Dünya ekonomisinde 1967 yılı daralma döneminin başlangıcıydı. Vietnam Savaşı bu dönemde gelişti. Bu bir rastlantı değil. İşsizlik ABD ekonomisinde çok büyük boyutlara ulaşmıştı. Dönemin Başkanı Kennedy’nin yapacağı fazla bir şey yoktu. Diğer sektörlere göre sermaye/kâr oranı daha yüksek olan savaş sanayinin akılalmaz kazançlar sağladığı bu savaştan ekonomide büyük bir canlılık sağlandı. İç harcamalar uzun süre dengede kaldı. Ancak dış harcamaların artması ile beraber ödemeler dengesi bozuldu. Ortak Pazar ve Japonya karşısında dünyada rekabet olanaklarını hızla kaybeden ABD, dünya piyasasına Bretton Wood anlaşması gereği doların gücüne güvenerek karşılıksız para sürüyordu. Uzun süre karşılıksız para geçerli oldu. Ancak bu dolarlar ABD’nin altın rezervini on misli aşınca, sistemde çelişkiler artmaya, Ortak Pazar ile Japonya ise direnmeye başladı. Bu ülkelerin Merkez Bankaları’ndaki karşılıksız dolarlar büyük bir meblağa ulaşınca gelişmiş ülkeler arasında pazar kavgası doruğa erişti. Ortak Pazar ve Japonya ABD’den dolar karşılığında altın istediler. Bunun üzerine o zamanki ABD Başkanı Nixon, Ortak Pazar ve Japonya’ya ekonomik alanda savaş açtı. Doların değerinin düşürülmesi, ABD’ne girecek yabancı mallardan %10 daha fazla gümrük vergisi alınması, doların altına karşı konvertibilitesinin kaldırılması gibi uygulamalar, sistemde büyük gürültüler kopardı. Bu kavganın arkasında yatan nedenler çok önemliydi. Dünya pazarlarında müşteri kavgasıydı asıl olay. Vietnam Savaşı devam ederken savaş sanayi işsizlik sorununu büyük ölçüde çözüyor -New York dok işçilerinin Vietnam Savaşı lehine gösterileri hâlâ unutulamıyor- ekonomiye canlılık veriyordu. Ortak Pazar ve Japonya ise bu arada tüketim sanayilerine verdikleri ağırlıkla pazarlarını her geçen gün büyütüyorlardı. İşçi ithali başlamıştı. Özellikle Alman ve Japon malları ucuz işçi ve modern teknoloji ile ABD mallarından çok daha ucuza mal oluyordu. ABD bu duruma uzun zaman aldırış etmedi. Savaş devam ettiği müddetçe. Ödemeler dengesi akıl almaz boyutlarda açık vermeye başlayınca durum tersine döndü. ABD ekonomisinin Vietnam savaşına devam etme olanağı kalmamıştı. Sistem içinde çelişkilerin yoğunlaşması ile bunalımın artması karşısında savaş yanlısı Nixon detantı kabul etmek zorunda kaldı. O zamana kadar gelişmiş kapitalist ülkeler, sanayilerini geliştirecekleri kaygısı ile Sovyetler Birliği ve diğer sosyalist ülkelerle ekonomik işbirliğine girmekten kaçınmışlardı. Değişen dünya koşulları karşısında ABD Sovyetler Birliği ile yeni koşulların tartışılması için görüşmelere başladı. Bu stratejinin mimarı Kissinger’in uzun çabaları sonucu anlaşma sağlandı. Nükleer silahların kısıtlanması yanında ekonomik işbirliği için gerekli çabalar yoğunlaştırıldı.
Sosyalist ülkelere açılma zorunluluğu karşısında evvelce yaratılan korkuyu kısa zamanda yenen ABD iş adamları için önemli yatırım alanları açıldı. Bu arada savaş endüstrisinin kârları uzay uçuşları ile devam ettirilmek istendi. Ay’a insan gönderildi. Ne var ki, savaşın yerini uzay uçuşları doldurmuyordu. Üstelik dördüncü defa Ay’a insan göndermenin de bir anlamı kalmamıştı.
Buhrana rağmen yeni bir savaş çıkabilir miydi? Devlet bütçesi bunu kaldıramazdı. Sonuç büyük bir kriz olurdu. Ayrıca dünya konjonktürü de buna müsait değildi. Bu durumu çok iyi değerlendiren eski muhafazakâr, savaş yanlısı Nixon ekonomiyi yeni duruma adapte etmek için büyük bir uğraş verdi. Nixon’ı düşürmek için savaş sanayicileri Watergate olayını tezgahladılar. ABD’nde sıradan sayılması gereken bu olay “gün ışığına çıkarıldı”. Skandal olarak lanse edildi. Hırpalanan Nixon, otomotiv sanayiini de içeren tüketim malları sanayicilerini yanına çekti. Skandalın ayyuka çıkarılmasına rağmen direndi. Kamuoyunda prestijini büyük ölçüde kaybetmesine rağmen dünya çapında savaşını sürdürdü. Değerini kaybeden dolar bir ölçüde müttefiklerini dize getirdi. Serbest bırakılan doları desteklemek zorunda kalan Avrupa milyarlarca dolar satın aldı. Ama tüm bunlar ABD ekonomisini sıhhatine kavuşturmaya yetmiyordu. Nükleer şemsiyenin kaldırılması tehditi bile zaman zaman sökmedi. Yapısal bunalım her geçen gün kendini tüm şiddeti ile gösteriyordu. Silah sanayiine pazar bulmak sorunu gündemdeki yerini bırakmıyordu. Bu arada ABD’nin Başkanı Nixon istifa etti. Ama Kissinger ayaktaydı.
Ama nasıl bulunacaktı bu pazar? Bir uçak, bir füzenin fiyatı milyonlarca doları buluyordu. Bunları satın alabilmek için muazzam bir dolar yığınına ihtiyaç vardı. Öyleyse yapılacak iş, bunları satın alacak ülkeleri yoktan varetmekti. Ortadoğu bunun için biçilmiş kaftandı. Petrol üreten ülkelerin ellerindeki rezervler bu silahları almak için yeterli değildi. Yapılacak iş bu rezervleri arttırmaktı. Bu arada ABD’nin, sistem içindeki rekabet yüzünden müttefikleri Ortak Pazar ve Japonya’yı dize getirmesi gerekiyordu. Bu ülkelerin enerjileri büyük ölçüde Ortadoğu’daki petrole bağlı olduğundan petrol fiyatlarının arttırılması sonucunda dünya piyasalarına sunulan malların maliyeti ister istemez artacak ve ABD mallarına karşı rekabet gücü zayıflayacaktı.
Ortadoğu bir çıban başı olarak devamlı çelişkiler içinde yaşıyordu. Mısır’ın Sovyetlerle yakın ilişkisi, ABD’nin huzurunu bozuyordu. ABD’nin Ortadoğu bekçiliğini yapan İsrail’le diğer Avrupa ülkeleri arasındaki ilişkiler ise son derece kötü idi. Petrol şeyhleri, Arap Birliği içinde ister istemez bu mücadelede Mısır ve Suriye’yi desteklemek zorunda kalıyorlardı. Tüm bunların düzeltilmesinin yanısıra, bir savaşa eşlik edecek olan ambargo petrol fiyatlarının artırılması için fırsat yaratacaktı. Beri yandan ABD’nin ambargodan korkması için herhangi bir nedeni de yoktu. Yeterli ölçüde petrol üretmesinin yanısıra petrol şirketlerince de gizlice her türlü tedbir alınmıştı. Bu arada petrol şirketlerinin elde edecekleri süper kârı da unutmamak gerekiyordu. Kâr oranlarının düşmesi yüzünden her geçen gün biriken muazzam sermayelerini kullanmak için fırsat bekleyen bu şirketler, yapılacak büyük spekülasyonları heyecanla bekliyorlardı. Elde edecekleri kârları rüyalarında bile göremezlerdi.
Sahnede İran Şahı ve Suudi Arabistan Petrol Bakanı Şeyh Yamani bu rolleri oynayabilecek kıratta kişilerdi. Bu oyundan herkes payını alacak olduğundan sahne gerisinde bekleyenlerin sayısı daha fazla idi. Bir sonuç da, siyasi olarak ABD’nin Ortadoğu’daki nüfuzunu perçinlemesi olacaktı.
Sovyetler Birliği Mısır’a gerekli saldırı silahlarını tüm isteklere karşılık vermeye yanaşmıyordu. SSCB, detant politikasını bozmak istemiyordu. Mısır ise Nasır’ın ölümünden sonraya rastlayan boğucu bir ekonomik sıkıntı içine girmişti. Ali Sabri’nin hapsedilmesini, sisteme tekrar adapte olabilmek için Mısır’ın fırsat aradığının ilk belirtisi olarak görülebilir. Bürokratlaşmış askerler adım adım işveren olma yolunda ilerliyorlardı. Sermaye yetersizliği yeni yatırımları engelliyor, çabuk zengin olmak isteği her yana yayılıyordu. Bu durumu ilk sezen Kissinger oldu. Mısır’ın, özellikle Sedat’ın iktidarda kalabilmesi için dışarıda büyük bir zafer kazanması gerekiyordu. Kissinger bu fırsatı Sedat’a sundu. Sevinçle karşılandı. Karşılığında ise Mısır’ın emperyalist sisteme tam anlamıyla dönüşü ve Ortadoğu’da ABD’nin safında yerini alması hızlanacaktı. Mısır’da kapitalist ilişkilerin gelişmesine müsaade edecek bir adım olarak, yabancı sermayeye Süveyş Kanalı’nın açılması, gösterişli bir zafer şeklinde sunuldu. Bu adım Arap aleminde Mısır’a büyük çapta prestij getirecekti. Hatta Arap aleminin liderliği bile söz konusu olabilirdi.
Kissinger, diğer yandan İsrail’le bu konuyu çok gizli olarak pazarlık etti. Kısmi bir çekilme söz konusu olacaktı. Ekonomik bozukluk, dünya devletlerinin baskısı, Sovyet tehlikesi, iki taraflı cephe, tüm bunlar İsrail’i zorluyordu. Nefes alma olanağını bulabilecekti. Yeter ki İsrail’in varlığı Ortadoğu’da kabul edilsin. Kissinger’in adamları savaştan önce Sina Çölü’nde, gerekli araştırmaları yaptılar. Süveyş kanalından 40-100 km.lik bir mesafe arasında yeni yerler tesbit edildi. Rapor, Şili’de dünyanın en büyük oyunlarından birini tezgahlayan Kissinger’in eline geçince oyun sahneye kondu. Mısır’ın elindeki Sovyet silahlarının gücü ABD tarafından çok iyi biliniyordu. Savaşın ilk günleri İsrail’in uğrayacağı kayıp önemli değildi. Kaybedilen tank ve diğer silahlar ABD tarafından hemen karşılanabilirdi. Savaş sanayiine şimdiden gün doğuyordu. Ancak bu savaşı istemeyen, Araplarla ekonomik ilişkilerini geliştirmeyi tercih eden Avrupa, savaş sırasında ABD yardımının topraklarından geçmesine müsaade etmeyince yeni bir bunalım doğdu. Yardım ancak Portekiz’in izniyle Azor adaları vasıtasıyla yerine ulaşabildi.
Savaş başlamadan İsrail gizli servisi saldırıyı haber aldı. Moşe Dayan’a haber hemen iletildi. O sadece Golda Meir’e telefon etmekle yetindi. Mısır ilk elde Süveyş’i geçti. Çok zayıf biçimde tahkim edilmiş mevziler fazla dayanmadı. Dayanması da mümkün değildi. Sedat ABD’ye verdiği sözü tuttu. Daha ileri gitmedi. Sadece savaşın sonuna doğru aşırı sağcı bir generalin anlaşmayı ihlâl ederek Batı yakasına geçmesi üzerine, Sedat’ın “ABD gücü karşımızda” diyerek bu gücün ilerlemesini durdurması çok ilginçti. Mütareke sırasında ise bu durum evvelce yapılan anlaşma çerçevesinde hemen düzeltildi.
İsrail, Mısır cephesinde çok az bir kuvvet bırakmasına karşılık Suriye cephesine tüm gücünü aktardı. Kanlı savaşlar asıl bu cephede oldu. Yüzlerce tank, uçak bu cephede tahrip oldu. Suriye’de herkes Mısır’ın niçin ilerlemediğini tartışıyordu. Hiç kimse olup bitenden bir şey anlamıyordu. Olayın büyük bir askeri hatadan kaynaklandığı düşünülüyordu. Suriye anlaşmanın dışında olduğu için, tek cephede tüm gücünü kullanıyor, bir an evvel Mısır’ın ilerlemesine dua etmekten başka elinden birşey gelmiyordu. Ama sonuçta toprak kaybeden yine Suriye oldu.
Petrol üreten ülkeler birden tüm dünyaya karşı saldırıya geçtiler ve ambargo ilan ettiler. Başta sevimli şeyhimiz Yamani olmak üzere tüm Arap Birliği anti-Amerikancı kesildi birdenbire. Görünüşte ambargoyu tüm şiddetiyle sürdürdüler. Ama kime karşı? El altından petrolü yine pazarladılar. Bu işbirliğinden çok memnun olan petrol şirketleri fiyatları karaborsada yükselttikçe yükselttiler. Dağıtım ellerinde olduğundan istedikleri ülkeye petrolü sevk ederek ambargonun anlamını yok ettiler. Avrupa ve Japon sanayileri enerji açısından büyük ölçüde petrole bağlı oldukları için aniden gelen bu şok dalgasından paniğe kapıldılar. Kısıtlamalar, feryatlar, yeni enerji kaynaklarının bulunması için gösterilen çabalar tüm gazete sayfalarını kapladı. Tüm insanlığı telaş aldı. Ne oluyordu?
Ateşkes ile varılan anlaşma Kissinger’in Ortadoğu’daki Kahire-Tel Aviv yolculukları, komedinin son perdesini yansıtıyordu. Senelerdir anlaşamayan iki düşman ülke bir çırpıda yola gelmişti. Kissinger büyük bir zafer kazanmıştı. Şili’den sonra gelen bu büyük zaferi ileride daha büyük bir başarı takip etti. Süveyş Kanalı Mısır’ın eline geçince verilen sözler tutuldu. Kahire’nin elinde başka bir koz yoktu. İstediklerini almıştı. Sözleşmeyi bozmaya gücü olmadığı gibi isteği de yoktu. Artık Kahire ABD ve Alman iş adamları ile dolabilirdi. Sedat Sovyetler Birliği ile arasını bozmak için beyanatlar vermeye başladı. Eski faşiste güvenenler aldanmaya mahkumdu. Ancak güncel konularda onunla işbirliği yapanlar kazanıyordu. İleride gerekirse onu da tasfiye etmek işten bile değildi. Kumar bir defa oynanmıştı. Onu durdurmak kimsenin haddi değildi. Suçlamaları suçlamalar takip etti. Artık Mısır silahlarını Sovyetler Birliği’nden almayacaktı. Oyunun son sahnesinin perdeleri böylece indi.
Petrol üreten ülkeler aniden afişe fiyatları1 yükselttiler. Panik tekrar başladı. Bir zaman sonra da ABD’nin isteği ile ambargo sona erdi. Petrole ödenen paralar, tüm ülkelerin ödemeler dengesinde büyük açıklar yaratacaktı ileriki yıllarda. Petrol ülkeleri ellerine geçen bu muazzam servetleri ne yapacaklardı? Hemen yatırıma dönüştürmelerine olanak yoktu. Avrupa bankalarına aktarılanların dışında geriye hâlâ çok büyük paralar kalıyordu. Silahlanma sorunu artık rahatlıkla devreye girebilirdi. En modern uçaklar, tanklar, füzeler, tanksavarlar şeyhlerin oyuncakları oluyordu. Milyarlarca dolarlık sipariş verildi. Basra Körfezi’ni korumak için mi, İsrail tehlikesi için mi bu silahlar alınıyordu? Bunun önemi yoktu. Yeter ki ABD savaş sanayi pazar bulsun. Ama Fransa savaş sanayi de bu pazardan nasibini alabilmek için davrandı. Dışişleri Bakanı Jobert Ortadoğu’nun yolunu tuttu. Artık pazar kavgası politik kavga biçimine bürünmüştü. Diplomasinin gücü herşeyden önce geliyordu.
ABD’deki otomotiv sanayicileri petrol türevleri kullanan sanayiler bu durumdan oldukça sarsıldı. ABD içindeki çelişkiler arttı. Çeşitli dallardaki sanayiciler arasındaki güç dengesi yeni baştan düzenlenmek üzere bozuldu. Siyasi arenada bu durum tüm çıplaklığı ile görüldü.
Kısacası 1970’lerde petrol fiyatlarının yükselmesinin ana nedenlerini özetlemekte yarar var:
1) Ortadoğu petrolünün fiyatı ile, daha yüksek maliyetli ABD petrolünün fiyatını eşit duruma getirmek için;
Avrupa’nın Ortadoğu’dan satın aldığı petrol, ABD’nin kendi topraklarından çıkarttığı petrolden daha ucuzdu. ABD kendi petrolünü varil başına dört dolara mal ederken, Avrupa, Ortadoğu’dan aldığı petrol için iki dolar ödüyordu. ABD’nin, 1970’lerde ticari rakipleri olan Ortak Pazar ve Japonya’nın bu avantajını yok etmek için petrol fiyatlarının artışını körüklemekte büyük çıkarı vardı. Ortadoğu petrolü ile ABD petrolü arasındaki fiyat farkının kaldırılmasını talep edenin İran Şahı olması rastlantı değil. Bu, işin özünde ABD’nin parmağı olduğunu bir defa daha ispatlıyor. Ortadoğu petrolünün fiyatını ABD artırdı, bu kesin. Yüksek petrol fiyatı pahalı enerji demekti. Bu da Avrupa ve Japonya’da üretilen malların maliyetini arttıracaktı. Böylece ABD’nin ürettiği ürünler, dünya pazarlarında Avrupa ve Japon malları ile rekabet edebilecekti.
2) ABD’nde petrolden başka enerji kaynaklarının da kullanılmasına olanak sağlayarak dış enerji ihtiyacını mümkün olduğu kadar azaltmak için;
Ortadoğu petrolünün fiyatı yükselince ABD tekellerinin, yeni enerjilerin geliştirilmesi için yatırımlarda bulunması mümkün oldu. Alaska’daki, Okyanus diplerindeki, Kolarado’daki petrolün çıkarılması ve işlenmesi artık kârlı olabilecekti. Enerji açısından bağımsız bir duruma gelecek olan ABD’nde petrolden daha ucuza mal olacak kömür yataklarının işletmeye açılmasıyla enerji alanında ABD’nin üstünlüğü kesinleşecekti. Bunun için yeni açılan petrol kuyularından gelen kârlar kullanılacaktı. Daha sonra nükleer, jeotermik ve güneş enerjilerini kullanma safhasına geçilecekti. ABD petrol şirketleri, dünya uranyum rezervlerinin %48’ini, ABD’de bulunan kömür yataklarının üçte birini son iki senede ele geçirmişlerdi. Geleceği böyle gören şirketlerden korkulur doğrusu! Yoksa tam tersi mi? Geleceği planlayanlar bizzat bunlar mı? ABD’de dokuz yüz metreden daha az bir derinlikte dünya petrol rezervlerinin 5 misli kömür yatakları bulunuyor. Petrol fiyatları dokuz dolara çıktığı an bu kömürlerin işletilmesi kârlı bir duruma gelecekti. Enerji açısından bağımsız bir duruma gelen ABD’nin üstünlüğü, Japonya ve Ortak Pazar’a Basra Körfezi’nden gelen petrolden daha ucuza mal olan kömürle böylece daha da netleşiyor.
3) ABD’de yeni enerji kaynaklarının geliştirilmesi için dev petrol tekellerine gerekli parayı temin etmek için;
ABD’nde dışarıdan alınan petrole konan vergiler ortalama 30 milyar dolardı. Bu para, ülke içinde yeni enerji kaynaklarının geliştirilmesi için harcanacaktı. Petrol fiyatının artması ile bu para çoğalacaktı. İşte o zamanki ABD Başkanı Ford’un, dışarıdan alınan petrole koyduğu vergiyi arttırmasının asıl nedeni buydu. Amaç, ABD tekelleri ile Avrupa ve Japonya tekelleri arasındaki teknolojik uçurumu genişletmek için araştırmaların geliştirilmesiydi.
4) ABD’nin kendisine başkaldıran Avrupa ve Japonya’yı dize getirmesi için;
1970’lerde ABD ile Ortak Pazar ve Japonya arasında sert çıkar çatışmaları olmuştu. Bu çatışmalar özellikle dolar-altın, Avrupa Birliği ve tarım politikası gibi konularda önem kazanıyordu. İşte petrol fiyatlarının artması, Ortak Pazar ve Japonya’nın ekonomilerini sarsacaktı. Çünkü bu ülkeler, petrolün tamamını dışarıdan sağlıyorlardı. Böylelikle, ABD bu ülkelerin enerji ihtiyaçlarını her türlü şartlar içinde sağlayacaktı. Bunun karşılığını da bir türlü alacaktı elbette.
5) Ortadoğu ülkelerinin silah satın almalarını sağlamak için gerekli parayı temin etmek;
Vietnam savaşından sonra savaş sanayii büyük ölçüde pazar sıkıntısı çekiyordu. Bu yüzden savaş sanayii büyük bir bunalıma girmişti. Milyonlarca insan işsiz kalmıştı. ABD ekonomisi de bu yüzden büyük bir buhranla karşı karşıya idi. Savaş sanayii için yeni bir pazar bulmak gerekiyordu. ABD, 1972 yılında 1 milyar dolarlık silah satışı yapmıştı. 1973 yılında bu rakkam 3.6 milyar dolara çıkmıştı. 1974 yılında ise silah satışı 8.3 milyar doları buldu. Bu miktarın 5 milyar doları sadece Ortadoğu’ya satılan silahlardan elde edildi. İşte bu yüzden yükselen petrol fiyatı, Ortadoğu ülkelerinin ve petrol şirketlerinin kazancını arttırdığı kadar, savaş sanayinin de pazarını geliştirdi.
6) Gelişmekte olan ülkelere çevre kirlenmesi gözönüne alınmadan yapılacak yatırımlara kamuoyunu hazırlamak için;
1960’lı yıllarda ABD’de petrol şirketlerine karşı hem çevre kirlenmesinden, hem de bunların elde ettikleri büyük vergi ayrıcalıkları yüzünden bir kampanya açılmıştı. Bilhassa çevre kirlenmesine karşı gerekli tedbirlerin alınmaması yüzünden bu şirketlere birçok yerde rafineri kurma izni verilmemişti. Petrol şirketleri maliyetleri arttıran bu tedbirleri almaktan kaçınıyorlardı. İşsizliğin çok yüksek seviyelerde bulunduğu ABD’nde yapılması gereken bu yatırımlar yerine, gelişmekte olan ülkelere çevre kirlenmesi gözönüne alınmadan yapılacak yatırımlar için kamuoyu hazırlanabilirdi.
Böylece OPEC’in yaptığı zamlarda perde arkasında ABD kökenli şirketlerin rolü olduğu çok sonraları anlaşıldı. Petrol fiyatlarına yapılan bu zamlar gelişmekte olan ülkelerin ödemeler dengesinde çok büyük açıklara neden oldu. Aynı anda ABD’nde daha önce işletilmesi çok masraflı olduğu için kapatılan petrol kuyularının yeniden açıldığı görüldü. Hatta Alaska’da çıkan petrolün büyük yatırımlar sonucunda ABD’ne akıtıldığı görüldü. ABD’nde maliyeti yüksek olan ve işletilmesine bu yüzden ara verilen diğer enerji kaynaklarının kullanılması da artık sorun olmuyordu. OPEC’e bağlı ülkelerin petrole yaptıkları zamlar sonucu elde ettikleri büyük kaynakların bir kısmı gelişmiş ülkelerin pazarlarının gelişmesine neden olurken, diğer yandan da sistemin finans kaynaklarına akıyordu.
Enerjinin, dünya politikasında böylesine önemli bir rol alması üzerine, 1970’lerden beri, ABD, ALMANYA ve JAPONYA üçlüsünün istekleri doğrultusunda artan petrol fiyatları, enflasyon, işsizlik gibi sorunlar karşısında yeni bir mekanizma kurulması için yapılan çetin ve yoğun çalışmalar sonucu 15 Kasım 1974’de ULUSLARARASI ENERJİ AJANSI kuruldu. OECD bünyesinde kurulan Uluslararası Enerji Ajansı OPEC’i dengelemek için kurulmuş görüntüsü altında Avrupa ülkeleri ile Japonya’nın enerji politikasını denetlemeyi amaçlıyordu. Fransa, Enerji Ajansı’na girmedi. Çünkü Fransa petrol karşılığında, Arap ülkelerine, ödemeler dengesi açığını kapatabilmek için mal satmayı planlıyordu. Uluslararası Enerji Ajansı’na 16 ülke katıldı. Üye ülkelerin oyları tüketim hacimlerine göre tespit edildi.
Enerji Ajansı tüzüğüne göre;
– Petrol şirketlerinin tüm eylemleri hakkında Ajans’a üye ülkeler bilgi sahibi olacak;2
– Enerji Ajansı petrol şirketleri ile işbirliği yapacak;
– Ülkelerle şirketler arasında petrol endüstrisinin çeşitli sorunları hakkında danışmalarda bulunulacaktı.
Üye ülkelere sağlayacağı söylenen avantajlar ise üç bölümde toplanabilir:
– Teknolojik avantaj,
– Uluslararası sermaye olanakları,
– Enerji alanında işbirliğinden yararlanma.
Ancak üye ülkelerin yeterli tesisleri bulunmadığı için petrolün depolama, ulaştırma, arıtma, dağıtım işlemleri ister istemez petrol şirketleri tarafından yapılacaktı. Enerji Ajansı ayrıca petrol ticaretinde pazar bölüşmesi sağlayacaktı.
Uluslararası Enerji Ajansı’nın uzun vadeli planında yer alan önemli noktalar ise;
– Petrol tüketiminin mümkün olduğu kadar sınırlı tutulması (enerji tasarrufu);
– Petrol fiyatlarının düşürülmesi;
– Petrol üretiminin arttırılması yolunda yeni kaynakların bulunması;
– Petrol dışında diğer enerji kaynaklarının geliştirilmesi;
– Petrol şirketlerinin ülkelerde ayrıcalıklı ve teminatlı statülere kavuşması.
Kısacası, enerjinin dünya politikasında böylesine önemli bir rol alması üzerine ABD, NATO ve benzeri askeri paktların yanı sıra Uluslararası Enerji Ajansı’nı kurarak sistemin tüm ülkelerinin enerjisini kontrol altına almak istedi. Bunların bir bütün içinde uygulanması için gerekli strateji bizzat Kissinger tarafından hazırlanarak uygulandı.
Kissinger bu çabalar içinde 1975 Şubatı’nda, petrol sorunu üzerine üç aşamalı bir plan önerdi. Bu planın asıl amacı endüstrileşmiş ülkelerin Arap ülkelerine olan petrol borçlarını ABD’ye dönük borçlar haline getirmekten ibaretti. Ortak Pazar ve Japonya ile ABD arasındaki rekabetin tüm gücüyle devam ettiğinin başka bir göstergesiydi bu. Bunun için ABD tarafından bir petro-dolar döngü fonu yaratılmaya çalışıldı. ABD müttefiklerinin petrol alımlarını karşılamak için borç verecek ama buna karşılık ABD firmalarının uzantıları tarafından dış ülkelerde gerçekleştirilmiş kârların ABD’ne dönmesinde zorluk çıkarılmayacaktı. Bu vesileyle ABD, Avrupa’nın iç işlerine daha fazla karışma olanağını buluyordu.
Planın özü:
– Petrol ambargolarını etkisiz kılmak için gerekli stokları sağlamak zorunlu; bunun için 25 milyar dolarlık bir fon kurulacak. Petrol bunalımlarının kapitalist ülkelerin çoğu üzerinde yarattığı etkileri bu fon ortadan kaldıracaktı.
– Petrol tüketimi düşürülecekti. Bu durum OPEC ülkelerinin fiyat düşürmesi için bir zorlama olacak, öte yandan artan enerji tüketimi için petrol dışı kaynakların geliştirilmesi ön plana çıkarılacaktı.
– Bu esaslar çerçevesinde örgütlenmek, petrol üreten ülkelere karşı pazarlık gücünü arttıracaktı.
Uluslararası Enerji Ajansı’ndan sonra gelişmiş kapitalist ülkeler 25 milyar dolarlık bir “Dayanışma Fonu” kurdular. Fondan yararlanabilmek için iki önemli şart vardı:
Fondan yararlanacak ülkenin uluslararası piyasadan borç alma olanağını kaybetmiş olması ve kendi ekonomik politikasında değişiklik yapmayı kabul etmesi. Her ülke fona ulusal geliri ve dış ticaret hacmine göre katılacak, katkısı oranında oy sahibi olacaktı.
Tüm bunlar ABD’nin hegemonyasını sürdürmek için yürüttüğü mücadelenin bir parçasını oluşturuyor. Dünyada yaşanan, hele Ortadoğu’yu sarsan küçüklü büyüklü her gelişmenin uluslararası kapitalizmin dinamikleri bağlamında ele alınması gerekiyor.
Dipnotlar ve Kaynak
- Petrol ihracatçısı ülkelerin zammı ile birlikte ortaya çıkan bir önemli kavram da “afişe fiyat” olmuştur. Afişe fiyat, gerçekten petrol üreticisi ülkelerle petrol ithal eden ülkeler arasında belirlenen alım satım fiyatı değildir. Afişe fiyat, petrolün üretilmekte olduğu ülkelerde, yabancı petrol şirketlerinin, bu ülkelere verdikleri verginin hesabında kullanılan fiyattır. Ülkeler arasındaki alış-veriş fiyatı, afişe fiyat üzerinden yapılan pazarlıkla belirlenen ve afişe fiyattan daha düşük bir fiyattır. Uluslararası petrol şirketleri, petrol ürettikleri ülkelerde eskiden vergi de vermiyorlardı. Ancak, vergi vermeleri 1957 yılın¬dan itibaren başlamış ve bunun üzerine “fiyatların belirli zamanlarda bültenlerde yayınlanması” istemi sonucu afişe fiyat kavramı doğmuştur.
- Toplanacak bilgiler şunlardır: Şirketlerin mali durumları, yatırımları, belli başlı petrol kaynakları, stokları, yapmış oldukları anlaşmaların içeriği, üretimde beklenen değişiklikler, ham petrolün dağıtım biçimleri ve koşulları ve Ajansın istediği diğer bilgiler.