki, pratiğe yapılan bu vurgu, Marx’ın ve Marksizmin, diğer dünya görüşlerinden ayırt edici özelliklerinin başında gelir. Sonraki bütün çalışması bunların bilimsel ispatına yönelmiştir; bu ispat Kapital’le tamamlanır. Marx’ın görüşlerinin tutarlığı ve bütünlüğü onun ekonomik görüşlerine girmeden önce dünya görüşünü ortaya koymasından kaynaklanır.
Uzun ve zorlu çalışmaların sonunda, Marx’ın yaptığı, sınıf mücadelesi pratiğine proletaryanın ve öncüsünün müdahalesinin araçlarını ortaya koymak, yollarını çizmek olmuştur. Bunu kapitalizmin yasalarını, eğilimlerini göstererek gerçekleştirmiştir. Kapital’de “…bu yasaların kendileri yani katı bir zorunlulukla işleyen ve kendini ortaya koyan eğilimler” ele alınmış ve işlenmiştir.3 Bu anlamda “dünyayı değiştirmek,” bilmeyi ve anlamayı önvarsayar; teoride bilme, anlama ve değiştirme birbirinden ayrılmayan diyalektik bir bütünü oluşturur ki, Marksizmin bilimsel bir eylem kılavuzu oluşunun temelinde bu bütünlük bulunur. Bilimsel eylem kılavuzu olan Marksizm ancak dünyayı değiştirmeye, yani politik pratiğe yöneldiğinde ve politik pratik tarafından güdülendirildiğinde yetkinleşir.
Marksizmin felsefesi, bilimi ve yöntemi çalışma boyunca yukarıda belirtilenlerin ışığında incelenmeye çalışılacak ve bu yapılırken bilgi teorisi ayrı bir düzey olarak ele alınmayacak.4 Bunun nedenini kısaca özetlersek, bilginin toplumsal pratikten, bilgi edinme sürecinden ayrı düşünülemeyeceği (bu bağlamda tarihsel maddeciliğin sınırları içinde olduğu) ve diyalektik maddeci yansıma teorisinin bilgi teorisini içerdiğini söyleyebiliriz. Bu bölümü kapatırken son olarak, Marksizmin felsefe, bilim, yöntem toplamından farklı bir içeriğe sahip olduğunu; farklılaşmanın nedeninin de politik pratik olduğunu vurgulamak isteriz.
Felsefe
Felsefe son tahlilde sınıfların eğilim ve ideolojilerini yansıtan bir mücadeledir. Bu anlamda proletaryanın da bir felsefesi vardır. Bu felsefe Marx’dan itibaren diyalektiktir.
Bu mücadele “filozoflar” arasında, çeşitli kavramlar, kategoriler ve tezler aracılığıyla sürer. Tüm burjuva felsefeleri, maddi yaşamın, sınıflar mücadelesinin soyut ve muğlak ifadeleridir. Eğer bu perspektiften bakarsak Marksizm felsefe alanındaki mücadeleyi ihmal edemez; proletaryanın bu mücadeleye katılması ancak sınıf öncüsü ve aydınları aracılığıyla olur. Burjuva felsefesi, toplumsal çelişkilerin gizlenmesi (örtülmesi) ideolojik işlevini yerine getirebilmek için, felsefecilerin ağzından, kendini yansız ve politikanın üstünde gösterir. Oysa, varlığının kaynağı maddi hayatın üretiminde ortaya çıkan toplumsal çelişkiler ve kapitalist toplum biçiminin genişleyerek varlığını sürdürebilmesi için, bu çelişkilerin daha soyut bir düzeyde ortadan kaldırılması zorunluluğudur. Devrimci bir yönteme sahip olan Hegel bile, düzenin meşrulaştırılması için “sivil toplum”da tespit ettiği çelişkileri soyut devlet kavramı aracılığıyla bastırır. Nesnedeki çelişki düşüncede ortadan kaldırılır (idealizm). Marksizme düşen görev, bağlantıları ve dolayımları ortaya çıkarmak, toplumu değiştirmeye çalışırken, diyalektik maddecilik aracılığı ile burjuva felsefesinin eleştirisinden burjuva toplumun eleştirisine varmaktır.
Burjuva felsefesi öylesine soyuttur ki pek çok yerde kendini tanımlamaz; tanımlanmaya ihtiyaç da duymaz. Burjuva felsefecilerinin amacı alanlarının sınırlarını ve içeriğini bulandırıp, felsefe dışından müdahaleleri önlemektir. Oysa felsefe sadece filozoflara bırakılamayacak kadar ciddi bir iştir. Özellikle politika ile kesiştiği alanlarda ve mekanlarda politik müdahaleyi gerektirir. Sınıf mücadeleleri tarihinde, işçi sınıfı felsefesi yaptığını söyleyip, bunun tam da tersine burjuva felsefesinin kategorilerini diyalektik materyalizmin karşısına çıkararak proletaryanın dışına düşen felsefeciler olmuştur. 1870’lerin Almanya’sında Dühring, 1905 sonları Rusya’sında ampiryo-kritisistler bu konumdaydılar. Söylemleri son derece sol göründüğü halde, gerçekte gerici ve aşılmış tezleri işlemişlerdir. Anti-Dühring ile Engels ve Materyalizm ve Ampiryo-kritisizm ile Lenin’den aldıkları cevaplar ise, politikadan felsefeye müdahale biçiminde olmuştur.
Marksizmin felsefesi (diyalektik maddecilik), burjuva felsefelerinden farklı olarak, yukarıda belirtilenleri açıkça söyler. Bu anlamda partizandır ve tarafını da açıkça ortaya koyar. Eğer felsefe son tahlilde teoride mücadele ise, partizan tutum idealizme ve idealizme çıkan üçüncü yolların etkinliğine karşı mücadeleyi gerektirir. Marksizmin yapısalcı yorumu da bu alanlardan biridir.5
Diyalektik maddecilik, tüm felsefeler içinde en tutarlı maddeciliktir; bilimlerle olan net ilişkisi nedeniyle de bilimsel bir felsefedir. Proletaryanın ilerici dünya görüşüne sahip olduğu için, bilimin açtığı yolu sonuna kadar izleyebilir. Bunu yapabilen tek felsefedir; çünkü nihai amacı sınıfsız toplumdur. Burjuva felsefesinin bunu yapamayışının nedeni ise, dar sınıf çıkarlarının bilimin yolu üzerine, bir noktadan sonra, set çekmesidir. Burjuva felsefesi, Aydınlanma Çağı’nda eşitlik, yurttaş ve insan hakları söylemini kullanan bir tarih felsefesi olarak iktidara yürüyen burjuvazinin aracıyken, iktidarı almış burjuvazinin elinde bu kez pozitivizm, yeni kantçılık vb. biçimlerde tutucu bir felsefe olmuştur. Bu felsefelerin eleştirisi yoluyla yeni bir felsefe, hem biçimiyle hem de özüyle burjuva felsefesinden ayrı bir felsefe olmuştur.
Diyalektik materyalizmin temelinde maddeci yansıma teorisi ve diyalektiğin yasaları bulunur.
“Her felsefenin özellikle modern felsefenin büyük temel sorunu, düşüncenin varlık ile ilişkisi sorunudur”.6 Çünkü “bilimin mümkün olabilmesi için duyularımızın bize nesnelerle gerçek ilişkiler kurdurması, onları yansıtması gerekir”.7 Bilincimiz gerçeği ancak kavramsallaştırma yolu ile bilebilir; kavramlar ise sürecin belli bir anının soyutlanması yoluyla edinilir. Düşünülmüş somut tam bunu ifade eder. Yapısı çelişiktir; doğruluğu nesne ile olan ilişkisinden, yanlışlığı ise sürecin bir anının soyutlanmasından kaynaklanır. Yanlışlık ve doğruluk görecelidir; doğruluk nesnenin bilgisi arttıkça artacak, bununla birlikte, sürecin içinde yer alan öznenin bilgisi de sürekli artacaktır. “…diyalektikte (nesnel diyalektikte) göreceli ile mutlak arasındaki fark da doğrudan doğruya ve kesinlikle görecelidir. Nesnel diyalektiğe göre görecelin içinde mutlak vardır”;8 bu anlamda yansıtma teorisi bilginin göreliliğini içerir. “Bizler ancak kendi çağımızın koşulları altında ve bu koşulların elverdiği ölçüde bilgi sahibi oluruz”.9 Örneğin: Kapital’de Marx kapitalizmin işleyişini tüm yetkinliği ile ortaya koymuştur ancak, 20.yüzyılla birlikte ortaya çıkan yeni olgular tahlilin gelişmesine neden olmuştur; Lenin’in Emperyalizm’i bunu ifade eder.
Yansıtma teorisi “ne bilinebilir?” sorusunu dışlar; varolanın bilineceği önkabuldür. Bu ayrı bir alan olarak epistomolojinin reddedilmesi anlamına gelir. Çünkü, maddenin en karmaşık biçimi olan bilinç, tüm maddi gerçekliği bilmeye muktedirdir; belli bir andaki bilginin sınırlılığı insanın elindeki bilimsel araçların sınırlılığından kaynaklanır. Söylenenlerle özne nesne ayrımının gerçek bir ayrım olmadığını belirtmiş oluyoruz. Hegel’de bu birlik nesnenin özneden dışsallaşmasıyla sağlanmış bir özelliktir, oysa Marksizmde nesnenin bir parçası olarak özne ortaya konmuştur ve bu birlik içinde özne nesneyi değiştirme potansiyeline sahiptir. Bu potansiyelin gerçekleşmesi öznenin bu ilişkinin bilincine varmasıyla olur. Sınıf-bilinç ilişkisi bunun politik ifadesidir.
Diyalektiğin yasalarına gelince: “Diyalektik, karşıtların birliği teorisi olarak tanımlanabilir kısaca. Diyalektiğin çekirdeği bununla sezilip kavranacaktır, ama bir dizi açıklamayı ve bir geliştirmeyi gerekli kılar bu”.10 Lenin aynı yerde diyalektiğin yasalarını on altı madde halinde sıralar. Ancak bunların yorumlanmaları ve açıklanmaları başlı başına bir çalışma konusudur. Biz burada sadece sınırlı ve tartışmaya açık bir özet vermeye çalışacağız. Diyalektiğe göre incelenen nesne, bütün öbür şeylerle bağlantıları ve kendi öz gelişimi içinde, kendine içsel olan çelişkili eğilimler olarak, karşıtların birliği olarak, ele alınmalıdır. Bu karşıtların mücadelesi aynı anda bir analiz ve sentez sürecinin birlikteliği şeklinde gelişir. Bu kendi içinde çelişik şey (fenomen) aynı zamanda evrensel olarak diğer bütün şeylerle ilişkidedir. “Her şey her başkaya bağlıdır”.11 Bu organik bir bağlılıktır.
İnsanın bu çelişik bütün hakkındaki bilgisi, fenomenden en derin öze doğru sonsuz bir derinleşme sürecidir. Bu süreç, birlikte varoluştan nedenselliğe ve bir bağımlılık formundan bir başkasına doğru ilerler. Ortaya çıkan, görünürde bir eskiye dönüştür, oysa bu dönüş gerçekte, içerik biçim mücadelesi sonucu biçimin reddedilip, içeriğin yeniden yapılanması ile bir üst düzeye erişmesidir: Yadsımanın yadsınması. Tarihin akışında, zorunluluk temeline dayanan sınıfsız toplum biçimi, tüm bir sınıflı toplumlar ve sınıflar mücadelesi aşamasından geçerek, üst aşamada bu kez özgürlüğe dayanan bir paylaşım temelinde kurulacak olan sınıfsız toplum biçimine dönüşür. Bu, yadsımanın yadsınmasına marksizmin somut bir örneğidir.
Diyalektiğin bir diğer yasası “nicelikten niteliğe geçiş ve bunun tersi”dir.12 Yasanın birinci kısmı hep bilinen ve suyun kaynamasından paranın belli bir birikimden sonra sermayeye dönüşmesine kadar pek çok şeyle örneklenen bir yasa olmasına karşın, ikinci kısım yani, niteliğin niceliğe dönüşmesi, devrim anındaki öznellikte somutlanır. Hiçbir devrim salt nicel çoğunlukla yapılmaz, bir “azınlık” olan sınıf öncüsünün yoğun öznel katkılarıyla yapılır. Öncünün gelişkin niteliği devrim anında nicel bir sıçramayı doğurur. Bu sıçrama kapitalizmin çelişkilerinin son derece gelişip, artmasının üzerinde yükselir; bu anlamda yasanın birinci kısmı ikinci kısmından ayrılamaz.
Şu da unutulmamalıdır: Diyalektiğin yasaları hem doğanın işleyiş yasalarıdır (nesnel diyalektik), hem de bilgi edinme sürecinin yasalarıdır (öznel diyalektik); yani tarihsel maddeciliğin yöntemidir. “Diyalektik, nesnel denilen diyalektik, tüm doğada egemendir ve öznel denilen diyalektik, diyalektik düşünce…. doğanın yaşamını belirleyen hareketin karşıtlar aracılığı ile yansımasından ibarettir”.13
Son olarak, gerek Hegel’in diyalektiğinde, gerekse Marksist diyalektikte çelişki kavramı son derece önemli bir konuma sahiptir. Hegel’de diyalektik hem nesne, hem özne olan gerçekliğin kendine özgü bir biçimde gelişmesidir; düşüncenin formlarıyla varlığın formları aynıdır. (Bunun yukarıda özne- nesne birliğini anlatırken, nesnenin özneden dışsallaşması olarak ortaya koymuştuk.) Bu ayniyet içinde, Hegel “kendinde devinir bir tarihi süreç” betimler: Önce tez olan soyut ide antitezine somut doğada dönüşür (yabancılaşma), sentez ise idenin kendine dönüşüdür, tindir (yadsımanın yadsıması). İdenin tine dönüşümü inkar/aşma sürecidir, bu süreçte çelişki ide ile doğa arasındadır ve “içten belirlenmiş” bir çelişkidir. Çözüm daha yetkinleşmiş ve kendine dönmüş tin olarak alt aşamadaki olumsuzluğun dışlanması ve fakat, olumluluğun içerilmesidir. Bu anlamda “evrimci” bir süreçtir, ve, bir zorunluluğun sonucu, yani çelişki ilişkisinin sonucudur. İhmal edilmemesi gereken ise Hegel’de aşılan bir çelişkinin yerine üst aşamada bir yenisinin kurgulanmadığıdır. (Sivil toplum-devlet)
Marksizmde ise çelişki bütün bu soyutluğun içinde değil sınıf mücadelesi pratiğinde ortaya konur. Yabancılaşma, ücretli emek-sermaye çelişkisi sonucu ortaya çıkar, aşılması ise yadsımanın yadsınması, “mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesi”dir.14 Marx, tümüyle kapitalist toplumu incelemiş ve bu incelemesi içinde Hegel’in diyalektiğini ayakları üstüne koymuştur. Hegel’de bulunan, kapsayarak inkar/aşma Marx için de geçerli olmakla birlikte, sınıf mücadelesi içinde yer alan proletarya ve burjuvazi, ta başından sonuna kadar aralarındaki ilişkinin niteliği nedeniyle karşıt sınıflardır. Yani Hegel’deki anlamıyla açılıp serimlenen ve antagonizme varan bir çelişkiden çok, başından sonuna kadar uzlaşmayan bir çelişki mevcuttur.15 Marksizmin politik müdahalesi de tamamen bu sınıf mücadelesi temeli üzerinde yükselir.
Bilim
Buraya kadar doğa bilimleri-insan bilimleri ayrımını yapmamıştık, felsefe düzeyinde bu ayrım gerekli değildir. Tarihsel maddecilik (bilim) düzeyinde ise insanlar arası ilişkileri inceleyen insan bilimleri ile, doğadaki ilişkileri inceleyen doğa bilimleri arasındaki ayrılık, inceledikleri nesneler arasındaki farktan kaynaklanır. Fakat, gene de tarih hem doğanın, hem de insanın tarihidir; çünkü, insanın tüm faaliyetleri, doğanın insanlar arası ilişkiler yolu ile temellükü üzerinde yükselir. “Biz sadece bir tek bilim, yani tarihin bilimini kabul ediyoruz. Tarih iki vehçeden (yönden) incelenebilir. Tarih, tabiatın tarihi ve insanların tarihi olarak iki bölüme ayrılabilir. Ama iki vehçe (yön) aslında birbirinden ayrılması kabil olmayan şeylerdir, insanlar mevcut olalı beri, onların tarihleri ile tabiatın tarihi birbirlerini karşılıklı olarak şartlandırmışlardır”16 diyerek, Marx ve Engels bunu ifade ederler. Hemen ardından kendi inceleme nesnelerinin doğa tarihinden çok, insanların tarihi olduğunu vurgulamışlardır. Tarihsel materyalizmin konusu budur.
Marx’ın eseri, belirli bir tarihsel dönemin ve bir toplumun incelenmesinde yoğunlaşmıştır. Bu yoğunlaşma politik bir kaygıdan doğar; ilk başta belirttiğimiz gibi, onun sorunsalı insanın kurtuluşu yani, kapitalist toplumun aşılıp sınıfsız topluma varılması hedefiyle belirlemiştir. Eleştirisi salt ekonomi politikle sınırlı olmayıp, siyasal. ideolojik. hukuksal. felsefi,…vb. tüm yönleriyle kapitalist topluma yönelmiş ve çalışmasının değişik dönemlerinde tüm bu konulara eşitsiz ağırlıkta değinmiştir. Bu eşitsizlik Marx için bir zorunluluktur. İnsan hayatı sınırlıdır; sınırsız olan Marksist mirasın sürekliliğidir. Marksistlere düşen bu eşitsizliği gidermektir aynı zamanda.
Çalışmalarına devlet, hukuk ve din eleştirisi ile başlayan Marx, içinde bulunduğu politik ortamın da etkisi ile yazılarında, toplumun eleştirisine dönemin düşünürlerinin eleştirisi dolayımıyla yaklaşır.(“Hegel’in Devlet Felsefesinin Eleştirisi”, “Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi Giriş” ve “Yahudi Meselesi”nde olduğu gibi). Sonrasında Engels ile birlikte içinden çıktıkları gelenek ile hesaplaştılar. Bu dönemdeki yan tutuşları bilimsel bir ispattan çok ahlaki bir taraflılığa dayanıyordu. İlk çalışmalarında, toplumun en zor şartlara sahip ve en yoksul sınıfı olması nedeniyle en devrimci sınıf konumuna yerleştirilen proletarya, ancak ekonomi politik çalışmalarının ilerlemesinden sonra, kapitalist toplumdaki tüm zenginliklerin yaratıcısı olarak, yani üretimdeki nesnel konumuyla ele alınır. Artık, bilimle desteklenen bir taraflılık söz konusudur.
Toplumun anlaşılmasında üretimin oynadığı özgün rol ve 1850 öncesi tavır alışların bilimsel ispatı ancak 1850’lerdeki ekonomi politik çalışmalarının sonucunda ortaya çıkmıştır. Bundan sonra Marx, bütün enerjisini, kapitalist toplumun(ekonomik) işleyişinin ve bu toplum biçiminin aşılmasının mekanizmalarını incelemeye harcamıştır. Çalışmalarının sonucunda ulaştığı temel tezi: “…maddi hayatın üretim tarzı, genel olarak toplumsal siyasal ve entellektüel hayat sürecini koşullandırır. İnsanların varlığını belirleyen şey bilinçleri değildir; tam tersine, onların bilinçlerini belirleyen şey toplumsal varlıklarıdır”17 tezidir. Maddi güçlerin gelişiminin belli bir aşamasında, üretim ilişkileri üretici güçlerin gelişmesi önünde bir engel haline gelir; bu bir toplumsal devrimler çağının habercisidir. Altyapıdaki bu dönüşüm toplumun siyasal, ideolojik, felsefi, hukuksal…vb. üstyapı kurumlarının gelişiminde son aşamada belirleyicidir.
Tarihsel maddeci anlayışa göre, insanın ayırt edici özelliği kendi geçim araçlarını toplumsal ilişkilere girerek üretmesi ve bunu yaparken de toplumsal ilişkileri yeniden üretmesidir. Üretim en genel tanımıyla doğanın insan tarafından, emek aracılığıyla mülk edinilmesidir. Bu üretim üretici güçlerin belli gelişmişlik düzeyinde, belli üretim ilişkileri çerçevesinde yapılır ki, bu ikisi tarihsel maddeciliğin en soyut kavramı olan üretim tarzını ifade eder. Üretim tarzı soyutlaması, genel olarak, ürünlerin üretilme sürecini, bu süre öte üretilen artığa el konulması ve mülk edinilmesi ilişkilerini, üretim sürecinde yer alan sınıflarla birlikte inceler. Dolaşım, artığın bölüşümü ve tüketim biçimi üretim tarzı tarafından belirlenirler.
Üretim tarzı kavramı tarih içinde gelip geçici bir anı ifade eder. Marx’ın klasik ekonomi politikçilerden ayrıldığı temel nokta, üretim tarzlarının tarih aşırı olmadığını söylemesidir. Bu anlamda kapitalist üretim tarzı da tarihsel bir kategoridir, ve yerini bir sonraki üretim tarzına kaçınılmaz olarak bırakacaktır. Kapitalist üretim tarzının kendine has, belirleyici özellikleri ise: Genelleşmiş meta üretimi ve mübadelesi, “özgür emeğin” (yani kendini yeniden üretebilmek için emek gücünü satmak zorunda olan proletaryanın) ortaya çıkması ve yaygınlaşmış işbölümü üzerinde yükselen piyasadır.
Bu bağlamda kapitalist üretim tarzının temel çelişkisi, ücretli emek ile sermaye arasındaki sömürü ilişkisidir. Sömürü, üretim sürecinde emekçi tarafından üretilen artık-değere kapitalist tarafından el konulmasıdır. Sınıflar, tam da üretim sürecindeki konumlarıyla tanımlanırlar. Bu başından itibaren uzlaşmaz bir karşıtlığı dile getirir. Proletaryanın insanlığın kurtuluşu projesindeki temel rolü bu ilişkiden kaynaklanır. Kapitalist üretim tarzını aşmaya yönelik tüm politikalar, zorunlu olarak, bu sınıfı mücadelesinin temeline koymalıdır.
Somuta bir adım daha yaklaştığımızda, tarihsel gelişmenin belli bir anında, toplumu bütün karmaşıklığı içinde ele alan “toplumsal formasyon” kavramına varırız. Bu, Marksist teoride somuta en yakın düzeydir. Bir toplumsal formasyonda, birden çok üretim tarzı yan yana bulunabilir, ancak “Tüm toplum biçimlerinde, bir tek tarzı tüm diğerlerinin, ve o üretim tarzına özgü üretim ilişkileri de tüm diğer üretim ilişkilerinin rütbe ve etkinliğini tayin eder. Bu bütün öbür renklerin özgünlüğünü belirleyen genel ışık kaynağıdır”18 görüşüyle tutarlı olarak bir üretim tarzının tayin ediciliği kabul edilerek teorik tahliller yapılabilir. Bugün Türkiye’de bu üretim tarzı kapitalizmdir. Diğer üretim tarzlarına aitmiş gibi görünen ilişkiler, kapitalizm tarafından dönüştürülmüş ve massedilmiştir. Bu bağlamda, bugün hala Türkiye için “yarı feodal” adlandırması vakit kaybıdır.
Egemen üretim tarzının belirleyiciliği altında altyapı-üstyapı ilişkileri bu (toplumsal formasyon) düzeyinde incelenir. “Materyalist tarih anlayışına göre tarihte belirleyici etken, son aşamada, gerçek yaşamın üretimi ve yeniden üretimidir… İktisadi durum temeldir, ama, çeşitli üstyapı öğeleri -sınıf savaşımının siyasal biçimleri ve sonuçları- savaş bir kez kazanıldıktan sonra… tarihsel savaşın gidişi üzerinde etki yaparlar ve birçok durumda onun biçimini belirlerler”.19 Engels’in yazdıklarından da anlaşıldığı gibi, belirleyiciliğin son aşamada söz konusu olması, yeniden üretimin tümüyle toplumsal formasyonun üretimi olarak ele alınması, üstyapı kurumlarının da, altyapı üzerinde, belli bir belirleyiciliği olduğunu önvarsayar. Sosyalist inşa sürecinde politik müdahalenin sık sık öne çıkması buna örnektir.
Politika, ideoloji ve diğer üstyapı öğeleri, egemen sınıflar açısından kapitalist toplumun (genişleyerek) yeniden üretiminin; proletarya ve onun müttefikleri açısından ise toplumun aşılmasının araçlarıdır. Proletaryanın öncüsü için, bu araçlar aynı zamanda, salt ekonomik mücadeleyle sınırlanmış politikaların aşılmasının da araçlarıdır. Marksizmi salt bilime indirgeyen pozitivizm ile sınıf mücadelesini salt ekonomik mücadeleye indirgeyen ekonomizme karşı, sosyalizme giden yolu kısaltmak için mücadele etmek gereklidir; bu anlamda sınıf savaşımları tarihin motorudur ve tarihsel maddecilik proletaryanın bu mücadeledeki silahlarını temin ettiği cephaneliktir.
Yöntem
“…dış görünüş ile şeylerin özü eğer doğrudan doğruya çakışsaydı her türlü bilim gereksiz olurdu.20 Maddeci diyalektik, şeylerin özünün kavranmasında Marksizmin yöntemidir. Yukarıda özetlenen diyalektiğin ilkeleri, Marksizmin felsefesinin bilimsel bir felsefe olması nedeniyle aynı zamanda, Marksizmin yöntemidir de. Bu nedenle bunları tekrarlamayacağız ama bu düzeyde diyalektiğin çok önemli bir parçasını oluşturan soyutlama yöntemini ele alacağız.
Soyutlama bütün bilimlerin zorunlu olarak kullandığı bir araçtır; incelenen karmaşık bütünün içinden neyin soyutlanacağını bilim adamının perspektifi ve bilim namusu belirler. Bilimlerin gelişmesinin bir aşamasında varılan bilginin düzeyi bilim adamının perspektifini ve (bilim) namusunu zorlar. Perspektifi konjonktürel olarak gerici sınıflardan kaynaklanan bilim adamları bilim namusundan vazgeçmekle susmak arasında seçim yapmak zorundadır: Birinciye örnek Malthus ise, ikinciye örnek Ricardo’dur.21
“Bizim bakışımız, kapitalist sisteme hapsolmuş oldukları için, kapitalist ilişki içinde nasıl üretilebildiğini görebilen, ama bu ilişkinin kendisinin nasıl üretildiğini ve aynı zamanda kendi çöküşünün maddi koşullarını nasıl yarattığını anlayamayan iktisatçılardan… temel olarak farklıdır”.22 Marx’ın bakış açısı ve yöntemi bu engelleri aşmasını sağladı. O işe, herkesin çözüm gördüğü yerde sorun görerek başladı.
Marx bütün ekonomi politiği metalar arası değil, insanlar arası ilişkiler olarak gördüğü için soyutlaması, zorunlu olarak üretime vardı. “Genel anlamda üretim bir soyutlamadır ama ortak öğeyi ortaya çıkardığı, böylece bizi tekrardan kurtardığı ölçüde makul bir soyutlamadır. Öte yandan bu gerçeklik yada kıyaslamalar sonucu çözülmüş ortak öğe de karmaşık bir eklemlemedir, türlü değişik belirlemelere bölünüp ayrılan bir bütünlüktür. Kimi belirlemeler bütün dönemlere aittir kimi ise yalnızca birkaçına”.23 Marx’ın yöntemi şöyle özetlenebilir: ele alınan nesne yani toplum, ilk önce tüm karmaşıklığıyla ve her yönüyle incelenir, verileri toplanır; sonra bütün bu karmaşıklık içinden belirleyici ana ilişki (üretim) soyutlanır ve bunun etrafında tüm toplum yeniden inşa edilir. Bu, düşüncedeki somuttur; karmaşık değil, çeşitli ve düzenli bir bütündür. Bu soyutlamanın amacı somut toplumu anlamak ve değiştirmektir. Tıpkı başlangıç noktası gibi bitiş noktası da pratiktir.Ama bu kez bilinçli bir dönüştürmeye yönelik pratik.
“Kural olarak, en genel soyutlamalar ancak mümkün olan en zengin gelişmenin ortasında, bir şeyin birçok şeyde, her şeyde ortak olarak belirdiği durumlarda ortaya çıkar”.24 Marx bu saptamasına uygun olarak kapitalist üretim tarzını, yaşadığı çağın en gelişkin örneğini, İngiltere’yi ele alarak inceledi. Bu inceleme diğer tüm toplumların anlaşılmasının da anahtarıdır; ancak somut, çeşitli ve farklı belirlenimlerin birliğidir ve bu birliğin gelişmesi eşitsizdir.25
Kapital’in sunuş yöntemi, Marx’ın çalışma yönteminin bir anlamda tersidir, çünkü, sunuş kapitalist toplumun en temel hücresi, tüm diğer çelişkilerinin vaaz edildiği meta ile başlar; metaların başkalaşımı, para, sermaye vb. bu fenomenin üstünde ardışık kestirimler yöntemiyle yükselir.26 Sunuş, soyut bir düzeyden başlar ve somuta doğru ilerler; halbuki Marx, tarihi inceler ve tarih aracılığıyla tanıtlar.27 Ancak bu bir çelişki değildir, çünkü sunuşta önemli olan çelişkinin ilk başta nerede başladığını göstermektir. Sunuş yönteminin araştırma yöntemi olarak ele alınması ise yapısalcı sapmanın temelidir.
Sonuç: Teori, Politika ve İdeoloji
Bilimsel bir eylem kılavuzu olan marksizm, tarihsel ve diyalektik maddeciliğin, politikanın, dolayısıyla işçi sınıfı hareketinin, belirleyiciliği altında gelişen kapitalizme karşı mücadelesinde de ideoloji ile tamamlanan bir bütündür. Marksist gelenekte teorik üstünlük ancak pratiğin sağladığı prestijle kurulabilir. Bu anlamda teori sadece dünyayı değiştirme perspektifiyle değil, kendini ispatlama ve yaygınlık kazanma nedeniyle de zorunlu olarak bağlıdır. Doğru teori sadece doğru yöntemin, doğru tahlilin sonucunda oluşmaz, belli bir pratiğin prestiji ve gücü iç tutarlıkla birleştiğinde anlam kazanır. İşte bu noktada Marksizmde ideolojinin rolü gerek sınıf mücadelesinde, gerekse bu mücadelede ortaya çıkan sapmalara karşı mücadelede ortaya çıkar/görünür. Teorik tahlilin sonuçlarının anlaşılır ve tutarlı propagandası, teorik çalışma ile ideolojik çalışmanın birleştiği noktada mümkündür. Burada teori susar, artık konuşan örgüt ve onun ilişkileridir. Bu anlamda marksistler için apolitizm ve teorisizm saptamaları kullanılabilecek en ağır sıfatlar olsa gerek.
Teoride, nesnenin bilgisine ulaşılırken, öznel etmenin rolü ihmal edilemez. Devrimci Marx ne Kapital’de, ne de diğer teorik çalışmalarında sınıf mücadelesini, dolayısıyla öznel etmeni soyutlayarak çalışmıştır. Tüm tahlilinde sınıf mücadelesi içerilmiştir. Filozoflar dünyayı değişik biçimlerde yorumladılar, aslolan onu değiştirmektir, diyerek kendinden öncekilerden ayrılan Marx’ın, sermayenin yasalarına vurgu yaptığını, Ne Yapmalı ile örgütlenme anlayışı ve örgüt üzerine yoğunlaşan Lenin’in ise bunu sınıf mücadelesi temeli üzerinde tamamladığını söylemek, Marx ile Lenin’i önce koparmak sonra yapıştırmaktır. Yani eklektizmdir. Bunun bir ürünü, zaman zaman duyulan “Marx’a dönüş” çağrılarıdır. Marx ile Lenin arasına metodolojik ayrılık koymak, Lenin’i savunanların değil reddedenlerin argümanıdır.
Marksizmin de şüphesiz kendi içinde eksiklikleri, sorunları mevcuttur.Yukarıda sergilediğimiz soyut yapı değişik pratiklerde zorlanmış ve esnetilmiş olsa da, işlevselliğini ortaya koyan somut bir hedef olmuştur. Rusya’dan Küba’ya, katılsak da katılmasak da, Yugoslavya’dan Çin’e, iktidarın verdiği güçle marksist teori farklı perspektiflerden yorumlanmış ve uygulanmıştır. Gene Avrupa komünizminden yeni sola troçkizme kadar farklı perspektifler teoriyi kendi politik pratiklerini onaylamak gerekçelendirmek için kullanılmıştır. Komplekssiz bir yaklaşım sevabıyla günahıyla eleştiriyi ve pratik kazanımların teorileştirilmesini gerektirirken tahlillerin çıkış noktasının yukarıda kısaca değinilen marksist çerçeve içinde bulunması gerektiğini ihmal etmez. Çerçeveyi zorlayan her çeşit teoriye ve pratiğe karşı ideolojik mücadele geleneksel sol için kapitalizmin çeşitli biçimlerdeki ideolojisine karşı mücadele kadar önemlidir.
Dipnotlar ve Kaynak
- Marx’tan J.Weydemeyer’e 5 Mart 1852 tarihli mektup, “Felsefe İncelemeleri”, Sol yay., 1979, s.182
- Marx; “1844 Elyazmaları”, Sol yay., 1976, s.190
- Marx; “Kapital”, C.1.1, Ocak yay., s.33. (Vurgu sonradan)
- Bilgi teorisinin, teorinin içinde ayrı bir alan olarak savunusunu, Türkiye’de 1980 öncesinde Birikim dergisi yapmıştı. Özetlersek, Birikim, Althusser’in teoride felsefenin gelişmemişliği ve her toplumsal formasyonda (teorik pratik anlamında) teori düzeyi bulunduğu tezlerini benimsemiş, marksizmden sapmaların kökeninde pratik kadar bu teorik belirsizliklerin de bulunduğunu iddia etmiştir. Geleneksel sol içinde bu iddiaya (Yurt ve Dünya’nın 13. sayısında) Ömür Sezgin yanıt vermiş, Althusser’in de özeleştirisinde ayrı bir bilgi teorisinin, teorisizmin kaynağı olduğunu belirttiğini yazmıştı. Ayrı bir çalışma konusu olabilecek bu tartışma hakkında biz gene pratiğin mihenk taşı olması gerektiğini düşünüyoruz. Teorisist sapmanın ve birikimin tezlerinin de belirli bir pratiğin son derece dolaylı ve ince işlenmiş yansıması olduğunu düşünüyoruz.
- Althusser’in marksist felsefeye “müdahalesi”, Lenin felsefeye olan katkılarını belirtikleştirmek ve “felsefe pratiğini” tanıtlamak olmuştur. Bunlar Althusser’in sorunsalı içinde yapısalcı yorumun temel dayanakları olmakla beraber, marksist felsefeye olan katkıları ihmal edilemez. Bu temel reddedilerek kavramlar ciddi bir eleştiriye ve dönüştürmeye tabi tutularak geleneksel sol içinde kullanılabilir.
- Engels; “L.Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu”, “Felsefe İncelemeleri” içinde, s.21
- H.Lefebvre; “Lenin”, C.I, Anadolu yay., 1975, s.187
- Lenin; “Felsefe Defterleri”, Sosyal yay., 1976, s.304
- Engels; “Doğanın Diyalektiği”, Sol yay., 1979, s.306
- Lenin; a.g.y., s.181
- a.g.e., s.180
- a.g.e., s.180
- Engels; “Doğanın…”, s.268
- Marx; “Kapital”, C.I, Sol yay., s.783
- Marx ve Engels bunu Manifesto’da “Proletarya çeşitli gelişme aşamalarından geçer. Doğuşu ile birlikte burjuvaziye karşı savaşımı da başlar.” diyerek açıklıyorlar. (Marx-Engels, Komünist Manifesto; D.J.Strnik, Komünist Manifesto’nun Doğuşu içinde, Sol yay., 1976, s.119
- Marx-Engels; “Alman İdeolojisi”, Sosyal yay., 1968, s.34 (üstü çizili pasaj vurgu sonradan)
- Marx; “Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı”, Sol yay., 4.baskı, s.25
- Marx; “Grundrisse” Birikim yay., s.178
- Engels’ten Bloch’a mektup, “Felsefe…”, s.184-185
- Marx; “Kapital”, C.3, Sol yay., s.856
- Malthus’un nüfus teorisi, gelişmeyi ve bilinçli müdahaleyi dışlar; geriye bir tek şey kalır, proletaryaya “çoğalmayın!” demek. Ricardo ise emek-değer kuramını ancak burjuva düşüncesinin geliştirebileceği yere kadar geliştirebilmiş ve orada bırakmıştır.
- Marx; Kapital’in I.cildinin yayınlanmamış 6.bölümünden aktaran Sungur Sarvan,”Yayınlanmamış doktora Tezi”, 1977, s.97 (vurgu Savran’ın)
- Marx; “Grundrisse”, s.143
- a.g.y., s.177
- Marx’ta eşitsiz gelişme, Alman İdeolojisi’nde ve Grundrisse’de altyapı-üstyapı arasında, Kapital’de ise farklı uluslar arasında ele alınmıştır (Kapital, C.III-I; çev: Mehmet Selik, Odak yay., 1975, s.500-501) Lenin’de ise ilk kez Rusya’daki sanayi dalları arasıda ele alınmıştır.(Rusya’da Kapitalizmin Gelişmesi, Sol yay., 1975, s.49)
- Lenin; “Felsefesi”, s.304
- Lenin; “Halkın Dostları…”, s.54