Politik mücadelede, üzerinde daha çok durulan tek tek sosyalistlerin devrimci kişilikleridir. Bu kişilik, ahlaki açıdan, bağlanılan örgütsel yapının ve genel olarak sosyalist geleneğin standartlarına göre değerlendirilir.
Bu değerlendirmenin önemsiz olduğunu düşünemeyiz. Öznel bir bakışla, örgütsel kültür ve komünist kişilikten bu kadar fazla söz eden insanlar olarak da, bu değerlendirme sürecini şimdiye kadar önemsedik ve önemsemeye devam edeceğiz. Ancak, sosyalistlerin devrimci kişilikleri bir kural olarak, her zaman, politik mücadelede bağlanılan yapının kişiliği ile birlikte incelenebilir. Türkiye sosyalist hareketinde eksik olan budur.
Örgütsel etik, veya bu yazıda Türkiye solu somutunda ele alacağımız politika kültürü, birey olarak kadrolardan istenen titizliği aşan ve onu kaçınılmaz olarak belirleyen bir olgudur. Kadrolarda cesaret, inanmışlık, özveri, paylaşımcılık, dürüstlük ve bunun gibi özellikler hem politika ötesi nitelik taşır, hem de politikada edinilir. Bu nedenle devrimci bir yapının kadroları, insani terimlerle konuşma lüksünü terketmeyi bir an için göze alırsak, hem hammadde hem de mamul olarak bir gelişme, bir başkalaşım sürecine tabi olurlar. Aslında bu sürecin girdi ve çıktısı yoktur. Ancak belli bir soyutlama düzeyinde, kadronun katılımı ile verili bir an arasında girdi-çıktı ilişkisi kurmak mümkündür.
Bu yazıdaki amacım, örgütsel çalışmalarda ve genel olarak politik mücadelede, “devrimci”, “komünist” diye adlandırdığımız “kadro”ların oluşum mekanizmalarını bulmak ve siyasi yapı-komünist kişi arasındaki ilişkiyi bir de bu cepheden incelemektir.
KİMLERİ ÇAĞIRIYORSUNUZ?
Devrimci yapıların genel faaliyetleri, dünya görüşleri ve belirginleşmiş teorik özgüllükleri daha baştan belli bir türde insan kaynağına hitap edecektir. İlk akla gelen, sınıfsal kökendir. Devrimci yapının kuruluş anından gelişme sancıları çekilen dönemlere gidildikçe, küçük burjuva kadrolardan emekçi sınıflara doğru bir kayma da olacaktır. Örgütün programı, teorik tercihleri bu kaymayı kesen bir özellik gösterebilir. Bilimsel sosyalist teori ile donanmış örgütlerin işçi sınıfı içerisinde kök salacakları, devrimci demokrat yapıların küçük burjuva ağırlıklı tabana sahip olacaklarını söylemek bu yazının yazarının amacı kapsamında olmadığı için, bu konuya girilmeyecek. Zaten yukarıdaki yaklaşımın her durumda nesnelliği doğru biçimde yansıttığından kuşku duyulmalıdır.
Sınıflara dair bir tercih koymadığımız için (komünistlerin amacı, işçi sınıfı içerisinde örgütlenmektir), örgütlerin kendilerine doğru çektikleri, yani kendi çatı ve anlayışları altında mücadeleye çağırdıkları “insan”ların (komünistlerin sınıfı yoktur) tercihlerine kaynaklık eden örgütsel özelliklere bakmak gerekiyor.
Sol (burada devrimci diyemeyeceğim) yapıların temel hedeflerinin ve bu temel hedef çizgisinde gerçekleştirdikleri faaliyetlerin ruhu ile kendilerine çektikleri müstakbel kadroların ruhu arasında uyum olduğunu görüyoruz. Bunu görmek için dikkatli bakmak yeterli.
Yakın gözlemde bulunma talihsizliğini yaşamamama rağmen dikkatli bakan gözlerin yardımıyla Sosyalist Birlik Partisi içerisindeki insanların, bu yapıya yönelenlerin (var mı bilemiyorum) konu açısından oldukça güzel bir örnek oluşturduğunu düşünebiliriz. Niyetsiz bir yapıya niyetsiz insanlar yapışır istisna her devrimciden özür dilemeye hazırım (karşılığında bu yapıda ne aradığını açıklayabilir).
Türkiye solunun bugünkü etkisiz devresinde mücadeleye gelen kişilerin çok saf kişiler olarak değerlendirilmesi yanlısı değilim. Çok özel örnekler dışında insanlar nereye gitmekte olduklarını veya kısa sürede nereye geldiklerini sezeceklerdir. Sol yapılar, kendilerine uygun olanlarına layıktırlar. Dengi dengine…
Ortalama olandan, teorik olandan bahsetmekteyim. SBP bir uçta, başka alanda devrimci demokratlara bakalım. Bazı yapılarda popülizm yüzünü devrimden çok düzene döndü. Geçmişin anlı şanlı bazı geleneklerine yarı lümpen militanlarla çiçek çocukları doluşmaya başladıysa bunun sorumlusu adresin kendisiyle birlikte tercihini yapanlardır da. Aynı kökenin devrimci yapılarına yaptıkları işi ciddiye alan, hata ve eksikliklerle birlikte devrimci olarak yaşayıp devrim için ölenler katılıyorlar. Adres, baştan bir çok bozukluğa kapısını kapatıyor. Devrimci Sol, buna bir örnek olarak gösterilebilir.
Türkiye’deki partili geleneğe sırt çeviren ve yeni bir partili geleneğin köşe taşlarını döşemekte olan SİP’in Türkiye solunda taşıdığı kadro birikimi, yalnızca eğitilen (yani yaratılan) kadrolardan değil, aynı zamanda kişilikleri ile daha azına razı olmayacak müstakbel kadro adaylarından da oluşmaktadır.
Her tür malzemeyle iyi bir yemek pişirmek mümkün değildir.
MÜCADELEYİ ve GÖREVLERİ TARİF ETMEK
Politik mücadelede bir kollektif yapının tekil kadrolarla ilişkisi açısından en önemli konulardan birisi, bireylere biçilen misyonlardır. Leninizm, sosyalizm mücadelesinde en etkili işbölümü örneklerini tarihe kazıdı. Leninist örgütte, bu büyük devrimci aygıtta, kadroların farklı farklı görev ve sorumlulukları vardır. Örgütsel işbölümü hem nitel hem nicel özellikler taşır. Ancak buna rağmen leninizm yarım ve sınırlı insanların işi değildir. Belki garip ve çelişkili gelecektir. Ancak, politik mücadelenin talepleri açısından “bütün” veya “tam”a yakın kadroların ağırlığı işbölümünü kolaylaştırmakta, daha zengin bir insan kaynağının çevre daireler halinde devrimci yapıda işlevli kılınmasını sağlamaktadır. Bu nedenle devrimci örgüt, parçaların birliğinden oluşmaz. Canlı ve yakınlaşmış bir “orta” bölümün varlığını zorunlu kılar.
Aşiret tarzı ile yönetilen (o kadar örnek var ki!) yapılarda bir, devrimci misyonları terkeden oluşumlarda iki, bu “orta” yoğunlaşma yoktur. Bunun işlevlerini ya aslında hiç de “tam” olmayan bir (veya bazı durumlarda birkaç) öndegelen üstlenmiştir, ya da yukarıda andığım gibi, örgüte parçaların birliği hükmeder.
Kişilere, bireylere doğru en büyük etkilerden birisi bu konuda ortaya çıkar. Devrimci misyonlarını hangi çapta olursa olsun bir veya birkaç kişiye emanet edenlerin “devrimci” kişiliklerindeki sakatlıklar saymakla bitmez. Devrimcilik hayata karşı bir fetih eylemidir. Buna yemin edenlerin, yaşamlarını buna ayıranların eski kartallar olmaksızın yapamamaları, ahlaki açıdan çürü-tücü bir durumdur. Bu türden yapıların sürekliliği de tehdit altındadır. Türkiye gibi bu kartalların ne kadar yüksek uçabildiklerinin de henüz pek gözlenemediği bir ülkede, erken efsanelere takılanların kişilik yapılarında tedaviye muhtaç bir çok yön bulunabilir.
Devrimin öznel gücünü birbirine eklem-nerek yaratmaya çalışan insanların durumu da farklı değildir. Çok sayıda yapıda, örgütsel işbölümü veya çalışma parçalanmış ve ihaleci bir mantıkla yürütülüyor. Bütün gövdesini köylüce bir zihniyete teslim eden bir harekette bir veya iki kişi işin kültür cephesini idare ediyor, okumayı çoktan unutmuş bir yapıda beş kişi yayıncılık yaparak teorisyen kimlik kartına sahip oluyor, sendikacısı sendika bürokratlığıyla, militanı kuryelikle iştigal ediyor. Bunları topluyorsunuz ve karşınıza “bütün” çıkıyor.
Politik ve kolektif çıktıları bir kenara bırakıyorum. Buradaki “devrim” “kişi”leri nasıl kişilerdir, hiç düşündünüz mü?
EĞİTİM SÜRECİ POLİTİK YAŞAMIN KENDİSİDİR
Bir devrimci yapıda “eğitim” ne amaçla yapılır? Bir dizi amaç içerisinde ben tek bir tanesi ve belki bütün amaçların bileşkesi ile ilgilenmekten yanayım: Kadroların politik kimliklerini oluşturmak. Herhangi bir biçimde değil, istenildiği gibi!
Devrimci yapılar için yapılan tercihlerde gidilen yer kadar gidenlerin de sorumlu ve söz sahibi olduğunu söylemiştim. Ancak bu kez daha determinist olmak gerekir. İyi çalışan bir eğitim çarkının bu yapılarda istediği doğrultuyu sahiplenen ve istenilen noktada duran insanlar yetiştirmekte zorluk çekeceğini sanmamak gerekir. Bir kez (hangi nedenle olursa olsun) bağlanılan yapı genel olarak kişiyi kendi doğrultusunda yeniden biçimlendirir. Yapılardan kopuşlar ise bu eğitim sürecine karşı bilgi yüklü bir karşı çıkışla değil, ilk girişe engel olmayan kişisel tonların kendisini bir kenarda sürekli yeniden üretmesi ile veya yapının bütünün yeni bir yönelimi sonucunda gerçekleşir. Bilişsel bir kopuş, istisnalar dışında yukarıdan aşağıya doğru yayılır ve hiç bir durumda taban inisiyatifiyle ortaya çıkmazlar.
Bu durumda devrimci kadronun ahlaki ve kişisel yönlerinin de bu eğitimin elinde olduğunu unutmak güçleşiyor. Eğer eğitim, aynı zamanda gündelik tecrübeyle birleşen bir iç etkinlikse, o halde bu tecrübeyle örgütsel anlamda “onay” kazanan ve kendisine eğitim araçlarıyla kuramsal bir geçerlilik bulan çok sayıda sosyalizm dışı davranış kalıbının sorumluluğunu tek tek “devrimciler”e atamayız. İnsanlar neyse oraya giderlerden; sonra, insanlar ne görürlerse onu yaparlar. Bu belki Dünya Armağan ve Hekimoğlu yoldaşlarımın bazı yazılarda üzerinde durdukları “örgüt ideolojisi”dir. Ama ben daha özel bir terimden bahsediyorum: Örgüt kültürü…
Örgüt kültürü, öyle sıradan, her yöne çekebileceğimiz bir kavram değildir. Leninist örgüt, bütün devrimci işlevleriyle birlikte, mutlak anlamda bir “aydınlanma”yı temsil eder. Bu aydınlanma, nesnel kısıtlar ve insanı yaratma mücadelemizin asıl iktidardan sonra gerçek araçların kavuşacak olmasına rağmen, bilişsel ve beşeri açıdan küçümsenemeyecek iddialıktadır.
Örgüt kültürünün örgütün insan kaynakları üzerinde kurduğu büyük baskıya dikkatleri çevirmek istiyorum. Daha önce kollektif niyetin, kişisel niyetlerle az çok örtüştüğün-den sözetmiştim. Bunun türlü türlü uzanımları mevcut. Yapıların politika yapma tarzları ile üyelerine dayattıkları yaşam ve davranış kalıpları arasındaki uyum hafife alınmamalı. İşi biçimsellikleri veri alan bir tartışmaya getirmeden bir kaç başlık sıralamak istiyorum.
Daha önce vurguladığım gibi devrime sırtını çeviren ve yüzünü haliyle düzene dönen bir yapının insanları, politik yaşamlarını hızla düzenin içindeki “maddi” (özellikle bu kelimeyi kullandım) yaşamlarının içine yerleştirirler. Bunun sonuçlarının ne olduğunu tartışmaya bile gerek yoktur.
Politik program – güncel politika ilişkisinde sağlıklı dengeyi kuramayan bir yapının ihtilalciliğin gerektirdiği hızlı manevra yeteneğini aşan ve başlı başına bir “kültür” haline gelecek omurgasızlığının insanları nasıl biçimlendireceğine bakalım:
İnanç özürlü olmak… Rüzgar gülü olmaya alıştırılan insanların inanacakları şeylerin sayısı hızla azalır.
Teorik çürüme… Teori, soyut – somut ilişkisi kurulmadan ve evrensel zeminlere çekilmeden varedilemez. Sınırsız pragmatizm, teoriye duyulan ihtiyacı ortadan kaldırırken, kayıtsızlıktan çok, çürümeyle sonlanan bir biçimlendirme yaşatır.
Ahlaki bozulma… Örgütsel yapının kendi ilkelerini yaratmaması ve onlara karşı sadık davranmamasının doğal yansıması, kendi ilkelerine yabancılaşan ve onlara karşı tepeden bakan insanların ortaya çıkmasıdır. Örgütün üzerindeki baskı kalkmış, örgütün insanlarını kapitalizmin acımasız ideolojik ve kültürel saldırısından kısmen de olsa koruyan kalkan da indirilmiştir.
Devrimci mücadelede araç-amaç ilişkisi üzerine yapılan tartışmalarda hep şu soru sorulmuştur: Devrim için her şey mübah mıdır?
Yanlış sorulmuş bir sorudur bu. Tartışma da yanlış yürütülmüştür. Komünistler, ne mücadelenin genel gidişatından bağımsız günah-sevap çizelgelerine sahiptirler, ne de bu tartışmada, yeni solvari bir tutumla “aracın içeriği amacı belirler” diyerek sosyalizmin toplumsal bir sistem olarak hangi maddi temellerde kurulabileceğini görmezlikten gelebilirler.
Devrim için ne gerekiyorsa o yapılır.
Budur bizim genel doğrumuz. Ancak, örgüt kültürü ve daha kapsamlı bir kavramla mücadele kültürü dediğimiz şey, bizim devrim için gerçekleştirdiğimiz ideolojik mücadele ve üretimin ayrılmaz bir parçasıdır. Bu kültürün içe ve dışa dönük etkileri vardır.
Kadroların politik mücadele pratikleri ne tür bir içerikle yüklüyse, kadroların biçimlenişi de o içerikle uyumludur. Politik mücadelenin gündelik pratiği ile sosyalizm mücadelesinin ütopyası, amaçları ve yukarıda değindiğimiz “aydınlanma” perspektifi arasında ipler koptuğunda ortaya kötü bir sonuç çıkar.
Bu demektir ki, hassasiyetimiz, tek tek ne yaptığımıza değil, neyi neden yaptığımıza, neleri hangi bütün içerisinde yapmakta oldu-ğumuzadır.
Leninistler örgüt kültürlerini sağlama alırken, kadrolarını yaptıkları işe bağlanan ve sonuçta politik mücadelenin genel içeriğine yabancılaşan insanlar haline getirmemeye çalışırlar.
Devrimciler devrim için her şeyi yapmaya hazır insanlardır. Yeter ki, örgüt kültürü, bu kültürün sosyalist ideolojiye yapacağı katkı ütopyalarımız, ilkelerimizle uyumlu olsun.
Uyum olmadı mı, ihanet şebekelerini, taşra politikacılığını, egoistleri, bilumum kariyer düşkününü sırtımızda taşırız. Örnekleri çoğaltmak, örgüt kültürüme sığmıyor…