Neden çökmüyor? Neden Kübalılar Fidel’i izliyorlar? Nasıl ayakta kalabiliyorlar ve sorunlara nasıl olup da karşı koyabiliyorlar?
Bunlar ve birçok başka soru, Küba’nın gerek dostları, gerekse düşmanları tarafından soruluyor; bir halkın, bir dizi yokluğa karşın hâlâ dünyanın diğer yörelerinde başarısızlığa uğramış bir toplumsal ve siyasal projeyi desteklemesinin ve savunmasının nedenlerine ilişkin bir açıklama bulmaya çalışıyorlar.
Başlarken, ilk olarak Başkan Fidel Castro’nun aynı konuda bazı gazetecilere söyledikleri bir yanıt olabilir: Küba Sosyalizmi, Doğu Avrupa’dakiyle aynı değildir. Marksist-leninist ideoloji sözkonusu olduğunda birçok benzerlik bulunmakla birlikte, Küba’nın siyasi sistemi, kendisini Doğu Avrupa’nın kalıplarından temelden farklılaştıran yerel köklere sahiptir.
Küba Sosyalizmi, yabancı tank ve askerler aracılığıyla dışarıdan getirilip kurulmamıştır. Küba Sosyalizmi, ABD’nin Fidel Castro önderliğindeki devrime karşı yönelttiği saldırıları atlatıp yaşayabilmek için, bir ihtiyaç olarak doğmuştur.
Dahası, Küba Sosyalizmi, Jose Marti’nin düşüncelerinin derin etkisini taşır. Bu, ne kimi “Küba (Cubano-logists) uzmanlarının (?)” dediği gibi Küba liderliğinin retoriğine getirdiği bir yeni yaklaşımdır, ne de marksist-leninist sisteme, Karayibli görüntüsü vermek amacıyla giydirilen yeni bir giysi.
Küba bağımsızlığının kahramanı Jose Marti’nin devrim ve devrimin toplumsal kazanımları üzerindeki etkisi, Fidel Castro’nun Latin Amerika’nın en kanlı diktatörlüklerinden birini yıkacak olan kurtuluş savaşını planlamaya başladığı zamanlarda ortaya çıkmıştır.
Jose Marti: Devrimin düşünsel yaratıcısı
Küba Kurtuluş Savaşı, birçok kişinin düşündüğü gibi, 2 Aralık 1956’da Fidel’in önderliğindeki bir grup insanın, Meksika’dan çıktıkları bir yolculuğun sonunda, diktatör Fulgencio Batista’nın hükümetine karşı savaşmak üzere Küba toprağına adım atmalarıyla patlak vermiş değildir. Bu eylemin tarihsel öncülü, 26 Temmuz 1953’te Moncada Garnizonu’na düzenlenen baskındır. Fidel’in önderlik ettiği bir grup genç adam, Küba’daki en önemli ikinci askerî garnizon olan kaleye saldırmışlar ve Batista’yı devirmek üzere bir genel grev çağrısı yapmışlardı. Operasyon başarısızlıkla sonuçlanmış ve hapse atılan devrimcilerin birçoğu öldürülmüşse de bu olay, 1868’de İspanya’ya karşı birinci bağımsızlık savaşını başlatan mücadeleyle aradaki süreklilik açısından, kritik bir köşe taşı oluşturur.
O günden başlayarak Fidel Castro, Küba devrimci sürecinde tartışılmaz lider olarak oynayacağı rolü üstlenmiştir. Fidel’in garnizon baskını nedeniyle yargılanması sırasında, kendi hazırlayarak yaptığı savunmanın metni, “Tarih Beni Beraat Ettirecektir”, onun ilk siyasi ve ideolojik programıdır aynı zamanda.
Mahkemedeki konuşmasında Fidel Castro, Küba’nın en önemli siyasi kişiliği olan Jose Marti’yi, kendi eylemlerinin düşünsel yaratıcısı olarak betimler. Fidel bu düşünceyi, “Onun devrimci dersleri, bizim silahlı eylemimizin ahlaki altyapısını ve tarihsel meşruiyetini oluşturmuştur.” sözleriyle anlatmıştır.
“Tarih Beni Beraat Ettirecektir”, Devrimin iktidar programını gözeten bir belgedir. Program, altı sorun üzerinde yoğunlaşmıştı: toprak, ülkenin sanayileşmesi, konut, herkese iş, eğitim ve sağlık.
Fidel sözünü tuttu mu?
Küba Devrimi’nin 1 Ocak 1959’daki zaferi halk için yalnızca programdaki yasalardan faydalanmak anlamına gelmemiştir; zafer ulusun tarihinde ilk kez kendine saygı duymayı, gücünün ve geleceğine biçim verme yeteneğinin bilincine varmayı sağlamıştır. Fidel Castro, devrimin ilk yıllarında yaptığı çok sayıdaki konuşmalarından birinde “hiçbir insan bir daha derisinin rengi nedeniyle aşağılanmayacak; hiçbir kadın bir daha ekmek satın alabilmek için fahişelik yapmayacak; hiçbir vatandaş bir daha dilenci olmayacak; tek bir yaşlı korunmasız kalmayacak; hiç kimse işsiz kalmayacak; hiç kimse tıbbi yardımdan yoksun bırakılmayacak; tüm çocukların gidebilecekleri bir okul olacak; tüm gözler okuyabilecek; tüm eller yazabilecek” diyordu.
Daha 1960’ların sonlarından itibaren Moncada programı, Latin Amerika’da daha önce benzeri görülmemiş bir boyutta gerçekleşmişti bile.
Eğitim ve sağlık herkes için ücretsiz hâle getirilmiş, arazi Toprak Reformu’yla çiftçilere, ülkenin kaynakları gerçek sahiplerinin, Küba halkının ellerine verilmişti. Bundan itibaren yeni ve daha iddialı amaçlar ortaya konuldu.
Ölüm kalım sorunu
ABD’nin dolaysız tehditleri, Küba’da yaşanan sürecin daha da radikalleşmesine yol açmıştır. Bu tehditler, halkın devrime ve önderlerine verdiği desteğin azalması bir yana, kendi gücünün ve kollektif iradesinin bilincine varmasını hızlandırmıştır.
Devrim daha da güçlenmiş, işçilerin, çiftçilerin, öğrencilerin, gençlerin, kadınların ve çocukların en karmaşık ve değişik görevlerle bütünleşmelerini ve dinamik biçimde hareketlenmelerini güvence altına alan bir dizi siyasi örgütlenme, devrim tarafından yaratılmıştır. ABD, devrimi yıkmak için büyük çabalar ve paralar harcadı. Kendisini insan hakları şampiyonu ilan eden bu ülke, çocukların yaşamlarını kurtaracak tek bir iğneden, yiyecek ve tıbbi teçhizattan Küba’yı yoksun bırakmak için ekonomik ve siyasi bir ambargo uygulayabilmektedir.
1961 Domuzlar Körfezi istilası gibi saldırılar, ülkenin önderlerinin hayatına yönelik girişimler, -elli kadar genç sporcunun ölümüne neden olan- Barbados üzerinde bir Küba uçağının düşürülmesi gibi sabotajlar, Küba’ya karşı yürütülen yanlış bilgilendirme kampanyası ve daha birçok düşmanca eylemler denendi. Ama halk, Devrimin ilk yıllarında olduğu gibi, şevkini korumaktadır. Bu durum, Beyaz Saray için utanç vericidir.
Küba Devrimi, başarısı, güçlükleri, eksiklikleri ve hatalarını düzeltme çabalarıyla, Kübalılar için soludukları hava kadar gereklidir. Yanıtlardan biri bu olabilir.
Latin Amerika’daki kimi gelişmekte olan ülkeler gibi geçmişe dönmek ya da bugünü yaşamak, bunca özveriden sonra toplumsal ve insani kazanımları yitirmek olacaktır.
Zorluklar ağır ama aşılabilir
Doğu Avrupa ve eski SSCB’den gelen arzın azaltılmasından ve sıkılaşan Amerikan ambargosundan kaynaklanan zorluklar -özellikle petrol- Küba’da, gelişmekte olan dünyanın geri kalan ülkelerinden farklı tarzda karşılanmıştır. Bir kilit ilkenin uygulanması, devrimin ne denli güçlü olduğunu kanıtlamaktadır: Krize karşın, tek bir yurttaş korunmasız değildir. Ulus yalnızca ayakta kalmamakta, gelişmesini de sürdürmektedir. Küba, düşük gelirli sınıfların kriz politikalarından en kötü payı aldıkları diğer ülkelerdekinden oldukça farklı özel önlemler geliştirmektedir. İktisadi sorunlara aranan çözüm yolu, işsizliği ya da ücret artışlarını içermiyor; kaynakların sınırlanması, mevcutların adil dağıtımı ve toplumsal kazanımların -eğitim sağlık spor vb. ücretsiz hizmetler- güvence altına alınmasına dayalı Özel Dönem denilen bir politikanın uygulanması ve ulusal ekonomi için kilit sektörlerin geliştirilmesini kapsıyor.
Sonuçlar, şimdiden görülebilmektedir. Bugün Küba, oldukça nitelikli bir bilimsel potansiyele sahiptir ve bu potansiyeli, itibarlı uluslararası örgütlerce kabul edilmektedir. Menenjite ve sarılığa karşı aşı, yanık derinin yerine sağlıklı derinin gelişmesini sağlayan krem gibi başarılar sayılabilir.
Şu anda Kübalı bilim adamları, koleraya karşı bir aşı üzerinde çalışıyorlar.
Öte yandan, ne eğitim ne sağlık hizmetleri, sınırlılıklara karşın gerilemiyor. UNESCO’nun bir raporuna göre Küba, Latin Amerika ülkeleri arasında GSMH’sından eğitime en yüksek payı ayıran ülke durumunda; dünyada ise ilk dörde giriyor.
Kısa süre önce Dünya Sağlık Örgütü (WHO), Küba’nın “2000 Yılında Herkes için Sağlık” programını, hedeflenenden 15 yıl önce gerçekleştirdiğini kabul etti.
Küba’ya gelenler ve adadaki gündelik yaşantıya tanık olanlar, öncesinde sorulmuş soruların yanıtlarını çoğunlukla bulabiliyorlar: Geçmişe dönmek, ulusal saygınlığı yitirmek demektir. İşte bu nedenle, her Kübalı isteyerek ya da değil, devrimin kazanımlarının bir bölümünü kendisinde taşımaktadır.