19. yüzyıla egemen olan iktisat okulları, kapitalizmin gelişim süreci içinde eski üretim ilişkilerini ve bu arada tarımda küçük üreticiliği tasfiye edeceğini öngörüyorlardı. Ricardo’nun kurduğu “toprak sahibi-kapitalist kiracı-işçi” üçlüsünde küçük üreticiye yer yoktu. Keza neo-klasik iktisatta da ana ayırım “geleneksel” ekonomilerle, “rasyonel” yani kapitalist ekonomiler arasındaydı ve köylülük geleneksel tarımı ifade etmekteydi. Neo-klasik iktisadın faktör paylarına dayalı bölüşüm analizinde köylülük yer almıyordu.
Marx ise, Batı Avrupa dışındaki ülkelerde, üretim araçlarından kopmamış, mülksüzleşmemiş bir küçük üreticiler kitlesine dayanan, köylü nitelikli bir tarım yapısının varlığını sürdürebileceğini kabul etmiş gözükmektedir. (Vera Zasuliç’e mektup)
Ancak, 19. yüzyıl markizmi “köylülüğün tasfiyesi” tezine daha yakındır. Kapitalizmin gelişme süreci içinde köylülüğün ya cebri yöntemlerle (İngiltere ilkel birikim modeli), ya feodal senyörlerin kapitalist çiftçiye, serflerin ise ücretli işçiye dönüşmesiyle ya da küçük üreticiliğin mülkiyet veya kiracılık biçiminde yaygınlaşmasıyla tasfiye olacağı öngörülmüştür. Sonuncu modelde, tarım dışında kapitalizmin gelişmesi sonucu tarım kesimi de piyasaya tabi hale gelir ve piyasanın etkileriyle yaşadığı iç farklılaşma sonucu küçük üretici, giderek yoksullaşırken büyük toprak sahipleri giderek daha fazla toprağı ellerine geçirirler. Küçük üretici bu durumda ya büyük şehirlere göç edecek, ya da büyük toprak sahipleri için ücretli olarak çalışacaktır. Böylece köylülük ortadan kalkarken, kırda da emek sermaye çelişkisi egemen olacaktır.
Ancak 20. yüzyıla geldiğimizde gelişmiş kapitalist ülkelerin pek çoğunun tarım kesiminde, aile emeğinin egemen olduğu işletme biçimlerinin tarım işçiliğinin egemen olduğu işletme biçimlerinden daha yaygın olduğunu görüyoruz. 1 Çağdaş az gelişmiş ekonomilere baktığımızda ise mülkiyete dayalı bağımsız köylülük (küçük üreticilik) yine çok yaygındır. Lenin, küçük üreticiliğin kapitalizmin gelişmesine paralel olarak, giderek yoksullaştığını, ancak “normalin üstünde çalışıp normalin altında tüketerek” ayakta durabileceğini söyler. Bu açıklama doğru olmakla birlikte, günümüz küçük üreticiliğinin yapısını anlamakta yetersiz kalmaktadır. Tarihin “köylülüğün tasfiyesi” tezini doğrulamaması bir yana, günümüz küçük köylü üretimi 100 yıl öncesinden çok büyük farklılıklar göstermektedir. Kapitalizm kıra “emek-sermaye” çelişkisini belki doğrudan sokmamıştır; köylülerin büyük çoğunluğu kendi üretim araçlarıyla, kendi topraklarında, kendi ihtiyaçları için üretim yapmaktadır. Ancak, kapitalist piyasa için ve oyunu kapitalizmin koyduğu kurallara göre oynayarak üretim yapmaktadır. Küçük üreticilik geleneksel dar kalıbından çıkmış ve kapitalist sistem ile bir şekilde eklemlenmiştir. Üretim tarzlarının eklemlenmesi kuramı olarak genelleştirilebilecek bu kurama göre, kapitalist olmayan üretim tarzının kapitalizme eklemlenmesi sonucu bu üretim tarzı ortadan kalkmamakta fakat hakim üretim tarzına (Kapitalist Üretim Tarzı) bağlı hale gelmektedir.2
Kapitalist bir sosyo-ekonomik kuruluş içinde yeralan köylülük bir yandan yokolurken bir yandan da kendini sürekli yeniden üreterek varlığını koruyabilmekte, direnebilmektedir. Küçük üreticiliğin kapitalizmin çözücü ve farklılaştırıcı etkilerine rağmen kendini koruyabilmesinin nedenlerine geçmeden önce küçük meta üretimini daha yakından tanımakta fayda var.
KÜÇÜK META ÜRETİMİ VE KÜÇÜK ÜRETİCİLİK
Küçük meta üretimi, aile emeğine dayanan bir işletmenin meta ilişkilerinin tamamen yaygınlaştığı bir ortamda faaliyet göstermesi ile ortaya çıkar. 3 Küçük meta üretimi dolaysız üreticinin üretim araçlarına esas olarak sahip olduğu, esas olarak kendi ve ailesinin emeğiyle, kısmen veya tamamen piyasa için, fakat tüketim amacıyla (birikim yapmadan) üretimde bulunduğu bir durumdur.4 Üretim ilişkilerini sadece mülkiyet ilişkilerine bağlayan bir anlayış küçük meta üretimini, üreticinin üretim araçlarına sahip olması nedeni ile sömürü ve sınıflaşmanın olmadığı bir ekonomik durum olarak görecektir. Oysa üretim ilişkilerini, artı emeğe (artı ürün) el koymanın özel ekonomik biçimleri olarak tanımladığımızda, küçük meta üretiminin kapitalist üretim tarzının hakim olduğu bir toplumsal yapıda, onunla birlikte varolabilen, ancak ona tabi bir üretim ilişkisi olduğunu söyleyebiliriz. Küçük meta üretiminde artığa, ürün ve kredi piyasalarının özel mekanizmaları içinde tüccar ve tefeci sermayesi tarafından el koyulmaktadır.
Küçük meta üretiminin ön koşullarından biri mülkiyet hakkıdır. Köylü mülkiyeti genel olarak kullanım hakkına dayanırken, küçük meta üretiminde mülkiyet hem toplumsal, hem de şekilsel olarak tanınmış bir hakdır.
Küçük meta üretimi, geçimlik ücretin hakim olduğu bir üretim biçimidir. Küçük meta üretiminin kapitalizmin çözücü ve farklılaştırıcı etkilerine karşı ayakta durabilmesi, üreticilerin çok düşük bir toplam gelire (yaşamlarını sürdürebilecek kadar) razı olabilmelerine ve bu nedenle kapitalist tarımın bunlarla rekabet edememesine de bağlanmaktadır.
Küçük üretici sadece aile emeğinin yeniden üretilmesi ve üretim giderlerinin karşılanmasını sağlayacak fiyatlarla ayakta durabilir ve bu nedenle tarım dışı kesim için daha elverişli fiyatlar yaratır.
Kapitalist üretim ilişkisi ve özel toprak mülkiyeti üzerinde yoğunlaşmış bir tarım yapısı ise, sanayi kesimi aleyhine yarattığı fiyat ilişkileri sonucu kapitalizmin gelişmesine engel olabilir. Çünkü toprak mülkiyeti kaçınılmaz olarak rant üretir. Rantta, toprağın mülkiyet ve işletme biçimlerine bağlı olarak tarımsal net hasıla içinden bir gelir kategorisi söz konusudur. Bu kategori, tarım ürünlerinin pazarlanması halinde fiyata eklenen ve fiyattan ödenen bir marj olarak ortaya çıkar. Toprak mülkiyetinin bir tekel oluşturduğu durumda, toprak sahibi toprağı işleme hakkını çiftçiye elbetteki karşılıksız vermez. Böylece en verimsiz toprak dahi sahibine bir rant getirir ki, tüm toprak parçalarına eşit olarak dağılan bu rant, mutlak ranttır. Toprağı kiralayan kapitalist çiftçi toprak kirasını ürün fiyatına yansıtmadığı halde fiyat düzeyi çiftçiye ortalama kârın altında bir getiri sağlar. Bu, toprağı kiralayan çiftçinin yeni yatırımlar yapmasına engel olur. Bu koşulda, ürünün fiyatına normal kâra ek olarak mutlak rantı da koyması yani fiyatı yükseltmesi gereklidir. Tarımsal ürünün fiyatının yükselmesi ise, tarımsal toprakların değişik verimlere sahip olmalarının yarattığı farklılık rantından farklı olarak, tarım kesimi arasındaki bölüşüm ilişkilerini değil, tarım ve sanayi arasındaki bölüşüm ilişkilerini etkiler. Tarımsal fiyatların yükselmesi, kâr oranlarını aşındırarak sanayi fiyatlarının düşmesine neden olur.5
Oysa ki küçük üreticilik yukarıda birkaçını belirttiğimiz özellikleri sonucunda, tarımdan tarım dışı kesime kaynak aktarımı için daha elverişli koşullar taşımaktadır.
TARIMDAN SANAYİYE KAYNAK AKTARIM MEKANİZMALARI
Tarım kesiminden aktarılan kaynak, sanayi kapitalizminin birikimi için gereken üç ana kaynaktan biridir. (Dolaysız üreticilerin yarattığı kaynak, tarımdan aktarılan kaynak ve dış açık.) Bizim inceleyeceğimiz tarımsal artığın aktarım mekanizmaları, kapitalizmin içsel dinamiğini kavramak açısından da önemlidir.
Tarımsal ürünleri vergilendirmek, kaynak aktarımının belki de en dolaysız ve en kolay yoludur. Ancak, köylü nüfusunun büyük bir seçmen kitlesini oluşturduğu bizim gibi ülkelerde, tarımı doğrudan vergilendirmek ancak bazı özel dönemlerde mümkün olabilir. Bunun yerine, tarımsal ürünlerin fiyatlarını sanayi ürünleri fiyatlarına göre ucuzlatmak, gizli bir vergilendirme olarak da, tarımdan sanayiye kaynak aktarımının en belirgin yolu olarak kullanılır.
İşte, iç ticaret hadleri (İTH), tarım ve tarım dışı sektörler arasındaki mübadele hadleri ile ilgili bir göstergedir. Genel olarak tarım ürünleri fiyat indeksi ile sanayi ürünleri fiyat indeksi arasındaki bir oran olarak kullanılır. Burada önemli olan, her iki kesimde üretilen mal ve hizmetlerin oransal fiyatlarıdır. Örneğin, tarımsal fiyatlar 10 yılda yüzde 100 artmış olabilir. Fakat diğer fiyatlar yüzde 200 yükselmişse göreli fiyatlar tarım aleyhine dönmüş demektir. Bu durumda, tarım ürünlerinin diğer mal ve hizmetleri satın alma gücü azalmıştır. 6
Tarımsal artığın diğer bir göstergesi ticari marjlardır. Ticari marjlar, nihai tüketici veya kullanıcının ödediği fiyatlarla (perakende fiyatlar veya birim ihraç fiyatları) çiftçinin eline geçen fiyatlar arasındaki oranı ifade eder. İTH, tarım ile ulusal/uluslararası sanayi sermayesi arasındaki ilişkileri yakalamaya daha yatkındır. Ticari marjlar ise bizi, ticaret sermayesinin denetimindeki artığa ulaştırır. 7
Tarımın, göreli olarak düşük fiyatlar sayesinde tarım-dışı kesime aktardığı artığın paylaşımı; gerek artığa el koyuş yolları, gerekse artığı paylaşan sınıflar açısından, kapitalizmin gelişkinlik düzeyi ve sermayenin yapısını anlamak açısından özellikle önemlidir.
Ülkemiz gibi küçük üreticiliğin çok yaygın olduğu orta derecede gelişmiş ekonomilerde, tarımsal artığın bir kısmına tüccar sermayesi tarafından el konur. Gerçekte, üretim sadece köy içi olmaktan çıkıp köyle kent arasındaki toplumsal iş bölümü gerçekleştiği andan itibaren, tüccar sermayesinin artığa el koyan ve artığı paylaşan bir kategori olarak ortaya çıkmasının nesnel koşulları doğmuş olur.
Ticari sermayenin sanayi sermayesi kadar gelişkin olması tarımın yarattığı kaynaktan, yatırım yapmayan ve üretken faaliyeti olmayan tüccar ve aracı kesimin daha çok yararlanması sonucunu getirir ve ticari sermaye bunun sonucunda doğrudan çözülmez. Kapitalizmin önemli bir handikapı da, en önemli birikim kaynaklarından biri olan tarımsal artığın üretken olmayan sermayeye kaptırılmasında yaşanır.
Sanayi kesiminin artıktan pay almadığı düşünülmesin. Gerçekte, küçük üreticilerin geçimlik ücrete mahkum edilmeleri, sanayi kesimi için bol ve ucuz hammadde ve düşük ücretler anlamına gelir. Devlet politikalarının da etkisiyle, ortaya çıkan göreli olarak düşük tarımsal fiyatlar kapitalizme çok önemli avantajlar sağlar. Küçük meta üretimi, ayrıca, işletme sayısının çokluğu oranında, tarıma yönelik sınai ürünlere talebi yükseltecektir. Traktör ve diğer sınai tarım aletleri, küçük meta üretimi koşullarında bitip tükenmek bilmeyen bir pazar bulurlar.
Küçük üreticilerin, yaşamlarını ancak sürdürebilecek kadar bir gelire mahkum edilmeleriyle, traktör ve diğer modern girdilere sahip hale gelmeleri bir yandan sömürü ve İTH dolayımıyla sanayiye kaynak aktarımını sağlarken, öte yandan da sömürülen kitlenin mülkiyet duygusunu geliştirmekte ve düzene bağlanmasını sağlamaktadır.
Tarım kesiminde geçimlik düzeyin altına düşen gelirler, yarattığı başka sonuçlarla da kapitalizme sonsuz yararlar sağlamaktadır. En başta ortaya çıkan “göç” olgusunu, şehirlerde sosyolojik bir vaka olarak “marjinal” katmanları büyütmektedir. Bu nüfus kesimi hem yedek iş gücü ordusu olması, hem köylü ideolojisini kent emekçi sınıfına taşıması ve hem de ürettiği özgün lümpen alt kültürle kapitalizmin oldukça işine gelmektedir.
Türkiye tarımında da, bugün en yaygın üretim ilişkisi, küçük meta üretimidir. Bunu söylerken en önemli dayanak noktamız, Türkiye’de 1952-1980 yılları arasında yapılan 4 tarım sayımıdır. Önemli verileri Ek 1’de sunuyoruz.
TÜRKİYE’DE TARIMSAL YAPI
1963, 1970 ve 1980 yıllarında yapılan son üç tarım sayımının sonuçlarını incelediğimizde; 1.000 dekarın üstündeki işletmelerin işlediği toprak oranında yüzde 65’ten yüzde 42’ye düşüş olduğunu görüyoruz. Fakat 501-1.000 dekarlık işletmelerin hem sayısında, hem de işlediği tarım alanı miktarında önemli değişmeler vardır. Bu kesimin işlediği tarım alanı 20 yılda yaklaşık iki katına çıkmıştır. Belirli bir işletme büyüklüğü grubu olan 200-1.000 dekarlık grubun 1963-1980 sayımlarının verileri çerçevesinde karşılaştırılması, işlenen tarım alanı miktarı ve yüzdesinde önemli bir artış olduğunu göstermektedir. Bunun Türkiye tarımında, toprak dağılımında belli bir toplulaşmayı ve kapitalist gelişmeyi ifade ettiği söylenebilir. 8
Fakat 101-200 dekar işletme büyüklüğü kategorisinde pek bir değişiklik olmaması ve daha da önemlisi işletmelerin yüzde 80’den fazlasını kapsayan 1-100 dekar kategorisindeki hanelerin işlediği tarım alanları oranında 1963-80 arasında sadece yüzde 7’lik bir azalma olması, Türk tarımında küçük meta üreticiliğinin yaygın ve yerleşmiş olması gerçeğini ortaya koymaktadır. 9
Ancak elbette, ’80’lerin küçük üreticileri ’60’ların küçük üreticilerinden farklıdır. Esasen, küçük üreticiliğin sürmesi için de pek çok değişim ve dönüşümlerin olması gerekmektedir. Kapitalizmin gelişmesine paralel olarak, tarıma, sanayiye kaynak aktaran bir kesim olarak bakılması, bu kesimin gelirinin bazı dönemlerde geçimlik ücretin altına düşmesine neden olmuştur. Bunun sonucu olarak daha büyük topraklı meta üreticileri parçalanarak küçük meta üretiminin saflarına katılırken, küçük meta üretimi de çözülme sürecine girmiştir. Ancak bu çözülme, tarımda kapitalizmi oluşturmak yönünde değil, tarım-dışı kapitalizmi beslemek yönünde olmuştur.10 Hane halkından bir ya da daha fazla kişinin mevsimlik veya sürekli işçi olarak tarım dışında çalışması, küçük üreticilerin tarımda varlıklarını sürdürebilmeleri için önemli bir gelir kaynağı olmuş bir anlamda toprakta kalmalarını sağlamıştır.
İşletme biçimleri açısından Türkiye’de en yaygın olan biçimlerden biri, kiracılık-ortakçılık biçimidir. Kiracılık parasal, ortakçılık ise ayni bir kira ilişkisine dayanır. Bu işletme biçiminin yaygın olmasının temelinde, nüfus artışı ve tarıma sermayenin ancak özel koşullarda ve sınırlı olarak girmesi yatmaktadır. 1981 Köy Envanter Etüdleri’ne göre toplam köylerin yüzde 2423’ünde kiracılık ve yüzde 134’ünde ortakçılık uygulanmaktadır. 11 Bugün Türkiye’de toprak kirasından doğan ilişkiler içinde en yaygın olan işletme biçimi ise, hem toprak sahibinin, hem de üreticinin küçük olduğu biçimdir. 12
Öte yandan, Türkiye’de, üretimden angarya, ürün vergisi vb. şekillerde pay alan toprak ağalarının ve aşiret reislerinin tek tük varoldukları bilinmekle birlikte, bölgesel düzeyde de olsa artık feodal ilişkilerden bahsetme olanağı kalmamıştır.
Türk tarımında, traktör ve diğer modern girdilerin özellikle 1950’li yıllardan itibaren girmesi bazı farklılaşmalar yaratmıştır. 1950’de 16.585 olan traktör sayısı, 1987’de 837.449’a ulaşmıştır. Traktörleşme, bir kısım yoksul köylünün tasfiye olup, ücretli işçileşmesine ve kente göçmesine neden olurken aynı zamanda üretimi artırmış, ticarileşmeyi ve metalaşmayı canlandırmış ve köylünün diğer kısmının dinamik bir küçük meta üreticisi sınıfına dönüşmesine ve sürüp gitmesine neden olmuştur. 13 Diğer modern tarımsal girdilerde de, dünya standartlarının halen çok altında bulunmakla birlikte, 1950-80 yılları arasında önemli artışlar görülmüştür. Küçük meta üreticisi aile işletmelerinin sayısının artması oranında traktör ve diğer tarım aletlerine olan talep sürekli canlı kalmış ve kapitalist pazar için son derece elverişli koşullar yaratmıştır.
Hükümetlerin 1950 yılından bu yana oluşturdukları tarım politikaları da, Türkiye’de küçük meta üretiminin yerleşmesini sağlamıştır. Köylülüğün önemli bir seçmen kitlesi olması, siyasi iktidarların bu kesime karşı kayıtsız kalmasını önlemiştir. Dönemin iktisat politikalarına uygun olarak, tarımda modern girdilerin sübvanse edilmesi, ucuz kredi sağlanması ve tarım ürünlerine yüksek fiyatlar verilmesi küçük köylülüğün devamına yardımcı olmuştur.
Sonuç olarak, Türkiye’de tarımcı nüfusun büyük ölçüde, kendi toprağını, esas olarak aile emeğiyle işleyen köylü işletmelerinden oluştuğunu ve kapitalist pazar için üretim yapan bu kesimin sanayi açısından oldukça elverişli fiyatlar yarattığını söyleyebiliriz. Türkiye’de tarım kesiminden sanayiye aktarılan kaynağın göstergesi olan ticaret hadleri de bu iddiayı doğrulamaktadır.
Çiftçinin piyasaya arzettiği ürünler karşılığında eline geçen fiyatlar indeksinin, çiftçinin kendi tüketim ihtiyaçları veya tekrar üretimde bulunabilmek için satın aldığı girdilere ödediği fiyatlar indeksine oranı olan Net Değişim Ticaret Hadleri 14 , Ek 2’de 1963-1985 yılları arasını kapsayan bir biçimde gösterilmiştir. Net değişim ticaret hadleri, toptan eşya fiyatları ve çiftçinin eline geçen fiyatlardan olmak üzere iki şekilde hesaplanmıştır. Her iki hesaplamada da, tarım ürünleri NDTH 1963-85 dönemi içinde bazı alt dönemlerde, özellikle 1979’dan sonra, önemli ölçüde 100’ün altında kalmış, bir başka deyişle tarım-sanayi fiyat makası uzun dönemde tarım aleyhine seyretmiştir.
1977’den sonra ise, sürekli olarak bir düşüş görülmektedir. Devletin tarım ürünlerinin kalitesini ve verimliliğini arttırmak, çiftçilerin fiyat/gelir düzeyini diğer sektörlerle uyumlu tutmak ve tüketici fiyatlarını düşük tutmaya yönelen destekleme ödemelerinin alım gücü 80’li yıllarda yarı yarıya düşmüştür. Esasen, tarım ürünleri fiyat desteklemelerinin ülkemizde ekonomik nedenlerden çok, siyasal/toplumsal amaçlardan kaynaklandığı, oy kaygısına dayandığı egemen görüştür. Nitekim, hem 12 Mart döneminden sonra hem de 80 sonrası fiyat makası büyük ölçüde tarımın aleyhine açılmıştır. 15
Devlet, cumhuriyet tarihinde, tarımsal girdi ve ürün piyasalarına ve tarımsal kökenli ücret mallarının nihai fiyatlarına farklı biçim ve dozlarda müdahale ederek tarımsal artığın büyüklüğünü, eğilimlerini, kullanım biçimlerini etkilemiş ve böylece İTH ve ticari marjları belirleyen bir öge olarak rol oynamıştır. 16 Tarım kesimine yönelik olarak uygulanan politikalar elbette ki genel politikadan bağımsız değildir. Türkiye’de uygulanan ekonomik-siyasi politikalar, dönemler itibariyle farklı ağırlık noktalarını, farklı vurguları içinde barındırmaktadır. Bu politikaların tarım kesimine yansımalarını anlamak için, belli bir dönemleme yapmak zorunludur.
1923’den II.Dünya Savaşı’nın sonlarına rastlayan 1946’ya kadar geçen yılları tek bir dönem olarak incelersek, 1950’lerin “tarım olayı”nın bu yıllardaki birikimin ürünü olduğunu söyleyebiliriz.17 Tarımsal yapının değişimi için oluşması zorunlu olan iç pazar, adı geçen dönemin ilk yıllarında gerçekleşen yasal-kurumsal düzenlemelerle sağlanmıştır. Bu dönem, tek parti rejimi, devlet desteğinde sanayileşmeye ağırlık vermeye başlamış, bu nedenle 1929 Dünya Bunalımı’nın etkisiyle meydana gelen tarım kesimi fiyatlarının göreli düşüklüğü sanayileşmeyi sağlayacak bir fırsat olarak görülmeye başlanmıştır. Bu dönem sanayileşme, neredeyse ülke bağımsızlığı ile eş anlamlı görülmektedir.
II.Dünya Savaşı yılları, cumhuriyet tarihinin en derin ekonomik bunalımına yol açmıştır. Bu dönem tarım ticaret hadlerindeki olağanüstü yükselmeyle dikkati çekmiş ve tarımsal ürünlerin fıyatlarının yükselmesi tarım dışına birikime dönük artık aktarımını ve sınai birikim kaynaklarını kurutmuştur. 18 Ancak, fiyat artışlarından en çok pay alan kesim büyük köylü ve ticaret sermayesi olmuştur. Devlet bu yıllarda tarım kesiminden, arazi vergisi, hayvan vergileri ve yol vergisi adı altında üç tür vergi almış ve tarımsal ürünün bir kısmına piyasanın çok altında kalan fiyatlarla el koyabilmiştir. Söz konusu uygulamalar 1945’den sonra kalkmıştır, ama tek parti rejimi de nüfusun yarıdan fazlasının kırsal alanda yaşadığı bir ülkede çok geniş bir oy potansiyeline sahip bu kesimi karşısına almıştır. Savaş sonrasının bu olumsuz havası içinde CHP, 50 dönümden büyük toprakların topraksız veya az topraklı köylülere dağıtılmasını öngören Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu’nu 1945’de Meclisten geçirmiştir. Ancak büyük toprak sahiplerinin direnişi sonucu bu yasa ile dağıtılan topraklar son derece sınırlı kalmıştır.
Savaş sonu konjonktürünü ve DP iktidarının ilk yıllarını kapsayan 1946-1953 yılları arasında geçen dönem ise, büyüme ve sermaye birikimi koşulları bakımından cumhuriyet tarihinin belki de en elverişli dönemidir. Ne var ki, bu koşulların sınai birikim lehine kullanıldığı pek söylenemez.
Dünya ekonomisiyle, tarımsal ürün ihracatı ve sınai tüketim malı ithalatına dayalı hammaddeci bir ihtisaslaşma zemini üzerinde bütünleşebilen bu yıllar, nitekim, sanayi kesiminin milli hasıla içindeki payının gerilediği ender dönemlerden biri olarak, cumhuriyet tarihinde yerini almaktadır.19 İTH dönem boyunca tarımın aleyhinde seyretmiştir. Ancak, adı geçen yıllarda tarım kesimi tam anlamıyla bir dönüm noktasını yaşamıştır. Kendine yeterli ve küçük boyutta yapılan tarım 1950′ den başlayarak pazara açılmıştır. Traktör sayısı 1950 yılında 1948’e kıyasla on katına çıkmış, DP’nin izlediği politikalar doğrultusunda tarımsal kredilerde büyük artışlar olmuş ve bunun sonucu olarak da ekilen alan 5 yılda neredeyse ikiye katlanmıştır.
1954-1961 yılları arası ise, savaş sonu konjonktürünün ve DP’nin altın yıllarının son bulduğu dönemdir. Söz konusu yıllarda dış tıkanmalar sonucu IMF kökenli bir “istikrar programı” ilk kez gündeme gelmiştir. Özellikle 1957’den sonra İTH tarım aleyhine dönmüştür. Yatırımların milli hasıla içindeki payı, bir önceki döneme göre yükselmiş, ancak bu gelişme sınai büyümede belli bir yavaşlama ile birlikte meydana gelmiştir.
1962-1979 yılları ise tek bir dönem olarak incelenebilir. Ancak dönemin sonlarında, 1977-79 yılları arası kriz koşullarının olgunlaşması ve ortaya çıkmasıyla farklıdır. Özellikle 1976’ya kadar olan dönemde, reel ücretler artarken, İTH’i genel olarak tarımın lehine dönmüştür. 1970’den sonra, 12 Mart’ın da etkisiyle, 2-3 yıl üstüste tarımın aleyhine dönen İTH, 1974’ten sonra toparlanmaya başlamıştır. Esasen 1976’ya kadar olan dönemde, ithal ikameci kalkınma politikaları sonucu devlet tarım kesimini desteklediği gibi, kamu yatırımlarına da öncelik vermiştir. Dönemin (özellikle 1970-78) diğer bir özelliği de, tarımın izlenen popülist politikaların da etkisiyle, ciddi bir teknolojik atılım yapması, 1950’lerdeki olumlu gidişi tekrarlayabilmesidir. Gübrelenen tarım alanlarında, sulanan topraklar ve modern girdi sayılarında önemli artışlar olmuştur.
Ancak, dönemin son üç yılında (1977-79) İTH ani bir biçimde gerilemeye başlamıştır. (Bunda 1977’den itibaren dünya piyasalarında petrolün dışında kalan tüm hammadde fiyatlarında yaşanan ciddi düşüşlerin de etkisi var.) İzlenen politikaların doğal bir sonucu olarak dış açığın aşırı genişlemesini izleyen zorlama üretim artışları, bir noktadan sonra tıkanmaya yol açmış, birikim oranları düşerken sınai üretim de gerilemiştir. “Popülist” model tıkanmış ve 1980 istikrar programı gündeme gelmiştir. 20
80’Lİ YILLAR VE SONUÇ
80’li yıllarda parıltılı vaatlerle uygulanmaya konan Dışa Açık Büyüme Stratejisi, esas itibariyle devletin iç piyasadaki korumacı elini çekmesine, ekonominin dış dünyaya karşı korumasını azaltmaya ve giderek ortadan kaldırmaya dayanır. Bu savın tarıma ilişkin boyutları ise, tarıma dönük fiyat destekleme politikalarının ve tarımsal girdilere verilen sübvansiyonların azaltılması ve zamanla kaldırılmasıdır. İddiaya göre Türkiye yapısındaki bir ülkede bu tür politikalar ekonominin dünya ekonomisi ile serbest rekabetçi ve ihracata dönük esaslar üzerinden bütünleşmesi ile birlikte uygulanırsa piyasa güçleri tarım lehine sonuç vermekte gecikmeyecektir. Dünya fiyatlarına göre düşük olan tarımsal fiyatlar, zamanla ve göreceli olarak sınai fiyatlara göre yükselecek, böylece piyasa için üretim yapan küçük üretici ve köylü kitlesinin göreli ekonomik durumu diğer sınıflara göre düzelecektir. 21
Gerçekte son 10 yıl Türk köylüsünün cumhuriyet tarihinde yaşadığı en ağır bunalımdır. 80’li yıllarda tarıma dönük iktisat politikalarına belirgin bir sınıf çizgisi egemendir.
1985 yılında Türk tarımında kişi başına gelir tarım dışındaki kişi başına gelirin yüzde 14’üdür. Bu, dünyada bulunan en düşük orandır. Bunun altında orana sahip ülke yoktur. 22 80’li yıllara ait bazı tarım göstergeleri Ek 3’teki gibidir.
80’li yılların bir özelliği, fevkalede kötü şartlara rağmen Türk çiftçisinin belli bir üretim ve verim artışını sürdürmeye çalışmasıdır. Çiftçi, fiyatların aleyhine dönmesinden kaynaklanan olumsuz sonuçları, üretimini arttırarak telafiye çalışmaktadır. Bunu da, tüketim düzeyini düşürerek ve aile emeğini çok daha yoğun bir biçimde kullanarak yapmaktadır.
80’li yıllarda küçük köylü daha da yoksullaşmıştır. 80’li yılların bir başka özelliği olarak, bu yıllarda sınırlı da olsa süren toprak toplulaşması yoksul köylülüğü massedememiş, kente göçen köylüler ise marjinal sektörü aşırı şişkinleştirmiştir. Tarımdan kaçan işgücü sanayiden çok hizmetler sektörüne kaymış, bu da, eğitimsiz ve vasıfsız işgücünün ücretleri düşürmesi sonucu kapitalizmin işine gelmiştir. Ayrıca, yukarıda da değinildiği gibi, bu kesim sürekli bir yedek işsiz ordusu oluşturmasıyla kentlerdeki ücretlerin düşük kalmasına yardımcı olmuş ve kendi köylü ideolojisini kent emekçisine taşıyarak kapitalizme sonsuz yararlar sağlamıştır.
80 sonrasında köylünün durumu giderek kötüleşmiş, tarımdan sanayiye aktarılan kaynak ise büyümüştür. İTH’nin dönem boyunca sürekli tarımın aleyhine seyretmesine rağmen, küçük köylü “kendi emeğini sömürerek” direnmektedir.
Öte yandan tarımın kaynak kaybı, bunun karşılığı olarak sanayide kaynak yaratılması ya da üretim olanaklarının genişlemesi sonucunu vermemiştir. Dış açığın da sürekli büyüdüğü ve reel ücretlerin neredeyse yarı yarıya düştüğü bu dönemde, ancak atıl kapasitenin kullanılmasıyla sınırlı üretim artışları olabilmiştir. Uygun deyimiyle 80 sonrası Türkiye sanayileşmekten vazgeçmiş görünmektedir.
Bugün Türk tarımına ilişkin bütün iyimser tahminler, GAP projesine dayandırılmaktadır. Gerçekten de GAP projesi tamamlandıktan sonra tarım üretiminde “birkaç Çukurova” çapında artış olacağı tahmin edilmektedir. Ancak ortada bir gerçek daha vardır. 2000’li yılların dünyası günümüz dünyasından çok daha farklı olacaktır. Bir kere, tarım ürünleri dünya ticaretinde, sanayileşmiş ülkeler artan oranda ihracatçı, AGÜ ise ithalatçı konumda olacaktır. Biyoteknolojinin sanayileşmiş Batı ülkelerinin gıda maddelerinde kendi kendine yeterliliği yüzde 100’e çıkarmaktan öte, tarım ürünü fazlalarını büyütmesi beklenmektedir. 23 Ayrıca biyoteknoloji sayesinde talep, bazı tarım ürünlerinde başka ürünlerle karşılanabilir hale gelecek, ikame edici ürünler, geleneksel ürünlerin yerini alabilecektir. Türk tarımına ilişkin olarak yapılan ileriye dönük tahminlerde bunlar da göz önünde tutulmalıdır.
Dipnotlar ve Kaynak
- Boratav Korkut; Tarımsal Yapılar ve Kapitalizm, A.Ü. SBF, yay. 1980, s.78-79
- Boratav K.; a.g.e., s.120
- Keyder Çağlar; “Türk Tarımında Küçük Meta Üretiminin Yerleşmesi, 194660”, Türkiye’de Tarımsal Yapılar (1923-2000), Derleyenler: Ş.Pamuk, Z.Toprak, Yurt yay., 1988 s., 165
- Boratav K.; a.g.e.
- Boratav K.; a.g.e., s. 117-120
- Kip Ergün; “Türkiye Ekonomisinde İç Ticaret Hadleri”, TMMOB ve Ziraat Mühendisleri Odası 80 Sonrası Türk Tarımı Yapısal Gelişmeler ve Sorunlar Sempozyumu, Ankara, 6-7 Ocak 1987
- Boratav K.; “Birikim Biçimleri ve Tarım”, 11. Tez, sayı 7, s.87
- Akşit Bahattin; “Kırsal Dönüşüm ve Köy Araştırmaları”, Türkiye’de Tarımsal Yapılar, s. 190-191
- Akşit B.; a.g.e., s.191
- Keyder Ç.; a.g.e., s.172
- Erdost Muzaffer; Kapitalizm ve Tarım, Onur yay., 1984, s.190-191
- Boratav K.; Tarımsal Yapılar ve Kapitalizm, s.22-23
- Akşit B.; a.g.e.,, s.193
- Kip E.; a.g.e.
- Kepenek Yakup; “Tarım Sanayi Fiyat Eğilimleri ve Sorunları”, a.g.s.
- Boratav K.; “Birikim Biçimleri ve Tarım”, s.87
- Toprak Zafer; “Türkiye Tarımı ve Yapısal Gelişmeler 1900-1950”, Türkiye’de Tarımsal Yapılar, s.34
- Boratav K.; a.g.e., s.92
- a.g.e. s.94
- a.g.e. s.96
- Boratav K.; İktisat ve Siyaset Üzerine Aykırı Yazılar, BDS yay., 1989, s.96
- Kazgan Gülten; a.g.s., I.Oturum Tartışma Bölümü
- Kazgan G.; “2000 Yılında Türk Tarımı: Biyoteknoloji ve GAP Ne Getirebilecek”, Türkiye’de Tarımsal Yapılar, s.261