Kapitalizmin üniversitelerinde Marx’a pek çok değişik sıfat atfediliyor: Sosyolog, filozof, siyaset bilimci, iktisatçı… Marksizmin bu sıfatlardan sadece herhangi biriyle tanımlanabilecek bir düşünürün ürünlerine indirgenemeyeceği onu az da olsa tanıyan herkesin malumudur. Marksizmin akademide nasıl parçalara ayrıldığı bir tarafa, bu sıraladığımız sıfatlarla yapılan tanımlardan en cılızının sonuncusu, yani “iktisatçı Marx” olduğuna dikkat çekelim. Akademi Marx’ı parçalara ayırırken en çok ona iktisatçı kimliği yakıştırmakta zorluk çekmektedir. Bu, Marksizmin diğer alanlarda daha kolay düzen içileştirilebildiği anlamında yorumlanmamalı; Marksizmin felsefesiyle, toplum çözümlemesiyle ve ekonomi politiğiyle bir bütün olduğunun altını çizelim. Ancak Marx sosyoloji, siyaset bilimi, felsefe gibi disiplinlerin öğretim programlarında “radikal bir düşünür” olarak yerini alabilmekteyken, üniversitelerin iktisat bölümlerinde adından dahi bahsedilmemesi dikkate değer bir ayrıntı gibi görünüyor.
Kanımca bu ayrıntıya ilişkin şu soru sorulmalı: Marksist kuram, ekonominin “dünyevi” meselelerini açıklamakta yetersiz mi kalmaktadır? Bu, hem günümüz iktisat ideolojisinin anadamarını oluşturan ekollerin takipçilerinin hem de kendisini “heterodoks” kavramının arkasına saklayanların marksist iktisada dönük reddiyelerinin ortak noktasına işaret eden bir sorudur. Çünkü her iki kesimin de vereceği cevap aynı olacaktır: Marx’ın iktisadi düşüncesi iç tutarlılıktan yoksundur. Birinci kategoride yer alanlar buna Marx’ın düşüncesinin baştan sona hatalı olduğu görüşünü ekleyecek, ikinci kategoridekilerse Marx’ın kapitalist sistemin işleyişine dair temel doğruları saptadığını, ama iş ampirik çözümlemeye geldiğinde marksizmin bizi bir yere götürmeyeceğini söyleyeceklerdir. Aradaki fark kuşkusuz önemli, ama pratiği açıklayamayan kuramın, kuram değeri de taşımadığı pekâlâ hatırlatılabilir. Marx’ın iktisadi düşüncesinin değeri sadece ancak belirli bir soyutlama düzeyinde kapitalizmin bir sömürü düzeni olduğuna, sistemdeki istikrarsızlığın kaynağının sistemin kendisi olduğuna işaret etmesi ile sınırlıysa eğer, üzülerek Kapital’in nedenini açıklama zahmetine girişmediği kötülüklere dair vaaz veren bir başka kutsal kitap olduğunu kabul etmemiz gerekir. Neyse ki bir başka seçenek daha bulunuyor: Marx’ın iktisadi düşüncesinin bu dünyanın meselelerini çözümlemekte sağlam ve “tutarlı” bir zemin sunduğunu göstermek.
Bunun için ise elbette Kapital’i yeniden yazmaya gerek yok. Daha kestirme bir yol takip edilerek marksist iktisadın en sık tutarsızlıkla suçlandığı başlıklardan biri olan emek değer kuramı ve değerlerin fiyatlara dönüştürülmesi “sorunu” ele alınabilir. Başka bir deyişle bu yazıda, konuyla ilgili yazında “dönüştürme (transformasyon) sorunu” diye adlandırılan sözde iç tutarsızlık tartışılacak. Tartışmanın ne olduğuna ilişkin bir bilgilendirmenin ve soruna marksistlerin verdikleri olası cevaplardan birinin tanıtılmasının ardından, Marx’ın modern ekonomi politiğin en önemli yasası olarak nitelediği “kâr oranlarının düşme eğilimi yasası”na ve bu yasaya yöneltilen eleştirilere değinilecek.1 Birbirine bağlı bu iki başlık marksist iktisadın en önemli sonuçlarını içermelerine rağmen marksizmin en sık tutarsızlıkla ve hatalı olmakla suçlandığı konular olmuştur. Bir kısım “marksist” iktisatçı emek değer kuramına yöneltilen eleştirilere, aslında bu kuramın marksizm için çok da önemli olmadığını “kanıtlamaya” çalışarak yanıt üretmeye gayret etmiştir. Oysa ki emek değer kuramı marksist düşüncenin temel unsurlarından bir tanesidir. Dolayısıyla bu başlıklarda yöneltilen “standart” eleştirileri ve bu eleştirilere verilebilecek cevapları tartışmak, marksist iktisadın gücünü tespit etmek açısından yararlı olacaktır. Bu ise sadece bir egzersiz olmanın ötesinde bizi bir başka görevle de karşı karşıya bırakmaktadır: marksist iktisadın sunduğu zeminde günümüz ekonomisinin somut çözümlemesini yapmak.
Emek değer kuramı ne işe yarar?
Emek değer kuramı öncelikle farklı metaları içerdikleri ortak öz temelinde karşılaştırmak için, ikincisi fiyatların “toplumsal anlamını ya da önemini” belirlemek, yani fiyatların insanlığın gelişimindeki toplumsal ve ekonomik süreçlerdeki rolünü kavramak için gereklidir.2 Başka bir ifadeyle değer kuramı ekonomide üretimin ve bölüşümün nasıl gerçekleştirildiğini anlamak açısından büyük öneme sahiptir. Fiyatlardaki değişimlerin üretim ve bölüşüm ilişkilerindeki değişimleri anlatmakta yetersiz kalması, fiyatların da ardında yatan bir değer ölçütüne duyulan ihtiyacı ortaya çıkartmıştır. Marx’a göre üretimin özü, insanların belirli bir amaç doğrultusunda bilinçli olarak doğayı dönüştürmeleri faaliyetidir. Yani üretilen mal ve hizmetlerin ortak özelliği insan emeğinin ürünü olmalarıdır. Bu, üretimi insan faktörü dışındaki girdilerle insan emeğinin ortak ürünü olarak ele alan egemen iktisat ideolojisinden tamamen farklı bir yaklaşımdır. Egemen düşünüşe göre insan emeği, makina, toprak vb. gibi üretim faktörlerinin yanında yer alan herhangi bir girdiden ibarettir. Bu mantığa göre üretim süreci, üretim faktörleri arasında kurulan teknik bir ilişkiden başka bir şey değildir.
Marx’ın emek değer kuramı fiyatların oluşumunu açıklayan bir teori olmaktan daha fazlasını ifade eder. Emek değer kuramı, değişim için üretim yapan bireysel üreticilerden kurulu bir düzen olan kapitalizmin nasıl olup da varlığını sürdürdüğüne ilişkin bir açıklama girişimidir. Değişimin fiyatlar üzerinden yansıyan niceliksel boyutu, açıklamanın zorunlu bir bölümünü oluşturmakta, fakat değişimin nasıl mümkün olduğuna dair bir şey söylememektedir. Marjinalist iktisat okulunun yaptığı gibi piyasa sürecinin varlığı bir doğa yasası olarak kabul edildiği takdirde emek değer kuramına gerek olmadan fiyatların nasıl değiştiğinin hesaplanmasına geçilebilir. Bu durumda arz ve talep ilişkisi iktisadi çözümleme için yeterli bir zemin olarak görülmektedir. Ancak pazar ilişkilerinin -değişimin- doğadan gelen bir ilişki olmadığı düşünülürse ve bu ilişkinin nasıl ortaya çıktığı, varlığını nasıl sürdürdüğü tartışılacak olursa emek değer kuramına ihtiyaç ortaya çıkacaktır. Dolayısıyla emek değer kuramı marksizmin olmazsa olmazlarından bir tanesidir. Daha önce belirtildiği gibi, marksizme yöneltilen eleştirilerin bir kısmına bazı marksist iktisatçıların emek değer kuramının önemini inkar ederek cevap üretmeye çalışmaları önemli bir yanılgıdır. Buraya kadar yazılanların da işaret ettiği gibi, emek değer kuramı bir kenara atılarak bir Marx yorumu yapılamaz. Bu nedenle Marx’ın değer kuramına yapılan eleştirilere yanıt üretirken bu kuramın önemini teslim eden ve ondan yararlanan çözümlere başvurmak zorunluluğu vardır.3
Marksist değer kuramının ana hatları
Adam Smith Ulusların Zenginliği’nde bir metanın değere sahip olabilmesi için emek ürünü olması gerektiğinin altını çizmekteydi. Dolayısıyla metaların karşılıklı değişimini sağlayan şey, yani onlara değişim değeri kazandıran ortak öz, hepsinin emek ürünü olmasıydı. Metaların üretimi için kullanılan üretim araçları da geçmişte harcanmış olan, yani emeğin birikmiş, dolaylı halinden başka bir şey değildi. Smith’e göre kapitalist sınıfın üretim araçları üzerinde kurduğu egemenlikle birlikte fiyat ya da metaların değişim değeri üç ana gelir biçiminin – yani rant, kâr ve ücretin – toplamı olarak karşımıza çıkmıştır . Başka bir deyişle Smith, metaların içerdikleri emek miktarının fiyat cinsinden ifadesini üç ana sınıfa ait gelir tiplerinin toplamı olarak formüle etmekteydi.
Smith, ekonominin bütününde kâr oranının rekabet nedeniyle eşitleneceğini öne sürmekteydi. Eğer değişik sektörlerde kâr oranları eşitse metaların fiyatlarının içerdikleri emek miktarıyla orantılı olabilmesi için gerekli koşul, işçi başına düşen sermaye oranının sektörler arasında eşitlenmesi olacaktır. Ancak Smith böyle bir eşitliğin bulunmadığını görmüş ve bunun üzerine fiyatlarla cisimleşmiş emek miktarlarının birbirleriyle oranlı olduğu fikrinden vazgeçerek “piyasa fiyatlarını” arz-talep ilişkisine göre açıklama yolunu tercih etmiştir. Bu yanılgının arkasındaki temel neden Smith’in fiyatları ücret, kâr ve rantın toplamı olarak, yani başka fiyatlar cinsinden açıklamaya çalışmış olmasıdır. Bu da onun fiyat teorisinin totolojik olmasına yol açmıştır.4 Ricardo, Smith’i özellikle bu noktada eleştirmiş ve kendisi fiyat değişimlerinden bağımsız olan bir fiyat ölçüsünün gerekliliğine vurgu yapmıştır. Ricardo kendi değeri sürekli değişen bir metanın diğer metaların değerinin ölçüsü olamayacağının altını çizmiş ve bu işlevi ancak metaların içerdiği cisimleşmiş emek miktarının yerine getirebileceğini belirtmiştir. Başka bir ifadeyle Ricardo, Smith’in yarı yolda bıraktığı emek değer kuramını sonucuna ulaştırmaya çalışmıştır.
İlk kez Ricardo fiyatlarla değerler arasındaki sapmayı emek değer kuramı sınırları içinde kalarak sistematik bir biçimde açıklamaya çalışmıştır. Ancak Ricardo bu yaklaşımı bütünsel bir toplum teorisinin parçası haline getirmeyi başaramamış ve kârın kaynağını, yani emeğin metalaşmasını ve sömürüsünü kavrayamamıştır. Marx ise emek değer kuramını bütünsel bir toplum teorisinin parçası haline getirmeyi başarmış ve onu tutarlı bir biçimde geliştirmiştir.
Ricardo değer kuramını niceliksel yönden geliştirerek fiyat oluşumunu açıklamaya çalışırken iki önemli yanlış yapmaktaydı. Ricardo’nun ilk hatası sermayeyi sadece bir üretim araçları toplamı olarak görmesi ve bu nedenle de toplumsal üretimin başladığı çok eski çağlardan beri varolan bir fenomen saymasıydı. Ricardo’nun yaklaşımının ikinci önemli eksikliği ise kapitalizmde emeğin kendisinin bir meta olduğunu görememiş olmasıydı. İlk kez Marx, sermayenin belirli bir tarihsel süreç sonucunda ortaya çıkan toplumsal bir ilişki biçimi olduğunu ve kapitalizmin en temel niteliğinin emekgücünün metalaşması olduğunu görebilmiş ve değer kuramını bu zeminde geliştirebilmiştir. Marx kapitalizmde emekgücünün meta karakterini görebilmesi sayesinde “toplumsal olarak gerekli (soyut) emek”le “özel” emek arasında bir ayrım yapabilmiştir. Bu kategorilerden sadece ilki değişim değeri üretirken, ikincisi, yani metalaşmamış emek yalnızca kullanım değeri üretebilir. Dolayısıyla Marx’a göre sadece sermayeyle değişilen emek toplumsal anlamda değer üretebilir. Yani değişim değerinin kaynağı soyut emektir.
Soyut emek üretim sürecinde toplumsallaşan emektir. İşçinin çalışmasının ürünü onun doğrudan kişisel tüketimi için değil de piyasada değişilmek için üretiliyorsa, harcanan emek toplumsal bir karakter kazanır. Değer piyasa süreci üzerinden gerçekleşir fakat üretim sürecinde soyut emek tarafından yaratılır. O halde, değişim sürecine giren metaların fiyat cinsinden ifade edilen toplam değerleri içerdikleri cisimleşmiş emek miktarının toplamına eşit olmak durumundadır. Başka bir deyişle, tıpkı enerjinin bir biçimden ötekine geçmesiyle ortadan kaybolmaması gibi üretim sürecinde yaratılmış olan değer de değişim sürecinde biçim değiştirdiği için yok olmaz. O halde değerlerin fiyatlara dönüştürülmesiyle, tek tek değerler ve fiyatlar birbirlerinden sapsalar da toplam değerlerle toplam fiyatlar arasındaki özdeşlik kaybolmaz. Bu Marx’ın sistemindeki ilk genel eşitliği bize vermektedir: “Toplam fiyatlarla toplam değerler birbirine eşittir”.
Marx’ın birinci eşitliğini tamamlayan ikinci eşitliği ise kârın kaynağına, dolayısıyla sermaye birikiminin toplumsal kökenlerine işaret etmektedir. Kârın kaynağı işçinin çalıştığı süre boyunca ürettiği değerin kendisine ödenmeyen kısmı, yani artı değer sömürüsüdür. Kâr, artı değerin biçim değiştirmiş halidir. Bu da bize ikinci genel eşitliği, “toplam artı değer miktarıyla kâr miktarının eşitliği”ni vermektedir. Böylece Marx, Ricardo’nun “tarihsiz” sermaye kavramına karşı işçinin emeğinin kendisine ödenmeyen kısmı tarafından yaratılan, dolayısıyla sadece belirli toplumsal ve tarihsel şartlar altında ortaya çıkan bir sermaye kavramını savunmuştur. Sermaye birikiminin kaynağı artı değer sömürüsüdür. Dolayısıyla Marx’ın değer kuramı aynı zamanda bir toplumsal “bölüşüm” kuramıdır.
Emek değer kuramıyla para kuramı arasındaki ilişki de son derece zengindir. Marx, toplumsal emek zamanıyla parasal değer ölçüsünün denkliğini de ortaya koymuştur. Bu denkliği “emek zamanının parasal ifadesi”5 olarak adlandırabiliriz:
“Marx’ın teorisi kullanılan para sistemi ne olursa olsun belirli bir periyodda parasal birimle toplumsal emek zamanı arasında denklik olduğuna işaret etmektedir. Bunu, saat (ya da başka bir zaman ölçüsü) cinsinden emek miktarı başına dolar (ya da herhangi bir para birimi) biçiminde ifade edilebilecek olan ‘emek zamanının parasal ifadesi’ (kısaca EZPİ) diye adlandıracağım. Marx, para ve emek arasında geçiş yapmak için sürekli olarak bu ifadeye başvurmaktaydı.”6
Burada para temsili biçimiyle ya da “numéraire” olarak değil, bir değer saklama aracı olarak ele alınmaktadır. Bu biçimiyle para belirli bir toplumsal emek zamanını temsil etmektedir. EZPİ, Marx’ın değerlerle fiyatlar arasındaki sapmayı açıklamakta kullandığı bir kavramdır. Dolayısıyla Marx’ın değer kuramı, aynı zamanda bir para teorisine de temel oluşturmaktadır.
Marx, Kapital’in III. cildinde değerlerle fiyatlar arasındaki sapmalı ilişkiyi açıklamak ve değişim süreci içerisinde değerin korunduğunu göstermekle uğraşmıştır.
“[Marx] cisimleşmiş emek katsayılarıyla orantılı olmayan fiyatlar fenomeniyle emek değer kuramını birbirine bağlamak amacıyla, fiyatların basitçe sektörler ve firmalar tarafından üretim sürecinde üretilen bir değer kütlesinin yeniden bölüşümünü sağladığını göstermiş, böylece de kapitalistlerin gerçek muhasebe kayıtlarıyla emek zaman ölçülerini birbirine bağlamak üzere gerekli olan korunum ilkesini ortaya koymuştur”.7
Dolayısıyla Marx’ın değerlerle fiyatlar arasındaki ilişkiye dair açıklaması, emek değer kuramının özünü oluşturmamakta, fakat önemli bir uzantısı olmaktadır.
Kapital’in III. cildinde Marx toplam değer (c + v + s) sabitken artı değerin (s) sermayenin organik bileşimine (c/v) göre yeniden dağıtılmasının sektörler arasında kâr oranının eşitlenmesine yol açacağını ortaya koymaktadır. Yeniden bölüşüm, üretilen artı değerle gerçekleşen artı değer arasında bir farkın ortaya çıktığını, başka bir ifadeyle tek tek firmalar açısından elde edilen kârın üretilen artı değer miktarından farklı olduğunu ifade eder. Marx bunu şu biçimde dile getirmektedir:
“…üretimin çeşitli alanlarındaki kapitalistler metalarını satarak onların üretiminde harcadıkları değeri yerine koymalarına rağmen, artı değeri, dolayısıyla da bu metaların kendi alanlarındaki üretimiyle yaratılan kârı koruyamazlar. Elde ettikleri sadece, eşit olarak dağıtıldığında bütün üretim alanlarında toplumsal sermaye tarafından belli bir sürede üretilen toplam toplumsal artı değer ya da kârdan toplam toplumsal sermayenin her kesrine düşen pay miktarındaki artı değer, dolayısıyla da kârdır.”8
Marx artı değerin gerçekleşmesi sorununu tartışırken, tek tek değerlerle fiyatların ve tek tek sermayelerin ürettikleri artı değer miktarıyla elde ettikleri kâr miktarlarının birbirinden sapacağını ama toplam fiyatlarla değerler arasındaki ve toplam artı değer miktarıyla kâr miktarı arasındaki eşitliklerin korunacağını göstermiştir. Ancak Marx’ın kendisi de bu gösterimin bazı sorunlar taşıdığının farkındadır. Başlıca sorun, üretim fiyatının cisimleşmiş emek miktarından sapabileceği ortaya konulurken metanın üretiminde kullanılan girdilerin içerdiği değer olarak tanımlanan maliyet fiyatının da aynı biçimde içerdiği değer miktarından sapabileceği varsayımının açıkça yapılmamış olmasıdır. Marx bu nedenle şu cümleleri yazmıştır:
“… alıcı için belirli bir metanın üretim fiyatı onun maliyet fiyatıdır ve dolayısıyla buü başka metaların fiyatlarına maliyet fiyatı olarak girebilir. Bir metanın üretim fiyatının değerinden farklı olabilmesi gibiü bu üretim fiyatını içeren bir başka metanın maliyet fiyatı onun toplam değerininü onun tarafından tüketilen üretim araçlarının değerinden türeyen kısmının üzerinde ya da altında olabilir. Maliyet fiyatının bu değişime uğramış anlamını hatırlamak ve belli bir üretim alanında üretilmiş olan metanın maliyet fiyatının üretimde tüketilen üretim araçlarının değeri ile eşit görülmesi durumunda her zaman bir yanılma olasılığının olduğunu akılda tutmak gerekir.”9
Marx’ın, üretim girdilerinin maliyet fiyatlarıyla değerlerinin eşit olmadığına dair açık ifadesine rağmen daha sonra onu eleştirenler bu noktaya bakarak değerlerin fiyatlara dönüştürülmesiyle ilgili bir tutarsızlıktan bahsetmişlerdir. Eleştiriye göre Marx, değerlerin fiyatlara dönüştürülmesini tartışırken girdileri değer cinsinden, çıktıları ise fiyatlara dönüştürülmüş biçimde hesaplamıştır.10 Oysa kapitalistler değişmez sermayeyi ve değişken sermayeyi değerlerine göre değil, üretim fiyatlarına göre satın almaktadır. Girdi fiyatları, yani değişmez ve değişken sermaye değerleri de üretim fiyatlarına dönüştürülerek hesaplandığında, yeniden üretim sürecinde kâr oranları eşitlenirken fiyatların değerlerle ve kârın artı değerle eşitliği ilkelerinin ikisini birden sağlamak mümkün değildir. Marx bunun üzerinde durulmaya değmeyecek bir konu olduğunu belirtmiştir. Çünkü gözden kaçırılmaması gereken asıl nokta farklıdır: “Kâr iradi olarak yapılan tasarrufa verilen bir karşılık değil, yalnızca üretken işçilerce üretilen değerin ödenmeyen kısmıdır”.11
Şimdi “dönüştürme sorunu” diye anılan bu standart eleştiriye daha yakından bakalım.
İddia 1: “Emek değer kuramı gerçek ekonomilere uygulanamaz”
Standart eleştiriye göre Kapital’in III. cildinin 9. bölümünde Marx, sermayelerin organik bileşimleri arasındaki farklara dayanarak fiyatların değerlerden sapmasını ortaya koyduğu tablolarda çıktı değerlerini üretim fiyatlarına dönüştürürken, girdilerin üretim fiyatlarını değerlerle orantılı (dönüştürülmemiş) olarak aldığı için tutarsızlığa düşmüş ve ancak çok özel koşullar altında gerçekleşebilecek bir dizi eşitliği genellemiştir.
Eleştiriyi sayısal bir örnekle açıklayalım.12 Toplam 60 işçinin çalıştığı bir ekonomide demir, buğday ve hindi üreten üç sektör olduğunu düşünelim. Bu sektörlerin birbirlerinin üretimine olan girdileri aşağıdaki gibi olsun:
Tablonun her satırı hangi girdinin hangi metanın üretimine, ne miktarda kullanıldığını göstermektedir. Şimdi metaları üretimde kullanılmaları ve tüketilmelerine göre ayıralım. Ekonominin basit yeniden üretim koşullarını sağladığını, yani bir dönemden ötekine üretimin ve tüketimin aynı kaldığını varsayalım ve 60 işçinin 18’inin buğday, 12 işçinin demir ve 30 işçinin de hindi üretiminde çalıştığını düşünelim. Ortalama olarak her işçi yılda 3 ton buğday ve yarım düzine hindi tüketsin. Bu verileri hesaba katarak yukarıdaki tabloyu genişletelim ve işçilerin tüketimini ve istihdamın sektörlere dağılımını gösterecek biçimde yeniden oluşturalım:
Tabloda “son sektör” olarak ifade edilen sütunda belirtilen 180 ve 30 rakamları bir yılda üretilen net buğday ve hindi miktarlarını göstermektedir. Bu tablonun sunduğu verileri kullanarak buğday, demir ve hindi üretimi için gerekli girdilerin oluşturduğu katsayıları bir matris biçiminde yazabiliriz. Bunun için tüm yapmamız gereken sadece tablo 2’nin ilk üç satır ve ilk üç sütunundan oluşan kısmını son sütuna bölmek. Böylece her malın 1 biriminin üretilmesi için diğer mallardan ne kadar kullanılması gerektiğini göstermiş oluruz. Yani elde edeceğimiz matris bize “sektörlerarası teknik katsayıları” verecektir:
Kapitalizmin üniversitelerinde Marx’a pek çok değişik sıfat atfediliyor: Sosyolog filozof siyaset bilimci iktisatçı… Marksizmin bu sıfatlardan sadece herhangi biriyle tanımlanabilecek bir düşünürün ürünlerine indirgenemeyeceği onu az da olsa tanıyan herkesin malumudur. Marksizmin akademide nasıl parçalara ayrıldığı bir tarafa bu sıraladığımız sıfatlarla yapılan tanımlardan en cılızının sonuncusu yani “iktisatçı Marx” olduğuna dikkat çekelim. Akademi Marx’ı parçalara ayırırken en çok ona iktisatçı kimliği yakıştırmakta zorluk çekmektedir. Bu Marksizmin diğer alanlarda daha kolay düzen içileştirilebildiği anlamında yorumlanmamalı; Marksizmin felsefesiyle toplum çözümlemesiyle ve ekonomi politiğiyle bir bütün olduğunun altını çizelim. Ancak Marx sosyoloji siyaset bilimi felsefe gibi disiplinlerin öğretim programlarında “radikal bir düşünür” olarak yerini alabilmekteyken üniversitelerin iktisat bölümlerinde adından dahi bahsedilmemesi dikkate değer bir ayrıntı gibi görünüyor.
Kanımca bu ayrıntıya ilişkin şu soru sorulmalı: Marksist kuram ekonominin “dünyevi” meselelerini açıklamakta yetersiz mi kalmaktadır Bu hem günümüz iktisat ideolojisinin anadamarını oluşturan ekollerin takipçilerinin hem de kendisini “heterodoks” kavramının arkasına saklayanların marksist iktisada dönük reddiyelerinin ortak noktasına işaret eden bir sorudur. Çünkü her iki kesimin de vereceği cevap aynı olacaktır: Marx’ın iktisadi düşüncesi iç tutarlılıktan yoksundur. Birinci kategoride yer alanlar buna Marx’ın düşüncesinin baştan sona hatalı olduğu görüşünü ekleyecek ikinci kategoridekilerse Marx’ın kapitalist sistemin işleyişine dair temel doğruları saptadığını ama iş ampirik çözümlemeye geldiğinde marksizmin bizi bir yere götürmeyeceğini söyleyeceklerdir. Aradaki fark kuşkusuz önemli ama pratiği açıklayamayan kuramın kuram değeri de taşımadığı pekâlâ hatırlatılabilir. Marx’ın iktisadi düşüncesinin değeri sadece ancak belirli bir soyutlama düzeyinde kapitalizmin bir sömürü düzeni olduğuna sistemdeki istikrarsızlığın kaynağının sistemin kendisi olduğuna işaret etmesi ile sınırlıysa eğer üzülerek Kapital’in nedenini açıklama zahmetine girişmediği kötülüklere dair vaaz veren bir başka kutsal kitap olduğunu kabul etmemiz gerekir. Neyse ki bir başka seçenek daha bulunuyor: Marx’ın iktisadi düşüncesinin bu dünyanın meselelerini çözümlemekte sağlam ve “tutarlı” bir zemin sunduğunu göstermek.
Bunun için ise elbette Kapital’i yeniden yazmaya gerek yok. Daha kestirme bir yol takip edilerek marksist iktisadın en sık tutarsızlıkla suçlandığı başlıklardan biri olan emek değer kuramı ve değerlerin fiyatlara dönüştürülmesi “sorunu” ele alınabilir. Başka bir deyişle bu yazıda konuyla ilgili yazında “dönüştürme (transformasyon) sorunu” diye adlandırılan sözde iç tutarsızlık tartışılacak. Tartışmanın ne olduğuna ilişkin bir bilgilendirmenin ve soruna marksistlerin verdikleri olası cevaplardan birinin tanıtılmasının ardından Marx’ın modern ekonomi politiğin en önemli yasası olarak nitelediği “kâr oranlarının düşme eğilimi yasası”na ve bu yasaya yöneltilen eleştirilere değinilecek. Birbirine bağlı bu iki başlık marksist iktisadın en önemli sonuçlarını içermelerine rağmen marksizmin en sık tutarsızlıkla ve hatalı olmakla suçlandığı konular olmuştur. Bir kısım “marksist” iktisatçı emek değer kuramına yöneltilen eleştirilere aslında bu kuramın marksizm için çok da önemli olmadığını “kanıtlamaya” çalışarak yanıt üretmeye gayret etmiştir. Oysa ki emek değer kuramı marksist düşüncenin temel unsurlarından bir tanesidir. Dolayısıyla bu başlıklarda yöneltilen “standart” eleştirileri ve bu eleştirilere verilebilecek cevapları tartışmak marksist iktisadın gücünü tespit etmek açısından yararlı olacaktır. Bu ise sadece bir egzersiz olmanın ötesinde bizi bir başka görevle de karşı karşıya bırakmaktadır: marksist iktisadın sunduğu zeminde günümüz ekonomisinin somut çözümlemesini yapmak.
Emek değer kuramı ne işe yarar
Emek değer kuramı öncelikle farklı metaları içerdikleri ortak öz temelinde karşılaştırmak için ikincisi fiyatların “toplumsal anlamını ya da önemini” belirlemek yani fiyatların insanlığın gelişimindeki toplumsal ve ekonomik süreçlerdeki rolünü kavramak için gereklidir. Başka bir ifadeyle değer kuramı ekonomide üretimin ve bölüşümün nasıl gerçekleştirildiğini anlamak açısından büyük öneme sahiptir. Fiyatlardaki değişimlerin üretim ve bölüşüm ilişkilerindeki değişimleri anlatmakta yetersiz kalması fiyatların da ardında yatan bir değer ölçütüne duyulan ihtiyacı ortaya çıkartmıştır. Marx’a göre üretimin özü insanların belirli bir amaç doğrultusunda bilinçli olarak doğayı dönüştürmeleri faaliyetidir. Yani üretilen mal ve hizmetlerin ortak özelliği insan emeğinin ürünü olmalarıdır. Bu üretimi insan faktörü dışındaki girdilerle insan emeğinin ortak ürünü olarak ele alan egemen iktisat ideolojisinden tamamen farklı bir yaklaşımdır. Egemen düşünüşe göre insan emeği makina toprak vb. gibi üretim faktörlerinin yanında yer alan herhangi bir girdiden ibarettir. Bu mantığa göre üretim süreci üretim faktörleri arasında kurulan teknik bir ilişkiden başka bir şey değildir.
Marx’ın emek değer kuramı fiyatların oluşumunu açıklayan bir teori olmaktan daha fazlasını ifade eder. Emek değer kuramı değişim için üretim yapan bireysel üreticilerden kurulu bir düzen olan kapitalizmin nasıl olup da varlığını sürdürdüğüne ilişkin bir açıklama girişimidir. Değişimin fiyatlar üzerinden yansıyan niceliksel boyutu açıklamanın zorunlu bir bölümünü oluşturmakta fakat değişimin nasıl mümkün olduğuna dair bir şey söylememektedir. Marjinalist iktisat okulunun yaptığı gibi piyasa sürecinin varlığı bir doğa yasası olarak kabul edildiği takdirde emek değer kuramına gerek olmadan fiyatların nasıl değiştiğinin hesaplanmasına geçilebilir. Bu durumda arz ve talep ilişkisi iktisadi çözümleme için yeterli bir zemin olarak görülmektedir. Ancak pazar ilişkilerinin -değişimin- doğadan gelen bir ilişki olmadığı düşünülürse ve bu ilişkinin nasıl ortaya çıktığı varlığını nasıl sürdürdüğü tartışılacak olursa emek değer kuramına ihtiyaç ortaya çıkacaktır. Dolayısıyla emek değer kuramı marksizmin olmazsa olmazlarından bir tanesidir. Daha önce belirtildiği gibi marksizme yöneltilen eleştirilerin bir kısmına bazı marksist iktisatçıların emek değer kuramının önemini inkar ederek cevap üretmeye çalışmaları önemli bir yanılgıdır. Buraya kadar yazılanların da işaret ettiği gibi emek değer kuramı bir kenara atılarak bir Marx yorumu yapılamaz. Bu nedenle Marx’ın değer kuramına yapılan eleştirilere yanıt üretirken bu kuramın önemini teslim eden ve ondan yararlanan çözümlere başvurmak zorunluluğu vardır.
Marksist değer kuramının ana hatları
Adam Smith Ulusların Zenginliği’nde bir metanın değere sahip olabilmesi için emek ürünü olması gerektiğinin altını çizmekteydi. Dolayısıyla metaların karşılıklı değişimini sağlayan şey yani onlara değişim değeri kazandıran ortak öz hepsinin emek ürünü olmasıydı. Metaların üretimi için kullanılan üretim araçları da geçmişte harcanmış olan yani emeğin birikmiş dolaylı halinden başka bir şey değildi. Smith’e göre kapitalist sınıfın üretim araçları üzerinde kurduğu egemenlikle birlikte fiyat ya da metaların değişim değeri üç ana gelir biçiminin – yani rant kâr ve ücretin – toplamı olarak karşımıza çıkmıştır . Başka bir deyişle Smith metaların içerdikleri emek miktarının fiyat cinsinden ifadesini üç ana sınıfa ait gelir tiplerinin toplamı olarak formüle etmekteydi.
Smith ekonominin bütününde kâr oranının rekabet nedeniyle eşitleneceğini öne sürmekteydi. Eğer değişik sektörlerde kâr oranları eşitse metaların fiyatlarının içerdikleri emek miktarıyla orantılı olabilmesi için gerekli koşul işçi başına düşen sermaye oranının sektörler arasında eşitlenmesi olacaktır. Ancak Smith böyle bir eşitliğin bulunmadığını görmüş ve bunun üzerine fiyatlarla cisimleşmiş emek miktarlarının birbirleriyle oranlı olduğu fikrinden vazgeçerek “piyasa fiyatlarını” arz-talep ilişkisine göre açıklama yolunu tercih etmiştir. Bu yanılgının arkasındaki temel neden Smith’in fiyatları ücret kâr ve rantın toplamı olarak yani başka fiyatlar cinsinden açıklamaya çalışmış olmasıdır. Bu da onun fiyat teorisinin totolojik olmasına yol açmıştır. Ricardo Smith’i özellikle bu noktada eleştirmiş ve kendisi fiyat değişimlerinden bağımsız olan bir fiyat ölçüsünün gerekliliğine vurgu yapmıştır. Ricardo kendi değeri sürekli değişen bir metanın diğer metaların değerinin ölçüsü olamayacağının altını çizmiş ve bu işlevi ancak metaların içerdiği cisimleşmiş emek miktarının yerine getirebileceğini belirtmiştir. Başka bir ifadeyle Ricardo Smith’in yarı yolda bıraktığı emek değer kuramını sonucuna ulaştırmaya çalışmıştır.
İlk kez Ricardo fiyatlarla değerler arasındaki sapmayı emek değer kuramı sınırları içinde kalarak sistematik bir biçimde açıklamaya çalışmıştır. Ancak Ricardo bu yaklaşımı bütünsel bir toplum teorisinin parçası haline getirmeyi başaramamış ve kârın kaynağını yani emeğin metalaşmasını ve sömürüsünü kavrayamamıştır. Marx ise emek değer kuramını bütünsel bir toplum teorisinin parçası haline getirmeyi başarmış ve onu tutarlı bir biçimde geliştirmiştir.
Ricardo değer kuramını niceliksel yönden geliştirerek fiyat oluşumunu açıklamaya çalışırken iki önemli yanlış yapmaktaydı. Ricardo’nun ilk hatası sermayeyi sadece bir üretim araçları toplamı olarak görmesi ve bu nedenle de toplumsal üretimin başladığı çok eski çağlardan beri varolan bir fenomen saymasıydı. Ricardo’nun yaklaşımının ikinci önemli eksikliği ise kapitalizmde emeğin kendisinin bir meta olduğunu görememiş olmasıydı. İlk kez Marx sermayenin belirli bir tarihsel süreç sonucunda ortaya çıkan toplumsal bir ilişki biçimi olduğunu ve kapitalizmin en temel niteliğinin emekgücünün metalaşması olduğunu görebilmiş ve değer kuramını bu zeminde geliştirebilmiştir. Marx kapitalizmde emekgücünün meta karakterini görebilmesi sayesinde “toplumsal olarak gerekli (soyut) emek”le “özel” emek arasında bir ayrım yapabilmiştir. Bu kategorilerden sadece ilki değişim değeri üretirken ikincisi yani metalaşmamış emek yalnızca kullanım değeri üretebilir. Dolayısıyla Marx’a göre sadece sermayeyle değişilen emek toplumsal anlamda değer üretebilir. Yani değişim değerinin kaynağı soyut emektir.
Soyut emek üretim sürecinde toplumsallaşan emektir. İşçinin çalışmasının ürünü onun doğrudan kişisel tüketimi için değil de piyasada değişilmek için üretiliyorsa harcanan emek toplumsal bir karakter kazanır. Değer piyasa süreci üzerinden gerçekleşir fakat üretim sürecinde soyut emek tarafından yaratılır. O halde değişim sürecine giren metaların fiyat cinsinden ifade edilen toplam değerleri içerdikleri cisimleşmiş emek miktarının toplamına eşit olmak durumundadır. Başka bir deyişle tıpkı enerjinin bir biçimden ötekine geçmesiyle ortadan kaybolmaması gibi üretim sürecinde yaratılmış olan değer de değişim sürecinde biçim değiştirdiği için yok olmaz. O halde değerlerin fiyatlara dönüştürülmesiyle tek tek değerler ve fiyatlar birbirlerinden sapsalar da toplam değerlerle toplam fiyatlar arasındaki özdeşlik kaybolmaz. Bu Marx’ın sistemindeki ilk genel eşitliği bize vermektedir: “Toplam fiyatlarla toplam değerler birbirine eşittir”.
Marx’ın birinci eşitliğini tamamlayan ikinci eşitliği ise kârın kaynağına dolayısıyla sermaye birikiminin toplumsal kökenlerine işaret etmektedir. Kârın kaynağı işçinin çalıştığı süre boyunca ürettiği değerin kendisine ödenmeyen kısmı yani artı değer sömürüsüdür. Kâr artı değerin biçim değiştirmiş halidir. Bu da bize ikinci genel eşitliği “toplam artı değer miktarıyla kâr miktarının eşitliği”ni vermektedir. Böylece Marx Ricardo’nun “tarihsiz” sermaye kavramına karşı işçinin emeğinin kendisine ödenmeyen kısmı tarafından yaratılan dolayısıyla sadece belirli toplumsal ve tarihsel şartlar altında ortaya çıkan bir sermaye kavramını savunmuştur. Sermaye birikiminin kaynağı artı değer sömürüsüdür. Dolayısıyla Marx’ın değer kuramı aynı zamanda bir toplumsal “bölüşüm” kuramıdır.
Emek değer kuramıyla para kuramı arasındaki ilişki de son derece zengindir. Marx toplumsal emek zamanıyla parasal değer ölçüsünün denkliğini de ortaya koymuştur. Bu denkliği “emek zamanının parasal ifadesi” olarak adlandırabiliriz:
“Marx’ın teorisi kullanılan para sistemi ne olursa olsun belirli bir periyodda parasal birimle toplumsal emek zamanı arasında denklik olduğuna işaret etmektedir. Bunu saat (ya da başka bir zaman ölçüsü) cinsinden emek miktarı başına dolar (ya da herhangi bir para birimi) biçiminde ifade edilebilecek olan ‘emek zamanının parasal ifadesi’ (kısaca EZPİ) diye adlandıracağım. Marx para ve emek arasında geçiş yapmak için sürekli olarak bu ifadeye başvurmaktaydı.”
Burada para temsili biçimiyle ya da “numéraire” olarak değil bir değer saklama aracı olarak ele alınmaktadır. Bu biçimiyle para belirli bir toplumsal emek zamanını temsil etmektedir. EZPİ Marx’ın değerlerle fiyatlar arasındaki sapmayı açıklamakta kullandığı bir kavramdır. Dolayısıyla Marx’ın değer kuramı aynı zamanda bir para teorisine de temel oluşturmaktadır.
Marx Kapital’in III. cildinde değerlerle fiyatlar arasındaki sapmalı ilişkiyi açıklamak ve değişim süreci içerisinde değerin korunduğunu göstermekle uğraşmıştır.
“[Marx] cisimleşmiş emek katsayılarıyla orantılı olmayan fiyatlar fenomeniyle emek değer kuramını birbirine bağlamak amacıyla fiyatların basitçe sektörler ve firmalar tarafından üretim sürecinde üretilen bir değer kütlesinin yeniden bölüşümünü sağladığını göstermiş böylece de kapitalistlerin gerçek muhasebe kayıtlarıyla emek zaman ölçülerini birbirine bağlamak üzere gerekli olan korunum ilkesini ortaya koymuştur”.
Dolayısıyla Marx’ın değerlerle fiyatlar arasındaki ilişkiye dair açıklaması emek değer kuramının özünü oluşturmamakta fakat önemli bir uzantısı olmaktadır.
Kapital’in III. cildinde Marx toplam değer (c v s) sabitken artı değerin (s) sermayenin organik bileşimine (c/v) göre yeniden dağıtılmasının sektörler arasında kâr oranının eşitlenmesine yol açacağını ortaya koymaktadır. Yeniden bölüşüm üretilen artı değerle gerçekleşen artı değer arasında bir farkın ortaya çıktığını başka bir ifadeyle tek tek firmalar açısından elde edilen kârın üretilen artı değer miktarından farklı olduğunu ifade eder. Marx bunu şu biçimde dile getirmektedir:
“…üretimin çeşitli alanlarındaki kapitalistler metalarını satarak onların üretiminde harcadıkları değeri yerine koymalarına rağmen artı değeri dolayısıyla da bu metaların kendi alanlarındaki üretimiyle yaratılan kârı koruyamazlar. Elde ettikleri sadece eşit olarak dağıtıldığında bütün üretim alanlarında toplumsal sermaye tarafından belli bir sürede üretilen toplam toplumsal artı değer ya da kârdan toplam toplumsal sermayenin her kesrine düşen pay miktarındaki artı değer dolayısıyla da kârdır.”
Marx artı değerin gerçekleşmesi sorununu tartışırken tek tek değerlerle fiyatların ve tek tek sermayelerin ürettikleri artı değer miktarıyla elde ettikleri kâr miktarlarının birbirinden sapacağını ama toplam fiyatlarla değerler arasındaki ve toplam artı değer miktarıyla kâr miktarı arasındaki eşitliklerin korunacağını göstermiştir. Ancak Marx’ın kendisi de bu gösterimin bazı sorunlar taşıdığının farkındadır. Başlıca sorun üretim fiyatının cisimleşmiş emek miktarından sapabileceği ortaya konulurken metanın üretiminde kullanılan girdilerin içerdiği değer olarak tanımlanan maliyet fiyatının da aynı biçimde içerdiği değer miktarından sapabileceği varsayımının açıkça yapılmamış olmasıdır. Marx bu nedenle şu cümleleri yazmıştır:
“… alıcı için belirli bir metanın üretim fiyatı onun maliyet fiyatıdır ve dolayısıyla bu başka metaların fiyatlarına maliyet fiyatı olarak girebilir. Bir metanın üretim fiyatının değerinden farklı olabilmesi gibi bu üretim fiyatını içeren bir başka metanın maliyet fiyatı onun toplam değerinin onun tarafından tüketilen üretim araçlarının değerinden türeyen kısmının üzerinde ya da altında olabilir. Maliyet fiyatının bu değişime uğramış anlamını hatırlamak ve belli bir üretim alanında üretilmiş olan metanın maliyet fiyatının üretimde tüketilen üretim araçlarının değeri ile eşit görülmesi durumunda her zaman bir yanılma olasılığının olduğunu akılda tutmak gerekir.”
Marx’ın üretim girdilerinin maliyet fiyatlarıyla değerlerinin eşit olmadığına dair açık ifadesine rağmen daha sonra onu eleştirenler bu noktaya bakarak değerlerin fiyatlara dönüştürülmesiyle ilgili bir tutarsızlıktan bahsetmişlerdir. Eleştiriye göre Marx değerlerin fiyatlara dönüştürülmesini tartışırken girdileri değer cinsinden çıktıları ise fiyatlara dönüştürülmüş biçimde hesaplamıştır. Oysa kapitalistler değişmez sermayeyi ve değişken sermayeyi değerlerine göre değil üretim fiyatlarına göre satın almaktadır. Girdi fiyatları yani değişmez ve değişken sermaye değerleri de üretim fiyatlarına dönüştürülerek hesaplandığında yeniden üretim sürecinde kâr oranları eşitlenirken fiyatların değerlerle ve kârın artı değerle eşitliği ilkelerinin ikisini birden sağlamak mümkün değildir. Marx bunun üzerinde durulmaya değmeyecek bir konu olduğunu belirtmiştir. Çünkü gözden kaçırılmaması gereken asıl nokta farklıdır: “Kâr iradi olarak yapılan tasarrufa verilen bir karşılık değil yalnızca üretken işçilerce üretilen değerin ödenmeyen kısmıdır”.
Şimdi “dönüştürme sorunu” diye anılan bu standart eleştiriye daha yakından bakalım.
İddia 1: “Emek değer kuramı gerçek ekonomilere uygulanamaz”
Standart eleştiriye göre Kapital’in III. cildinin 9. bölümünde Marx sermayelerin organik bileşimleri arasındaki farklara dayanarak fiyatların değerlerden sapmasını ortaya koyduğu tablolarda çıktı değerlerini üretim fiyatlarına dönüştürürken girdilerin üretim fiyatlarını değerlerle orantılı (dönüştürülmemiş) olarak aldığı için tutarsızlığa düşmüş ve ancak çok özel koşullar altında gerçekleşebilecek bir dizi eşitliği genellemiştir.
Eleştiriyi sayısal bir örnekle açıklayalım. Toplam 60 işçinin çalıştığı bir ekonomide demir buğday ve hindi üreten üç sektör olduğunu düşünelim. Bu sektörlerin birbirlerinin üretimine olan girdileri aşağıdaki gibi olsun:
Tablonun her satırı hangi girdinin hangi metanın üretimine ne miktarda kullanıldığını göstermektedir. Şimdi metaları üretimde kullanılmaları ve tüketilmelerine göre ayıralım. Ekonominin basit yeniden üretim koşullarını sağladığını yani bir dönemden ötekine üretimin ve tüketimin aynı kaldığını varsayalım ve 60 işçinin 18’inin buğday 12 işçinin demir ve 30 işçinin de hindi üretiminde çalıştığını düşünelim. Ortalama olarak her işçi yılda 3 ton buğday ve yarım düzine hindi tüketsin. Bu verileri hesaba katarak yukarıdaki tabloyu genişletelim ve işçilerin tüketimini ve istihdamın sektörlere dağılımını gösterecek biçimde yeniden oluşturalım:
Dipnotlar ve Kaynak
- Metin içerisinde mümkün olduğunca az matematiksel gösterime basvurulmuş, ancak konuya teknik anlamda da ilgi duyan okurların takip etmesi amacıyla tartışılan problemlerin formel gösterimlerini içeren çerçeveler konulmuştur.
- Hunt, E. K., 1982, History of Economic Thought. A Critical Perspective, M.E. Sharpe, New York, Londra, s. 53.
- 20. yüzyılda marksist emek değer kuramına ve kâr oranlarının düşme eğilimi yasasına yönelik baslıca eleştiriler arasında Tugan-Baranowski, Bortkiewicz, Samuelson, Morishima, Sweezy, Steedman ve Okishio’nun itirazları sayılabilir.
- Hunt, 1982, s.54; Foley, Duncan K., “Recent Developments in the Labor Theory of Value”, Review of Radical Political Economics, cilt 32, sayı 1, Mart 2000, s. 4.
- Terimin İngilizce karşılığı “monetary expression of labor time”dır.
- Foley, 2000, s. 7.
- Foley, 2000, s. 11-12.
- Marx, Karl; Capital, vol. III, Progress Publishers, 1978, s. 158.
- Marx, 1978, s. 165. Marx “maliyet fiyatı”ndan ürünün içerdiği değişken sermaye ile değişmeyen sermaye değerinin toplamını kastediyor. Üretim fiyatı ise üreticiye yatırılan sermaye üzerinden ortalama kâr oranını veren fiyat anlamına gelmektedir.
- Bortkiewicz, L. von, “Value and Price in Marxian System”, International Economic Papers, 1952, sayı 2, s.5-60.
- Lipietz, Alain; “The So-Called Transformation Problem Revisited”, Journal of Economic Theory, Şubat 1982, cilt 26, sayı 1, s.64.
- Örnek Pasinetti Luigi; “Lectures on the Theory of Production” 1977 Columbia University Press New York’dan alınmıstır. Metin içindeki küçük koyu harfler vektörleri büyük koyu harfler matrisleri ifade etmektedir.