Her ne kadar şu sıralar kimse üzerine almak istemese de, geleneksel solun kendi içinde bir hesaplaşmayı zorunlu kılan çarpık, geri perspektiflerle yüklü ve meşgul olduğu ifade edildi, ediliyor. Gelenek kitap dizisinde bu zorunluluğun gerekçeleri ve tasviri bir çok çalışmada ele alındı. 1 Bu hesaplaşma sadece siyasal etik açısından kimi günahların sergilenmesinden ibaret olmayıp, ideolojik yetersizliğin ve örgütsel tıkanıklıkların fiilen aşılmasını da içeriyor. Gerçi geleneksel solun kimi odakları hangi kamburları taşıdıklarının büyük ölçüde farkındadırlar; fakat şu ana dek söylediklerimizin popülist söyleme koşullanmış çevrelere fazla “teorik” geldiğini ve bu yüzden belli duyarsızlığa sığınabileceğini varsayabiliriz. Geleneksel solun anlayacağı dilden konuşmak hiç sorun değil. Asıl sorun, geleneksel solun uyarılabileceği dilden konuşmak. Gerekirse bu dili de kullanmak zorundayız.
Türkiye’de geleneksel solun, rehavetini bozacak, kadrolarını teorik açıdan sarsacak etkilere karşı bir “devekuşu tepkisi” vardır. Tarihsel nedenlerin dışında kurnazca bir vurdumduymazlık da taşıyan bir tepkisizlik tepkisi. En gündelik külfetleri nefer gönüllülüğü içinde sırtlayan kadrolar, iş düşünsel çabanın zahmetine ve bunun sancılı sonuçlarını göze almaya dayandığında, pek zora gelemiyorlar. Geleneksel sol içinde hakkı verilmemiş bir resmiyet kazanmış yapılar, sağ politikaların sınırlarını zorladıkça ve likide edecek kadroları iyice azalınca, sözü edilen hesaplaşma daha da kaçınılmazlaşacaktır.
İşçi sınıfı hareketi, geleneksel soldaki hesaplaşmanın ilk önce olmasa bile en can alıcı tarzda yaşanacağı alandır. 7 yıl öncesinde reformizmin iktidardan yediği her tokat, geleneksel sola, katlanarak yansıdı. Şimdi de sosyal-demokratların gerinmesiyle ,sözü edilen sol, yığınları üzerine örterek yattığı kış uykusundan uyanıyor. Dergiler çıkıyor. Gazetelere klasik usulde glasnost demeçleri veriliyor. Bir taraftan da grevler, grev tartışmaları ve sendikal örgütlenme yayılıyor. Gerçi geleneksel solun kendine özgü “geleneği” arada bir “asıl mücadele şimdi başlıyor” diyecek nedenler hep bulur; fakat yine de ortada bir doğrudan hareketlenme var. Yazımızda geleneksel soldaki tarihsel eğilimlere ya da dergi, örgüt eleştirisine girişilmeyecek. Geleneksel sol içindeki hesaplaşma ve işçi sınıfı ilişkileri açığa çıkarılmaya çalışılacak.
Örgüt Sorunu
Geleneksel solda işçi sınıfına yönelik perspektiflerin en hastalıklı ve geleceğe devrilmemesi gereken boyutlarını ortaya çıkardığımızda nasıl bir görüntü ile karşılaşıyoruz? Hangi hareketlenme yaşanırsa yaşansın, hangi partileşmiş eğilimden söz edersek edelim, bir “örgüt sorunu” kendini açığa vuruyor. Güncel kanıtı da şu ki, şimdilerde “12 Eylül’den sonra işçiler örgütsüz, yalnız bırakıldı” biçiminde bir yakınma var.
Sendikal faaliyet durdurulunca işçi sınıfı yalnız ve örgütsüz kalıyorsa eksik olan nedir? İşte örgüt sorunu burada kendini açığa vuruyor. Geleneksel solun asli yapıları ne pahasına olursa olsun yığınlarla birlikte olma ve sosyal-demokrat sendikalizme bağımlılaşmanın faturasını örgütsüzleşme bedeliyle ödemiştir. İşçi sınıfı kadrolarının sadece ve öncelikle ekonomik mücadele toprağında yetiştirilmesi eğilimi, öncü bilincini muğlaklaştırmıştır. Geleneksel solun, zamanında partileşmiş kesimleri işçi sınıf-öncü ilişkisini partinin yığınlaşmasından ibaret görmüşlerdir. Bunun yegane aracı olarak da sendikalizm seçilmiştir. Sendikal mücadelenin gerekliliği konusunda genel doğrulardan söz etmek istemiyoruz. Geleneksel solda genel doğrulardan bol bir şey yok. Oysa özellikle siyasette, şeytan, ayrıntılarda gizli.
Sendikal mücadeleye tabiiyet iktidara yönelik sınıf hareketinin dalga kıranıdır. İşçi sınıfı hareketinin bağımsız doğrultusunun en billurlaşmış taşıyıcısının öncü parti olduğunu vurgulamak zorunlu oluyor. Oysa Türkiye’de geleneksel solun ağırlıklı bölümü proleter hareketi ekonomizme mahkum etmeyi ve sosyal-demokrasinin doğal oy rezervi haline getirmeyi asli çaba olarak benimsedi. Dün bu böyleydi; yeni insanlarla eski senaryo bugün de değişmemiştir.
Merkezi bir bağımsız güce ulaşmamış geleneksel solda, işçi sınıfı amacı neredeyse kendisi olan bir yığın örgütlenmesine, sendikal örgütlenmeye gitmeli midir? Bu sorunun yanıtı daha önce verildi: “Parti yerine ‘geniş tabaka’ öğretisi, en büyük başına buyrukluğun ve proleter yığın hareketinin hafife alınmasının gerekçesidir. Bu arada alaycıların her beş sözünden birisi, mutlaka akla gelebilecek tüm ilişkilerle ilgili olarak kullandıkları ‘yığın’ sözüdür.”2
Türkiye’de neden proleter hareket ana dayanak niyetine burjuva partilerinin en solunda görünenine iteklenmektedir? Neden olarak önce, geleneksel CHP işçiciliğinin daha solda da kırılamayan bir otorite olarak varlığını sürdürmesini gösterebiliriz. Örgüt sorununa ilişkin ikinci neden ise bağımsız politika üreten bir gücün eksikliğidir.
Proleter hareket asal dinamizmini sosyal-demokrat sendikaların faaliyetlerinden üretmeyi terk etmek zorunluluğu ile karşı karşıyadır. Bugün sosyal-demokrasinin eteğine tutunmak için alınteri dökenler bizzat sosyal-demokrasinin kendileri hakkında ne düşündüğünü bilmek zorundadır. Netaş grevinde grevci önlüğü giyip objektiflere ilginç görüntüler sunan E.İnönü bir süre sonra SHP’nin kimi çıkışlarını örneğin TKP’nin taktikleriyle bağdaştıran Özal’a kızıp şöyle diyordu:“Koskoca ana muhalefet partisini yasa dışı eylem yapan bir çapulcuyla bir tutuyorlar.”3
Proleter hareketin bağımsız bir öncüyü beslemesi ne Cevdet Selvi’lerle, Emin Kul’larla ne de CHP döküntüsü eski sendika yöneticileriyle gerçekleşir. Yığınların gündelik sorunlarına sahip çıkma gerekçesi ile ücret ödemesi ya da servis arabalarının ısıtıcıları üzerine ajitasyon(!) yapılacak, bir yandan da SHP ağzıyla ANAP eleştirisi yapılacak ve bunun da adı demokrasi mücadelesi olacak. Biraz cephecilik, “Türk-İş’te birlik” gibi motiflerle işçi sınıfına yanaşılacak, aynı motifler diğer emekçilere empoze edilmeye çalışılacak, yaygınlaştırılacak ve bunun adı da işçi sınıfının örgütlenmesi olacak…
Şu ana dek solda, Türk-İş ve sarı sendikacılık “partiler üstü sendikalizm” yürüttüğü için eleştirildi. Devrimci işçi sendikaları geleneği ise bir adım ötede: Partiler üstü sendikacılık yapılmıyor; çünkü dünün CHP kuyrukçuları bugün de SHP izleyicisi bir kütle yaratarak bizzat bir parti siyasetini yedekliyorlar. Sosyalizm mücadelesi ile proleter hareketi ilişkilendiremeyen kimi sendika yöneticileri, sosyal demokrat yöneticiler ve geleneğinde sosyalizm düşmanlığı olan kimi DİSK yöneticileri hangi misyon için işçileri örgütleyip, birlik sağlayacaklar? Ecevit’in mavi dalgasının ardından gelen düş kırıklığının yeni bir çeşitlenmesi için mi? Bu süreci teşhir etmek zorundayız.
İşçi sınıfının örgütlenmesine ilişkin ikinci sorununa gelince, bunu bağımsız politika üreten öncü sorunuyla bağlamıştık. Ne sendikal örgütlenme bu sorunun önüne engel niyetine konulabilir, ne de “birlik” perspektifi. Proletaryanın öncüsünün toplumsal etkinliğinin bütün biçimlerine egemen olması ve en geniş yığınlarla birlikteliği,iktidara yönelik ve iktidar sonrası konjonktürde ortaya çıkar. Bunun dışında, yığın hareketinin gündelik sorunlarını, öncünün öncülük ve bağımsız bir politik hat oluşturma sorunlarının önüne koymak ekonomizmin toprağını beslemektir. Reformculuğa kan vermek demektir. Geleneksel sola ve kadrolara, işçi sınıfının bütünü ile işçi sınıf ideolojisi taşıyanlar arasındaki açıyı kavramalarını, kendi kimliklerini tanımlamak için bazı temel klasikleri okumalarını önermek zorunlu oluyor. Bu bağlamda, her yapı kendi bağımsız hattını ortaya koyduktan sonra işçi sınıfının aktif çoğunluğunun desteğini ve katkısını almayı öngörür. Ekonomik mücadelenin bugünkü savunma cephesi ise, bu görevin toprağı olmaktan uzak görünüyor.
Birlik mi? Ayrışma mı?
“Birlik” sözcüğü Türk solunda duyanları hazdan titreten bir mit olmaya devam ediyor. “Sol Birlik”, “demokrasi güçlerinin birliği”, “sınıfın birliği”, sendikal birlik, vs.leri duya duya kavramın içeriği iyice boşaldı. Ne oluyor? Ahi tekkesi mi kuruluyor?
Tüm işçi sınıfının sendikal birliğini pek çok gerilemeyi göze alarak sağlama mantığı, birliği bir fetiş haline getirmektedir. İşçi sınıf hareketi geleneği yerine, yani bağımsız politikalar üzerinde güçlenilmesi yerine, sınırları belirsizleştirerek “güçsüzlüğü aşmış” bir görünüm verme geleneğidir. Bu söylenenler reformist ve kuyrukçu eğilimlere pek “tepeden inme” görünebilir. Öyle olsun; bunların savunulması görevi de sosyalistlere ait olsun…
“Birlik” büyük bir davadır ve büyük bir slogandır! Ama işçi davasının gereksinmesi Marksistlerin Marksizm karşıtlarıyla ve bozucularıyla birliği değil, Marksistler arasındaki birliktir!
Bizde birlikten söz eden herkese sormalıyız: Kiminle birlik? Tasfiyecilerle mi? Öyleyse bizim sizlerle görülecek işimiz yoktur.”4
Birliğin gerçek mekanı işçi sınıfı partisidir. Bu birlik ise sendikal örgütlenmeye koşut değil, süreç içerisinde ters de işleyebilen bir doğrultu taşır. Proletaryanın bağımsız devrimci partisinde birlik sağlandıkça, sendikalar ve ekonomik mücadele gericileşmeye başlar. Türkiye’de geleneksel sol ise bunu bir türlü kabullenmez. İktidarı hedeflemiş bir önder, şöyle diyordu: “Proletaryanın sınıf birleşmesinin en yüksek biçimi proletaryanın devrimci partisi oluşmaya başladığı zaman, sendikalar zorunlu olarak belli gerici özellikler, belli bir loncasal sınırlılık,, siyasal ilgisizlik yolunda belli bir eğilim ve durgunluk hali göstermeye başlarlar.” Yıl 1920… 67 yıl sonra Türkiye’de geleneksel solun gündemi ürkütücü gerilikte seyrediyor. Oysa sosyalistlerin birliğinin kendi kuralları ve mantığı vardır.
Geleneksel solun, ortodoksluğu yaratıcılıkla birleştirebilecek kesimleri, kadroların ve proleter odakların önüne sonuna yaşanması gereken bir ayrışma/hesaplaşma sürecini sürmelidir. Yığınlara müdahale etmenin en yetkin aracını, sınıfa kök salabilecek bir yapıyı gündeme getirmenin hazırlığını yapmalıdır. Buna engel olan örgütsel/yapısal tıkanıklıklardan söz ettik. Şimdi bu tıkanıklıkların ideolojik boyutundan da söz edebiliriz.
Artık Kurulması Gereken Bir İlişki: İşçi Sınıfı ve Sosyalizm
Geleneksel solda, işçi sınıfına yönelik her perspektifi sakatlayan, ekonomizme zaaf yaratan ideolojik gerilikler vardı, şimdi de var: Türkiye kapitalizmi gerektiği kadar(?) gelişmediğinden sınıf ilişkileri ve ayrımları netleşmemiştir. Dolayısıyla gelişmekte olan kapitalizme ancak gelişmekte olan işçi sınıfı denk düşer. Böylelikle bir sosyo-ekonomik “durum saptaması” yapılıp bunun üzerine anti-emperyalist, anti-faşist, anti-tekel, anti-şoven vs. vs. olan fakat bir türlü anti-kapitalist olamayan program ve perspektifler oturtulur. Yani işçi sınıfı ve sosyalistler sosyalizmi bir perspektif olarak görmek için yeterince olgunlaşmamışlardır. İşte ekonomizmi ve yenilgiyi besleyen bu damardır. İşçi sınıfı hareketini bağımlı bir eklenti durumuna düşüren bu tezlerdir.
Ekonomizmin ve bağımlılığın bu faturasını geleneksel solun sosyalizmi savunmayan ana kütlesini oluşturan bazı resmi odaklara kesmesinin hiç de insafsızlık olmadığını söylemeliyiz. Ekonomik mücadeleyi öne çıkaran sendikal/yığınsal hareket, geleneksel solun gündemine tersten bakmak demektir. Ekonomik mücadele, evet bir mücadele biçimidir; ama kapitalizmin temellerini tehdit etmeyen bir mücadele biçimidir. Bu yüzden sosyal-demokrasi ile uzlaşılıyor.
Geleneksel sol sorunlarını pek kolay aşıyor. Yığınlar ve işçi sınıfının çoğunluğu sosyalizme açık değil mi? Öyleyse sosyalizmden vazgeçilir. Peki bu nüfussuz ve proletaryasız sosyalizmi kim savunacak? “Aslında sosyalizmi unutmayan” uzaklardaki yöneticiler mi? Dünyada başarıya ulaşmış geleneksel solun geleneği, demokratik görevlerin sosyalist programı ve görevleri gizleyerek mi yaşama geçirileceğini söylüyor? Bir yerlerde oturup “sosyalizmi bilen”(?) fakat çaktırmayan kadrolar ile demokrasi çerçevesinde politize edilmiş işçi yığınları senaryosu artık bir kez daha sahneye konmamalı.
Ne yazık ki “işçinin onuru sermayeyi yenecek” demekle sermaye yenilmiyor. Manevi değerlerimizin ötesindeki güçleri ve araçları tanımlamak gerekiyor. Geleneksel solda yaratılması gereken artık bir “Ameleperver cemiyeti bilinci” değil sosyalizm ve öncü bilincidir.
Türkiye toprağında somutu ve somutun zenginliğini ölçmek zorundayız. İşçi sınıfının az gelişmiş olduğunu ve ancak demokratik misyonları üstlenebileceğini yadsımak zorundayız. Bu bilimsel/teorik açıdan savunuldu, solun önündeki göreli olası açılım döneminde siyasal/örgütsel açıdan da kanıtlanması zorunluluğu ortaya çıkıyor. Günümüzde ekonomizm sadece akçalı kazanımlar için mücadele etmeyi mutlaklaştırmak anlamına gelmiyor. Geleneksel solun ekonomizm zaafı ekonomik yarı tahliller yapıp işçi sınıfının sosyalizmi yüklenecek kadar gelişmemiş olduğu saplantısıdır.
Geleneksel sol içinde yürütülmesi gereken hesaplaşma ve proleter hareketin gerçek öncüsü misyonunu nereden başlatmalı? En sonda verilecek cevabı ilk başta verebiliriz: En geniş işçi yığınlarından değil. Bunun nedeni işçi sınıfının az gelişmiş olması değil geleneksel solun işçi sınıfı ve sosyalizm ilişkisine bakışının gelişkin olmasıdır. En geniş işçi yığınları değil, çünkü proletaryanın kendi içinde taşıdığı heterojenlik, önemli bir kesiminin marjinal kesimlerde istihdam edilmesi ve proletaryanın içindeki eşitsiz gelişmişlik sınıf bilinci faktörünü sonsuz karmaşıklıkta etkiler. Geleneksel solda popülizmin proletaryaya uygulanmış biçimi olan işçicilik bu karmaşıklığa toptancı ve sistemi temelden rencide etmeyecek propagandalarla yaklaşıyor. İşte Türkiye’de bu yüzden sosyal-demokrat sendikalizmle uzlaşılır.
Popülist mantığın güzergahı bellidir: En geniş yığınlara, proleter, yarı-proleter küçük burjuva tekellerden muzdarip burjuva kesimlerine demokrat sendikal haklar temelinde propaganda yapılır. Sonra nasıl oluyorsa o geniş yığınlar süzülür, proleter devrimci kadrolar yaratılır. Zaten az gelişmiş bir işçi sınıfı varsa, çok gelişmiş bir “proleter olmayan” kütle vardır. Türkiye’de geleneksel solun güleryüzlü perspektif ve hedefi budur. Ekonomistlere ve Menşevizm türevlerine söyleyeceklerimiz sekterce ve gene Jakobence gelecek. Pek önemli değil: Sözü edilen yolun geniş kitlelerden değil proletaryanın en bilinçli, günceli aşmış oldukça küçük bir kesitinden ve bizzat sosyalist kadrolardan geçtiğini ileri sürüyoruz. Proletaryanın en ileri katmanları arasındaki faaliyete değinilen bir çalışmada sorun şöyle formüle ediliyor: “Sosyalizmin ve sınıf mücadelesi düşüncesinin kentli işçiler arasında yayılması, bu düşüncelerin daha küçük ve daha dallı budaklı kanallara da gitmesi sonucuna zorunlu olarak götürecektir.”5 Sınıf bilincinin en rafine ve en yoğunluğuna somutlanışı ve en gelecek vaadeden pratiği, budur: En ileri kesimlerden kitlelere.
Bu süreci insan malzemesi açısından besleyecek diğer kaynak, sosyalist kadro ve aydındır. Gelenek kitap dizisi bütününde bunca değerlendirmeden sonra “aydın”dan, gözünde gözlük, kendisinden arada bir emekçileri desteklemesi beklenen ve örgüt adamlığından uzak alışılagelmiş tipoloji umarım anlaşılmaz. Ayrı bir kategori olarak vurguluyoruz; çünkü kökeni çoğunlukla proleter değildir ve sınıf bilincinden ziyade mücadeleye tarih bilincini ve bunun iradesini katar. Tarihe kılıcını atan, sınıf siyasetçisi kadrodur. Bunları vurguluyoruz; çünkü geleneksel solda işçilerden deklase yöneticiler yetiştirildi. Profesyonel ve proleter kökenli aydın kadro yetiştirme zorluğu ortadan kaldırılamadıkça, aydın düşmanlığının kolaycılığına kapılındı.
Öncü yaratılana kadar(hatta yaratıldıktan sonra bile), sınıf bilinci ile tarih bilincinin iradi uzantısı aynı toprağa ayak basamaz. Bir sürecin başlama momentinden söz ettik. Sosyalizmden söz edilirken doğrultu belirlendi. İnsan malzemesi olarak hangi dinamizme, hangi güçlere dayanabileceğini sorguladık. Öncü, bunun bileşkesini yaratan iradedir.
Türkiye’de geleneksel solda, özellikle işçi hareketinden sosyal demokrat aktivitenin peşine takılmanın yolları aranırken, örgütlü insan normları sulandırır. Ve bu sürece engel olabilecek unsurlar bir kadro likidasyonuna tabi olur. Sendikalarda Bizans oyunları sergilenir. Devrimci sendikalizm, karşı cephenin en solunda gözükenle sosyal demokrat hareketin işçi bürosu olabilecek bir kaynaşma içerisine girer. Menşevizm az gelişmiş bulunduğu bir ülkede çok gelişmiş bir proleter aristokrasi yarattı.
Umut Veren Bir Karşı Süreç ve Yeni Bir Eğik Düzlem
Geleneksel sol, hali hazırda kendi içinde ve dışında proletaryaya yönelik sağa çekici politikalara, memur zihniyetine, SHP kuyrukçuluğuna ve yönetici cambazlıklarına çeşitli tepkiler, çözüm önerileri üretmiştir. Ancak bu süreç sistemsiz tepkiler ve ortodoksluktan uzak alternatiflerden oluştuğu ölçüde yeni bir tuzağa sürüklenebilir. Önemli ve reel bir tehlike, geleneksel solun bütününde ve proletarya içinde bırakılan boşlukları devrimci demokrat taktiklerin doldurmasıdır.
Bir yandan da geleneksel solun sağ ufuklarda dolaşan çizgisine karşı bu seferde sol göründüğü ölçüde ortodoks olmayan temalar yer alabilir. Örneğin eski Devrimci İşçi Sendikaları konfederasyonu yerine “demokratik işçi sendikaları konfederasyonu” öne sürülüyor. İşçi kadrolara tapınma yüzünden Türk-İş’de birlik, bütünüyle ilkesiz biçimde savunuluyor. Reformist sendikacılığa karşı “devrimci demokrat zeminde sendikal birlik” savunuluyor.
Soyut bir oportünizm karşıtlığı, işçi aristokrasisine tepki, pratikte tepki ve karşıtlık düzleminden, sosyalist hareketin bağımsız düzlemine geçilemediği ölçüde eksikli kalıyor. Bir tarafta saf ve temiz proleter yığınlar, bir köşede de işçi sınıfına ekonomizm şırınga etmek için bekleyen oportünistler düşünülüyor. Gerçekte işçi hareketinin sağ manevralara ve ekonomizme mahkum edilmesinin nedenlerini bizzat işçi sınıfı içinde aramak kimsenin ilericiliğine halel getirmemeli. İşçi sınıfını hatta sol politizasyona girmiş işçi yığınlarını ekonomizm, reformizm gibi yalpalamalardan (bir ölçüde de kalıtımdan) muaf varsaymak saf aydın tavrıdır. İşçi sınıfına platonik bağlılık, işçi sınıfına en zarar verici tavır olmalı.
İşçi sınıf ve işçi kökenli kadrolar, ekonomizmin bizzat hem nesnesi hem öznesidirler. İşçi sınıfını bağlayan siyasi hareketlerde oportünizm metafizik içinde kendiliğinden üretilmez, dışarıdan taşınır. Ekonomizm ve sosyal demokrat reformizm işçi sınıfının ideolojisi değildir, fakat sınıfın kendiliğindenliği ile beslenir, içeriden üretilir. İşçi sınıfının kendiliğinden gündelik eylemiyle üretilemediği için sosyalizm aynı zamanda bir parti ideolojisidir.
İşte bu noktada devrimci demokratik tezlerin ve çıkışların belirlediği bir muhalif konum, geleneksel solun “öncü bilinci”, yani örgüt sorununu çözemez. Devrimci demokrasi Türkiye’de öncü yaratamaz. Ekonomizme panzehir oluşturamaz. Sadece mücadele biçimlerini ve taleplerini radikalize eder. Aslında geleneksel solun bu radikalizme de gereksinimi var; fakat geleneksel solun asli sorunu bağımsız öncü ve sosyalizm perspektifidir. Bu sürecin yaratılması geleneksel sol içerisindeki ayrışma süreci ile içiçe geçecektir. İki süreç birbirinin sonucu olacaktır. Bu hesaplaşmanın devrimci demokrat bir radikalleşme veya “sol muhalif” bir tepkisellik ile yeterince olgunlaşmadan eritilmemesi gereklidir. Daha mücadeleci, daha da uzlaşmacı bir proleter hareket, daha bağımsız ve doğrudan sosyalizmden esinlenen bir hareket olma perspektifinin önüne geçmemelidir. Dahası sendikal-demokratik-örgütsel bilinç parti bilincinin önünü tıkamamalıdır.
Geleneksel solda devrimci demokrasiye çiçek atmadan önce, işçi sınıfının çiçek atacağı bir bağımsız öncü görmeliyiz. Bu yük ise karizmatik aydınların değil, kollektivite bilincine sahip kadroların omuzlarındadır. Özelde ise proleter mücadele alanında “sendika içi demokrasi”, “sendikacı-işçi ücret farklılığı”, “proleter yöntemlerle gerçek demokrasi mücadelesi” gibi motifler ancak bir sol muhalif konum ya da geleneksel solun devrimci demokratlara verdiği “vicdani” ödünler sayılmalı, sosyalizm perspektifi olmadıkça…
Ekonomizmi ancak sosyalist bir proleter odak eritebilir. İşçi aristokrasisini ancak, o da bir ölçüde öncü parti çözebilir. Uzlaşmacılığı ve reformizmi bağımsız öncü hareketi yenebilir. Bu süreci ve hesaplaşmayı, ne geleneksel solun birlik papağanı yöneticilerii ne de sosyalizmsiz vardır.6 15-16 Haziran’da işçilere radyodan tavsiyede bulunmak var-demokrat, partisiz devrimci bir radikallik ne de sürü toplayan çoban psikolojisine sahip egzantrik aydınlar erteleyebilir. Bu hesaplaşmayı, yukarıda sözünü ettiğimiz eğik düzleme yuvarlanmayan kadrolar yürütecektir.
Son Söz Niyetine
Grevler yaygınlaşıyor. Yaygınlaşır; SHP muhalefette oldukça. A.G.Gürkan işçilere eylem çağrısı yapıyor; yapar, çünkü hem Türk-İş hem de eski DİSK, hem bağımsız sendikal kadroların çoğunluğu sosyal demokratların ilericiliğine bel bağlıyor.
Grevler ve iktisadi mücadele biçimleri kısa sürede öğretici olabilirler. Öğretme ve bilinç götürme misyonuna sahip birileri varsa elbet… Türk-İş içerisinde ve Türk-İş üyesi proleter kitlenin sosyalist bir çizgiye kazandırılması için çalışma ayrı bir düzlem, “birlik” kavramının bu anlamlandırılışıyla Türk-İş’de birlik ayrı bir düzlemdir. İşçi sınıfının niteliksel gelişimini ön plana almayan perspektifler, geleneksel sol kadroların ileri demokratik mücadele(!) ve sosyal demokrasi içinde likide edilmesinin nihai ürünleridir. Gidilebilecek en geri noktadır. “Ne olursa olsun birlik”, başlıbaşına teşhir edilmesi gereken bir teslimiyetçiliği ifade etmektedir.
Geleneksel sol işçi sınıfına yönelik perspektiflerinde daha titiz, yığın tapınısından uzaklaşan eğilimleri de üretiyor. “İleri işçi”, “öncü işçi”, biçiminde bir söylem geleneksel solun bir kesiminde geçerli. İşçi sınıfına yönelik toptancı, yığıncı yaklaşımlardan uzaklaşmak, işçi sınıfını siyasi olarak en iyi temsil edebilecek kesimi yaratmanın koşuludur. En geniş yığınların nabzı en geniş kesimlere dağılmış bir birliktelik ile değil, nabzın attığı noktalarda tutulur. Öncü, bu kritik, sınıfın bütününü en ileri biçimde dışa vuran alanlara hakim olan yığınların nabzını tutabilecek ve kontrol edebilecek birinci müdahil araçtır. Sosyalist kadroların misyonu budur. Bunun da yanında sınıf hareketi ve kadroları, ekonomizmle, sosyalizm savunulmaksızın mücadele edilmeyeceğini gündeme almak durumundadır. Bunun işçi sınıfı içinde taşıyıcıları sosyalist proleter çekirdeklerdir.
İşçi sınıfının mücadele geleneğinde bugüne devredilmemesi gereken çizgiler var. Devrimci işçi sendikaları geleneğinde 12 Mart’ı alkışlamaktır.7 CHP’nin oy depoluğu görevini üstlenmek vardır. Bu çizginin geleceği en ileri nokta ILO sendikacılığıdır.
Öncülüğü ve sosyalizmi yüklenemeyecek kadar gelişmiş olduğu varsayılan işçi sınıfının içinde o yığınlarla kaynaşmış ilericiler ne umuyorlar? İşçi sınıfı sosyalizmini savunacak kadar gelişinceye dek işçilerle birlikte gelişmeyi mi? Popülist yakınmalarla, yapay birliklerle, kolay hazmedilir teorik haplarla işçi sınıfının o gelişmeyi yaşayacağı yok.
Bundan sonra yığınların hoş gördüğü ölçüde sosyalizmi savunmak bir hesaplaşma konusudur. Alternatifi ise devrimci demokrat bir radikalizm değildir.
Bundan sonra devrimci sendikalizm ve işçi sınıfına yönelik kadrolar SHP yanaşmacılığı yerine, sosyalizmin işçi sınıfı tarafından da savunulabileceğini, proletaryanın bunu savunmak için yeterince olgun ve az gelişmiş olmayan kadroları kendi içinden çıkarabileceğini kanıtlamak zorundadır.
Proleter hareket sarı sendikacılık karşısında rekabetini daha fazla ekonomik hak kopartmak ve popülizm yapmaktan ibaret görmeyip, işçi sınıfının burjuva sendikalizmi ve sosyal demokrasinin siyasi manevra alanı olmasını engellemek durumundadır. Burjuvazinin kendi içindeki sosyal demokrat seçeneğine vurduğu her tokat, işçi sınıfına örgütsüzleştirici darbeler olarak yansımamalıdır. Bir hesabın defteri kabarıyor. Bu hesaplaşma sermayenin saldırısının en yoğun olduğu noktaya denk düşebilir. Bu durum, hesaplaşmaya engel olmak bir yana hesaplaşmanın kendi içinden sosyalist seçeneği ve öncüyü yaratmasını zorlayacaktır.
Dipnotlar ve Kaynak
- Bu konuda bkz. Gezgin Y. “Sosyal-Demokrasicilik: Eski Hastalık Yeniden Yaşanacak mı?” Gelenek Kitap Dizisi 2. Sayı Çulhaoğlu Metin, “Geleneksel Solun Anatomisine Doğru” Gelenek Kitap Dizisi 4.Sayı, Giritli Aydın-Uygur Cengiz, “Türkiye’de Geleneksel Sol”, a.g.d. 5.Sayı, Koçak Harun “Bugün, Yarın Ya Gelecek”, a.g.d. 6. Sayı.
- Lenin V.I.,Proveşçeniye n:9, Tüm Eserler Cilt 19, s.398.
- Cumhuriyet Gazetesi,2.4.1897 Sayısı.
- Lenin V.I., Put Pravdi n:59, 1914, Tüm Eserleri ,cilt 20, s.229.
- Lenin V.I., Rus Sosyal-Demokrasisinin Görevleri, 1897, T. Eserler c.2, s.332.
- Disk Yürütme Kurulu, 12 Mart 1970 tarihli bildiri.
- 16 Haziran 1970, Kemal Türkler’in konuşması.