SBKP MK tarafından Temmuz ayı sonlarında düzenlenecek olan plenuma sunulmak üzere hazırlanan yeni parti programı taslağı, parti içerisindeki farklı eğilimlerin temsilcisi unsurları tamamen ayrışmanın eşiğine getirecek bir içeriğe sahip…
The Economist’in “bir yıl önce sunulsa sansasyon yaratabileceğini” iddia ettiği taslak, parlamenter demokrasi, karma ekonomi vb. doğrultusunda piyasa ekonomisinin geliştirilmesi ve partinin sosyal demokratlaştırılması hedeflerini içeriyor. Stalin döneminin şiddetle eleştirildiği, 1950’den 80 ortalarına dek süren dönemin yitirilmiş fırsatlar, toplumsal ve ekonomik gerileme ve propagandif iddialarla dolu olarak nitelendiği taslak, SBKP’nin geleneksel ilkelerinin çoğundan vazgeçildiğinin belgelenmesi rolünü üstlenmeye aday.
Diğer yandan, yeni birlik sözleşmesi, Amerikalı ekonomistlerle birlikte hazırlanan yeni ekonomik reform programı ve bunun ilk adımları olarak yeni yasaların çıkarılması, Gorbaçov’un G-7 toplantısına yönelik faaliyetleri vb. kapitalizmin restorasyonu yönündeki girişimlerin hızlandığını gösteriyor.
SB’de bu uygulamaların belli dirençlerle karşılaşacağı muhakkak. Nitekim, hükümet ve bürokrasinin kimi üst düzey yetkilileri Gorbaçov’un G-7 toplantısına katılmasından hoşnut değil. Dışarıdan dayatılacak maddeleri kabul etmeyeceklerini açıkladılar. (Gerçi Gorbaçov buna fırsat bırakmayacak kadar “cömert” davrandı…) Ayrıca yeni yapının oluşturulmasının önünde ciddi sistemik engeller de var. “Girişimci kadro” açığı, yeni yapının kurumlarının oluşturulmasında ortaya çıkacak sorunlar ilk akla gelenlerden. Sorunların toplumsal kargaşalara yol açmadan çözülmesi de mümkün değil.
Fakat tüm bu direnç unsurları bütünsel bir çıkışa öncülük edebilecek bir öznelliğin yokluğunda çok anlam taşımıyor. Bugün gelinen noktada tüm bunlara bir de SBKP’nin bir bütün olarak yaşayacağı bir silkinişin, nesnel olanaklarının tamamen ortadan kalkması olasılığı eklenince tablo daha da karanlık bir hale geliyor.
Bu karanlık tabloyu şimdilik bir kenara bırakarak Sovyetler Birliği’ni bugüne getiren sürecin kimi yönlerine yeniden bakmayı deneyeceğim.
Bugünün verileri, Sovyet sosyalizmi tarihinden geçiş sürecine ilişkin yeni dersler çıkarmamıza olanak sağlıyor. 70 küsur yıllık bir kuruluş pratiğinin yaşanmışlığı sözkonusu ve çıkarılmış dersler mevcut. Ancak elde bulunan malzemenin yeniden tasnif edilmesi daha önceden farklı saptanmış ağırlıkların yeniden gözden geçirilmesi gerekiyor. Bugün geçiş toplumlarına ilişkin Sovyet sosyalizmi tarihini veri alacak böylesi bir teorik reorganizasyon politik yüklerinden daha fazla arınmış olacağından bu faaliyetin ürünleri/sonuçları ise, uluslararası marksist literatüre bir katkı olarak anlamını, yeni bir sosyalist kuruluş pratiğini gerçekleştirecek kadroların elindeki ilk-cephane olma niteliğiyle kazanacaktır.
Sovyet sosyalizminin öznel yetersizlikleri biraz da Bolşeviklerin böyle bir ilk cephaneye sahip olmamalarıyla ilgili.
Herhangi bir toplumsal formasyon kendini yeniden üretebilmek için belli örgütlenmelere ihtiyaç duyar. Bu toplumsal örgütlenmeler özel işlevleri de olan kurumlardır. Geçiş toplumları sözkonusu olduğunda, kurumların toplumsal formasyonun yeniden üretilmesinin araçları olması yeterince açıklayıcı olmuyor. Çünkü geçiş toplumlarında yeniden üretim, “yeniyi yaratma”yı da içererek gerçekleşmek zorunda. Bu noktada, nihai hedef fikrinin taşıyıcısı, nesnelliğin bu doğrultuda dönüştürülmesi etkinliğinin öznesi olarak partinin belirleyiciliği açığa çıkıyor.
Sosyalizmin kurumları sosyalist öznelliğin tercihleri de içeren bir nesnel zorunluluklar belirleniminde ortaya çıkmış/şekillenmiş yapılardır. Özelde Sovyet sosyalizminin kurumsal yapısı ağırlıklı olarak, tek ülkede sosyalizmin korunması zorunluluğunun ürünü ihtiyaçlarca belirlenmiştir. Geleceğe dönük potansiyelleri içinde barındıran kimi kurumlarda da, savunma işlevi gözetilmiştir.
SB’de savunma “güdüsü” ve bu doğrultuda şekillenen yapıda temel kurumların, böylesi bir işlevi üstlenmek, şu ya da bu düzeyde bu etkinliğin bir bileşeni olmak zorundalığı, kurumlar arasında simbiyotik ve organik ilişkiyi ve genel olarak merkezi bir yapılanmayı da zorluyor.
Sovyetler Birliği’ndeki kurumların, savunma etkinliğinin bileşeni olmak dışında farklı işlevleri de var. Her kurumsal faaliyet, o kurumun işlevine ilişkin bir alt-ideolojik şekillenmeyi de ortaya çıkartır. Kurumun işlevinin merkezi önem kazandığı zamanlarda bu alt-ideolojik şekillenme kurumsal yapıda daha etkin hale gelir. Burada önem taşıyan, bu alt-ideolojik şekillenmenin geçiş toplumunda sosyalist ideolojiyle kuracağı eklemlenme ilişkisi ve bu ilişkide sosyalist ideolojinin etkilenimi ve üstbelirleyiciliğidir. Geçiş toplumunda sosyalist ideoloji öncünün müdahaleleriyle toplumun bütününe, eşitsiz olarak dağılır ve diğer alt-ideolojik şekillenmeleri de üstbelirler. Tüm bu süreçlerde sosyalist ideolojinin bağımsızlığının korunması sorunu hep gündemdedir. Nesnel olarak, kapitalizmin egemen olduğu bir dünyada sosyalist ideolojinin bağımsızlığı sorunu özel olarak önem taşıyor. Sosyalist ideolojinin, içine girdiği eklemlenme ilişkilerinin yüklerinden bağımsız olarak yaşabildiği ve yeniden üretilebildiği tek mekan partidir.
Ancak parti de, içinde bulunduğu ve dönüştürdüğü nesnelliğin belirlenimine açık. İktidar öncesi dönemde müdahale araçları sınırlı olan öznellik, iktidarı aldıktan sonra ele geçirdiği olanaklarla yarattığı yeni nesnellikte, müdahale alanını genişletirken bir yandan da bu yeni nesnellikle sınırlarını çizme konusunda yeni “sorunlar”la karşı karşıya geliyor. Parti kuruluş sürecinde de eşitsiz gelişim kendisini nesnellikten ayırmak zorundadır. Parti, bu ayırmayı marksist-leninist teori yardımıyla yapar. Teori, öznenin kendisini tanıma araçlarını da sunuyor.
Sovyet sosyalizminin bir önemli eksikliği, geçiş toplumlarında öznenin rolü ve toplumsal yapının diğer departmanlarıyla ilişkileri konusundaki teorizasyonun gerçekleştirilmemiş oluşudur.
Sözü edilen çerçevede, Sovyet sosyalizminin öznel yetersizliklerinin açığa çıktığı ve SBKP’nin bugünkü duruma gelişinde önem taşıyan kimi dönemeçlere değinmek istiyorum.
Öncelikle Sovyetler Birliği’nde kuruluşun ilk yıllarının oldukça zorlu şartlar altında geçtiği ve buna rağmen partinin girdiği bulaşıklıklardan kendisini ayırmayı başardığı kaydedilmeli. İç savaş sonrası partinin ve işçi sınıfının fiziksel kayıpları, çarlık uzmanlarının devralınmak zorunda kalınması, mujik işçiler vb.’nin yol açtığı bulaşıklıktan “zor”un da yardımıyla partinin mutlak otoritesini kurmasıyla sıyrılınıyor. Sosyalist kuruluşun en önemli atılımı böyle bir dönemin ardından gerçekleşiyor.
2. Dünya Savaşı ise Sovyet sosyalizminin ideolojik yüklerinin en fazla olduğu/olmak zorunda olduğu kesiti oluyor.
2. Savaş’tan kalan bu yüklerin de aşılabilmesi için partinin savaş ertesinde yeni bir atılımla öncülüğünü pekiştirmesi gerekiyor. Bunun önkoşulu ise partinin bir teorik-ideolojik reorganizasyonu gerçekleştirmesi oluyor. Sovyet sosyalizminin verili tarihsel kesitinde bunun gerçekleştirilebileceği bir nesnel gelişkinlik düzeyi mevcut. Ancak gerçekleştirilemiyor.
Sosyalizm altında partiyi bu atılımı gerçekleştirmeye zorlayacak nesnel bir dinamik bulunmuyor. Partinin öncülüğünü yeniden üretme sorunu sosyalist toplumda da vardır. Parti marksist-leninist teorinin ışığında nihai hedefi gözeten somut hedefleri formüle ederek kitleleri bu yönde harekete geçirir. Bu manipülasyon kadrolar aracılığıyla gerçekleştirilir. Parti aynı zamanda kadrolarına dönük politikaları da üretmek ve onları hedef yönünde mobilize etmek zorundadır. Partinin kadrolarına dönük politikaları öncünün sahip olmak zorunda olduğu kendisine ait bilgisinin ürünü olarak şekillendirilir.
Örneğin atılım dönemlerinde, parti kadrolarıyla kitle ilişkisinde gündem çakışması çerçevesinde bir içiçe geçme yaşanır. Geçici ve tek yönlüdür. Ancak durgunluk dönemlerinde parti kadrolarının kitlenin gündemini paylaşması partiyi geri çekici sonuçlar verecektir. Burada sorun şüphesiz ki parti kadrolarının toplumdan dar anlamda “yalıtılmasıyla” değil ilişkinin yeniden tarif edilmesi çerçevesinde sınırlarının belirginleştirilmesi, bir anlamda kadroların öncülük misyonlarını yeniden üretebilmeleriyle çözülebilir.
85 sonrası liderlik Sovyet toplumunun sorunlarını doğru saptamış ve anlamlı açılımları gündeme getirmiştir. Ancak bu liderliğin en önemli sorunu, partinin 70 küsur yıllık geleneksel mekanizmalarını, olumlu ve olumsuz tarihsel yüklerini bir kenara bırakarak da işlerin yürüyeceğini sanmasıdır.
Sovyet sosyalizminin yukarıda sözü edilen parti – kadro – kitle ilişkilerinin SBKP’nin dokusuna işlemiş halde bulunan geleneksel mekanizması işletilemez duruma gelmiştir.
Sovyet toprağındaki mücadelede sosyalizmin ürünü dağınık direnç unsurlarını harekete geçirecek bir öznelliğin, şekillenebilmesi durumunda, bolşevik geleneğin tek taşıyıcısı partinin sözkonusu mekanizmalarına ihtiyaç duyacağı, bunları yeniden üretmek zorundalığı açıktır.