Kapitalizmin tarihi anlatılırken en çok kullanılan sözcüklerden biri hiç şüphesiz “kriz” dir. Kapitalist üretim biçiminde dönemsel krizlerin ortaya çıkması, bu üretim biçiminin temel dinamiklerinin “doğal” bir sonucudur. Diğer bir deyişle söz konusu krizler kapitalizme dışsal kimi faktörlerden kaynaklanmamakta, bizzat kapitalizmin iç dinamiklerinin etkileşiminin bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır.
Kapitalizmin tarihinde kriz çözümlemeleri ve krizden çıkış yollarının araştırılması, burjuva iktisatçılarının mesaisinde oldukça önemli bir yer işgal etmiştir. Bu yolda nice iktisatçı önce “büyük adam” olmuş, fakat tüm zamanların krizlerini çözebilecek sihirli bir anahtar bulmak mümkün olmadığından zaman içerisinde sessizce unutulmuştur.
İkinci Dünya Savaşı’ndan 1970’li yıllara değin kapitalizmin devamını sağlayan fordist üretim biçimi, üretimde sağladığı hız ve verimlilik artışı ile “ideal model” olarak gösteriliyordu. 1970’li yıllarla birlikte dünya ekonomisinin içine girdiği kriz sürecinde “yeterince esnek olmamakla” eleştirilen fordizm gittikçe terkedilmektedir. Uzun bir süredir burjuvazinin gündeminde post-fordist üretim teknikleri var. Krizden çıkışın yem anahtarları olarak hızla uygulamaya konulan post-fordizm, başta Avrupa ülkeleri olmak üzere ABD ve Japonya’da hızla yaygınlaşmakta. Üretim sürecinin esnekleştiği bu yeni döneme ilişkin tartışmalar Türkiye’nin gündemine de son dönemlerde çeşitli şekillerde girdi. Bu yazıda, işçi sınıfına yeni bir saldırıyı içeren post-fordizm ve emek piyasalarında esneklik başlığıyla yürütülen tartışmalar Türkiye açısından ele alınmaya çalışılacak.
Fordist üretim biçimi
Fordist üretim biçimi en kısa olarak, kayan üretim bandında standart özelliklere sahip malların büyük ölçeklerde üretilmesi şeklinde tanımlanabilir.
Tarihsel olarak daha manüfaktür aşamasında üretim süreci belli bir iş bölümü dahilinde parçalara ayrılmıştı. Fakat işçinin üretim süreci üzerindeki denetimi henüz bütünüyle ortadan kalkmamıştı. İşçi, çalışma hızını hala kendisi belirlemekte, işçinin el becerisi gibi nitelikleri ürünün kalitesini hala önemli ölçüde etkilemekteydi. Fordizm, üretim sürecini mümkün olduğunca işçinin kontrolünden çıkarmayı hedefleyen bir üretim modeli olmuştur. Üretim makinalaşmış, işçi makinanın oldukça pasif bir parçası konumuna düşmüştür. Bu modelde üretim, kayan bir bant üzerinde ve işçinin inisiyatifi dışında belirlenmiş bir hızla gerçekleşmektedir. İşçinin nitelikli olması gerekmemekte, yapılan iş çok kısa sürede öğrenilebilen bir nitelik taşımaktadır. “Bilimsel yönetim” olarak adlandırılan bu sistemde emekçiler, yapılan işin bütününe yabancılaşmakta, üretim üzerindeki kontrol mekanizmalarını kaybetmektedirler. Karar mekanizmaları işyerinin dışındadır ve işçi tüm zihinsel süreçlerden kopartılmıştır.
Fordist üretim biçimi, ürettiği standart mallara olan talebin varlığına ve sürekliliğine dayanır. İlk yatırım maliyeti yüksektir. Sürekli bir üretim söz konusu olduğundan hem girdilerin, hem de pazarlama aşamasına kadar son ürünlerin oluşturduğu büyük stoklar kaçınılmazdır.
Kapitalizm, İkinci Dünya Savaşı sonrasında “ideal” olarak gösterilen fordist üretim modeli temelinde örgütlendi. Refah devleti politikaları çerçevesinde yaygınlaşan sosyal güvenlik kurumları, işsizlik sigortası, asgari ücret, tüketici kredileri vb. uygulamalarla tasarrufu azaltıcı ve tüketimi arttırıcı bir ortam yaratıldı. Fordizm, verimliliği hızla arttırmakta kar oranlarını yukarılara çekmekte, sermaye birikimi için uygun koşullar yaratmakta idi. Tüketiciler için de çok avantajlı olarak sunulan model, piyasalarda hem ucuzluk hem de bolluk demekti.
Ancak fordizm 1970’li yıllarda gelişiminin üst sınırına dayandı. Bir dönem için “ideal” olan bu model giderek artık sadece eleştiriliyordu. ABD’de 1973-81 arası dönemde emek üretkenliği yıllık ortalama %1.52 oranında arttı. 1965-73 döneminde ise aynı oran %2.77 idi 1 .
1970’li yılların ortalarından itibaren işsizlik oranlarında artışlar başgösterdi. ILO’nun verilerine göre 1979-1985 arası dönemde işsizlik ABD’de %5.8’den %7.1’e, İspanya’da %8’den %19.5’e ve İngiltere’de %5.3’den %11.9’a yükseldi.
Fordist üretim modelinin uygulandığı dönemin ardından gelen krizin nedenlerini kabaca iki gruba ayırabiliriz: Modelin kendinden kaynaklanan nedenler ve modele dışsal nedenler.
İçsel nedenlerin en belirleyici olanı, bant üzerinde üretimin yoğunluğunun bandın her aşamasına eşit dağılmamasıdır. Bandın kimi noktalarında boşluk doğarken diğer noktalarda bir yığılma yaşanabilmektedir. Hammaddelerin işlem görecekleri noktaya gelebilmeleri için uzun bir yol katetmeleri gerekmekte, bu da zaman kaybına neden olmaktadır. Diğer bir içsel neden olarak yüksek hatalı üretim oranı gösterilebilir. Üretim ve kalite kontrolü farklı kişiler tarafından yürütüldüğünden, hatalı ürüne ancak bu ürün gerçekleştikten sonra müdahale edilebilmektedir. Bir diğer faktör ise yüksek stok maliyetlerinin kaçınılmazlığıdır.
Dışsal faktörlere göz attığımızda ise, ilk olarak refah devleti uygulamalarının yarattığı yüksek maliyetler üzerinde durulabilir. Refah devleti anlayışının terk edilmesi Fordizmin temel dayanaklarından biri olan standart mal talebi yapısını değiştirmiş, talep mal çeşitliliğine kaymıştır. Fordizmin burjuva iktisatçılar tarafından en çok eleştirildiği noktalardan biri işte tam da burada; yani fordist üretim modelinin piyasadaki yeni talep yapısına uyum sağlayamamasında. Moda kavram ile ifade edersek: “Fordizm yeterince esnek değildir”.
Yukarıda sıralanan faktörler süreç içerisinde aşırı sermaye birikimine yol açmış, verimlilik ve kar oranlarına göre aşırı bir sermaye yoğunlaşması yaşanmıştır. Özetin özeti olarak: Kar oranları düşmüştür.
Her ne kadar 1970’lerden bu yana dünya ekonomisinin bir bütün olarak yaşadığı kriz, fordist üretim modelinin krizi gibi gösterilse de aslında çok klasik özellikleri ile kendini ortaya koyan, kapitalist üretim biçiminin bir krizidir. Kar oranlarının düşmesi, verimliliğin azalması ve bununla birleşen hızlı fiyat artışları; yani hem durgunluk hem de enflasyonun biraradalığı, öncekilerden çok daha derin bir krizin işaretleridir. Krizi sadece bir üretim modelinin krizi olarak göstermek, esas olanı gözlerden kaçırmaya yöneliktir.
Yanlış tedavi: Post-Fordizm
Krizi, Fordizmin krizi olarak saptayanlar, çözüme de kolayca ulaşıyorlar: Yeni “ideal” biçim olan post-fordist tekniklerin devreye sokulması.
Post-fordizm üretimin mantığı açısından fordizmden bir kopmadır. Fordizm standart mal üretimini hedeflerken, post-fordizm, talebin standart mallardan, mal çeşitliliğine kaydığı saptamasından hareketle piyasadan gelen taleplere göre değişen özelliklere sahip mallar üretmeyi hedefler. Post-Fordist üretim modelinde kullanılan makinalar tek amaçlı olmaktan çıkarılmış, genel amaçlı, programlanabilir hale getirilmiş ve otomasyon teknolojileriyle donatılmıştır. Bu yolla bir malın üretiminden, aynı üretim araçları kullanılarak başka bir malın üretimine geçişteki ayarlama ve bekleme zamanının en aza indirilmesi hedeflenmiştir. Üretim sürekli değildir. Stoklar hem girdiler hem de son ürün anlamında azaltılmıştır. “Japonya’da just-in-time (tam zamanında) üretim ile stoksuz üretim denenmektedir.”
Post-fordizmi, fordizmden ayıran bir diğer önemli özellik de üretimin organizasyonunda yarattığı değişimdir. “Üretim tarihinde ilk kez post-fordist yapılanma sürecinde ürün tasarım, stok kontrol, pazarlama, finans, yan sanayi ilişkileri gibi yönetim ve kontrol fonksiyonları “otomasyon” uygulamalarının kapsamına girmiştir” 2 .
Post-Fordizmin bir diğer özelliği de hatalı üretimi daha üretim aşamasında önlemeyi amaçlayan “kalite kontrol çemberleri” uygulamasıdır.
Yukarıda post-fordizm hakkında genel bir çerçeve çizilmeye çalışıldı. Şimdi bu yeni modelin en can alıcı noktasına değinebiliriz: “Esneklik” ya da daha doğru ifadesi ile “emek piyasalarında esneklik”.
Yukarıda değinildiği gibi yeni sistem hep piyasadan gelecek olan değişim işaretlerini yakalama ve o yönde uyum sağlama peşindedir. Esneklik bir yönüyle bu “uyum sağlama kabiliyeti”ne işaret ediyor. Ancak asıl önemli olan ve aslında krizin gerçek yüzünü ortaya koyan alan emek piyasalarında esneklik arayışları ve uygulamalarıdır.
Fordist üretim modeli, burjuva iktisatçıları tarafından en çok çalışma hayatında yarattığı kurumların katılığı ile eleştiriliyor. Tam gün çalışma esasına dayanan, ücretlerin sendikaların etkinliğinde toplu pazarlık sistemine göre belirlendiği, sosyal güvenlik sigortası, işsizlik sigortası, iş güvenliği gibi kurumların varlığı işgücü piyasalarında esnekliği önleyen ve verimliliği düşüren yönler olarak değerlendiriliyor.
Peki o zaman post-fordizm nasıl bir emek piyasası arzuluyor?
Yeni “ideal” model emek piyasalarında ikili bir yapı öngörüyor. Bir tarafta sürekli istihdam edilen, yüksek ücretli, üretim sürecinin bütününün bilgisine sahip, ürün tasarımı ve yenilenmesi sürecinde görev alan nitelikli işgücü, diğer tarafta ise süreksiz ve düşük ücretlerle, sigortasız çalıştırılan niteliksiz emekgücü.
Post-fordist üretim teknikleri ve esnek çalışma biçimleri birinci bölmede yer alanların fonksiyonel açıdan esnekliğini öngörüyor, yani aynı kişinin üretim sürecinde mümkün olduğunca çok sayıda işi üstlenmesi isteniyor (bu gruptaki işçilere yönelik yoğun bir ideolojik saldırı da gündeme geliyor. Bu işçilerin kendilerini bir “ailenin” özverili üyesi olarak görmeleri, kendi çıkarları ile işletmenin çıkarlarını özdeşleştirmeleri hedefleniyor).
İkinci gruptakiler, niteliksiz işgücünü oluşturanlar, için ise sayısal esneklik yani istenildiği zaman çalıştırılmaları gerekli olmadıklarında ise kolayca işten çıkarılabilmeleri hedefleniyor.
Emek piyasalarındaki bu ikili yapı sendikal hareketi de olumsuz yönde etkiliyor, sendikalı işçi sayısı hızla azalırken, işkolu sendikacılığından işyeri sendikacılığına doğru bir kayış yaşanıyor.
Emek piyasalarında esneklik tartışmalarından ve kimi uygulamalarından ortaya çıkan manzara şöyledir: Kapitalistler çalışma hayatını kendi istekleri doğrultusunda düzenleme peşindedir. Esnek çalışma adı altında, dönemsel ihtiyaçlarına göre diledikleri sayıda işçiyi diledikleri sürece çalıştırmayı ve diledikleri ücretleri ödemeyi arzulamaktadırlar. Kapitalistlerin “esnek olsun” dedikleri işgününün uzun, ücretlerin düşük ve işçi sayısının da minimum olacağı çok açık.
Esnek üretim modelleri adı altındaki uygulamalar işçi sınıfının uzun mücadeleler sonucunda elde ettiği kazanımlara (sekiz saatlik işgünü, sosyal güvenlik sigortası… gibi) yöneltilmek istenen ciddi bir saldırıdır. Burjuvazi işçi sınıfının görece örgütsüz olmasından duyduğu rahatlıkla, sınıfa türlü şekillerde saldırmanın yollarını arıyor. Üretimde model değişikliği diye adlandırılan girişimler, işçi sınıfına saldırı ekseninde yeni yöntemlerin zorlanması şeklinde somutlanıyor.
Türkiye ve esneklik tartışmaları
Esneklik tartışmaları son zamanlarda Türkiye’nin gündemine de girmeye başladı. Kapitalistlerin, çalışma hayatı ile ilgili kurumlardaki üst düzey bürokratların, kimi sendikacıların ve akademisyenlerin esneklik kavramı üzerine dünya ölçeğinde yürütülen tartışmaları izlediklerini ve bu konudaki uygulamaların sonuçlarını yakından değerlendirdiklerini görüyoruz.
Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda sık sık, özellikle de Türkiye’nin bugün içinde olduğu koşulların anlatıldığı ve çalışma hayatına değinen bölümlerde, işgücü piyasalarında esnekliği artırmanın hedeflendiği ve gelecekte esnek çalışma modelinin uygulanabilmesi için gerekli yasal düzenlemelerin yapılması gerektiği vurgulanıyor.
Burjuvazinin, tartışmaları yakından izlediği ve esnek çalışma biçimleri karşısında ağzının sulandığı gerçeği ise, TiSK’in 1994’ün Haziran ayına ait bir yayınından kolaylıkla çıkarılabiliyor. Çalışma hayatında esneklik kavramının ele alındığı makalenin Türkiye ile ilgili bölümünde, 1475 sayılı İş Kanunu ve çalışma hayatı ile ilgili diğer mevzuat, çalışma hayatının ihtiyaçlarını karşılamaktan uzak, katı hükümler olarak değerlendiriliyor. Bu kanunun 61. maddesi olan ve iş süresini haftada en çok kırkbeş saat olarak saptayan madde, esnek çalışma modelleri ile bağdaşmaz bulunuyor. Söz konusu makaleden yapılan aşağıdaki alıntının, burjuvazinin bu konudaki niyetlerini açık bir şekilde ortaya koyduğunu düşünüyorum:
“Haftalık çalışma süresinin iş günlerine eşit şekilde bölünerek uygulanması zorunluluğu ile günlük çalışma sürelerinin dışında yapılan çalışmaların fazla çalışma sayılması ve buna bağlı olarak zamlı ödeme yapılması, üzerinde durulması gereken bir başka konudur” (burjuvazi sekiz saatlik işgününü ve fazla mesaiye ayrı ücret ödenmesini bu kazanımların işçi sınıfı tarafından elde edilmesinden yaklaşık bir asır kadar sonra yeniden tartışmaya açmak istiyor. Bu istek aynı zamanda reel sosyalizmin çözülüşünden sonra burjuvazinin elde ettiği gizli bir cesareti ve meydan okumayı da içinde barındırıyor).
“Çalışma hayatını düzenleyen normların iş hayatının ihtiyaçlarına cevap verecek hale getirilmesi kaçınılmazdır. Bu amaçla:
-Mevcut kurallar gözden geçirilerek değerini kaybeden veya bugünün şartları altında esnek bulunmayan mevzuat yenilenmeli, gerektiğinde uygulamadan kaldırılmalıdır.
-Çalışma hayatını düzenlemede bugüne kadar mevzuata tanınan öncelikler yumuşatılmalı, sosyal tarafların aralarındaki anlaşmalara önem ve öncelik verilmelidir.
-Gerekli hallerde mevzuat yoluyla düzenleme yerine mevcut hükümlerin yeni ihtiyaçlara cevap verecek şekilde yorumlanması yoluna gidilmeli, bu amaçla barışçı çözüm yollarından ve yargı organlarının yorumundan istifade edilmelidir” 3 .
Mayıs ayı içerisinde TİSK Genel Başkanı Refik Baydur ile yönetim kurulu üyeleri, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e çalışma hayatına ilişkin görüşlerinin yer aldığı bir rapor sundular. “Rekabet Gücü ve Esneklik”, “SSK’nın Sorunları ve Çözüm Önerileri” ve “Ekonomik ve Sosyal Konsey” başlıklı bölümlerden oluşan raporda, çalışma hayatının düzenleyen yasaların esnekleştirilmesi gereğine işaret edildi, böyle bir ortamda gündeme gelen “iş güvenliği” tartışmalarının çalışma hayatını daha da katılaştıracağı söylenerek, “iş güvenliği”nin gündemden düşürülmesi istendi 4 .
Burjuvazi bir yandan esneklik konusunda gerekli yasal düzenlemelerin yapılmasını talep ederken; bir yandan da bu düzenlemelerin yapılmaması durumunda artık kendisini hukuksal mevzuata bağlı hissetmeyeceğinin, gerekli çözümleri kendi iradesi ile hayata geçireceğinin sinyallerini veriyor. Yasal düzenlemelerin gerçekleştirilmesi konusunda son dönemde çeşitli Avrupa ülkelerinde bazı girişimlerde bulunuldu ve bu girişimlere işçi sınıfından değişik şekil ve şiddette tepkiler alındı. Bu tepkiler burjuvazinin 80’li yılların sonu ve 90’li yılların başında, özellikle reel sosyalizmin çözülmesiyle ilişkili olarak yaşadığı konjonktürel psikolojik üstünlükten kaynaklanan özgüveni bir ölçüde sarsmış olsa da esneklik konusunda değişik ayak oyunlarını gündemden düşürebilecek boyutlarda değildir.
Türkiye burjuvazisi de “çalışma hayatının esnetme” niyetini yüksek sesle dillendiriyor. Bu niyetini gerçekleştirmek için atacağı adımlarda işçi sınıfı içerisindeki işbirlikçilerini, sendika ağalarını da vitrine almayı ihmal etmiyor. Ekonomik ve Sosyal Konsey’in oluşturulması ve sendika ağalarının da bu konseye katılmaları süreci yukarıda söylenenlerle birlikte düşünüldüğünde daha da anlamlı bir görünüme kavuşuyor.
Bundan sonrası ise sınıflar savaşımının temel aktörlerinin, sosyalistler ve işçi sınıfı ile burjuvazinin bu savaştaki ustalığına kalıyor.
Dipnotlar ve Kaynak
- Taymaz; Erol, “Kriz ve Teknoloji”, Toplum ve Bilim, Bahar 1993, 56-61.
- Yentürk; Nurhan, “Post-Fordist Gelişmeler ve Dünya İktisadi İşbölümünün geleceği”, Toplum ve Bilim, Bahar 1993, 56-61.
- TİSK yayınları, Çalışma hayatında esneklik üzerine bir çalışma, Haziran 1994, sayfa 39-40.
- Sosyalist İktidar, 51. sayı, TİSK Cumhurbaskanı’na ağladı.