1977
“Bugün kararlılıkla ve cesaretle mücadeleye atılmak gerekiyor. Milyonlarca emekçinin faşizme karşı yaşam ve ekmek kavgasında, onun yanı başında, mücadelenin en ön safında yer almak, onunla omuz omuza dövüşmek gerekiyor. İşçilerin, köylülerin, memurların mücadelesini örgütlemek, onları geniş kitleler halinde günlük talepler için, protesto gösterileri için faşizme karşı direnmek için örgütlenme yolunda ileri atılmalı!
Bu, devrimci olmanın yüklediği bir sorumluluk, halka layık olmanın gerektirdiği bir zorunluluktur.” 1
1992
“Politika bir sanattır, sanatta teşhir vardır, iç dökmek ihtiyacı belki de böyle bir ihtiyaçtır… Dünyada ve ülkede başımıza gelen bunca işten sonra, maddi manevi dertleri yüklendiğimiz bir haleti ruhiye içinde, kollektif bir dertleşmeyi neden gündeme getirmeyelim? Kollektif bir terapinin umarına neden sığınmayalım? Bir çok sosyalisti kolu kanadı kırık kılan, inançsızlık değil, umut eksikliği olduğuna göre, kendi davamızı inanılır bir dava olarak yeniden tanımlayabilmek için, işte böyle yüz yüze gelerek neden dertleşmeyelim? Şu yaşadığımız kahredici dönemde, şu yalnızlığımızda bizim kendimizden başka kimimiz var Allah aşkına!” 2
Kitle, mücadele ve demokrasi. Türkiye’de 80 öncesi solun gündemini en fazla meşgul eden bu kavramlar 80’ sonrasında aynı şekilde en fazla kaybettiği alanlar oldu. Sorun tek tek kavramların kendisinde mi bütünselliğinin oluşturduğu kavramsallaştırmada mı, yoksa kavranış biçiminde miydi?
Hiçbirini diğerlerinden ayırıp işte buydu demek mümkün değil. Yanıtı daha çok bunlara dışsal bırakılan bir alanda, siyasi hattın Marksizm-Leninizmden uzaklığında aramak gerekiyor. Sağlam bir sınıf tabanı seçemeyiş, güçlü bir örgütsel sürekliliği koruyamayış, bir muhalefet hareketi olmanın ötesine geçemeyiş ve en önemlisi perspektifsizlik Marksizm-Leninizmden uzak olmanın ilk elden sonuçları, ikincil sonuçlarsa bugün solun şikayet ettiği herşeydir. Yenilgiden kadroların fiziki ve ideolojik teslimiyetine, marjinalliği kıramamaktan bir yeniden doğuşu gerçekleştirememeye kadar. Burada tarif edilen sebep ile sonuç arasındaki mesafe kimilerine çok uzun gelebilir. Nitekim pek çok sol kadro için Marksist-Lenİnist öğreti genellikle siyasi mücadele eşiğinden adım atarken yapılan bir kabulün ötesine geçmemiştir.
Siyasetin genel geçer yasalarının yanında bir de sosyalist siyaset ile burjuva siyasetini ayıran kimi noktalar var. Bunlardan iki tanesini ele alarak devam etmek istiyorum. Birbirini çeler gibi görünmekle birlikte birbiriyle son derece ilintili olan bu iki yasa, kendisini tanımayanları aynı hızla sosyalizmin uzağına savuruyor. Bunlardan ilki sosyalist siyasetin ideolojik ve programatik olarak her türlü burjuva ögeden arınmış olması zorunluluğu, ikincisi ise sosyalist ideolojinin argümanlarının, kapitalist süreçlerin egemen olduğu bir toplumda devrimci durum gibi son derece özgün tarihsel koşullar dışında, kitleler nezdinde alıcı bulmakta zorlanacağı gerçeği. Tutarlı bir bilimsel sosyalist hat üzerinden oluşturulacak sosyalist siyaset gücünü ve güçlüğünü buradan alıyor. Devrimci durum koşulları dışında sosyalist argümanlar kitleselleşme olanağı bulamazken, kitleselliği ön plana alan siyaset anlayışı ister istemez kendisini oportünizmin sınırlarında gezer buluyor, niceliği arttırmaya ve korumaya çalışırken kimliğinden tavizler vermeye ve giderek kitlesine benzemeye başlıyor. Yukarıda çizilmeye çalışılan çerçevenin Türkiye toprağındaki en uç örneğini Dev-Yol hareketi oluşturuyor. Bu hareket Türkiye solu tarafından en fazla, Çayan çizgisini sahiplenmediği eleştirisine maruz kalıyor. Süreç içerisinde daha birçok örgütsel doğum yapacak olan THKP-C geleneğinin Dev-Yol üzerindeki etkilerini irdelemeyi bu yazı özelinde bilinçli bir tercihle sınırlı tutmak istiyorum.
Toparlanma platformundan 80 darbesine kadar geçen dört/beş yıllık sürede tarih Dev-Yol’un azımsanmayacak bir kitleselliğe ulaşmasına tanıklık ediyor. Hani neredeyse başını çeviren bir Dev-Yol’cuyla burun buruna geliyor. Başta Ankara ve İstanbul olmak üzere Ege bölgesinde, Karadeniz’de ve başta Adana olmak üzere güney illerinde ulaştığı yaygınlık, çeperindeki insan malzemesiyle birlikte yaklaşık yarım milyonu buluyor, yayınları yüz bin kişilik bir kitle tarafından (okunmasa bile) düzenli olarak alınıyor.
Tam anlamıyla bir muhalefet hareketi. Kimliğini anti-ler üzerinden oluştuğu oranda her türlü muhalefeti kendine eklemlemesi de kolay oluyor. Öne çıkan ve Dev-Yol’a damgasını vuran politika ise anti faşist mücadele. ODTÜ’deki etkin yapılanma, yurt çapındaki yaygın direniş eylemleri, silahlı mücadelenin damgasını vurduğu yerel mevzi savaşları, nihayetinde Fatsa’daki yerel yönetim denemesi ve ulaşılan kitlesellik DY kadrolarında müthiş bir güçlülük psikolojisi, giderek bir kitlesellik sarhoşluğu yaratıyor.
Tek başına Dev-Genç mirası ulaşılan bu kitleselliği açıklamaktan uzak. Üstelik sol yelpazede, aynı mirası sahiplenen, “devrimci demokrat mücadele” veren, demokratik halk devrimi diyen başka yapılar da var o yıllarda. İstisnasız hepsi için kitleselleşme son derece önemli ve belirleyici. Yaşayanlar hatırlar, o yılların gündelik sol jargonunda en sık dile getirilen tanımlamalardan biri kafa sayısı’dır. Dev Yol ise hepsinden daha çok “kitle – kitle” dediği için değil, hepsinden daha fazla kitleye benzediği için bu derece hızlı ve yaygın bir nicel gelişmeye ulaşıyor. Titizlikle koruduğu en önemli özelliği olan ideolojik muğlaklık herkesin DY de kendinden birşeyler bulabilmesini sağlıyor.
Artık bu muğlaklığı oluşturan ögeleri sonuçlarıyla birlikte bir miktar daha netleştirmek mümkün.
Bir Dev-Yol, Türkiye’deki devrimci demokrat hareketin ML teoriden en az nasibini almış, Marksizm-Leninizmin belirlenimine en fazla uzak durmuş kesimidir. Bu anlamda Türkiye solunun aldığı mesafenin reddiyesini temsil ediyor. Bilimsel sosyalist hattın bu gizli reddiyesinin sonucu olarak Dev-Yol önderliği peşinden sürüklediği kitlelere sosyalist bir perspektif sunamamış, kadrolarını pratik radikalizmin ötesinde siyasal radikalizmle tanıştıramamıştır. İnsan malzemesinin bu teorik zaafiyeti yapının kendisini politik ve ideolojik olarak sosyalist bir çizgide yeniden üretmesini de olanaksız kılmıştır.
Ortalama Dev-Yol’cu için marksist-leninist öğretiyi önemsemek dogmatikliktir, aynı zamanda gereksiz ve anlamsızdır da. Üstelik o yıllarda Türkiye solunda partili geleneğin sahiplendiği bir kavramdır ‘bilimsel sosyalizm’. Dönemin geleneksel soluna olan karşıtlığı, -onların leninistliğinden bağımsız olarak Dev-Yol’u ister istemez ifade edilmeyen bir anti-Leninizme taşımıştır. Ancak bu alanda da alternatif bir konumun tezlerini oluşturmak zorunluluğuyla karşı karşıya kalınmış ve içi hiçbir şekilde doldurulamayan bir Türkiye’ye özgü Yol sloganı şekillenmiştir. Dev-Yol, bu Türkiye’ye özgü doğruları arama yolculuğunda devrimci yolunu da kaybetmiştir. Marksizm-Leninizm dışına düşmek devrimci demokrasi ile yeni solu aynı sağ çizgide birleştiriyor.
İki – Dev-Yol yine Türkiye solunun ideolojik hattı en belirsiz, ideolojik söylemi en muğlak hareketidir. Geçmişten bugüne gelen süreçte ideolojik ve politik olarak netleşmekten mümkün olunduğu kadar kaçınılmış, hemen herkesin ortaklaşabileceği “doğru”ları sloganlaştırılmıştır. İnsanları Dev-Yol’a çeken ne kadar pratik radikalizm ise, Dev- Yol’da tutan da bu ideolojik belirsizlik olmuştur. Bu anlamda Dev-Yol, sınıfsal kökenini ve yönünü daima ikinci, üçüncü plana atarak eline geçirdiği her türlü muhalif potansiyeli bünyesine almaya çalışmıştır. Ve yine bunları içinde tutabilmesini sağlayacak ölçüde de esnemiş, kimliğini netleştirmekten kaçınmıştır. Kitleselleşebilmek adına ne kadar omurgasızlaştıysa o oranda da oportünistleşmiştir.
Üç – Teorik planda Marksizme uzaklık siyasal ve örgütsel planda Leninizme uzaklıkla tamamlanıyor. Her tür muhalefeti içine alabilecek kadar muğlaklaştıktan sonra, bunların hepsinin birarada bulunabilmesinin zorunlu örgütsel biçimi örgütsel biçimsizlik olarak ortaya çıkıyor. İronik bir durum. Çünkü DY’nin Türkiye solunun temel sorunları olarak öne çıkardığı konulardan ikisi “idelojik mücadele ve partileşme”dir. Ve soldan en çok bu konularda eleştiri almıştır. Türkiye devriminin kendine özgülüğünden yola çıkarak devrimin örgütlenmesi süreci için de aynı “kendine özgülüğü” arayan hareket bu tezini Dev-Yol Bildirgesi’nde “her tarihi dönem için ve farklı iktisadi ve siyasi yapılardaki tüm ülkeler için geçerli bir örgüt biçimi olamayacağı” teziyle ifade etmiş ve solun çeşitli kesimleri tarafından “Lenin’in parti öğretisinin fütursuzca revize edilmesi” (Kitle), “Leninist proletarya partisine karşı çıkmak” (Devrimci Derleniş), “M-L örgütlenme anlayışının reddi gevşek ve şekilsiz örgütlenme anlayışının savunulması” (H.Birliği), menşevik bir parti anlayışını savunmak, gevşek ve şekilsiz bir örgütlenmeyi savunmak bir hizipler konfederasyonu şeklinde bir örgütlenme anlayışına sahip olmak noktalarından eleştirilmiştir.
Dev-Yol’un Türkiye solu içerisinde en geniş tabana sahip hareket olarak tanımlanabileceğini söyledik. Madalyonun diğer yüzünde ise Dev-Yol yalnızca bir taban olarak görünüyor. Halk için halkla birlikte ve taban demokrasisi gibi sloganlarda ifadesini bulan örgüt iradesinin, giderek örgütlülüğün reddi, Dev-Yol’un aşil topuğu olmuştur. “Kendisini en yetkin biçimde devrimci bunalım koşullarında tanımlayabilen devrimci-demokrat kadrolar ve örgütler, yatay gelişmiş yapıları gereği en büyük darbeleri merkezi olarak aldılar. Ortaya deorganize bir kitle ve otorite boşluğu çıktı” 3 . Örgütsüz siyaset kendini koruyamıyor, kendini yenileyemiyor, her anlamda kolay dağılıyor.
Sosyalist siyaseti taşıyacak en gelişkin model partili mücadeledir. Parti ait olduğu sınıfın aklı olma anlamında yönlendirici ve devrimci dönüştürücülük misyonu anlamında da iradecidir. Dev-Yol ise kitleye güvendiği oranda devrimci mücadelede kendiliğindenciliği, örgütsel süreçlerde de yerel insiyatifleri ön plana çıkarmayı tercih etmiştir. Partileşmeyi, kimliğini netleştirmeyi sürece bırakmayı tercih ediyor.
“Devrimci Yol diğer sol grup ve partilerden farklı bir partileşme anlayışını savunmuş ve bu konudaki görüşlerini Bildirge’de ve Devrimci Yol Dergilerindeki çeşitli yazılarda açıklamıştır… Devrimci bir partinin, herhangi bir şekilde biraraya gelmiş insanların kendi aralarında oluşturdukları hiyerarşik bir yapı olarak görülemeyeceği; bütün bir emekçi halkın ve işçi sınıfının önderlik hak ve yeteneğine sahip devrimci bir partinin, ancak o formasyona ve yetkinliğe sahip kadrolar tarafından oluşturulabileceği; o dönemde bu koşulların bulunmadığı; bütün bu nedenlerle parti sorununun ancak bir mücadele süreci içinde çözülebileceği ifade edilmiştir… Devrimci Yol’un (şu veya bu nedenle) böyle bir “partileşme süreci”ni tamamlayarak partileşme sorununu çözemediği, bu anlamda amacına ulaşmakta başarılı olamadığı açıkça ortadadır” 4 .
Bireysel ve yerel inisiyatifler üzerinden gelişen pratik radikalizm, spontan tepkiler üzerinden şekillenen politika yapma anlayışını en iyi ifade eden örgütlenme biçimi yerel inisiyatifler ve taban demokrasisi olarak formüle ediliyor, nihayet mahalli direniş komitelerinde vücut buluyor. Politik ve örgütsel süreçlerdeki bu kendiliğindencilik zamanla denetlenemez bir düzeye ulaşıyor.
80’e yaklaşılırken hareket üzerine kurulu bir örgüt olma kitleselleşmeyle birleştiği oranda Dev-Yol’da yerelliklerin özerkliği de zorunlu olarak artıyor. Elde edilen hızlı kitle-selleşme kontrol edilmez bir hal alıyor. Yöneticiler yol gösteremiyorlar. Günlük kararlarla eylemler yapılıyor, bir bölgede reddedilen bir tavır bir başka bölgede olumlanıyor. Tam anlamıyla bir parçalanmışlık hüküm sürüyor. Dev-Yol’un bütün o kitleselliğine rağmen 12 Eylül’de bu kadar dirençsiz kalmasının nedenini yine örgüt olamamakta aramak gerekiyor. Çeşitli yerelliklerde gösterilen direnişlerin bilgisinin bile diğer yörelere ulaştırılamaması çözülüşü hızlandırmış ve darbenin genel başarısının ötesinde hareketin başarısızlığının bir göstergesi olmuştur. Örneğin Artvin ve Fatsa kırsalında hala direnen Dev-Yol’cular varken Akhisar ve benzeri yerlerde “bu iş bitti” havası hakim olabilmiştir.
Adı üstünde, direniş komiteleri iktidara yürüyen bir anlayışın değil, faşizme karşı direnen bir politik çizginin örgütsel ürünüdür. Yine o dönem Dev-Yol’un Türkiye solu için öngördüğü en ileri örgütsel birlik Devrimci Bir Direniş Cephesi’nin yaratılmasıdır. Devrimci demokrat “..örgüt geleneğinde genelde iki düzeyli bir hiyerarşi vardır. Enine yayılmış bir kadro niceliği aşırı inisiyatif yüklü bir tarzda hareket eder. Kendi başına radikalizm, kadroları safta tutmada tutkal işlevi görür; kapalı yaşantı dönem dönem amacı kendisi olan bir gizeme dönüşür.
Hiyerarşik parti disiplini devrimci demokrasiye her zaman dar gelir. Bunun karşısına narodnik grup disiplini konur. Fakat genel bir eğilim olarak (yeni sola yakınlaştırıcı bir potansiyel olarak), devrimci demokrasi, ele avuca sığmayan kadrolar sürekli bir hiyerarşik disiplin (kimi kez bürokrasi adı altında) düşmanlığı üretir” 5 . Dev-Yol’un da hiçbir zaman tanımlanmış bir örgütsel iç hukuku, iç işleyiş ilkeleri olmamıştır. Bunun doğal sonucu olarak Türkiye solunda, içinde muhalif kıpırtılar yakalayan insanların en kolay girip çıkabildiği yapı Dev-Yol olmuştur.
Yerel inisiyatifler ve taban demokrasisi kavramları ilk elde kulağa hoş geliyor. Karşıtın karşıtı olma anlayışının örgütsel düzlemdeki formülasyonu olarak şekilleniyor. Nedir egemen sınıfların, tekelci burjuvazi ve toprak ağalarının en irilerinden oluşan oligarşinin özelliği? Gerici ve despotik olmak. Sonucu? Halkı zorbaca ezmek, sindirmek nihayetinde sömürmek. Peki ya halk? Egemen güçler tutucuysa halk ilericidir, egemen sınıflar despotikse, faşistse halk demokratik ve iradi belirlenimi reddeder olmalıdır. İradi belirlenimin kavramsal karşıtlığı yerel inisiyatifin her türlüsüdür.
Öncü olmayı neredeyse bir karşı-fetiş düzeyinde algılayan ve sıradanlaştığı oranda halka yaklaştığını ve arındığını düşünen politik birey gittikçe taban olmanın birincil dereceden özelliklerini de kemikleştiriyor. Devrimciliğin en önemli ilkesi dönüştürücülük-tür. Dev-Yol ise dönüştürmekten çok halktan öğrenmeyi ilke edinmiştir. “Devrimciler, halkın içinden gelen faşist teröre direnme eğilimlerini ve bu eğilimlerin yaratmış olduğu örgütlenmeleri incelediler. Ve bunlardan öğrenerek faşizme karşı bütün halkın biraraya gelebileceği örgütlenme önerileri getirmeye çalıştılar” 6 .
Bu saikle Dev-Yol, Türkiye solu içerisinde tabana en fazla yakınlaşan, bu anlamda tabana en fazla benzeyen, giderek tabanın örgüte damgasını vurduğu en uç örnek olarak şekillenmiştir. Kitleselliği “kitle fetişizmi”ne varan bir şiddetle önemsemek, kitleselleşmeyi bir örgütün elde edebileceği en büyük başarı olarak tanımlamak hareketin en büyük handikaplarından biri. Bu kitle histerisinin arkasında Kızıldere deneyiminin etkilerini bulmak çok zor değil. Ancak bu kez tam zıt bir noktaya savrulunuyor ve kitleselleşildiği oranda kitleleşiliyor da. Örgüt belirlenimi, özne olma, dönüştürücü devrimcilik Dev-Yol’a hep uzak ve o derece antipatik. Sapma derecesine varan bu popülist kitleye teslimiyet eğilimin doğal sonucu siyasal düzlemde perspektifsizlik örgütsel düzlemde ise bir daha toparlanamamak oluyor.
Taban demokrasisi kitlelerin kerameti kendinden menkul ilerici potansiyeline duyulan güveni ifade etmenin ötesinde politik olarak kitleye yol gösteremeyen örgütselliğin kitleye teslim olmasını anlatıyor. Geleceğe yatırım ancak Marksist-Leninist hattın sağladığı bir yetkinliktir. Marksizm-Leninizm’den uzak bir “yerellik – güncellik” anlayışı “devrimin güncelliği”ni kaybediyor. Kitle eylemliliği yükseldikçe hareket de yükseliyor düştüğü oranda hareket de düşüyor. Anti’lerle belirlenmiş bir siyasal faaliyetin biraraya getirdiği insanlar olmanın ötesine geçemeyiş, netleşmiş bir sosyalist toplum projesine doğru yürümenin aracı olarak örgütsel gelişkinliğin zorunluluğunu ve önemini kavrayamayış örgütsel arınma süreçlerinden de mahrum bırakıyor Dev Yol’u. Toparlanamamanın nedenlerinden bir tanesi de budur.
80 öncesinde kitlenin devrimci potansiyeline duyulan körü körüne inanç seksen sonrasında Dev-Yol insanını bu kez kitleden, giderek nesnellikten umudu kesmeye varan bir diğer uca savuruyor. Herşeye rağmen taban demokrasisi ve yerel insiyatif kavramlarının aynı zamanda tutkal işlevi gören bir yanı da var. Toplumsal mücadele alanında çok geçerli olmasa da Dev-Yol tabanı biraz da bu sayede birarada kalabiliyor. Yapının ideolojik belirsizliği herkesin birbirinden farklı, kimi zaman birbirini çelen düşüncelerine rağmen aynı çatı altında kendine yer bulabilmesini sağlıyor. Ortada iktidar perspektifine yönelik bir siyasal mücadele sorumluluğu olmayınca, sadece Dev-Yolcuları birarada tutmaya yarayan bu kemiksizlik, yine inanılmaz bir yüzsüzlükle en gelişkin demokrasi anlayışı olarak savunuluyor.
Bir kez daha tekrarlamakta fayda var. Dev-Yol’un siyaset tarzında iradecilik ve aynı anlama gelmek üzere ileriye çekmek yoktur, asgari müştereklerde uyuşmak vardır. Toplumsal muhalefeti kapitalist süreçlerin, kısacası düzenin dışına çekmek yoktur, hangi sınıftan ve ne nitelikte olursa olsun halkın içindeki en küçük muhalefeti devşirmek ve demokrasi mücadelesine kazanmak anlayışı vardır. Bu nedenle ki Dev-Yol’da herkes kendinden bir parça bulabilmiş Dev-Yol bir parça herkes olabilmiştir. Dev-Yol bu haliyle bö-lünemeyecek kadar amorf bir camia olmanın ötesine gidememekte, küçülmeyi göze alıp arınma sürecine girmeye cesaret edememektedir. Süreç kendi kendini kurutmaktadır.
Üç – Potansiyel solcunun yine sola yönelik en belirgin tepkilerini devşirme en fazla hassasiyet duyduğu noktalara hitabetine “kitle-cik ve kendiliğindencilik” Dev-Yol’un bugün de taşıdığı belirgin özellikler “…halkın sevdiği ne varsa onların propagandası yapılarak da kitlelere ulaşılabilir. Veya, halkın bilinçsiz öfkesini toplayan ikinci sınıf kötülüklere küfrederek ilgi çekilebilir. Ne var ki bu kendiliğindenliğe teslimiyetçiliktir. Kitlelere doğruları anlatmak yerine onların kabul ettiği “sınırlı doğruları” ve bütününde “yanlışları” kabullenmek, en azından bunlarla yetinmek kitle kuyrukçuluğudur” 7 .
Yetmişli yıllarda soldaki Çin-Sovyet kutuplaşmasının dışında kalarak yaratılan alter-natiflik imajının “bize ne elalemin Pekin’in-den Moskova’sından” diyen potansiyel sol muhalif için son derece cazip olduğu inkar edilemez. Bu çerçevede ifade edilen Türkiye özgü devrim sloganın ise bir türlü içi doldurulamamış, devrimin modelinin Türkiye’ye özgü ve evrensele içkin özellikleri kimsenin nezdinde netleşememiştir. Ne gam, Dev-Yol için daima belirleyici olan güncel sorunlardan yola çıkmaktır. 80 öncesinin birincil görevi olarak tespit edilen anti-faşist mücadelenin kitleleri doğrusal bir süreçle kendiliğinden devrime taşıyacağına inanılmıştır.
Dört – Teorik ve politik az gelişmişlik Dev-Yol’u, kimliği spontan tepkilerin üzerinde gelişen, anti-cilikle “belirlenmiş” bir siyasal hat olma zayıflığıyla malul bırakmıştır. Kendileri buna mücadele içinde şekillenme adını veriyorlar. Örneklemek gerekirse, 80 öncesinde Dev-Yol’un politik hattını belirleyen anti-faşişt mücadele -ki bu nedenle hareket gerçekte bir savunma çizgisi olmanın ötesine geçememiştir-, ideolojik hattını belirleyen Çin ve Sovyet karşıtlığının karşıtlığı, örgütsel anlamda da iradi belirlenimi reddeden ve ucu ademi-merkeziyetçiliğe kadar açık olan anti-merkeziyetçilik olmuştur. Hatta bu anti-cilik mantıksal sınırlarını o derece zorlamaya başlamıştır ki örneğin TKP kadrolarının Lenin’e başvurma gereği duyduğu oranda DY kadroları Lenin’den uzak kalmışlardır. Romantizm katkılı mücadelecilikle şekillenen DY radikalizmi pratikte geleneksel solun pasifliğinin yarattığı boşluğu doldururken, ideolojik ve siyasal anlamda bilimsel sosyalist hattın gerektirdiği radikalizminin yanından bile geçememiştir.
“Devrimciler, bulundukları her yerde faşist saldırganların terörüne karşı çıkılarak di-renilmesini savundular. Bulundukları her yerde faşist çetelerin silahlı saldırılarına göğüs germeye, bunları defetmeye çalıştılar” 8 . Direnme psikolojisini aşamadıkları, iktidarı hedeflemedikleri oranda da gölgelerle savaştılar. “Bu, devrimcilerin faşizme karşı mücadeleyi halkın kendi iktidarını sağlama mücadelesiyle birlikte ele almalarının bir sonucudur” 9 . Faşizme karşı mücadele iktidar mücadelesinin yerine ikame edildiği için yenilgi kaçınılmaz olmuştur.
“Devrimciler emperyalizm ve tekelci burjuvazinin mevcut demokratik hak ve özgürlükleri budama ve kullanılamaz hale getirme amacıyla yürüttüğü her türlü baskı ve sindirme politikalarıyla faşist terör uygulamalarına karşı, halkın her kesimini demokratik hak ve özgürlüklere sahip çıkmaya; faşizme karşı demokrasi istemeye çağırdılar” 10 . Faşizme karşı burjuva demokrasisi için mücadele etmenin kendiliğinden proletarya sosyalizmine varacağını düşündüler.
Yetmişlerin sonuna gelindiğinde artık eldeki kitlesellik kontrolden çıkma noktasındadır, hatta çıkmaya başlamıştır bile. Ortak olarak sahiplenilen en temel tespitlerin ve anti faşist mücadele pratiğinin dışında hareketin yerellikleri arasında farklılıklar belirmeye başlıyor. Organize bir bütünden sözetmek mümkün değil. Önderlik ise sonradan özeleştirisini vereceği yetersizliği o günden tespit etmiş durumdadır. Önderlik edememe! Oğuzhan Müftüoğlu “partiyi oluşturacak yetkin kadrolar yoktu” derken sanırım bunu ifade etmek istiyor. Partileşme kitleselleştikten sonra süreç içerisinde gelişmiyor.
79’lara gelindiğinde DY pratik gövdeye teorik bir baş aramaya başlıyor ve Birikim ile yakınlaşılıyor. Öte yandan da solun diğer öbeklerinde olduğu gibi Dev-Yol’da da bir darbe beklentisi oluşuyor.
Ancak hazırlanmanın koşulları baştan kaçırılmış durumda. Herşeyden önce neredeyse örgütlü mücadelenin reddine varacak derecede kişisel ve yerel inisiyatifler üzerinden işleyen bu organizmayı denetlemek, kontrollü şekilde yönlendirmek için gerekli altyapı oluşturulamıyor. Zaten sonradan oluşturulması da mümkün değil. Kadrolar benzer şekilde ideolojik ve psikolojik olarak da hazırlıksız yakalanıyorlar 12 Eylül’e. Devrimci demokrasinin en yaygın ve en ‘güçlü’ hareketi konumundan bir anda Türkiye solunun en fazla adam kaptıran en fazla çözülen yapısı konumuna düşmek yıllarca “direniş” üzerine örülen hattın kırılganlığını göstermek bir yana, kadrolarında yıllarca etkisini sürdürecek bir yılgınlık ve hayal kırıklığı ve teslimiyete neden oluyor.
80’DEN BUGÜNE YENİLGİ DAĞINIKLIK ve TESLİMİYET
Yıllar boyunca Dev-Yolcuları birarada tutan tutkal ideolojik muğlaklığa eklemlenmiş devrimci demokrat romantizm ve mücadele etiği oluyor. İdeolojik muğlaklık, devrimci demokrat romantizm, mücadele etiğinden oluşan tutkal örgüt olmaya, örgüt kalmaya yetmiyor. Bu malzemeyle en fazla bir “camia” olunabiliyor. Nitekim DY örgütlü bir güç olarak ayakta kalamamış ve 12 Eylül darbe”sinin dağıtıcı etkisini en uzun süre üzerinde taşıyan kesim olmuştur Türkiye solunda. Ancak yine solun hiçbir kesiminde rastlanmayan bir zeminde, bir camia olma zemininde varlığını sürdürüp bugünlere gelmiştir. Ve bu kemiksiz varoluşun dışa dönük tüm aktivitesi artık toplumsal dönüşümlere değil kendine kan vermeye yöneliktir.
Mayıs, Demokrat, İşçilerin Sesi, Demokrat Arkadaş, Türkiye Sorunları 80 sonrasında bu geleneğin içinden çıkan toparlanma çabaları olarak değerlendirilebilir. Ancak umulan toparlanmayı gerçekleştirmek için yeterli olmuyor. Burada iki nokta özellikle önemli. Birincisi yönetici kadrolar önderlik misyonlarını hepten yitirmiş bulunuyorlar. İkincisi, netleşme çabası arınmayı ve daralmayı göze almayı gerektirir. DY içindeki farklı dinamikler ise, tüm DY kitlesiyle birlikte olmayı öne çıkardığından herkesçe kabul görmeyen çıkışlar geri çekiliyor. Bütünün dışında iş yaparken kendilerini yeniden üretememek ideolojik bir saplantı haline geliyor. Bütüne hitap etmeyen tezler, doğru ya da yanlış olmalarından muaf olarak ‘anlamlı’ bulunmuyor. Niceliğe tapınma bir kez daha kişiliksizliğe götürüyor.
Yaşananlardan örgüt doğrusunu çıkaramadı DY camiası. Sığ solculuk güncel olandan ötesini de görmekte zorlandı, çoğu kez göremedi ve dönemsel dalgalanmalara kapılarak yıprandı ve kişiliksizleşti. İdeolojik ve siyasal düzlemde verili anın en güçlü eğilimlerine teslim oldu. Günün egemen eğilimlerine teslimiyet ideolojik düzlemde de devam ediyor. Aradan geçen on yıllık sessizlikten sonra geçmişin hesabı herhangi bir şekilde verilmeden, hiçbir anlamlı, ileriye götürücü özeleştiri yapılmadan yeni aranışlara giriliyor “..bugünkü kapitalist-emperyalist sistem bir asırdan fazla bir zaman önce Marx’ın işleyiş yasalarını inceleyerek eleştirdiği ekonomik- toplumsal sistemden olduğu kadar, Lenin’in tanımladığından da oldukça büyük farklılıklar taşımaktadır. Bu bakımdan bugün, kapitalist-emperyalist sistemin eleştirisinin ve sosyalizmin ortaya konuluşunun yüzyıl önceki koşulların ürünü olan kavram ve düşünce kalıpları içinde kalınarak başarılamayaca-ğı kabul edilmek zorundadır” 11 .
Burjuvazinin “dünya değişti” argümanını çözümleyebilecek teorik araçlardan yoksun Dev-Yol kadroları geriye kalan küçük umut kırıntılarını da egemen ideolojinin argümanlarına teslim ediyorlar. Geçmişte de pek tanışık olmadıkları marksizmi ameliyat masasına yatırmaya kalkıyorlar. Ellerinde kalıyor. Teorik yenilenme olmadan doğru pratik yapılamaz, solun marjinalliği kırılamaz diyorlar, ellerinde kalıyor. Kendilerini biraz daha düzene yamamaktan öte bir işlevi olmuyor. Sosyalizmden çok kendilerini yeniden diriltme çabasına soyunuyorlar bu kez. Sosyalizm hedefine yönlendirilmemiş pragmatizm oportünizmi doğuruyor. Bugün Dev-Yol camiası toplu bir benmerkezciliği yaşıyor. Halkla birlikte halk için sloganı “Hep birlikte Bizim İçin” sloganına dönüşüyor. Ancak burada bir tuhaflık var. Yanlışlarını teslim etmeden aynı şeklide siyasete devam etmeye çalışan Dev-Yol kadroları kendilerine çektikleri insanları bu kez hangi meydanda bırakacaklarını düşünüyorlar? Sosyalist siyasetin ve örgütlülüğün yasalarını bu denli reddettikten sonra başlarına gelen felaketi nasıl açıklıyorlar?
Bugün yine toplumsal muhalefetin yükselme potansiyeli taşıdığı bir konjonktürde bulunuyoruz. Sol muhalefetin örgütlü sosyalist muhalefete dönüşmesinin sol adına en önemli ve kalıcı kazanım olacağı bu döneme girerken DY camiasının kitleler nezdinde bu kez verdiği mesaj bir kez daha örgüt kırgınlığı, örgüt küskünlüğü oluyor. Verili örgütsüzlük konumunu allayıp pullayıp taban inisiyatifi olarak sunuyor DY camiası.
Bundan sonra da önünü görme şansı olduğunu söylemek zor. Bir siyasal hareket olarak ele alındığında DY artık ismi var cismi yok bir harekettir ve bundan sonraki çizgisi de ideolojik olarak liberalizme bulaşık bir kendiliğindencilik olacaktır. Marksist- leninist siyasal hatta ciddi bir arınma süreci yaşamadan gidilecek yer gündelik sorunlarla boğuşmaktan öte gidemeyecektir. Nesnellik hareketlendikçe Dev-Yol camiası da kıpırdanmaya başlayacak kendini gündelik politikaların bir aparatı olarak gerçekleştirmeye çalışacaktır. Bugün gerek ekonomik gerek demokratik kitle örgütlerinde varlık göstermeye çalışması, boy boy listeler çıkarması işin ambalaja yönelik kısmıdır. DY’nin kendiliğindenciliğe teslimiyeti ve perspektifsizliği çalışma yaptığı alanlara da yansıyarak özellikle sendikal faaliyetin önünü tıkıyor. Değiştirme ve dönüştürme misyonuyla hareket etmeyen anlayış kitle örgütlerinde yönetime geldikten sonra bir adım öteye gidemiyor ve etkinliğini yitirmeye başlıyor. Perspektif su-namadıkları kitle nezdindeki başarısızlıkları bütün bir sola maloluyor. “Devrimci demokrat harekette, bilimsel sosyalizmden uzaklık ‘teorisizleşme’ doğurdu. Yeni sol veya tekil aydın desteğiyle aşılmaya çalışılıyor” 12 . Türkiye solunun DY’nin peşine takılacağını düşündüğü tartışma sürecine katılmamış olmasına sevinmek gerekiyor.
Dipnotlar ve Kaynak
- Gün Mücadele Günüdür, 19 Eylül1977, DY, Sayı:9
- Pekdemir Melih; Anne Bak KralÇıplak; Basak Yay., Ağustos 1992,s.27
- Uygur Cengiz; Devrimci Demokrasi,Eğik Düzlemde Aranış; Geleneksayı:8, s.47
- Devrimci Yol Savunması; Simgeyayınevi, birinci baskı, s.551
- Uygur Cengiz; a.g.e; s.52
- Savunma, s.539
- Okuyan Kemal; Kitle KuyrukçuluğununDemokrasi Mücadelesi;Sosyalist İktidar,sayı;4 s.55
- Savunma, s.539
- Savunma, s.540
- Savunma, s.538
- Tartısma Süreci Yazıları 1;Bireşim Yayınları, 5.Baskı, s. 18
- Uygur Cengiz; a.g.e; s.58