I.Dünya Savaşı enternasyonalizm ve uluslararası örgütlenme için bir çöküş getirmişti. Benzer bir dönüm noktası, bu kez panik yaratmamış olsa da, II. Savaş’ta da yaşandı. 1990’ların hemen başında, galiba bu iki dönemeçten daha da keskin bir viraj alınıyor. Gerçi uluslararası hareketin elinde dağılacak ya da kapatılacak bir enternasyonal zaten mevcut değil, ama bu kez örgütten daha büyük ve önemli kazanımlar, sosyalist devletler yitirildi yitiriliyor.
Yaşanan bunalım kaçınılmaz olarak ve açıkça enternasyonalizmin de bunalımı. Enternasyonalizmin bir önceki kavranış ve biçimlenişinin çökmesi, aşılmasıyla karşı karşıyayız. Önümüzdeki dönemde sosyalist hareket için ufuk açıcı, geliştirici bir enternasyonalizm yorumunu bugün geliştirmeye çalışmak gerekiyor. Şimdiki sorunun, II. yerine III.Enternasyonal’i koymak ya da Moskova belirlenimi altında bir uluslararası enformasyon ve koordinasyon ağı ile yetinmek gibi formüllerle çözülemeyecek ölçüde karmaşık olduğunu, çözümün ancak gerçek anlamda yeni yolların geçerlilik kazanmasıyla elde edilebileceğini söylemek mümkün.
Önümüzdeki dönemde enternasyonalizmin kavranış ve biçimlenişine ilişkin nesnel ve öznel ayakları sağlam oturtulmuş bir öngörüler ve öneriler dizisi kurmaya çalışmak gerekiyor. Aşağıda yapmayı deneyeceğim de bu. Ancak baştan hatırlatmakta fayda görüyorum, böylesi bir analiz ve politika tayini için şu an maddi zemin olgunlaşmış olmaktan uzaktır. Dolayısıyla akıl yürütmede, her argümanda spekülatif ve zayıf bir yan kaçınılmaz olarak var. Bu çalışma da, kuşkusuz bu zaaf ile malul.
Eneternasyonalizm ve Kapanan Defterler
Başlarken bir bunalım ve dönüm noktasından söz ederken, sona erenin bir “biçimleniş” olduğunun özellikle altını çizmek istedim. Bir kere enternasyonalizmin sona ermeyecek bir özü olduğunu söylemek gerek. Bu özün bileşenleri tarihsel ve teorik-ilkesel bir düzlemin parçaları.
Bir dünya sistemi olan kapitalizmin nihai silinişi yine dünya çapında bir sistemin onun yerini almasıyla mümkündür; kendisini uluslararası ölçekte bir iktisadi altyapı ve onun siyasal, ideolojik, kültürel kurumlarıyla vareden kapitalizm kendi “mezar kazıcılarını” da enternasyonalleştirmiştir; gerek maddi zemin, gerek öznel unsurlar itibariyle… Proletarya için sınıf mücadelesi çerçevesinde ulusal kimlikler tanımlayıcı olmaktan çıkmıştır… Tüm bunlar sosyalizmin ve işçi sınıfı hareketinin ulusal ölçeği aşan bir asli yöne sahip olduğunu ve olması gerektiğini anlatıyor. Ama yine tüm bunlar enternasyonalizmin nasıl bir politik biçimleniş, örgütlenme tarzı vb. dolayımıyla pratiğe yansıyacağına dair yeterli verileri sunamıyor. Böylesi dolayımların varolmadığı yerde de bir “somut” model kurmak mümkün olabilir, en azından düşünülebilir. Bu özel durum için kurgulanabilecek model her ulusal seksiyona uyarlanabilecek, dolayısıyla her sınıf mücadelesinin özgüllüğüne uygun düşecek tek bir uluslararası siyasi program anlamına gelecektir: Tek program, yekpare örgüt!
Ancak bu modelin ne dün, ne bugün, ne de gelecekte gerçekleşebilir olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Sınıf mücadelesinin global, yerel dinamiklerin karmaşık yapısına bu tarz bir sadelikle yaklaşmanın geçerli, elle tutulur bir yanı yok.
Enternasyonalizm için, eğer hâlâ “tek program-yekpare örgüt” düşüncesini çekici bulanlar var ise, bittiğini tekrar edebileceğimiz ilk biçimleniş budur.
Bu noktada, yukarıda sözünü ettiğim dolayımın tarihsel olarak nasıl kurulduğuna değinmekte yarar görüyorum. Başka çalışmalarda daha ayrıntılı tartışılmış bulunulan kimi noktaları hatırlatacağım.1
19. yüzyılda enternasyonal örgütlenmeler işçi hareketinin çeşitli eğilimlerinin iç hesaplaşma süreçleriyle belirlendi. Sosyalist hareketin politik-pratik birikiminin zayıflığı yukarıda kurgulanan sade modele görece en yakın şekillenmelerin bu dönemde ortaya çıkmasına elverdi. Pratik birikiminin yükselmesini sosyalist bir gelecek perspektifinin özel koşullarda yeniden üretilmesi anlamında kullanıyorum. Eğer bu anlamda ciddi adımlar henüz belirginleşmemişse, sosyalizmin evrensel aforizmaları ön planda görünecek ve bu genel düzey “sade” modele yakın bir görüntü verecektir.
Sosyalist hareketin ulusal-enternasyonal diyalektiğine bu ilk evrede getirilen çözüm uluslararası ve genel yönlerin ağırlığını taşır. Bu çözümün genel olduğu ölçüde sığ da kalacağı söylenebilir. Nedeni şu: Bu konu çerçevesinde sınıf mücadelelerine sosyalist müdahaleyi zenginleştirebilmenin önkoşulu uluslararası birikimi içselleştirmiş ve bu birikimin sınırlarını aşma gücünü gösteren bir ulusal derinleşmedir. 19. yüzyılda eksik olan budur.
Ulusal bazda bir derinleşmenin alanı önce Fransa, sonra Almanya olarak belirginleşti. II.Enternasyonal’in olgun dönemi Alman deneyiminin üzerinde bu derinleşmeyi sağladı. Ancak bilinen sağa kayışla birlikte…
Ekim Devrimi’nin sağladığı iklimle doğan Komintern merkezi örgütlenmesi ve seksiyonların faaliyet perspektifi ile bir diğer dönemdir. Ortada ortak bir program, güçlü bir örgüt ve paralel uygulanan bir politikalar demeti vardır. Komintern’in tarihsel işlevi Ekim’in kazanımlarının korunmasıydı. Bu işlevini doldurması ve seksiyonların önündeki görevlerin merkezi yapıyla çelişecek ölçüde ayrışıp karmaşıklaşmasıyla bu dönemin de sonuna gelindi.
Enternasyonalizmin son biçimlenişi ise, uluslararası hareketteki bölünmeler bir yana, temel olarak sosyalist sistemin ekseni etrafında oluştu.
I.Enternasyonal’de kimlik bulma mücadeleleri, II.Enternasyonal’in sağ dengesi, Komintern’in tek ülkede sosyalizmi savunması, sosyalist sistemin çevresinde oluşan “hiyerarşik danışma” ilkeleri… Bu dönemlerin her birine genelleştirilebilecek bazı özellikleri saptamak mümkün.
(1) Enternasyonalizmin her özel biçimlenişinin başında bir itilim yer alıyor. Sınıf mücadelesinin yükseldiği bir konjonktürün dayattığı ortak sorunlar ve ortaklaşa bir örgütlenmenin ve faaliyetin bu yükseliş konjonktürlerinde mümkün hale gelmesi…
(2) Belirli bir biçimlenişin başarısı başlangıçtaki itilimden çok hareketin sonraki dönemde taşıdığı dinamiklere bağlıdır. I.Enternasyonal 1848 devrimlerinden 1860’ların canlanışına aktarılan devrimci rüzgarları ne denli yükselttiği ile değil, sosyalist birikimin iç mücadele ve kimlik netleştirmesine sağladığı uygun çerçeveye göre değerlendirilmelidir. II.Enternasyonal, hareketin toplumsal dinamiklerin dalgasına binmesi ve kitleselleşmesiyle değil, düzen içi salınımlarıyla değerlendirilir. III.Enternasyonal, 1917 devriminin politik ortam, kitle psikolojisi, devrimci altüst oluşlarının ne denli içselleştirildiğiyle değil, SSCB’nin savunulması açısından değerlendirilir. Nihayet son dönem, bir sistemin savunulması ve başarılarından çok, dağılma dinamiklerinin ne ölçüde bastırıldığı, dengede tutulabildiğine göre başarılı ya da başarısız sayılmalıdır.
(3) Her dönemin belirli bir seksiyonda cisimleşen bir ağırlık merkezi olmuştur.
(4) Yine her dönemin ana motifi belirli bir ortalamayı temsil etmiştir. İtilimin ön plana çıktığı başlangıçlarda ağırlık merkezi aritmetik ortalamanın çok ilerisindedir. Dönem oturdukça ağırlık merkezi ile ortalama örtüşür. Örnek olarak 1848’in devrimciliği hatırlanabilir. Kadroların ülkeden ülkeye sevkedildiği romantik ve kendisini iktidarın eşiğinde gören bir devrimciliktir bu; ve kesinlikle işçi sınıfı mücadelesinin, sosyalizmin teorik-pratik birikimlerinin ötesindedir. Ortalama daha sonra ilk ana göre atıllaşarak tutturulmuştur. Bir diğer ve daha çarpıcı örnekse Komintern’dir; 1920’lerin başında devrimi her yere taşıyarak tek ülkeyi korumak ile 1930-40’ların diplomatik denge oyunları çok farklıdır.
(5) Ortalama bir enternasyonal hat kendi misyonunu yerine getirir, ama ileri sıçramaya yatkın sektörleri de köreltir. 19. yüzyılda Marksizmin kendisini başka sosyalist akımlarla bulaşık ifade etmesi böylesi bir geri çekilişti. II.Enternasyonal Rus sosyal demokratları için uzun süre bir cendere olmuştu. Komintern de kazanımlarını riske atacak “devrimcilik”lere karşı sürekli uyarıcı davranarak kurala uydu.
(6) Her dönemin sonu bir bunalımla geliyor. Bunalımın bir devrimci yükselişle geliştiği konjonktürlerde daha önce cendere içinde sıkışan bir ögenin toplayıcılığında atılım yapılabilmektedir (Komintern); ya da savunma konjonktürü ve atılımcı öznenin yokluğunda daha gevşek yapılanmalar türemektedir (Il.Savaş sonrası).
Bu özelliklerin yeni türleriyle önümüzdeki evrede mutlaka karşılaşacağımızı iddia edecek değilim. Pekala enternasyonalizmin yeni biçimleri şimdiye dek geçerli olmuş kimi unsurları dışta bırakabilir. Dahası bırakmalıdır da… Ancak önümüzdeki dönemin nelere gebe olduğuna ilişkin fikir yürütürken yukarıdaki altı unsurun baştan reel bir çerçevede yardımcı olacağını sanıyorum.
Güncel Bunalım
Enternasyonalizmin bir döneminden diğerine geçilirken yaşanan bunalımın derinliği, hareketin seksiyonlarının tesis edilmiş bulunan ortalama bağlanmışlıklarıyla doğru orantılıdır. Yeniye hazırlıklı olabilenlerin eskisini kimliklerinin her noktasına kaydetmiş olmamaları gerekir. Eski dönemin koşullarında varolanın zaaflarını görebilmiş, ortalamanın geri çekici etkisine karşı tepkisini biriktirmiş olan kişilikli ögelerin geleceğin inşasına katkıları daha güçlü olacaktır.
Türkiye düşünüldüğünde bu anlamda son derece kişiliksiz bir performansın egemen olduğu söylenmelidir. Parti programlarına giren demokratik halk devrimi, halk demokrasisi, antitekel strateji vb. Türkiye özgülünde bir yeniden üretim değil, enternasyonalizmin gereği idi! Son yıllarda global sorunlar, ulusal uzlaşmalar, evrensel demokrasi tarifleri bunların yerini aldı. Yine enternasyonalizmin gereği olarak!..
Geleneksel solun bu tuhaf pratiği enternasyonalizmin algılanmasındaki sıradanlığın tehlikesini net olarak sergiliyor. Böylesi bir pratik egemen hale geldiğinde ise, uluslararası rüzgarlara karşı korunma duvarları çekmek kişilik edinmenin vazgeçilmez önkoşulu olabiliyor.
Geri çekici ortalamaya karşı kendini ayırmak… Bu, teorik olarak düşünüldüğünde, her zaman ve her yerde “yapılabilir” birşeydir. Ancak konjonktürel etkenler hem yapabilenlerin niceliğini, hem de “kendini ayırma” işleminin işlevselliğini belirler.
Ekim Devriminin, tek ülkede sosyalizmin savunulması uluslararası hareketin birer ortalamasıydı. Ancak kendi sollarında gerçekçi bir devrimciliğe nesnel olarak alan bırakmayan ortalamalardı bunlar. Daha gelişkin bir devrimcilik bulmak için ortalama motifleri tamamen terk edenlerden yeni keşif haberi alınamadı…
Uluslararası hareketin parçası olmak ile geri çekici merkeze belirli rezervler koymak arasında ince bir çizgi var. Bir yanında işlevsiz kalma riski taşıyan solculuk, diğer tarafta tekil alanların devrimci olanaklarını yitirerek erimek. İkincisini bir kenara koyuyorum ve Türkiye geleneksel solunun tarihini anlatan bu siyasal davranışın devrimcilerden uzak kalmasını diliyorum.
İşlevsizlik riski kendi içerisinde farklı türlere ayrılıyor. Kimi zaman naif bir goşizm, bizzat geleneksel değerlerin tümünün terkedilmesine yol açan tepkisellikler… Bir başka tür onurlu yenilgiler yaratır. Dünya ve ülke konjonktürünü zorlayan, sonuçsuz ya da kısa süreli kazanımlar getiren atılımların devrimci mirasa en azından moral katkıları vardır. 1917 sonrası Avrupa’da, kısmen İspanya, kısmen Yunan iç savaşında yaşananlar bu kategoriye sokulmalıdır. Ve işlevsizlik riskine ilişkin söylenecek son bir söz kalıyor: Risk politikanın doğasında vardır. İçinde bulunduğumuz bunalım dönemlerinde bunun altının çizilmesinde fayda var.
Fazla ayrıntılı gözlemlere ve tartışmalara girmeksizin bugünkü ortamın farklılığına gelmek istiyorum. Uluslararası harekete devrimci bir moral ve ivme katma doğrultusunda “zorlama” niyet ve formasyonuna sahip hareketlerin önündeki sol-içi-hukuki engeller 1990 yılında aşağı yukarı tamamiyle kalkmıştır. Bu anlamda “devrimcilik özgürleşmiştir”.
Ancak bu özgürleşme arzulanır bir yoldan ilerlemedi. Arzulanır olan, yeni bir devrimci dalganın ve dünya konjonktürünü sarsan, solun bütününe sıçrama kanalları açabilecek bir odağın öncelikle belirginleşmesi olurdu. Dünya solunun eskiyen statükosunu değiştiren, eski merkezin kimi işlevlerini devralan böylesi bir devrimci odak olmalıydı. Oysa bugün dünya solunun SBKP “merkezi”, yükümlülüklerini yerine getiremez, sorumluluklarını taşıyamaz hale gelmiş ve merkezlik işini ortada bırakmıştır. Kötü olan, Moskova bu rolü terkederken, yerini alacak bir potansiyelin hiçbir ülke ya da bölgede sergilenmiyor olmasıdır. Bu durum özgürleşmeyi her sıçrama anında olağan sayılacak karışıklıktan öte kaotik kılmaktadır.
Arzulanır olan ikinci bir gelişme de, son 73 yıllık merkezin eskimesi halinde, misyonunu gelişmiş bir kapitalist ülkenin işçi sınıfına teslim etmesi idi. Görünen o ki, bu arzu da gerçekleşmeyecektir. Bu durumda 1917-90 döneminden daha gelişkin bir sol statükoya sıçrayabilmenin bir ögesi daha eksik kalmaktadır. Eğer kaostan çıkılacaksa, bu sürecin ağırlıklı ögeleri emperyalist sistemin merkez değil yarı-çevre, orta gelişmişlikte ülkelerinden derlenecektir. Bunun anlamı ise muhtemel yeni reel sosyalizmin de güçlü maddi kısıtlarla çevrili olacağıdır.
Sovyetler Birliği’ndeki reform ihtiyacı, uluslararası ağırlığını da bu ülke komünistlerinden başkalarına kayması gereği ile parallellik göstermiştir. Ancak 70 yıllık bir statükonun 4-5 yıl içinde değişmesi fazla hızlı bir gelişmedir. Kaçınılmaz olarak kendi çerçevesinde çeşitli yönlerde kaymalar ve çelişkilerle yaşanacaktır. Son beş yıla bakıldığında önceleri reform çıkışıyla birlikte Sovyet liderliğinin popülaritesinin yalnızca Batı kamuoyunda değil, dünya solu nezdinde de arttığı görülüyordu. Ancak bu prestij artışının bir devrimci sıçramayla birleşmeyeceği başından beri açıktı. Önce dünya solunun en önemli odağı olan SBKP’nin kendi özel zeminini güçlendirmesi, sorunlarını hafifletmesi hedefleniyordu. Bunun içinden çıkılabilirse, elde bu kez merkez olmayı gerçekten hak eden, dünya devrimci süreçlerini hızlandıran bir odak olabilecekti. Ama Sovyet reformları uluslararası solu da reformculaştıran bir etki yaratmıştır. Devrimci politikanın bu tarz bir -en azından- tatil edilişinin, birikmiş sorunların çözümü için ortam sunmanın dışında bir de dejenerasyon etkisi vardır. Bu etki kapitalist restorasyoncu talep, program, kadro ve pratiklerle kendisini göstermiştir.
Tüm bunlardan çıkacak bir sonuç şu olmalıdır: Herhangi bir ülkede devrimci bir politikanın dünya solunun mevcut statükosundan alacağı bir itilim artık kalmamıştır. O halde devrimcilik şu an için uluslararası rüzgarlardan korunaklı ulusal birimlerin inşası ile ilerleyebilir. Bu, aynı zamanda yukarıda tarif ettiğim derinleşmenin bizzat kendisidir. Bu derinleşmede yol alınmadıkça uluslararası plana devrimci bir etki taşımak da mümkün olmayacaktır.
Gelecek İçin Kurgular
Yeni bir uluslararası devrimciliğin tanımlanabilmesi ve buna vücut verilebilmesi için farklı yorumcular kendilerince önkoşullar saptarlar. Örneğin kimilerine göre yeni bir enternasyonal yalnızca işçi kitle partilerinin koordinasyonu olabilir, dolayısıyla merkezi inşa yollarından önce işçi kitlelerinin bu tarz bir global politizasyonu şarttır. Başkaları “reel sosyalizm ve Stalinizmin çöküşünü” yıllar öncesinden öngörmüş olmalarının “hakkını” talep ederler.
Ben burada daha makul önkoşullardan sözetmeyi düşünüyorum. En çok önem verdiğim nokta da uluslararası bir reel politikanın geçerliliği. Bunun açılması gerekiyor.
Enternasyonalizmin tek bir uluslararası siyasi programa indirgenemeyeceğinden yukarıda söz ettim. Bu noktadaki sorun yalnızca bir genel programın her bir ulusal boyutta özgün uygulama biçimleri olması, yani bir adaptasyon konusu değildir. Çünkü adaptasyon diye başlayan işlem çoğu zaman programatik açıdan çelişik sonuçlara varabilmiştir. Kimi birimlerin devrimci, başkalarının statükocu olmaları ve, işin tuhafı, bu durumun bir bütünlük oluşturması pekala mümkündür. Ülkelerin özel dinamik ve birikimlerinin konjonktürel olarak dayattığı politikalar programatik farklılıklar içeriyorsa, bunun elbette ideolojik tercihlere ilişkin bir önemli ayağı vardır. Benim burada altını çizdiğim, farklılıkların özel maddi zeminlerinin de olduğu.
Programatik düzlemde kurulamayan bütünlük bir başka yerde kurulmuştur: Reel politika. Enternasyonal örgütlenmenin mümkün ve etkin olduğu koşullar bir uluslararası reel politikanın varlığıyla belirlenmiştir.
Açıkçası bugün böylesi bir reel politikanın kendisi yoktur. Ve aslında bu maddi, somut bir boşluk değil, siyasi öznelerin müdahaleleri ile yaratılan ve doldurulan bir boşluklar türündendir. Tartışmamız gereken de bu boşluk müdahalesinin hangi zeminleri temel alması gerektiğidir. Burada her biri açılmaya muhtaç kimi tezleri sıralamakla yetineceğim:
(1) Uluslararası bir sosyalist reel politika kapitalizmin yeni bir iktisadi-siyasi atılımına karşı, antikapitalist özü net bir direniş çizgisini esas almalıdır. Yeni politik kültür vb.cilerin ortaya attığı “sınıf mücadelesinin aşıldığı” yönündeki iddialar kesinkes dışlanmalıdır. Bu radikallik olmaksızın kapitalizmin yeni saldırısını karşılamak mümkün değildir. Yine bu radikalizmin gündelik politikaya tercüme edilmesinin sorunsuz olmadığı unutulmamalıdır. Bu durumda işe varolanın eleştirisinden başlamak yerinde olacaktır. Eleştiri nesnesi de hiç kuşkusuz emperyalizm karşısında taviz diplomasisinin döngüsüne girmiş bulunan Sovyet dış politikası olmalıdır.
(2) Sosyalist ülkelerde restorasyona yol açan ya da koşul hazırlayan yaklaşımlara uzak durulacaksa, bunun bir dışavurumu uluslararası hareket üzerinden Sovyet-Rus ağırlığının kalkması ve reddedilmesi olacaktır. Bu ağırlık azaltmanın sorumsuz bir hafifliğe dönüşmesinin de önü alınmalıdır. Burada iki kıstas sosyalist ülkelerin tarihsel kazanımlarına sahip çıkılması ve savunulması ile leninist yaklaşımlara bir geri dönüş olabilir.
(3) İçinde bulunduğumuz evrede uluslararası bir reel politika ile programatik zemin arasındaki mesafe daha önceki deneyimlere oranla daha kısa olmalıdır. Dolayısıyla bu kez, uluslararası reel politika bütünlüğünün kimilerine radikalizm yolunu açarken, başkalarını geriliklere mahkum etmesinden kurtulmak da mümkün olabilir. Euro-komünist ve gerillacı eğilimlerin bütünleştikleri bir genişlik anlamlı olmayacaktır; ama bunun bedeli de yeni enternasyonalizmin belirli radikal topraklarla sınırlı kalması olacaktır.
(4) Devrimci sürecin başını çekecek bir büyük atılım gündemde değilse ve görünürde de yoksa, o zaman ulusal bazda derinleşme farklı bir içerik kazanacaktır. Örneğin ihtiyaç ve birikimleri benzer bölgesel yakınlıklar önem kazanabilir. Önem kazanmaları için de iktidara gelmeleri değil, dünya solu içinde sürekli ve kararlı bir devrimci duyarlılığı temsil edip örgütlemeleri yeterlidir.
(5) Enternasyonalizmin taşıyıcılarının dağılımı değişmeye mahkumdur. Geleneksel solun restorasyoncularının yanı sıra, eski dönemlere fazla bağlı unsurları da yeni süreçlere uyum gösteremeyebilir. Ama öte yanda, sosyalist sisteme tepki ile şekillenmiş yeni solun kimi kesimlerinin farklı bir siyasal konuma oturmaları da olasıdır. Bu kategori için belirli bir adres ya da ipucu göstermek henüz mümkün olmasa da, artık birilerinin reel sosyalizmi düzeltmek için mücadele etmenin bıçak sırtında yürümeye benzediğini anlamaları ve reel sosyalizmin kazanımlarına daha fazla sahip çıkmaları gerekiyor. Bu yönde gelişmeler şaşırtıcı olmayacaktır.
(6) Söz konusu kazanımların bizzat sahibi olan geleneksel sol ise artık kuru aktarmacılıktan kurtulmak durumundadır. Bu kesimin dünya çapında radikal bir potansiyeli mevcuttur ve artık radikalizmin 1917-90 kuru retoriği bazında sürdürülmesi olanaksızdır. Eskiden leninizm ya kitabi ya yaratıcı olurdu. Şimdi ilk türün sonuna gelmiş bulunuyoruz. İkinci türün ise kendini kanıtlaması gerekiyor.
(7) Geleneksel sol söz konusu yaratıcılığı, yer yer uzaklaşmış bulunduğu militan mücadele tarzlarına dönmeksizin, sosyalist özde katılımcı ögelere yer vermeksizin, bürokratizmi etkisizleştirmeksizin üretemeyecektir. Bu işin altından kalkmak tam da bir bolşevizasyon süreci olabilir.
Tüm bu ögelerden ne zaman ve nasıl bir örgüt yapısı çıkabilir? Bu sorunun yanıtı henüz verilemez. Ama şu kadarının oldukça açık olduğunu düşünüyorum: Solun tüm özneleri için gündemde bir konum belirleme sorunu var. Rüzgara kapılanları bir yana bırakıyorum, ve bunlardan yalnızca yeni düşüncecileri değil, “işte bürokrasi çöküyor” çığırtkanlığından hoşnut görünen yeni sol kesimleri de kastettiğimin altını çizmek istiyorum. Diğerleri, ister geleneksel hareketlerden, ister yeni sol kökeninden gelsinler, yeni pozisyonlarını tanımlamak için belli bir zamana ihtiyaç duyacaklar. Denge bu yoldan geçerken kurulacak.
Bunun da sonrasında ne olur?
Karşımızda olumsuz ve işi zorlaştırıcı yönleri olabildiğince netleşmiş, gelişmiş, potansiyel olumlulukları ise henüz ham durumda, karışık bir tablo var.
Bir yanda kapitalizmin dünya çapında ilerleme ve saldırısı, sosyalizmin bunalımı ve devrimci odakların yokluğu… Öte yanda bir açılım ve derlenişin zeminini oluşturacak tüm unsurların bir mücadelenin sonucu olarak gelişebilecek olmaları…
Bu tablodan umut ve iyimserlik değil, mücadele çağrısı çıkıyor. Yaşadığımız şu kritik süreçte, her geçiş evresinde olduğu gibi, öznel müdahalenin ve olası kazanımların alanı genişliyor.
Dipnotlar ve Kaynak
- Gelenek’te yayınlanan birçok çalışmada enternasyonalizmin tarihsel değerlendirilişine ilişkin ipuçları bulmak mümkün. Ancak konunun özel olarak ön planda ele alındığı yazıların adını anmakla yetiniyorum: Gelenek 10.kitap içinde C. Uygur ve A. Giritli’nin “Geleneksel Sol ve Reel Sosyalizm”, aynı kitapta M. Çulhaoğlu’nun “Gorbaçov Açılımları ve Enternasyonalizm” makaleleri ile BTDK yayınlarından Enternasyonalizm kitabı içinde yer alan Gelenek imzalı tebliğ.