Gelenek içeriğinin, bu kitapta da okurlar açısından doyurucu bulunacağı inancımızı dile getirerek başlıyoruz. İlk kitaptaki değerlendirmelerde Türkiye solundaki karmaşık görünüm “geleneksel sol” ve “yeni sol” kavramları ile belirli bir ölçüde yalınlaştırılmaya çalışılmıştı. Kavramların kuramsal düzeyde açılmasının ötesinde, sözü edilen çizgilerin pratik konumlarının ve işlevlerinin sergilenmesiyle açıklığın daha da artacağına inanıyoruz. “Gelenek Gündemi” sürmekte olan sosyalist parti tartışmalarından hareketle bu iki kavramı yeniden ele alıyor ve içeriklerini doldurmaya çalışıyor.
Metin Çulhaoğlu’nun bu kitaptaki yazısı “Türkiye’de Siyaset ve ideoloji Üzerine Sesli Düşünceler” ittihat ve Terakki döneminden başlayarak 1930’ların sonuna dek Türkiye’deki ideolojik yapılanma sürecinin genel hatlarını ortaya koyup bazı güncel sonuçlar çıkarıyor.
Gelenek’in bu kitabında asıl ağırlığı Türkiye solunun “eleştiri”, “özeleştiri”, “bireysellik”, “inanç” ve “bağlanma” gibi kavramlar ya da “talepler” çerçevesinde değerlendirilmesi oluşturuyor. Türkiye soluna ilişkin olarak “eleştiri” ve “özeleştiri” kavramları sıkça kullanılmaya başlandı. Gözlenen bir başka nokta, eleştiri taleplerinde sadistçe, özeleştiri arzında da mazoşistçe dürtülerin giderek ağırlık kazanması. Cengiz Uygur “Solun Tarihi, Özeleştiri ve Tragedya” başlıklı değerlendirmesinde soldaki eleştiri-özeleştiri süreçlerinin sağlıksız ögelerden arınmış gerçek bir tarih ve miras dökümü çerçevesinde nasıl işleyebileceğini araştırıyor. Cemal Hekimoğlu’nun “Bir Gelenek Nasıl Doğar-Oblomov’a Şükran Borcumuz” yazısı, klasik Rus edebiyatının iki önemli tipinin tarihsel olarak taşıdıkları önemden yola çıkarak günümüz insanına uzanıyor; insanın, insan olmadan kaynaklanan görev ve misyonlarını tarihsel biçimlenme doğrultusunda ele alıyor. İ. Suphi Candemir’in denemesi “İnanmak: Bir işkence mi, Çıkış Yolu mu?” ise bireyin kendini gerçekleştirmesinde toplumsallıkla arasına konulan perdenin Avrupa toplumunun ideolojik-kültürel gelişiminde nasıl örüldügünü genel hatlarıyla ortaya koymaya çalışıyor. Son olarak Gökhan Tekin “Tarih ve irade Üzerine” başlıklı kısa denemesinde insanın kendini gerçekleştirebilmesinin tek yolunun topluma dönük tarihsel misyonunun bilincine varıp bu doğrultuda pratik içine girmesi olduğunu vurguluyor.
“Sosyal Demokrasicilik: Eski Hastalık Yeniden Yaşanacak mı?” yazısında Yusuf Gezgin, Gelenek’in ilk kitabında seçimler dolayısıyla kısaca değinilen bir konuyu ele alıp sosyal demokrasi konusundaki “klasik” tutumun ek pratik uzantılarına ve sakıncalarına değiniyor.
Gelenek’in bu kitabında ağırlığı oluşturan konulardan ve bunların ele alınış biçimlerinden anlaşılacağı gibi, Gelenek Türkiye solunun sorunlarının tarihsel boyutlarıyla derinlemesine ele alınmasından yanadır. Bu alanda, verimli bir tartışma ortamının yaratılmasına, kendi konumundan elinden gelen katkıyı yapmaya da hazırdır. Gelenek bu konumunu ortaya koyarken, bir noktayı hatırlamadan ve hatırlatmadan edemiyor. Salah Birsel’in Paf ve Puf‘unda, kırsal alanlarda sıkça kullanılan bir deyimden “ekin iti” deyiminden söz ediliyor. Köylerde ekinlerin arasında dolaşan köpekler ekinlerin uçları boyunlarını dalamasın diye başlarını hep dik tutarlarmış. Buna alıştıklarından, ekinli alanların dışında gezerken de başları hep dik olurmuş. Görenler bu özellikleri nedeniyle “ekin iti” derlermiş böylelerine…
Gelenek Türkiye solunun sorunlarını tartışırken, eleştiri-özeleştiri kavramlarına içten bir saygı ve inançla yaklaşırken, başları gerçekten dik olması gerekenlerle, boyunlarını kollama amacıyla başları dik gezenler arasında bir ayırım gözetecektir. Yeniden birlikte olma umuduyla…